Dostluğun, aşkın ve ihanetin yıllar içinde biriken öyküsü: Bir içki
masasına doğru, önce yavaş yavaş, ardından hızla devinen bir uzun öykü.
“Güzel Yazı Defteri” Tomris Uyar’ın son yapıtı. Ali Arif Ersen, bu
yapıta özel resimlerle Uyar’ın diline eşlik ediyor.
***
Kırk küsur yıldır kısa öyküye sadık kalmış bir yazarsınız. Başka bir türe kaymayacak kadar sizi ele geçirmesinin sebebi nedir?
Kısa öyküyü dünyayı anlatma, görme biçimime en uygun dal olarak
görüyorum. Roman böyle değil. Romanla öykü arasında hiçbir bağ olduğunu
da sanmıyorum. Öykü yazarken çok daha yoğun, daha çarpıcı, kısa, yani öz
bir anlatma yolunu seçiyorsunuz. Sayfalara boğulmuş bir anlatım
biçiminden çok daha güç. Bu niteliklerden ötürü çağımıza daha uygun bir
sanat olduğunu düşünüyorum.
Anlatacağını en kısa biçimiyle ifade edebilmek için çok güçlü bir disipline girmiş olmak lazım.
Bol bol öykü okumak gerek. Çehov, Poe kim varsa atlanmamalı. Tabii bir
de yazarın kendi özel dili öyküye yatkın mı? Oturup başınıza gelen bir
şeyi anlatmak değildir öykü. Öyküleşebilmesi için titizlikle dramatik
olarak kurgulanmış olması gerekir. Hayatta gördüğünüz şeyi, edebiyatla
bir kere daha gerçekleştirmeniz lazım.
Parlak bulduğunuz, kendi matematiğini kurduğunu düşündüğünüz genç öykücüler kimler?
Beni düşündüren çok farklı isim var. Sözgelimi Murat Gülsoy gerçekten
ilginç bir öykücü. Ancak bir yerde tıkanabilir çünkü metinden yola çıkan
metinler yazıyor. Bir süre sonra yaratıcılığı sekteye uğratabilecek bir
tercih. Sema Kaygusuz'un dilini bazen şiirsel biçimde kullandığını
görüyorum. Mehmet Günsür, iyi gibi gözüküyor ama dağınık. Öykücülüğünün
omurgası yok daha. Bir de Behçet Çelik diye yeni bir yazar var. Klasik
öyküler yazıyor. Klasik yapının içine sıkışıp kalmazsa onun da ileride
iyi bir öykücü olacağını düşünüyorum. Yalnız bütün bu saydığım kişiler
şu anda çok iyi öykücü diyeceğim kişiler değil. Sadece kötü öykücü
demeyeceğim kişiler ki bu çok önemli.
Yetmiş civarında kitap çevirdiniz. Bir dili bilmek ve o dili başka bir dile çevirebilmek arasındaki fark ne?
Bir kere ana dilini bilmek lazım. Bir çevirmen yabancı dili ne kadar
iyi bilirse bilsin, kendi diline hakim değilse başka bir dili ne kadar
kavrayabildiği tartışılır! Kendi ana dilinin inceliklerini, kıvrak
noktalarını, nerelere götürülebileceğini bilmiyorsa iyi bir çevirmen
olamaz.
En çok hangi türü çevirirken kendinizi rahat hissediyorsunuz?
En çok kendimi rahatsız hissetiren metinlerde rahat ediyorum desem daha
doğru olur aslında. Mesela Virginia Woolf çevirirken kendimden
geçiyorum. Virginia Woolf'un kendisinden çok onu çevirmeyi seviyorum.
Bir çeşit meydan okuma getiriyor. Türkçe'de neleri bildiğimi, neleri
bilmediğimi, neleri çok araştırmam gerektiğini hatırlatıyor bana.
Türkçem yıkanıyor. Durulaşıyor. Yıllardır birikmiş paslı noktalar varsa
onlar arınıyor.
Yönteminiz nedir?
Çevirdiğim yazarın fotoğrafı yoksa eğer dostlarının kimler olduğu,
nerelere girip çıktığı, nasıl semtleri sevdiği, öğrenmek isterim. Bu
özellikler yazarı Türkçede yerleştireceğim yeri gösterir bana. Takım
elbise giyenle blue jean giyen arasındaki dil farkı epey olmalı. Ama
tabii asıl yol gösterici, yapıtın kendisidir.
