07 Eylül 2021

Şükrü Erbaş’ın hayatı, sanat anlayışı ve şiirleri

 Şükrü Erbaş Eşikler Şairi - Derya Karaosmanoğlu
Hangimiz bilebilirdik bir ömür ışıyıp duracaklarını. Yazı iki kere sarıya boyayan harman  yerleri, birer güneş ocağıydı. Yorgun atlar, sineklere yenik düşmüş öküzler, traktörlerden  hatırlıydı  henüz.  Dünyanın  bütün  ırmaklarından  büyük  olan  Saray  Çayı,  bedenimizin  ilk karıncalı  aynasıydı.  Köyün  içinden  geçen  Ankara-  Sivas  yolu,  gündüzleri  ayrı  uzaklara giderdi, geceleri ayrı... Uzak kasabaları köy köy gezdiren çerçiler mi getirmişti ilk plastik kapları? Ya o transistorlu radyo, geceleri yalnız uzun dalgayı çeken. Kahire o zamanlar girdi evimize, İstanbul o günlerde, Ankara, Erivan o yalnızlıkta. ‘Sierra söylerken bülbüller susar’ diye kendini öven radyomuz kuşkusuz radyoların birincisiydi ve babama bir inek parasına mal olmuştu!
*
Toplumsal yapımızın minyatürü bir aile içinde büyüdüm. Sert, ataerkil. Erkek tek egemen,  kadın katlanmak zorunda olan, ezik insan yetiştiren bir yapı. Çok az insanın sonra sonra ağırlığından kurtulmayı başarabildiği bir buruk duygu yükü. Öylesine bir genel  geçerliliği vardı ki bu yapının, benimle birlikte toplumun çok değişik sınıf ve kesimlerinden insanların duygu  dünyalarına,  yaşama  biçimlerine  kolayca  denk  düşüyor,  örtüşüyordu. Ben  de sanıyorum  bundan  ötürü,  bir  genelev  kadınında  da,  Sinema  Kapıları'nda  bir  çocukta da kendi  çocukluğuma  ilişkin  imajları  kullanmaktan  korkmadım.  Hatta  bu  biraz  da kendiliğinden oldu.
*
Lise  ikinci  sınıftayken  evden  kaçtım,  kafama  koymuştum,  İstanbul’a gidecektim ancak otogarda köyden tanıdıklar beni fark etmişler, İstanbul’a diye kandırıp eve geri götürdüler. Bu olaydan sonra babam bana karşı olan davranışlarında biraz daha ılımlı olmaya başladı ki zaten bir daha kaçmama teminatıma  karşılık  bazı  şartlar  ileri  sürmüştüm.  Birincisi  artık  bana vurmayacaktı,  ikincisi  kahveye  gitmeme  izin  verecekti,  üçüncüsü  haftalık 2.000 lira harçlık verecekti, bunun yarısıyla Birinci markalı sigara alacaktım ve  babam  şartlarımı  kabul  etti  çünkü  artık  beni  kaybedebileceği  fikrine sahipti.
*
Annemler  beni  evlendireceklerini haber verdi,  kız kimmiş, dedim. Karşı komşunun kızı Hatice olduğunu  söylediler. Önce, hayatta evlenmem, dedim. Sonra bir gün kafama esti gösterin şu kızı, merak ettim dedim, gördüm, tamam isteyin, dedim, sonra evlendik.
*
Biz  hepimiz,  barış  üzerine,  savaşın  yıkıcılığı,  ölümün  acısı  üzerine  kitaplar  dolusu  söz edebiliriz.  Halkımız  bunu,  sözü  dolaştırmadan,  ‘ölümle  öç  alınmaz’a  dönüştürüvermiştir. Necatigil, ‘gelir bir dost tedirgin / eşit sıkıntılarda’ der; bu söz bende gider, ‘değirmene vardım derdim yanmaya / değirmen başladı fır fır dönmeye’ sözüyle halkalanır durur."
*
Çirkinliğe karşı incelik, duyarsızlığa karşı lirizm.
*
Bağbozumu, hevesle vazgeçişin birbirinde eridiği zamanlardır benim için. ‘Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa’dan, ‘Anılmazdı Veysel adı / O sana âşık olmasa’ya geldiğim şiirlerdir... Ne diyordu sevgili Hayati Baki: ‘daha yaşayacağız / çiçek tozlarının bilgisinde.
