01 Ağustos 2021

Tarık Barbaros Pilevne - Bir Yaprak Düştü Usulca - Öykü

Orman köylüsü Deli Arif ile mıntıka ormancıları arasında geçen bir gecelik maceradır olup biten. Kimseler bilmez ve duymaz orman tenhalıklarındaki bu hüzünlü öyküleri, ta ki bütün bunlara tanık olan, yaşayan birileri yazıp, paylaşana dek. Amacım, İnsan ve Mevzuat arasına sıkışıp kalan, kendince çözümler üretme çabasıyla ilk meslek yıllarını, gençlik çağlarını bu misyona adayan Orman İşletme/Bölge Şefinin yaşamından küçük ama çarpıcı bir kesit sunmak, meslek koşulları yönünden kamuoyunu aydınlatmak, Halk – Orman / İnsan –Doğa ikilemine bir pencere açmaktır. Çalışmamın, “Ormancılık Politikaları” başlığı altında değerlendirilmesini dilerim. Saygılarımla...

 Bir dizini altına aldığı yer sofrasında, ağırdan çorbasını kaşıklıyordu. Çocuklar basık tavanlı odanın bir köşesinde terli ve derin bir uykuya dalmışlardı. Yemeğini bitirdi, yağlı sofra bezine ağzını sildi. İri sağlam yapılı ve orta yaşlıydı, karısından su istedi. Deli Arif derlerdi ona, az konuşan sinirli ve sert bir insandı. Düşünceli, sofradan kalktı. Alçak sedire oturup isli gaz lambasına uzandı, sigarasını yaktı. Kadın, sofrayı kaldırırken söyleniyordu: “Bayram geldi oldu, don yok mintan yok. Her yakamızdan irezillik akıp gider.” Bakır siniyi, sofra altını, örtüyü kaldırdı. Kocasının dizine çöktü: “El gibi yarıcıya, yevmiyeye gitmen, bir yandan üç beş gelse elde avuçta tutman... Bu hane ne yir, ne geçinir düşünmen, kötüsün Arif ’im kötü!” 

Adam sigarasını suskun bitirdi, kerpiç duvar boşluğunda söndürdü. Aşınmış boyalı ahşap dolaptan elektrik fenerini, meşin kılıflı kemik saplı kan oluklu kamasını, gazlı çakmağını aldı. Kapının ardındaki paslı çiviye asılı gocuğunu omzuna attı. Avluya çıktı, kalın bir kütüğe saplı ağır tahtacı baltasını söktü aldı. Ahıra yöneldi, atların koşumlarını taktı, dışarı çıkardı. Sakin ve kararlıydı. Hayvanlar yağız, yaşlı ve bakımsızdılar, arabaya koşulurken sessizce beklediler. Kadın kapının önüne çıkmıştı, karanlık bakışlarla kocasını izliyordu: “Nereye gidiyon len deli,” dedi titrek sesiyle, “Elde avuçta bir çift atla araba var, onları da ele kaptıracan he mi? Denk dur, kıynaşma otur yerine.” 

Çift kanatlı koca kapıyı açtı, atları çıkardı. Döndü geldi, kadının önünde durdu. Korkutucu bakışlarını gözlerine dikti. Kadının görüntüsü iyice küçüldü, odadan sızan ışığın yalazında. Ansızın yediği tokat onu geriye, eşiğin ardına yıktı: “Para demiyon mu len kahpecik! Aha para kazanmaya gidiyom, gir içeri çiğnerim namussuzum!”

Atları yedeğine alıp köyün taşlı ve çamurlu yollarında ilerledi. Uzaklarda yükselen karaltılı tepeler yönünde uzaklaştı. Bir süre tekerlek sesleri duyuldu ardından, sonra karanlık onları da yuttu. Hava serin, gökyüzü bulutluydu; usuldan bir ahmakıslatan yağıyordu. Dar ve bozuk orman yolu küçük su birikintileri ve yağlı bir çamurla kaplıydı. Tok ve tekdüze nal sesleri, sessizliği parçalayıp sık ağaçlarla kaplı yamaçlarda yankılanıyordu. Yolun iki yanından sayısız biçim biçim ağaçlar akıyordu gecenin içine. Önü ardı altı üstü, ağaca çalıya fidana kesmişti şimdi Arif ’in. Islak sonbahar yeli sakalı uzamış yüzünde yarılıp, saçlarını dağıtıyordu. Az sonra Örendere yamaçlarının sık ve yüksek ormanlarına ulaşacaktı. 

