01 Ağustos 2021
Ahmet Cemal Seçmeler
Ne zaman ortalığı bastı yirmilerinde bir genci buz gibi maskelerin arasında yaşamaktan bezdirip, ona son şans olarak ölümü bırakan bu sevgisizlik? Ya sanatımız; hamuruna sevginin mayası karıştırılmadığında asla sanat olamayacak sanatımız, nicedir sevgisiz ellere mi düştü? Sevginin sözcülüğünü yapamaz mı oldu? Sevginin salt sözcük değil, fakat ancak eylem olduğunda gerçek anlamına kavuşabileceğini ne zaman unuttuk?”
Biz Sevmeyi Ne Zaman Unuttuk? usta yazar Ahmet Cemal’in yılların imbiğinden süzülerek gelmiş metinlerini bir araya getiriyor. Aydın olmanın sorumluluğunu her satırında hissettiren bu 40 yılın denemeleri, Türkçenin tüm zenginliğini kullanan, sanatı yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gören ve eleştirel düşüncede ısrar eden bir düşün insanının yaşam üzerine derslerinden oluşuyor. Elinizdeki denemeler, iyiyi, doğruyu ve güzeli ısrarla arayanlar için bir başvuru kaynağı olmayı sürdürüyor.
Türkiye’nin Laiklik Kavgası - Ahmet Cemal, B. Sadık Albayrak
Laiklik mücadelesi, Türkiye’de sol ve sosyalist harekete kitleselleşmek ve ortak mücadele zeminleri inşa etmek için de muazzam fırsatlar sunmaktadır. Çünkü laiklik, bugün çok geniş bir kesimin ortak hassasiyeti ve beklentisi haline gelmiştir ve bu beklentiyi karşılamaya aday olacak bir sol/sosyalist mücadele kulvarının kitleselleşmesi işten bile değil.
İnsana Dönmek
"Evet, artık itibarın hep çok değerli saydığım çevirilerde ve yazılarda değil, ama genel bir yaşama biçiminde, kredi kartı diye adlandırılan kartlarda ve benzeri ‘dışlama biçimleri’nde yoğunlaştığını biliyorum. Dolayısıyla kendime artık ‘itibarlı’ değil, ‘itibarsız’ bir kişi gözüyle bakıyorum. Böylece uzun sürmüş bir yanılsamadan uyanmış olarak, yaptıklarımı bundan böyle ‘itibarsız’ bir kişi olmanın bilinciyle sürdürüyorum. Belki de yaşadığım ülkenin ‘kendine özgü’ koşullarında, bazı yollarda direnebilmek, böyle bir ‘itibarsız’lığı göze almaya bağlı." Ahmet Cema, yılların imbiğinden geçirdiği gözlemlerine, bir aydın olmanın birikimini de katarak, toplum, sanat, insan üzerine düşüncelerini, edebiyattan sanata, kişisel olandan evrensel olana deneyimlerini, ‘kitaptaki yazıların çoğu, insana dönüşün yollarını aramanın sancılarıyla dolu’ diyerek okurlarıyla paylaşıyor. Usta bir yazarın kaleminden, üzerinde herkesin düşünmesi gereken yazılar.
Önce Şairleri Yaktılar
Deneme ne işe yarar? Edebiyatın olmazsa olmazı deneme, yalnızca sanat yapıtlarına ya da politik, kültürel konulara bakışımızı değiştirmez, tıpkı has edebiyatın yaptığı gibi, iç dünyamızı da zenginleştirir, ufkumuzu genişletir. Usta denemeci Ahmet Cemal, Türkçenin tüm zenginliğini, rengini, zekâsını kullanarak yazdığı denemeleriyle okurumuza denemeyi sevdiren yazarlarımızdan biri.