*
Tanrılar  arasında  insan  yalnızlığı  mı  /  insanlar arasında  insan  yalnızlığı  mı?
*
Hâlâ kendimden başlıyorum. Elbette her zaman kendimden başlayacağım. Eğer ayakkabı tamir  etmiyorsak  (Hasan  Ali  Toptaş’ın  kulakları  çınlasın),  eğer  bir  cıvataya  somun takmıyorsak, bir tezgâhta ürünlere fiyat bandrolü koymuyorsak; özeti, yaratıcılık gerektiren bir alanda söz almak için bakıyorsak dünyaya, elbette kendimizden başlayacağız.
*
Afinogenov’un şu sözleriyle bağlarsam sözümü, bilmem daha ‘kuramsal’bir şey söylemiş olur  muyum?  “Bir  yazarın  sanatı,  insanları  gözlemesini  bilmekten  ibaret  olsaydı,  en iyi yazarlar doktorlar, sorgu yargıçları, öğretmenler, şimendifer kondüktörleri, parti komitesi
sekreterleri,  komutanlar  olurdu.  Ama  böyle  değil.  Çünkü  yazarın  sanatı,  kendisini gözlemesini bilmek yeteneğinde toplanmaktadır.
 *
Büyük  kentler,  küçük  kasabalar,  fark  etmiyor;  emek-özgürlük-demokrasi-edebiyat/sanat
menevişli  bir  düşü  olan  herkes,  sistemin  siyasi-ekonomik-kültürel  kuşatması  altında bunalıyor, çırpınıyor.
 *
Belki de Necatigil’in dediği gibi bazı şiirler bazı yaşları bekliyor. Doğanın ve insanın nasıl bir mucize olduğunu görmeden, bu sonsuzluğu canında duymadan, kim, neden söz edebilir ki...Biraz böyle bir telaş sanırım. Hani Sofokles, “Yaşamayı hiç kimse, yaşlı bir insan kadar sevemez,” der ya..
 *
 Taşra, benim ana rahmim.
 *
Düzyazılar  bir  gazetede  haftalık  yazma  ile  gündeme  geldi.  Daha  önce  de  bir  yerlerde
söyledim; yıllarca "şiire kuma getirmeyeceğim"  diye direndim; ama olmadı. 1983'te Ömür Hanımla Güz Konuşmaları idi ilk örneği. Ve on bir yıl arkası gelmedi. Gazeteye yazmaya başladığımda  bir  şeyi  gördüm.  Ne  yazarsam  yazayım  şiirin  dilinden  kendimi kurtaramıyordum.
 *
Yıllarca, şiire kuma getirmeyeceğim diye inat ettim. Olmadı. Şiir üzerine, kitaplar üzerine çeşitli dergilerde yazmak zorunda kaldım. Sonra 1990’larda bir gazetede ısrarla yazmamı istediler. Toplumsal sorunlar, edebiyat sorunları, siyasal ve kültürel konular... denemeden başka bir şey gelmedi elimden. İçinde küçücük öykülemelerin olduğu, dili neredeyse baştan sona şiir dili, denemenin  alçakgönüllü bilgeliği... yoğunlaştırılmış, üç türün birbiri içinde eridiği bir yol buldum kendime.
*
Cansever: ‘İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa/ Toprağını iten çiçeğe (...)’Ben, uzunca bir süredir, doğayı bir ayin duygusuyla yaşamaya  çalışıyorum.  Küçücük  bir  yaprağın,  bir  salyangozun,  bir  narçiçeğinin, kaplumbağaların  kur  yapma  törenlerinin,  köpeklerin  bakışlarındaki  şefkat  ve  merhamet duygusunun  büyüsüyle  elim  ayağım  birbirine  dolaşıyor.  Hayranlıktan  başım  dönüyor. Bunları ve daha binlerce mucizeyi görmeyen gözlerin, bunlara değmeyen dilin, çok yoksul olduğuna  inanıyorum.  Dünyaya  iyilikler,  incelikler  taşıyabileceğine  inanmıyorum. Doğa, nasıl bütün varlıklarıyla kalbime doluyorsa, aynı hazla şiirime de doluyor. Seçimden öte bir varoluş hali bu..