Dizginlere asıldı, arabayı şoseden ayırıp küçük bir alanlığa saptı. Çevikçe atladı, yem torbalarını taktı hayvanların. Ağzı ustura kılağlı baltasını alıp yürüdü. Yamacı tırmandı, ulu karaçam ağaçlarının arasına daldı. Islak ot ve gazeller ıslatıyordu paçalarını. Rahat uyumlu ve özgüvenliydi, acelesi yoktu. Genç ve düzgün ağaçların gövdelerine baltasının tersiyle vurarak onları kontrol ediyor, iyice gözden geçiriyordu. Birbirinden on adım aralı iki ağacı beğendi. Özlerine doğru birer çentik açarak, sağlam ve çıralı olduklarını anladı, sevindi. Uzunca birer kirişlik alabilirdi ağaçlardan. Bu gece ova köylerinden birinde, tanıdığı yapıcılara satardı ikisini de. Gün ağarmadan evinin avlusunu tutar, soyunur dökünür, ısınırdı ocağın başında. Demlice çayını içerken de atardı paraları karısının önüne: “Al ulan, arife günü git kasabaya, bayramlığını dengelt çarşı pazardan!”  

İşe yamacın altındaki ağaçtan başladı. Avuçlarına tükürdü, baltanın sağlam sapını sıkıca kavradı. İlk vuruş kararlı tok ve acımasızdı. Baltayla iyice bütünleşmiş, o kaslı kollarının bir uzantısı olmuştu sanki. Keskin, soğuk ve sert vuruşlar birbirini izledi. Her vuruş bir sonrakinin devamı ve ustacaydı. Baltanın keskin ağzı ıslak iri yontular saçıyor, ağacın çevresini dönerek incelttiği yerinden gözlerini ayırmıyordu. Az sonra narin ve yüksek ağacın tepesindeki salınmaları fark etti. Baltayı ıslak toprağa atıp yamacın üst yanına çıktı. İri ve siyah elleriyle yüklendi, yıkamadı. Yere sağlam bastı, güçlü bacakları ve geniş gövdesiyle bir kez daha abandı. Kesin orman sessizliğinde haykırırcasına bir çatlama duyuldu ilkin. Ağır ağır devrildi ağaç. Toprağa ilk vuran dalları kırıldı, beş on adım kaydı, durdu. Hazin bir görünümü vardı, ölüm tüm sevimsizliğiyle çöküp kalmıştı üzerine. Çabukça diğer ağaca geçti, az sonra onu da devirdi. Hiç aralık vermiyordu işine, ciddiydi. Önce dallarından kurtardı, sonra dört yanlarından kabaca yontup hafifletti ağaçları. Yamaçtan düzlüğe kaydırdı, arabanın yanına sürüttü. Dingillerin aralarını açtı, birer başlarından kaldırarak arabaya yükledi. Ortaladı ve zincirle sardı, bağladı. Yorulmuş, terlemiş, ısınmıştı, çayıra oturdu sigara yaktı, dinlendi...

Örendere yolunun şoseye birleştiği yol çatağında at arabasının izlerini gördüler. İki ormancı araçtan inerek incelediler. Koca Mestan izlerin taze olduğunu ve arabaya kirişlik yüklendiğini, atların uzak yoldan geldiğini, yorgun olduklarını bildi. Bindiler, araç hareket etti. Yolun görülebilen uzaklıklarını tarayarak ilerlediler. Şoförle birlikte dört kişi, tedirgin bir suskunluk içindeydi. Çift kabinli aracın içini yoğun bir sigara dumanı kaplamıştı. Dar orman yolu bir dere tabanında kıvrılarak uzanıyordu. Vakit gece yarısını aşarken, at arabasını ve iki tomruğun ışıldayan alnını gördüler. Arif de onları fark etmişti, atlarını kamçıladı. Yaşlı hayvanlar yekinerek ileri atıldılar. Yıllanmış araç homurtusunu artırarak hızlandı. Kaçan ve kovalayan, bütün bilgi ve hünerini ortaya koymak zorundaydı. Arif ayağa kalkarak dizginlere yapışmış, diğer elinde kamçısıyla güvenli ve cesur görünüyordu. İri bedeni, dengeli bacakları ve geniş omuzlarıyla, yenilmez bir savaşçı gibiydi. Memurlar onu tanıdı, canları sıkıldı: “Bu herif kolayınan teslim olmaz Şefim, delinin tekidir ya, hayırlısı bakalım” dedi, şişman dazlak kafalı şoför.

