02 Haziran 2020

Ahmet Arif - Hasretinden prangalar eskittim


Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül - gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Vazife bir sırasında Orhan Kemal

Vazife Sırasında

Hikmet Altınkaynak dostumun Hikâye Yazarı Orhan Kemal (Yazko, 1983) adlı inceleme kitabından, Orhan Kemal’in birkaç cümlesini aktaracağım:

“Bana bak Hadi, biliyor musun elime şöyle biraz para geçse, kira, tencere derdi olmasa, bir de çocuklar okuyup kendilerini kurtarsalar, ilk işim bütün yazdıklarımı yeniden yazmak olacak.”

“… esas mesleğim hiçbir titri (unvanı) olmayan, sekizinci planda kalmış işler… Küçük adamların ömürlerini törpüleyen ıvır zıvır işler… Ekseri bu ıvır zıvır işler peşinde koşmak, filmci, sinemacı kovalamak… Beyoğlu’nun ara sokaklarından Cağaloğlu yokuşuna taban tepmek…”

“… yıllardır iş ararım… Bulamadım… Bundan sonra da bulacağımı sanmam… Ama ilenecek değilim tabiî… Bütün iş mademki kalemimle çalışmak zorundayım, velinimetime sımsıkı sarılmakta… Her şeye rağmen ekmeği oradan çıkarmaktan başka çare yok…”

“… beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler… Ben devamlı bir yerlere giderim… Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum. Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez, sabahın dördünde kalkarım yataktan… Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım… Sonra sokağa çıkarım… İkbal’e uğrar kahvemi içerim… Yaz­mak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir… Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek… Ve halkın değişimini algılamak… Eskimemek için… Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir… Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamın günü gününe sürer gider… Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle… Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler…”
***
Yaptığım alıntılar, Orhan Kemal’in para derdi olmasa “tek işim bütün yazdıklarımı yeniden yazmak olacak” cümlesine anlamını kazandırıyor. “Ben burada kendi romanlarıma, kendi hikâyelerimle geçiniyorum” cümlesi de “Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle…” cümlesini açıklıyor.

Orhan Kemal, temenni ettiği gibi, maddî sıkıntıdan kurtulup eli bolarsaydı, bütün yazdıklarını silbaştan yeniden yazar mıydı? Bu varsayımsal soruyu yanıtlamak çok zor. Ama Orhan Kemal, yazmanın bol zamanla, yazmak için özgür zamanla ilişkisine dikkat çekmek istiyor. Orhan Kemal, her günün ekmeğini her gün kazanmak zorunda olmadığı “bir gün” gelseydi, sabahları 4 ile 9 arasında çalışmaktan ve İkbal kahvesine uğramaktan vazgeçip bir başka tarzda çalışabilir miydi? Bence çalışamazdı.

Sonuçta, bir yazarı “olsaydı, olmasaydı” varsayımlarının ve hayıflanmaların dışında, arkasında bıraktığı yapıtlarla değerlendireceğiz.

Hesabını vermeye hazırım! Bereketli Topraklar Üzerinde, Murtaza, Cemile benim için birer başyapıttır. Bu kitapları okumadan roman ve öykü yazmaya kalkışanları “yazar”, Orhan Kemal’i okumadan Kafka, Proust, Bor­ges, Perec, Pamuk ve post-post modern taifesini okuyup bayılanları da “okur” say(a)mam. Bunca katı olduğum için kimseden özür dilememe gerek yok.

Bir eşleştirme yapacak olursam, Orhan Kemal bizim Maksim Gorki’miz, İgnazio Silone’miz, Émile Zola’mız­dır. Buna karşın kimileri Orhan Kemal’in; Zola, Gorki ve Silone’nin kendi ülkelerinde sahip oldukları edebi makama sahip olmadığını ileri sürebilirler. Yazınsal itibar ne işe yarar, nereden kaynaklanır ve etkinlik alanı nedir? Sanıldığı gibi, çok okunmanın, okur nezdinde amigo-yandaş sahibi olmanın yazınsal saygınlıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Yazar, Haydarpaşa’dan Kurtalan’a ya da Afyon’a giden demiryolu üzerinde bir istasyon mu, değil mi? Önemli olan bu. Gerisi palavra. Orhan Kemal, Türk edebiyatının “Sirkeci Garı”dır. “Okur” denen insan türünün belki kitapçı kasalarıyla ilişkisi vardır. Ama edebiyat tarihi kasa değildir. Okurun esamesi okunmaz. Bu alanda, kişisel böbürlenmelere icazet veren, “Renkler ve zevkler tartışılmaz” safsatası da geçerli değildir. Makineyağıyla sütü karıştırıp içene “zevk sahibi” mi diyeceğiz ya da uyumsuz renkleri bir araya getirme cesareti gösteren hödük bulamaççıya?