Katı bir yazar mısınız? Çalışırken etrafınızıdaki insanları uzaklaştırıp kırıyor musunuz?
Hayat her zaman son sözü söyler benim için. Bir çocuğun ağlaması ya da
ona bağırmak bir şaheser (!) yaratmaktan daha önemli olabiliyor. Hayatın
akışı içinde hiçbir zaman ayrı bir odam olmadığı için, kalabalık içinde
yazmaya alıştım. Dışarıda olup biten beni pek fazla ilgilendirmez.
Bu kırk yıllık temponun verdiği zararlar oldu mu?
Tabii. Karaciğerim. Somut biçimde isyan etti. İçki de içtiğim için,
birinden birini bırak, dedi. Yazmayı bırakamadığım için içkiyi bıraktım.
Yazarlık mı, yazı mı?
Yazı. Yazmak daha önemli. Diğeri şimdilerde gördüğüm bir şey. Yazar
olmayı sevmek diye bir şey çıktı. Kartvizit gibi… Okurdan, çalıştığınız
yayınevinden ve sanat dergilerinden umduğunuz tek şey kendinizi
çalışarak getirdiğiniz noktanın iyi saptanmasıdır.
Para roman tartışmasını takip ettiniz mi?
Doğal olduğunu düşünüyorum. Sade Türkiye'de değil birçok toplumda öyle.
Gerçek edebiyat okuru sayısı azaldı. Best seller yazmak istesem
yazarım, zor bir şey değil best seller yazmak. Ama derdiniz iyi bir
edebiyat yapmaksa okurun beğenip beğenmemesi sizi çok fazla
ilgilendirmez. Bir iki okurun önemi vardır. O yüzden ben best seller'a
karşıyım çünkü best seller'ı çok büyük bir kesim beğenir. Herkesi altına
alan, bütün eğilimleri kapsayan bir şemsiye nasıl olamazsa, bütün
eğilimlere cevap veren bir roman da olamaz. Olmamalıdır da. Sizi
sevmeyenler, size karşı olanlar da sizi belirler. Best seller yazanın
böyle bir derdi yok. O, sevenlerle, alanlarla mutlu olandır. Kim bana
karşıyı merak etmeyendir. Yine de için için merak ediyordur, çünkü
dedikodusunu yapıyordur. Beni şu yüzden, bu yüzden sevmiyorlar diye.
Sadece edebiyattan kazandığınız parayla yaşayabildiniz mi?
Hayır. Büyükbabamın Tarabya'daki eviyle yaşadım. Bölük pörçük satıldı,
iki kata düştü, sonra onlar da satıldı. Oradan payıma düşen parayı
bankaya koydum, onunla geçindim. Tabii ki birkaç kere baskı yapan
kitaplarım oldu, yazılar yazdım… Ancak ne kadarını onlar karşılıyor
bilemiyorum.
Peki sosyal güvenceniz var mı?
Hayır, yok. Turgut Uyar'ın Emekli Sandığı'ndan bir sağlık karnesi var.
Dolayısıyla eş durumundan benim de var ama şimdiye kadar hiç
kullanmadım.
Pek çok edebiyatçı dostunuzu derinden etkilediniz.
Kendime bir ilham periliği vehmedecek kadar komik bir insan değilim
tabii. Kendimi de o kadar beğenmem. Yalnız şöyle bir şey var: Düşünen ve
sorgulayan bir insanım. Bu sözünü ettiğiniz kişiler de kendi yaptığı
işleri sorgulayan, düşünen, tartışmayı seven kişilerdi. Herhalde asıl
çekici yanım buydu benim. Tartışırdım. Bir de çok açık sözlü olmam
etkili olmuştur sanıyorum. Konuyu anlamam ve disiplinli olmam.
İlişkilerimde hep kendime bir dokunulmazlık alanı bulmuşumdur. Bu da
hakikaten sevilmem, değerlendirilmemle birlikte, çok tartışmalara neden
olmuş bir özelliğimdir. Başkasına verdiğim özgürlüğün, yaratma, tek
başına düşünme, yalnız kalma özgürlüğünün bana da verilmesini isterim.
