Çetocuğum, doyamadığım sevgili eşim,
Hayatta olaydın, bu yıl evliliğimizin elli beşinci yılını kutlayacaktık. Tanıştığımız
günden düğünümüze kadar geçen yılları da sayarsam, altmış yıl birlikte
olmuşuz. Bizi tanımayanlara bu hesap tuhaf gelebilir, ama çocuklarımız
şahit, biz seninle bu dünyada her an birlikteyiz. Misal mi? Ne
zaman ‘La Vie En Rose’ şarkısı çalsa, belime sarılır, kulağıma şarkının
sözlerini fısıldardın ya, hâlâ yapıyorsun bunu ve ben her seferinde
senin kollarında ağlıyorum.
Kızımız,
senden üç ay sonra ilk konserini verirken, Mehmet’le onun piyanosunun
açık kapağına eğilip içine bir şey koyduğunu görmüştük. Meğer tellerin
üzerine senin resmini yerleştirmiş ve konser boyunca bakışlarından güç
alarak çalmış piyanosunu. Hayattayken Mehveş’in biricik babasıydın,
yokluğunda onun ilham perisi de oldun. Ya Mehmet ile yaşadıklarımız! O
Amerika’dayken, ben ne zaman seni ziyaret etsem, Mehmet’in beni
arayacağı tutardı. Saatler uymaz, aramızda kilometrelerce mesafe, oğlum
benim o anda nerede olduğumu nasıl bilecek? Ama oğlumuz açıklanamaz bir
şekilde, beni hep seni ziyaret ederken arar ve o anı paylaşırdı. Bir
keresinde telefonumu mezar taşına dayamamı istemişti, seninle konuşmak
için.
Defalarca Mehveş, Mehmet ve ben aynı rüyayı gördük... Sen ölmemişsin, bir başka şehirdesin, sadece yanımıza gelemiyorsun. Kısacası Çeto, biz ailecek yaşadığını varsaydık, seni hissettik, sana danıştık, seninle sevinçlerimizi paylaştık. Sen hep yanı başımızdaydın, sevgili kocam.
Defalarca Mehveş, Mehmet ve ben aynı rüyayı gördük... Sen ölmemişsin, bir başka şehirdesin, sadece yanımıza gelemiyorsun. Kısacası Çeto, biz ailecek yaşadığını varsaydık, seni hissettik, sana danıştık, seninle sevinçlerimizi paylaştık. Sen hep yanı başımızdaydın, sevgili kocam.