O misal, Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları, Cemile ve Murtaza’nınyazınsal varlığından habersiz âdeme tanrılar bile yardımcı olamaz.

Gerçek yazarlar konusunda “unutulmak” fiilinin kullanılmasına razı olamam. Gerçek yazar “var”dır, avam beğenilerin ilgi duyamaması onu değil fakat beğeni sahiplerini “yok” durumuna getirir.

Orhan Kemal’in “yazarlık”a atanmasından değil, “okur”un okur unvanını kazanmasından söz ediyoruz.
 
***
Otomobil ile yazar arasında herhangi bir benzerlik yoktur. Marcel Proust’un ya da William Faulkner’ın dönemine denk düşen otomobillerin şimdiki yeri müzedir, ama gerçek yazarların ancak evleri müze olabilir, yapıtları hayatın içinde yaşarlar ve gerektiğinde hayata müdahale ederler. Bakkalların, süpermarketlerin ve holdinglerin velinimetidir müşteri ama yazarın velinimeti değildir okur. Yazınsal yazarın (şair, romancı, öykü yazan) bir tek efendisi vardır: yazarla özdeşleşmiş olan “Yazı Tanrısı”! İşte bu Yazı Tanrısı her gün sabahın dördünde, Orhan Kemal’in Cibali’deki evinde, yazarla birlikte yazı masasına oturmuştur.
 
***
Bunları, Işık Öğütçü’nün yayına hazırladığı, Orhan Kemal’in Yazmak Doludizgin (Tekin Yayınevi) adlı kitabını bahane ederek yazıyorum. Yazmak Doludizgin’de, Orhan Kemal’in zaman zaman ajandalara da yazdığı günlük notlar ile düzyazı dönemi öncesinde yazdığı şiirler yer alıyor.

Işık Öğütçü kim?..

Orhan Kemal, 1 Kasım 1957 tarihli günlüğüne yazıyor: “… Saat tam 10. Yani 22. Kemali koşa koşa geldi müjdeyi verdi: Oğlan olmuş, 4 kilo 200 gr… Kemali: – Ağzına sıçtığımın! dedi. Niye kız olmadı!”

4 kilo 200 gram doğan bu tosuncuktur Işık Öğütçü. Oğlanın babası Orhan Kemal o gün 43 yaş 1 ay ve 17 günlüktü. Günümüz ölçülerine göre genç bir baba sayılır.

Orhan Kemal ertesi gün, 2 Kasım 1957, günlüğüne yazıyor:

“957 Türkiyesi’nin ‘pahalılığı’ ile alay eder gibi, dördüncü çocuk babası olarak, yeni güne giriyorum. Hayırlısı.”
 
***
Orhan Kemal yazma eylemine şiirle başlamıştır. 1939 yılında şiirleri dergilerde yayınlanmıştır. Ancak 1940 yılında Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanıştıktan sonra durum değişecek ve Orhan Kemal düzyazıya yönelecektir.

“… İlk dörtlük henüz bitmemişti:

– Yeter kardeşim, yeter. Bir başkası lütfen.

Halbuki en güvendiklerimden biriydi. İçimde bir şeyler yıkıldı. Bir başkası. İlk, ikinci, üçüncü mısranın yarısı.

– Berbat!

Kanım tepeme çıktı, başım döndü, ufaldım.

Tekrar bir başkası.

– Rezalet!” (s. 86)

Nâzım Hikmet şiir konusunda hatır-gönül dinlemiyor. Şiire saygısı oranında acımasız. Önüne gelen müride el veren ustaların dikkatine!

“… Bir başka gün nerdense bir ‘roman başlangıcım’ eline geçer. Okur. Ayaklarında takunyalar, koşarak, heyecanla geldi. Soluk soluğa sordu:

– Siz mi yazdınız bunu?

Çekinerek:

– Evet, dedim.

– Birader, dedi, neden bahsetmediniz bundan. Siz hikâye yazın, roman yazın!” (s. 87)

Ustasının sözünü dinliyor Orhan Kemal!..
 
***
Orhan Kemal ustasının sözünü dinliyor dinlemesine, ama Nâzım’ın beğendiği şiirlerinin yirmisini bir araya getirmiş, bunların 2000 Senesine Şiirler başlığıyla yayınlanmasını istermiş. Bir vasiyet! Oğul Işık Öğütçü babasının bu dileğini yerine getiriyor.
 
***
“Vazife bir sırasında” Bekçi Murtaza’nın sık sık kullandığı bir cümledir. Bu cümleyi ağzına alınca akan sular durur; görev bilincinin ifadesidir.

“Vazife bir sırasında Orhan Kemal” ise yazma bilincini simgelemektedir! 
 
 
Özdemir İnce - Mevsimsiz Yazılar