Turgut Uyar ile kaç yıl evli kaldınız? Nasıl biriydi? Gözleri çok güzel bakıyor.
1967'de evlendik, kaç oluyor? 18 sene! Çok yakışıklı, çok zeki, çok
duyarlı bir insandı. Belki bana göre aşırı ciddiydi. Tipik edebiyatçı
özelliği taşıyan, kendi içine kapalı, dışarısıyla fazla alışverişi
olmayan, şiiriyle mutlu biriydi. Ben öyle değilim. Denizi de severim,
dolaşmayı da… Daha canlı, daha hareketli olmayı isterim. Belki bu
bakımdan pek uyuşmuyoruz.
Aşık olmuş muydunuz Turgut Uyar'a?
Aşık olmadan hiç kimseyle birlikte olmadım.
Sizin için yazılmış şiirleri okuduğunuzda ne hissetmiştiniz? Şimdi nasıl geliyor?
Aynı. Benim için yazılmaları önemli değil. İyi şiir mi diye bakarım.
Yazık ki böyle bir özelliğim var benim. Güzel şiirler. Bazıları daha iyi
olabilirdi benim adım olmasa. Ben bana bir şey yazılmasını, ithaf
edilmesini sevmem. Ama güzel bir şiirse hoşnut olurum. Beni anlatan
değil de, benim inandığım şeylere yer veren bir şiirse çok severim.
Siz, Turgut Uyar ve Edip Cansever yakın arkadaş mıydınız?
Öyleydik. Son derece iyi bir dostumuzdu. İyice bakılsa Edip'ten daha
çok esinlendiğim görülür. Turgut'un şiiri bana edebiyat olarak pek bir
şey vermez. Edebiyat açısından Edip İle aramızda daha büyük bir
alışveriş var.
YKY'nin Turgut Uyar şiirlerini "Büyük
Saat" adıyla toplamasını vesile ederek soracak olursak, nasıl bir şiir
Turgut Uyar'ın şiiri?
Turgut Uyar'ın şiir girişimini
Türkiye'de yapılmış en önemli girişimlerden biri sayıyorum. Şairane şiir
yazmaya karşı olup başka bir şairanelik, başka bir şiirsellik
keşfetmesine hep hayranlık duymuşumdur. Büyük bir çaba olarak görüyorum.
Yerini bulup bulmadığından emin değilim ama çok taklidi var. Onu
görüyorum. Hatta taklit bile değil, çok bilinçli bir davranış şekli.
Tavlayıcı şiir yazmaya son derece karşıydı. Şiirle savaşan, şiiri savaş
malzemesi haline getiren bir şiir görüşünü, dünya görüşü içinde
halletmeye çalışan bir şairdi.
Şiirlerini evre evre değerlendirebiliyor musunuz?
Zannediyorum "Dünyanın En Güzel Arabistanı" şiirinden öncesi ile
sonrası diye ikiye ayrılabiliyor Turgut Uyar şiirleri. Orada ne olmuş da
birdenbire bu şiiri yazmış kendi dahil kimse bilmiyor. Öncesinde daha
boynu bükük, daha Anadolulu, toprak insanı, asker olarak yaşadığı şeyler
var şiirinde. Bir şey oluyor birdenbire ve son derece çağdaş şiirler
yazmaya başlıyor. Yabancı dil de bilmiyor ki esinleniyor diyelim.
Türkçede bunu keşfetmek o kadar zor ki! Herhalde içgüdüsel. Çünkü
Tevrat'a falan benzeyen bir anlatım da var. Sonraları Sevim Burak'ta da
görülüyor bu. Türk hikâyesini en çok etkileyen anlatımlardan birisi,
Türk şiirinin İkinci Yeni'si. Ayrıca sonraları öykü de şiiri çok
etkilemiştir. Orada büyük bir alışveriş var.
Son
röportajlarından birinde kendi seçtikleri dışında hiçbir şiirinin
yayımlanmasını istemediğini, el yazmalarını saklamadığını söylemiş
Turgut Uyar. Oysa YKY'den çıkan kitapta ilk kez yayımlanan şiirler var.
Öyle yalnış ki. "Büyük Saat"tekiler sadece Turgut'un seçmediği şiirler.