Önce Şairleri Yaktılar’da onun son dönem denemelerini bulacaksınız. Kimi zaman bir günlük parçasına, kimi zaman okuruyla bir dertleşmeye, kimi zaman ülkemizin can alıcı politik gerilimine değinen Ahmet Cemal, yaşadıklarımızı elinizdeki kitabın başlığıyla özetlemiyor mu zaten: Önce Şairleri Yaktılar. Sonra sanatın tüm alanlarını aşağıladılar; heykelleri yıktılar, tiyatroları kapattılar; ders kitaplarında şiirleri sansürlediler... Ama susturamadılar.
Önce Şairleri Yaktılar, susmayan bir edebiyat adamının kaleminden çıktı işte...
Gece Öyküleri 10 Yazar, 10 Öykü
Her zaman bir gören vardır. Görmediğiniz biri. Bu kuşkuyla belki, an gelir, bana sığınırsınız; karanlığıma karışmak istersiniz. Yıldızlarımı torbanıza toplamak, ayımın ışığını saklamak, esintilerime sarılmak, rüzgarlarımla savrulmak, kuytularımın gizlerine karışmak, sessizliğimde biriken günün seslerini dinlemek arzusuyla titrersiniz. Ruhların kilitlerini açan karanlığımda görmek istersiniz yüzünüzü, içinizin düğümlerini; aynamda bedeninizin çözülmelerini seyretmek iyi gelir size... Akıl süngüsünün düştüğü vakitlerdir, bilincin çaresiz kaldığı, korkuların korkusuzluğa dönüştüğü zaman dilimleri. Kedi bıyıklarında dolaşan esrarlar. Öncesiz, sonrasız. Hayattır. Sizin hayatınız. Bana sadece göz etmek düşer.
Oynamak Varken
"Günümüzde tiyatro, önündeki zamana ayaklarını sağlam basabilmek için, acaba neyin hesabını çıkartmak durumdadır? Bu sorunun yanıtını tam verebilmek için, tiyatronun onu bütün öteki sanatlardan ayıran özelliğini, insandan insana doğrudan seslenme özelliğini bir kez daha anımsamak gerekir. Tiyatronun dışında hiçbir sanat, insana insandan -oyuncudan- geçerek aracısız ulaşmaz. Tiyatroyla en yakın bağlantılı sanat dallarından müzik bile kulaklara çalgılar aracılığıyla yansırken, tiyatro, temelini yalnızca insandan insana ilişkide bulabilir. Belli bir kesimi, kitleyi vb. temsilen sahnede bulunanlar, yine belli kesimleri, kitleleri vb. temsil eden izleyicilere mesajlarını doğrudan iletirler. Kısaca söylemek gerekirse, tiyatro, insana varmak, ona bir ses götürebilmek için doğrudan doğruya ve yalnızca insanı kullanan tek sanat dalıdır." - Ahmet Cemal
Plevne Müdafaası
Cemal Paşa'nın henüz genç bir kolağası iken yazdığı bu eser, İkinci Dünya Savaşı'nın namlı generallerinden George Smith Patton'un henüz yarbayken yazdığı bir karargâh çalışması olan "Gelibolu Savunması" adlı eserine benzetilebilir. İki eser arasında usûl açısından ciddi benzerlikler vardır. Patton, kullandığı kaynaklar itibariyle Çanakkale'de hem itilaf cephesini hem de Türk karargâhını değerlendirerek birlikte incelemiştir. Bu eserde de Cemal Paşa, Türk tarafına ilaveten Rus tarafının hareketlerini de incelemiş, bu konuda etraflıca bilgi vermiştir. Eseri kıymetli kılan özelliklerden biri de budur.