*
Ben,  şiirde  ahengi,  doğrudan  yapının  kendisi  olarak  düşünüyorum.  Anlamdan  ritme, duygudan  uyağa,  ölçüden  sese,  şiiri  şiir  yapan  ne  varsa,  bunların  kusursuz  olarak buluşmasıdır  ahenk.  Öyle  bir  harçtır  ki,  ancak  aksadığında  fark  edilebilir.  Şairin  kalbi, meselesiyle birlikte çarpmaya başlar. Bu çarpıntının, bu soluk alıp vermenin durak yerlerini, meselenin ağırlığı ile birlikte kalbin bu ağırlığı kaldırma gücü belirler. Bu, çok büyük ölçüde sezgilerimizin ön aldığı bir yaratım halidir.
 *
 1980’lerin  başında  yazdım  şu  üç  dizeyi;  sürer  hâlâ:  “Bunalıyoruz  çocuk,  bunalıyoruz/ Biçim  veremediğimiz  şeylerin/  Biçimini  alıyoruz.”  Baştan  beri  şuydu:  İnsanı,  içine yuvarlandığı yabancılaşma çukurundan çekip çıkaracak bir duyarlılık kazandırabilmeliydi şiirim;  en  başta  bana,  sonra  da  okuyan  herkese...  Aynalar  pazarında  binlerce  parçaya bölünmüş  hayatının  bütünlüğünü,  bir  iç  yaşantı  olarak  ona  gösterebilmeliydi.  Şiir  bunu yapamazsa,  kimsenin  var  oluşundan  haz  duyacağı,  varlığını  dünya  ile  bütünleyeceği  bir hayatının olacağına inanmıyorum.
 *
Yazmaya  başladığımdan  bu  yana  benim  en  büyük  önceliğim  derdimi  söylemek  oldu. Duyduğum  gibi,  içimde  yaşadığıma  en  yakın  haliyle.  "Şiirin  güç  anlaşılırlığı  kolay anlaşılırlığından  sonra  gelmeli"    diyen  Edip  Cansever'e  inandım;  ama  yalnızca anlaşılır olmak gibi bir derdim olmadı. İmge şiirin ana dili elbette. Bizim iç gerçeğimizi ya da dış gerçekliği dönüştürmenin en büyük olanaklarından birisi; ama kendi için, kendi başına bir buluş olamaz hiçbir zaman. Nâzım Hikmet imgeyi, "güzel bir kadın bacağını daha güzel gösteren ince bir çorap"a benzetiyor ya, tam öyle bir olanak. İçinde bacak olmayan bir kadın çorabı nasıl durursa, bize bir gerçekliği, o gerçekliğin yeni bir boyutunu imlemeyen imge de öyle durur şiirde.
 *
 Genel  duruma  gelince...  İmge  öyle  bir  hale  getirildi  ki,  sevgili  Abdülkadir  Budak'ın "meselesiz şiir"  dediği; zamansız ve mekânsız, şairinden başka kimseyi kucaklamayan, dış dünya  ile  neredeyse  hiçbir  ilmeği  olmayan  bir  şiir  alkışlanır  oldu.  Şiir  zekâ gösterisine dönüştürüldü. Toplumsal sorunlara değinmek ya popülizm ya kaba gerçekçilikle suçlandı.Varsa  yoksa  şairin  özel,  öznel  gerçeği,  duyguları...  Kuşkusuz  bir  genel eğilim  olarak söylüyorum bunu.
 *
Ben, her şeyin doğrusunu büyük bir güvenle bilen insanlardan çok korkarım. Ben, kesinleşmiş, tamamlanmış, bitmiş şeylerden hemen boğulurun. Her şeyiyle bir yere ait olmayı  ve  o  darlık  içinde  genişlik  bulmayı  anlayamam;  beceremem;  içime sindiremem.  Tükeniş  sayarım  bunu.  Eşikler,  şiirin,  itirazın,  güzelliğin  ve  yeniliğin anahtarı oldu nicedir. Bu, bana da, benimle ilişkisinde bir aidiyet bekleyen kişilere de acı  veriyor;  yaşıyorum.  Bu  kuşatma  altında  yaratabildiğim  tek  ayrıcalığın  bu olduğunu düşünüyorum. Eşikler benim özgürlüğüm. Tek seçenekli bir yaşam içinde kendime sunduğum binlerce seçenek. Bir kaçış gibi algılanması çok üzer beni..