Daha önce yayımlandılar. Çift daktilo sayfasına yazmadığı, yani kopyası
olmayan şiirlerin hepsini attım ben. Beğendiklerimi bile attım. Çünkü
beni ilgilendirmiyor. Çift kopya görürsem atmayabilirim. Düşünürüm.
Çünkü o bir yere verilmek üzere yazılmıştır. Öyle de pek bir şey çıkmadı
ya! Var bir iki şiir ama bende onlar. Aramızda eğlenmek için yazdığımız
şeyler, verir miyim hiç?
Siz "Büyük Saat"le ilgilendiniz mi?
İlgilenemezdim çünkü kitabın editörü hem benim hem Turgut'un çok
sevdiği Bedirhan Toprak'tı. Hatta Bedirhan, "Ben Turgut Abi'nin
seçtiklerini koymaktan yanayım ama Enis Batur yayımlanmış bütün şiirleri
koy diyor," dedi. Turgut seçmezdi aslında. Ya sıkılmıştır o şiirden, ya
kitap daha kısa olsun diye çıkarmıştır, ya bir yerine takılmıştır da
ondan… Yazdığına pişman olduğu için değil. Yani o şiirlerin olmaması bir
şey eksiltmez ya da kazandırmaz.
YKY'den çıkan "Güzel Yazı Defteri" sizin öykücülüğünüzde nasıl bir noktayı temsil ediyor?
Aslında bütün öykücülüğümün özelliklerini taşıyan bir kitap, o yüzden
çok uğraştım. Bir kere ilk kez bu kadar çok kişili ve uzun bir öykü
yazıyorum. Kişiler, yaşamlar, karşılaşmalar ve patlayan bir şey var. Bir
anlamda Türkiye'nin son on, hatta yirmi yılda geldiği nokta… Benim
bütün öykülerimde bir toplumsal fon vardı. Burada çok belirgin.
Kişilerin didişmelerinde, değer yargılarının değişmesinde… Bir zamanlar
idealist olan bir insanın artık para kazanmak dışında bir idealinin
kalmamış olması gibi. Sonra aşk ilişkilerinin neden yürümediği üzerine
akıl yürütmeler, dostluk ilişkileri var. Kendi kendime ve öykülerimde
sorduğum soruları bir araya getirmiş oldum.
Neden farklı bir baskı, farklı puntolar, fontlar, fotoğraflar?
Farklı punto önemli değil benim için. Çünkü böyle bir imkân olmasa da
italikleri yine kullanırdım. Çünkü onlar yazarın formasyonunu gösteren
bir şey. Ayrı okunmaları da mümkün. Ama resimlerin çok şey kattığına
inanıyorum. Yazdığımı çok iyi değerlendiren bir fotoğrafçı ressam
arkadaştır Ali Arif Ersen. Hem ben severim resimli anlatımları.
Can Yayınları baskıları böyle farklı çalışılmış kitaplar için uygun değil.
Gerçekten Can'da bu olanaklar pek yoktu. Dediğim gibi bazı kitapları
farklı formda görmeyi seviyorum. Bir de orada bana göre çok genç
yazarlar yer alıyordu. iki yayınevi arasında maddi bir fark hiç yok.
Kitabın sunumu farklı. Yalnız YKY ile her yıla üç kitap olmak üzere uzun
süreli bir anlaşmaya girmem bazen beni düşündürüyor. İlle olumsuz
anlamda düşündürüyor demek değil bu. Sadece yazı beklemenin tanıtım için
yeterli olmadığı bir devri yaşıyoruz. Biri çok istiyordur da vakti
yoktur yazmaya. İlanlı tanıtımı eksik buluyorum. Yayınevi bünyesine
geçirmek için olan istekle kitap çıktıktan sonraki isteği orantılı
bulmuyorum. O zaman da şöyle bir soru geliyor tabii akla: Acaba
edebiyata yıllarını vermiş bir takım isimlerin yayın hakkına sahip olmak
mı sorun? O zaman ben bunun edebiyat sevgisiyle olan doğrudan
bağlantısını kuramam.
Ne yazıyorsunuz?
Octavio Paz çevirmiştim, henüz yayımlanmadı. Yine bir çeviri yapasım
var. Ama belki de korku türü bir hikâye yazarım. Daha önce masallarımda
denediğim gibi.
Ilgın Sönmez