Plevne'de, Türk tarafında çok büyük bir kıymet olan Miralay Yunus Bey, Rus tarafında ise Cemal Paşa'nın eserinde "bilumum Rus generallerine iktidarca faik olduğunu ispat eylemişti" dediği General Skobelev bulunmaktaydı. Türklere Allah'ın bir lütfu, Ruslara ise bir cezası olarak harbin bu iki yıldızı karşılıklı aynı cephedeydi. Bu durum Plevne Müdafaası eserinde güzel bir şekilde ele alınan hususlardan biridir. Bunun haricinde Rus taarruzları sonucunda Cemal Paşa tarafından yapılan değerlendirmeler eserin kıymetini bir kat daha artırmaktadır.
İttihat ve Terakki'nin meşhur üç paşasından biri olan Cemal Paşa'nın 1922 yılında alçakça katledilişinin üzerinden geçen doksan sekiz yılın ardından bu eserin okuyucuyla buluşması ve dedelerimizden âdeta kutsal bir emanet olarak devraldığımız bu hazinelerin Türk çocuklarına ulaştırılması üstümüze düşen bir vazifenin yerine getirilişidir.
Kadim Kültürlerde Hayat Ağacı - Tarık Barbaros Pilevne
KUTLU ORMAN, KUTLU AĞAÇLAR
Eski Türklerde orman kutlu bir mekân olarak bilinirdi. Yurt sevgisinin ve ülke birliğinin simgesi olan Ötügen Yış (Ötügen Ormanı), Göktürkler için Yer Tanrısının makamıydı. Orası Dünyanın merkeziydi ve Hakan da oradaydı. Türk mitolojisine göre Umay Ana, kutlu ağacın sahibiydi ve yeryüzüne inerken bu ağacı kullanırdı. Kübey Hatun bu ağacın içinde yaşar, ağacın köklerinden “Yaşam Suyu, Bengisu” akardı. Arzın ortasından göğe doğru uzanan Bay Terek’in dallarından biri Güneşe, biri de Aya ulaşır. Üzerinde Tanrı Ülgen otururdu ve insanların koruyucusuydu. Sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayından geceyi, gündüzü, güneşi yönetirdi. Ağacın tepesinde Türklerde önemli bir mitolojik öğe olan çift başlı kartal Öksökö bulunurdu. Bu kuş bakır tırnaklıydı, altın (renkli) kanatları vardı. Pençeleriyle Ay’ı ve Güneş’i tutar; gökten yıldırımlar indirir, göğün kapısını beklerdi. Gece ve gündüzü, ak ve karayı, aydınlık ve karanlığı (yaruk ve karuk), evrendeki çiftliği, zıtlığı simgelerdi. Efsaneye göre, iki kartal, yer ve göğün tam ortasında evrenin dönüşüne uyarak birbirlerinin etrafında dönmeye başlar ve kaynaşıp tek varlık olurlar. Çift başlı kartal figürü geçmişte; Hitit, Akad, Asur, Bizans ve Selçukluda kullanılmıştır. Orta Asya Şamanizm’ine göre Kartal, insanlara gökyüzü ve yeryüzü yolculuklarında refakat eden, ululuk ve yükseklik timsali bir varlıktır. Kazakistan’ın başkenti Astana’daki Bay Terek kulesi, Yaşam Ağacını simgeler ve Orta Asya mitolojisine uygun olarak düzenlenmiştir. Üzerindeki küresel form, kutsal kuş Samruk (Simurg) yumurtasını ifade eder...
Çift Başlı Kartal; Çifte Minareli Medrese, Erzurum
Ulu ağaçların kutsanması, aynı zamanda Tengri’ye gösterilen hürmetin de bir işaretiydi. Kadim kültürlerde kutlu ağaçlar genelde mitolojik atalarla ilişkilendirilirdi. Hunlar arasında bazı boylar ağaçtan türediklerine inanırlardı ve söylencelerinde bu yolda anlatımlar vardı: “Selenge yöresinde bir ağaçta bir budak oluşmuş, bundan beş erkek çocuk çıkmış...” Türk boylarından olan “Kıpçak” ağaç kovuğu anlamına gelir; Oğuz Destanında ağaçtan yaratılma/türeyiş efsanelerine rastlanır. Oğuz kahramanı Basat, hasmı olan Tepegöz’e şöyle haykırır: “Atam adın sorar olsan Kabaağaç, anam adın sorar olsan Kağan Aslan!” Dede Korkut’un hayır duaları arasında “Kabaağacun kesilmesün!”