 *
Bireyle  toplumun,  öznelle  nesnelin,  içle  dışın  sınırlarını  gençken  daha  cesur çekebiliyordum. Ama yine de birini ötekine feda etmemeye çalışarak. Giderek bunların, bir kâğıdın iki yüzü gibi olduğunu gördüm. Sizin harç dediğiniz belki de bu bilinç ve sezgidir.
 *
Kirpikler...Bana çok sorulan bir soru. Şiirimdeki yerine bakınca ben de hak veriyorum bu kadar  sorulmasına.  Geçmişin  hangi  karanlıklarından  süzülüp  gelir,  bilemiyorum.  Belki yüzlerce değişik durumda kullandım. ‘İnsan kalbine giden  yolun eşiği’ dedim. Ya durdurur, ya alır insanı derinlerine. Hep bir hüzün imgesi olarak durur. Harfsiz, sessiz cümlelerdir. Belki  de  insanın  en  içten,  en  çocuk,  en  kırılgan  yeridir.  Dünyanın  bütün  ağırlığını çekiyorlarmış  gibi  gelir  bana.  Yüzümüz  yere  kirpiklerimizle  düşer,  gökyüzüne  onlarla dokunuruz. Başka ne söyleyeyim. Dilimin anahtarı kirpikler; bunu biliyorum.
 *
Ben hayatı hiçbir zaman tek boyutlu düşünmedim. Nerelerden gelir bu bilgi, bilemiyorum. Erken bir bilgiydi. Hani Necatigil der ya, ‘tasaların altında gizli bir sevinç/ var mı siz ona bakın.’ Sanırım hep buna baktım ben. Dilim ve  günüm zehir gibi acıyken bile kirpiklerim iyimser bir uzaklığa düştü. O kadar öfkelendim ama insandan umudu kesemedim. Bu da bir hastalıktır, kim bilir! Bu derya-deniz alçaklık içinde bu hastalığı güzel buldum. Bir yazımda söylemiştim; bu dünyada şiir yazan birisi varsa, bir yerlerde onu okuyan bir başkası varsa, hiçbir şey bitmemiştir. Plastik, sanal bir umut, bir iyimserlik değil bu. Acının, kötülüğün ve mutsuzluğun çekirdeğini oluşturan daha iyi bir yaşama imkânının gücü ve iyimserliğidir.
 *
Şu kuşak kavramını anlamadım hiç. Şiire birlikte başladığım arkadaşlarımla kuşaktaşım ama İlhan Berk’le de, seninle de kuşaktaşım ben. Evet, ‘toplumcu gerçekçi’ bir meseleyle doğdu  şiirim.  Bizim  yazmaya  başladığımız  yıllar,  devrim  düşüncesinin  yalnız kalbimizde değil avucumuzda da bir ateş topu olduğu yıllardı. Ölüm dâhil şiddetin hiçbir biçimi, ne eşitlik duygumuzu ne de özgürlük tutkumuzu gölgelemişti. Hepimiz birer politik ütopya, acı birer gerçektik.
 *
Yaşamı, sonsuzluğa doğru akıp giden bir uzun, bir büyük nehre benzeterek başlayalım mı söze? İnsan bu akışın bir yerinde katılıyor ona ve ömrünün izin verdiği süre ve sınırlar içinde akıp gidiyor.  Nehrin  öncesini  ve  sonrasını  kavrayabilmesi  için  elinde  tek  olanak  var;  içinde bulunduğu bölüm. En büyük verisi, nehrin oraya kadar sürükleyip getirdikleri ve katıldığı bölüm içerisinde  olup  bitenler.  İşte,  yalnız  şiirde  değil,  yaşamın  her  alanında  güncelin  önemi  bu noktada gündeme gelmekte tarihsel süreçte.
 *
Burada  biçimle  içerik  ilişkisine  girmek  gerekecek.  Bilindiği  gibi,  dış  gerçekliğin  sanatsal olarak ifadesi, onun özümlenmesi sürecinde içeriğe dönüşen, canlandırılan yansıya, maddi bir yapı (biçim) yani anlatımsallık kazandırılmasıyla olanaklı. Bu ise, özne (sanatçı) ile nesnenin (dünyanın)  keyfi  ve  rastlantısal  ilişkisine  değil,  bilinçli,  bilme  ve  değerlendirmeyi  de  içeren, ilişkisine dayanır, dayanmalıdır. Eğer sanatı, kişisel duygularla sınırlı ve yalnızca estetik haz veren  bir  etkinlik  olarak  görmüyor;  onu,  insanı  bilinçlendiren,  kişiliğini  etkileyen,  duygu  ve düşüncelerini biçimlendirerek yaşama daha etkin ve bilinçli katılımını sağlayan bir iletişim aracı olarak  görüyorsak;  toplumsal  işlevinden  söz  ediyorsak  sanatın,  böyle  bir  yaklaşım  ve  ilişki kaçınılmaz oluyor.