 Yanında oturan sivil giyimli genç adam sessiz kaldı. Sıkıntılı ve düşünceliydi, ıslak yolda iki ince çizgi halinde uzanan tekerlek izlerine dalmıştı. Bir öğretmenin çocuğuydu, uzak ve yabancı olduğu meslek ortamına zamanla uyum sağlayabilmişti. Doğa ile insan arasındaki bu ikileme özel yorumlar getirmeye çalışıyor, yasalar ve genelgelerden oluşan bir yasaklar ağının, halkın günlük çıkarlarıyla kesiştiğini görüyordu. Bir kamu görevlisi olarak yörede ne ifade ettiğini, devletin ve vatandaşın kendisinden neler beklediğini biliyor, yoksul orman köylüsünün saygı ve sevgisini hak ettiğini sanıyordu. Verilen yetki ve olanakları ise, namusuna emanet edilen ve tüm kamuya ait olan ormanlar adına, Deli Arif gibi insanlara karşı kullanması gerekiyordu. Bir Anadolu’nun kentindeki sıcak evleri geldi aklına, annesi ve kız kardeşi... Belindeki Kırıkkale tabanca, onu müthiş rahatsız ediyordu.

Sabırla at arabasını izlediler, atlar terlemiş ve kızışmışlardı. Savrularak var güçleriyle koşuyorlardı. Sürücü atları daha çok kamçılıyor, oysa mesafe giderek azalıyordu. Umutsuzluğa kapıldı Arif. Kızdı ormancılara, sövdü. Direkleri arabaya bağlayan zinciri çözdü, ağaçlardan birisini omuzlayıp yola kaydırdı. Ağır kütük tok bir sesle toprağa çarptı, bir iki sıçrayarak yolu enlemesine kapattı. Hızla yaklaşan araç ağaca çarparak yalpaladı. Yoldan çıkıp dereye yuvarlandı, taklalar atıp yan tarafına devrildi kaldı. Işıkları sönmüştü, boşluktaki lastikleri bir süre döndü, döndü, sonra durdu. Gecenin uğursuz karanlığı uzaklaşan tekerlek seslerini örttü, beledi. Ortalık kesin bir sessizliğe büründü, sonra bir çakal uluması geldi uzaklardan.  

 Sık sık geriye bakan Arif, aracın ışıklarını göremeyince sevindi. Kurtulmuştu, keyifle bir daha şaklattı kamçısını. Atlar köpük içinde kaldılar. Kantarmaları koşum takımları terden ıslanmış, burun delikleri iyice açılmış, gözleri kanlanmıştı. Boşalan zinciri toplamak için geriye döndü Arif, dizginleri boşladı. O anda sert bir dönemece girdiğini fark edemedi arabanın. Savruldu, yere kapaklandı. Her şey bir anda oluvermiş, zincirin boşta kalan ucu bacağına dolanmış ve onu sıkmıştı. Dizinden yukarıdaki müthiş acıyla sürüklendi bir süre. Neden sonra hayvanlar durdular. İri bedeni acıyla kıvrandı çamurların üzerinde. Aynı çakal bir daha uludu gecenin içine uzun uzun. Serin bir rüzgâr çıktı tüyler ürperten. Yapraklar hışıldadı ilkin, sonra orman uğuldadı. Bir gece kuşu acemi kanat çırpışlarıyla geçti yolun üzerinden. Yakın bir ağacın dalına kondu ve kocaman kocaman baktı. Esmer adamın başından sızan kırmızılık toprağa ulaştı, ilerledi, yanı başındaki su birikintisine değdi, dağıldı. 

 Bir sonbahar yaprağı düştü aynı suya usulca, titredi kaldı!

Gelincik Günceleri