sözleri geçer. Osmanlı’da da “Devletlû” ağaçlar vardı: Sultan Murat Gelibolu’ya çıkmış, Malkara’ya doğru birçok yeri fethetmiştir... Aşıkpaşazade bu sefer için şöyle der: Vardılar, ol yere kondular. Murat Han dahi bir kabaağaca arkasın verdi, okurdu.
Bir lahza geçtikten sonra adamlar geldi. Biri biri ardınca kim; “Hanum! Hakteala kudretiyle ol hisar yıkıldu!” Deyu muştu verdiler. Ol ağaca kim Han arkasın vermiş idi, Han eğitti: “Bu ağaç, Devletlû Kabaağaçtur...” Kâtip Çelebi’nin anlatımına göre ise; Polonyalılara ait bir kalenin alındığı haberine çok sevinen Sultan, altında gölgelendiği ağaca “Devletlû Kavak” adını verdi. Selçuklu ve Osmanlılarda; cenneti temsil etmesi ve uzun ömrün göstergesi olarak; çinilerde, taş süslemelerinde, halı ve kilimlerde, hurma ve servi motifli beş, yedi ve dokuz dallı kutsal ağaç motifleri kullanılmıştır.
Sivas Gökmedrese’de taş bezeme
HAYAT AĞACI NEDİR?
Ulu ağaçlar diğer kadim kültürler içinde de önemli yer tutar. Onlar, zamanla ve doğayla barışık olan ve hayranlık duyulan varlıklardır; dayanıklılık, güç ve gururun temsilcisidirler.
Etnografya, din ve mitoloji unsurları ile beslenen tüm kavimlerde karşılaştığımız, etnik hudutları aşan, evrensel bir inanış olgusu da Hayat Ağacı’dır. Evrenin direği, barışın, bereketin, bilimin, hikmetin, kudretin ve sonsuzluğun sembolü olan bu kült, dünyanın birçok yerinde yaygın ve benzer çizgiler üzerine kurulmuştur. Çeşitli kültürlerde ritüel, masal, destan ve söylencelerin konusu olmuş, benzer tanımlamalarla fakat değişik adlarla anılmıştır. Sözgelimi Hint metinlerinde “Boddhi”, Çin’de ise “Kiyen Mu” olup, dokuz dallı, dokuz köklü, dokuz göğe ve dokuz kaynağa dokunan bir külttür. Eski İran’da ölümsüzlük meyvesinin yetiştiği Haoma (Huma) ağacının benzeri, Ortaçağ Saksonları’nca “İrminsul” olarak adlandırılır ve üzerinde gökyüzünü taşıdığına inanılırdı. İslamî gelenekte ise “Tuba Ağacı” huzur ve mutluluk kaynağıydı. Görüldüğü gibi söz konusu olan bizatihi ağaca tapınma değildir, ağaçlar kutsalın bir yansımasıdır. Aşağıda faklı kültürlerde Hayat Ağacı figürleri yer almaktadır:
Kadim kültürlerde Hayat Ağaçları: Asur, Mezopotamya ve İnka, Güney Amerika (Peru)
AKSİS MUNDİ: DÜNYANIN EKSENİ
Yakut, Altay, Abakan ve Moğollarda; Asya Şamanist geleneklerinin birçoğunda Hayat Ağacı; “Dünya Dağı” ve “Dünya Ağacı” kavramlarıyla ilişkilendirilir. Ağaç, dağın ya ortasında ya da tepesinde bulunur. Dağ ve Mağara; yaratılış, doğum, ana rahmi gibi süreçleri yansıtırsa da, genel anlamda evreni simgeler. Dünya Ağacı bazen Hayat Ağacı imgesi ile birleşirse de aynı şey değildir; Dünya Ağacı göğü taşırken, Hayat Ağacı yaşamın yenilenen döngüsünü (doğum / ölüm / doğum) temsil eder. Bazen Dünya Ağacının yerini “Dağ” alır, dünyanın eksenini teşkil eder. Bazı kaynaklara göre ise, Dünya’yı ortasından (göbeğinden) öte-âleme ve