 *
Andığım iki dizenin tamamlayanı, ‘Zamanı heceliyor Tanrı’dır. Sanırım doğa ya da tanrı, bizim üzerimizden var oluyor. İnsan sonsuzluğun nazar boncuğu, hecesi. Evrenin mayası yalnızlık. Biz ve kalabalık, onun bir avuç hazırlayıcılarıyız. İnsanın insanla, insanın doğayla her teması bu yapıya su taşıyor, taş oluyor. Şiiri bir sarkaç olarak düşünüyorum. Sonsuzlukla şimdi, kalabalıkla biz arasında gidip gelen görkemli bir çaresizlik. Bu sarkacın bir tarafa bağlanması, ölüm demektir. O yüzden bütün trajedisine rağmen şiir ve elbette insan, iki ucu da aynı acıyla, umutla, heyecanla sever, iki uca da aynı büyüklükle bağlanır. Yoksa hiçbir alanda yaratıcılıktan söz etmenin olanağı olamaz. Daha doğrusu yaşamaktan söz edilemez gibi geliyor bana.
 *
Şaşarak  baktığım,  anlamaya  çalıştığım,  kederle  boğulduğum,  anımsayarak  var  ettiğim, kurtulmak  istediğim,  değer  duygusu  edindiğim,  hiçliğini  canımda  duyduğum,  zamanın elinden kurtarmak istediğim, yıllardır önemsiz diye geçip gittiğim, insan ancak bunlarla bir büyüklüğe varır, anlam edinir dediğim neler varsa onları... yazdığım şiirin beni getirdiği yerde bir boşluk, bir eksiklik, bir gecikme olarak yaşadığım “küçük acıları”, gürültünün içinde  çırpınan  sessizliği,  doğanın  büyük  bir  alçakgönüllülükle  sunup  durduğu  yaşama bilgisini,  ayrıntının  ve  ânın  içinde  çınlayıp  durduğuna  inandığım  sonsuzluğu  yazmaya çalıştım.  Ne  kadar  becerdiğim  ayrı  bir  konu  elbette;  ama  yapmak  istediğim  buydu  en azından. Kendimi dil içinde bir daha var etme, yaşadığım gerçekliği düzeysizliğin azabından kurtarma denemesi özetle...
 *
Kısa, kesik cümlelerin her biri elbette birer dizedir. Sadece alt alta yazılmadı. Şiirin bildik biçimini  bozmaktı  derdim.  Biçimin  boşluklarını  kaldırarak,  art  arda  gelen,  neredeyse soluksuz bir söyleyişle, içinde çaresizce yaşadığım ve anlamaya çalıştığım yaşantı parçasını çok daha katmanlı hale getirmekti. Bir süredir yazılan şiirin gevşek dokusuna bir gizli tepki belki de... Dil baştan sona şiirin dilidir. Hangi biçim içinde şiire çıkarsam çıkayım, şiirin dilinden,  gereklerinden,  gücünden  ödün  vermem  mümkün  mü?  Kaldı  ki  söz,  biçimsel varoluşunu  yazılırken  oluşturuyor  zaten.  Noktalar’daki  söz,  ancak  bu  biçim  içinde  var olabilirdi.  Yaratacağı  algılama  güçlüğünü  bilerek,  göze  alarak  bir  yoğunluğa  varmaya çalıştım. Belki şöyle bir duygunun gizli payı da vardır: otuz üç yıldır yazdığım şiirin, zaman zaman sıkıldığım biçiminden biraz uzaklaşmak; derdi, bir de böyle mayalandırmak..
 *
Evet, ne yazık ki bizde, hüzünle çaresizlik arasında hep bir ilişki kurulmuştur. Çaresizlik, insanın günlük pratiğine ilişkin bir güçsüzlük durumudur; elbette acı verir, yılgınlık yaratır, onur kırıcıdır... Ancak hüzün, kökü çok daha derinlerde bir varoluş sorunsalıdır benim için. Bu yüzden yazdıklarımın hemen hepsinde bir hüzün vardır. Çünkü yaralı bir yaşama arzusu vardır. Bedensel ve zihinsel olarak kuşatılmış insan vardır. Unutma Defteri benim doğayla en barışık olduğum kitabımdır belki de... sanırım şiirlerdeki  hüzün biraz da bu gecikmiş ve elden çıkmasına fazla bir zaman kalmamış buluşmadan geliyor.
 *
İlk birkaç Nokta çıktığında, Unutma Defteri, unutmaktan korktuklarımın, birgün çaresiz unutacaklarımın, insanların çoktan unuttuklarının kayıt altına alındığı bir dosya olmalı diye düşünmüştüm... Bu defterin yaprakları (zamanı) kaçınılmaz olarak sarı olacaktı; kalemi ise kırmızı... bu dediklerim ne kadar gerçekleşti, bilmiyorum... Bildiğim, hayalin de hatıranın da cümlesi yokluk üzerine kuruludur ve dili acıdır.
 *
 İki şeyi yapmaya çalıştım: Şiirin bildik biçimini bozacaktım; alt alta yazılmış, kırık kesik dizeler  değil  de,  uyağı  ölçüsü  ritmi,  birbirini  izleyen  dizelere  yayılmış,  daha  doğrusu gizlenmiş, ancak dize/cümle içinde bir ses olarak algılanacak, düzyazı şiir diyebileceğimiz bir şiir kuracaktım. İkincisi de, şiirin biçim avantajını kaybetmiş görünen bu metiniçerisinde anlamı, dolayımı oldukça geniş, üst üste gelen imgelerle yoğunlaştırılmış, alışıldık şiirden biraz  daha  fazla çaba isteyen bir anlama doğru götürecektim. Önceki kitaplarda ara ara denediğim; denemenin, öykünün ve şiirin birbiri içinde eridiği düzyazı metinlerin, daha bir ayıklanmış ve yoğunlaştırılmış halleridir Noktalar... Söze, en azından kendim için bir yeni anlatım  imkânı  bulma  denemesidir.  Şiirin,  biçim  değil  de  bir  dil  işi  olduğunu söylemeye çalıştım  belki  de...  Hangi  yaldızlı  cümleyle  söylersek  söyleyelim,  sözün  özü,  dert,  kendi binasını kuruyor.
 *
Bu  soruyu  Edip  Cansever'in  o  güzel  ‘Mendilimde  Kan  Sesleri’  şiirinden  şu  dizelerle yanıtlamaya çalışayım: “İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa/ Toprağını iten çiçeğe/ Dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine...” Yozgat benim  yetiştiğim  kent.  Aşkın  ve  düşüncenin  olanaksızlıklar  içinde  çırpındığı,  dünyaya  kanat vurduğum daracık gökyüzü. Duyarlığımın oluştuğu bir çeşit ana rahmi. İnsani ve evrensel olanı yakalayabilirseniz yerellik şiiri zenginleştirir.
 *

Birbirine benzerdi
Mevsimlerin bahçelere getirdiği renk
Evlere getirdiği telaş, sevinç, keder..
Yaşamak ağır bir suydu, zamanın
Ve toprağın derin ırmağında
Sürükleyerek bir nice hayatı ince kıvrımlarında
Akar, akardı.. 
“Yolculuk” Eşikler Kirpikler
 *
Gülse yaz günleri gibi
İnsanların gölgeli yüzleri ar yağmasa dar yoluna...
Açtığı acının çukurunda
Yüzü kışlar kadar soğuk... 
“Yolculuk-IX” Bütün Şiirleri
 *
Yağmurlarda yürümenin ustasıydı o
Yaprakların dört mevsimde aldığı biçimlerin
Sorsalardı bulutların o sonsuz akışını..
“Bütün Kapılardan Geri Döndü” Bütün Mevsimler Güz
 *
 Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
  Sular daha soğuk rüzgâr daha serin...
“Ağaran Bir Suyum” Bütün Mevsimler Güz
 *
 Bütün mevsimler güz, vakitler ikindi
Turuncu bir sis inmiş gözlerinin burcuna
“Ayrıntılar- V” Bütün Mevsimler Güz
 *
Adım şiddet, annem yalnızlık, adresim korku...
Bunlar evlerde sokaklara taşmış yenilgi.  