Kutup Yıldızına bağlayan, dalları vasıtasıyla şamanlara yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaca, “Demir Ağaç” denir. Konumuz olan Hayat Ağacı ise tüm dünya mitlerinde gökyüzündeki Samanyolu’nun izdüşümüdür. Tükenmez bereketin ve yeniden doğuşun simgesi olan bu kozmik ağaç, dünyanın merkezindedir (Axis Mundi) ve üç kozmik bölgeyi; Gökyüzü, Yeryüzü ve Yeraltını birbirine bağlar. Kökleri yeraltına uzanan ve tepesi gökyüzüne değen ağaç, bu üç dünyayı bir eksende tutar. Bu yoldan ruhlar yeryüzüne gelir, ölüler ise gökyüzüne yükselir veya yeraltına inerler. Yaşam ağacı, köküyle toprağa ve dünyevi yaşama sımsıkı tutunurken, dallarıyla göğe ve manevi âleme uzanır. Göğün göbeği, Yer’in göbeği ve bunlar arasında yer alan Yer’in ekseni, Axis Mundi’dir. Dünya, göksel âlemdeki “Göğün Göbeği” ile bu ağaç aracılığı ile ilişki kurar ve onun özsuyu ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahipse, yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede önemlidir. Türk Şamanizm’inde bu bağlantıyı ifade etmek için “Göbek” sözcüğü tercih edilmiştir. Altay Şamanlığı’nda Axis Mundi, dünyanın merkezini, merkez ekseni simgeler. Yer merkez olmak üzere gökyüzü (tanrılar dünyası) ve yeraltı (ölüler dünyası) arasında bağlantı kuran bir ağaç olarak tasvir edilir.
Axis Mundi İllüstrasyonları
KUTSAL KAYIN, DİREK - TEREK
Eski Türklere göre Hayat Ağacı ile özdeşleşen Kayın ağacı, Bay Kayın olarak adlandırılır. Bu ağacın, Türk mitolojisi ve kozmolojisinde önemli bir yeri vardır. Aksakallı kocaların, Hızır’ın ondan inip yiğitlere ad verdiği, göğün kapısı olan Kutup Yıldızı ile Yeryüzünü birbirine bağlayan yol olduğuna inanılırdı. Buryat’lar ve Altaylılar Kayın ağacını kutlu sayarlar, ayinlerden sonra fidan dikerler ve bunlardan kutsal kayın ormanları oluşurdu. Kurban ayininden sonra kurban kemikleri dikkatlice toplanarak Kayın ağacının üzerindeki bir iskeleye konulurdu. Ölen Şamanların davulları da Kayın dallarına asılırdı.
Ural-Altay kültürlerinde gök katları, Kayın ağacından yapılma bir direk üzerine kertikler açılarak temsil edilir. Bu kertiklerin sayısı 7, 9 ya da 12’dir. Sibirya’da Şaman çadırının ortasındaki Kayından yapılmış direk, “Kapı”nın yani Kutup Yıldızının bekçisidir/yoludur ve Şaman’a göğün kapısını açar. Bu yolculuk bazen Şamanın ağaca ritüel olarak tırmanması veya ağacın çevresinde -gökyüzünün katları olan- yedi veya dokuz kez dönmesi şeklinde gerçekleşir. Altay Şamanının göğe uçuş transında, son gök katına ulaşabilmesi, bu yaşam ağacına tırmanmasıyla ifade edilir. Dünya, Demirkazık (Kutup) yıldızına bu ağaçla bağlıdır; yıldız, ağacın tepesindedir ve onun da ötesinde Gök Tanrı vardır. Hayat Ağacı, Şaman’ın transa geçtiği çadırın direğiyle, kimi bölgelerde ise köyün meydanına dikilen direkle temsil edilir ki, bu gelenek Orta Asya’da halen sürmektedir.