Yaşamanın dünyasız fotoğrafları
“Dönüş” Unutma Defteri
 *
İki yalnızlıktan kocaman bir kalabalık doğardı.
Sözlerin kalbi yoktu.
Bir pencereden ötekine gün akşamdı.
Hangi sevgi sözünü söylesem yalnızlık, hangi zamana sitem etsem hayat...
“Harita” Unutma Defteri
 *
Böyle zamanlarda insan
Çokluk yalnız kalmalı. 
Ufuksuz sularda duran gemini
Getir ki sabaha çok var
Hem bakarsın gecelerin koynundan bir binen çıkar. 
 “Geceler Aydınlık”, Bütün Şiirleri
 *
Zaman bir ince yalnızlık nicedir
Hayatın gözeneklerinden süzülen
Bilenip gümüş hançerinde gecelerin
Vuruyor hilâl hilâl bir mezar taşına.
 “Yolculuk-X” Bütün Şiirleri-1
 *
Yağmur değil güneş sağanağı. 
On bir aylar, acemboruları, taflanlar yaprak yaprak  yağıyor. 
Pencereler çift kanatlı bir sevinç. 
Güneş tanrım. 
Yağmur annem. 
Toprak  ömrüm. 
Bir su damlasından sonsuzluk veren hayat... 
“Sevinç” Unutma Defteri
 *
Unuturmuyum, unuturmuyum
Yüreğimin ince tülbentlerinden
Titreyerek süzdüğüm o büyülü rüzgârı,
O mayıs göğünü, ilkyaz parkını... 
“Unuturmuyum” Bütün Şiirleri-1
 *
Tanrıyı Akdeniz'in çocuğu yapan yaşama tutkusu.  
Dağın dili, ormanın kalbi.  
Ey denizle canlanan mezarlar... 
“Atlas” Unutma Defteri
 *
Avucumda binlerce su yaprağı
Sevmek için yaşadığım hayatı
İçimdeki fotoğrafları ışığı geçiriyorum;
Hurmalar, on bir ay çiçekleri, güneş saatleri...                             
“Işık Masalı” Gölge Masalı
 *
Siz bir ülkeden ötekine,
Gümrük, denetim, vize;
Biz de öyleyiz burda
Evden tarlaya köyden yaylaya
Asker, panzer, çevirme!..
“Aykırı Benzeme” Dicle Üstü Ay Bulanık
 *
İnsan Sevmezse Ölür, sevda şiirlerinden yapılmış bir seçmedir. O yüzden aşk yoğun olarak yer  almakta  kitapta.  Aşk,  sanırım  insanın  en  kolay  olduğunu  sandığı  en  çetrefil yaşantılarından birisi. Gündelik hayatın en kolay yaraladığı bir duygu. Her zaman biricik olduğundan, hiçbir deneyimin ‘ustalık’ kazandıramadığı bir güzel acemilik. Başlarken de biterken de acı verir. İnsana insan olduğunu duyumsatan en büyük imkândır. Zaaflarımızı büyüten bir erdemdir.
 *
Aşka başımı eğmeseydim, ne bir inceliğim olurdu, ne şiire sahip olurdum. Önce yokluğu ile eğitti beni, sonra varlığı ile. Biri durmadan ötekine dönüştü, ikisi birden beni dünyaya ekledi: aşk ve şiir.
 *
İlk gençliğin telaşı geçti. Aşksız hiçbir iyiliğin, inceliğin ve verimin olamayacağını, belki biraz pahalı, öğrendim. Ne şiir, ne bilim, ne kavga...
 *
Biz,  sanırım  gözlerimizi  içimize  biraz  geç  çeviriyoruz. Çevirdiğimizdeyse  gördüğümüz,  tomurcuklar  içinde  kurumuş  bir  insan  gülü,  insan  olma olanağı...Aşk  bir  yere  gitmiyor.  Biz  onu  binlerce  önlem  duygusuyla  mezara  dönmüş gövdemize gömüyoruz.
 *
Gülün aklı, gülün kalbi,
Gülün rahmi...
Böyle susuyorum seni
Ömür hanım
Ay Gölü. Bir sebep buluyor kendine
Bunalmış, eksik, yanlış.
Ey dünya pervanesi hayal
İki ağızlı bıçakmış
Kirpiğin kirpiğe değmesi...