Bu obje Kuzey Amerika yerlilerinde Totem olarak ve bazı Macar (Avar) köylerinde de görülür. Ancak Türk Şamanlığında direğe tapılmaz; o yer ile göksel âlem arasındaki bağlantıyı sağlar yalnızca. Orta Asya ve Sibirya Şamanizm’inde, Kayın ağacından yapılan bu direğin yerini kimi zaman Kayın ağacının kendisi alır. Yerleşik toplum düzeninde, “Direk” kültünün yerini “Sütun” almıştır; Yörük çadırlarında ise “Orta Direk” olarak karşımıza çıkar. Aşağıda Sibirya ve Oregon Şamanları görülüyor; fotoğraflar 1900’lerin başlarında çekilmiştir.
Not: Orta Asya’da Türkler, Huş ağacına Kayın derler.
RUHLAR VE KUŞLAR
Asya Şamanist geleneklerinin birçoğunda; Orta Asya, Sibirya ve Endonezya mitolojilerinde, bedensiz varlıklar, yani ölerek bedenlerini terk etmiş olanlar ile yeniden doğmaya hazırlanan ruhlar, Hayat Ağacı’nın dallarına tüneyip bekleşen küçük kuşlar olarak tasvir edilirler. Örneğin Altaylılar, “Yeryüzünde tekrar doğmayı bekleyen insan ruhları, göksel ağacın dallarındaki küçük kuşlar gibidir” derler. Yakut geleneğine göre, “Yaratıcı” ya da ışığın yaratıcısı olan “Yüce Varlık”, ilk olarak gökteki makamında sekiz dallı bir ağaç yaratır ki, dallarındaki kuşlar O’nun çocuklarının ruhlarıdır. Anadolu Türklerinin mezar taşları ve tahtalarında resmedilen Hayat Ağaçlarının dallarında da, yeryüzüne gelmeyi bekleyen ruhları simgeleyen küçük kuşlar yer alır.
KÜLTÜREL YANSIMALAR
Yaşam Ağacı kültünün diğer sosyal yansımaları; Osmanlı’da sünnet veya gelin alayı önünde taşınan Nahil’ler (Nahıl), Anadolu’da bugün de gerçekleştirilen Narduğan kutlamaları, düğün evlerine dikilen Toyrak Ağacı ve düğün kafilelerinin taşıdığı Düğüncü Bayrağıdır...
İnsanlığın ortak belleğinde yer eden Yaşam Ağacı kültürünün sinema sanatına yansıması gösterime giren “AVATAR” gibi yapımlardır:
Eski Türk inancında evren üç bölümden oluşur: “Üst Dünya – Gök”, “Orta Dünya – Yer” ve “Alt Dünya – Yeraltı”... Yaşam Ağacı bu üç dünyanın tam göbeğindedir ve onları birbirine bağlar “Yaşam Ağacı” miti bir bakıma bu üç dünya ve onun temsilcileri arasında sürekli yaşanmakta olan savaşımı içerir. Bu mücadelede birbirinin karşıtı olan ve sürekli çatışan “Üst Dünya - İyi” ile “Alt Dünya - Kötü” savaşında dünyanın kaderi, “Orta Dünya”nın temsilcisi “İnsan”ın hangi tarafta yer alacağına bağlıdır. Mutluluğu yalnızca bu savaşın galibi hak edecektir.
İyi – Kötü – İnsan ve Hayat Ağacı