“İki Ağızlı Bıçak” Üç Nokta Beş Harf
 *
En ince yerinde sözün, en içten
Gülüyorsun ya hani köpük köpük
Binlerce pencere açılıyor içime
Her camından bin altın güneş esen... 
 “Adınla Yer Değiştiriyor” Bütün Şiirleri-1
 *
Kar yağarken öptüm dudaklarını
Dudaklarını mı bulut aklığını mı? 
Yoksa bir sevginin incecik
Gülümseyen yumuşaklığını mı?
Öptüm kar yağarken, yüreğinin
Yüzüme dökülen tüy hafifliğini...
“Kar Yağıyor Yüzüme O Günden Bugüne” Bütün Şiirleri-1
 *
Beni yalnızlığa batırdın gittin
Tüm güzelliğimi bitirdin gittin
Taş olup göğsüme oturdun gittin
Dört yanımdan esiyorsun güz gibi
“Seni Uzaklara” Derin Kesik
 *
Neler değişti bilsen ardından...
Elini çabuk tut biraz ne olur 
Yerini tutmuyor hiçbir şey
Görüşmenin konuşmanın dokunmanın...  
“Altın Kafes” Bütün Mevsimler Güz
 *
Anılar söz dinlemiyor, anılar
Korkunun kol gezdiği
O yalnızlık saatlerinde
Sıralı kirpik gibi diziliyorlar
Gözlerimin çevresinde. 
“Anılar Söz Dinlemiyor” Bütün Şiirleri-1
 *
 O zamanlar uzak taşra kasabalarında
Akşamlar birer kara buluttu
Ölümü yedeğine almış ajans haberleriyle
Yaşamla ölümün bıçak sırtı sıratında,
Ölenler, arananlar, yakalananlar...
“Kimliksiz Değişim-III”Bütün Şiirleri-1
 *
 Bir tek sen
Acı değilsin bana
Tamamla artık
Kusurlu cümlemi
Başka sözü Olanlar var.
Canım evin
Hoş geldin
Sevgilim ölüm...
“Nokta” Üç Nokta Beş Harf
 *
Kadın portakal bahçesinden çıktı.
Eteğinde üç güneş gölü, üç ışık harmanı.
Gün üç geçti gövdesinden.
Parmaklarıyla soluk aldırdı ağaçlara...
Uzak evlere turuncu bir kış hazırlıyor kadın.
“İyimserlik”Unutma Defteri
 *

Her gece açılan mezarı bir erkeğin
İki küçük kasa şimdi, duruyor önünde
Kadın değil de annesi her şeyin...
Nasıl bakarsa Tanrı dünyasına
Öyle bir uzaklıktan bakıyor portakallara.
“Her Şeyin Annesi” Gölge Masalı  
 *
Sevdiğim kadınlardan bir mucize
Bütün acılarımın dışına çıktım
Elinden tuttum çocuk babamın
Annem yeni doğuruyordu beni.
“36.” Yalnızlık Heceleri
 *
İzler bırakarak geride yürek çarpıntılarından
İyimser, kederli
Bir özge zaman arması gibi
Andıkça sevgiyle
Yalnızca sevgiyle ışıklanan... 
 “Çekilme” Bütün Şiirleri-1
 *
Ve günü geldi, hayatın yüreğinden
Dünyaları iyileştiren bir ince sızıyla
Fışkırdı duyguların ivecen tomurcuğu...
Sığarak akıl almaz bir biçimde
Gözbebeklerine gamzelere kulak memelerine
Bir ten sıcaklığı olup soluk soluk
Sevgi, doldu ömrümüze...
“Yolculuk-VIII” Bütün Şiirleri-1
 *
 Sana bir cümle kurdum çocukluktan
 Kitaplar dolusu suç buldum bana
Ben, şu geceyi harfleyen
Sen gündüzü başkalarından okuyan...
“Cümle” Üç Nokta Beş Harf
 *
Bir çocuk bırakıyor beni her akşam
Her akşam inip sessizce merdivenlerden günün
Ayrılığın ve alacakaranlığın soğuk avuçlarına...
“Akşamla giden” Bütün Şiirleri-1
 *
Bir hayal yalnızlığında sustum
Bozulmasın diye güzelliği.
Ağzından topuğuna dışarılar pervanesi
Kalbi söze indirdi dünyayı sese
Çok eski bir ayrılıksın diyemedim...
İki boşlukla dar
Ey karanlık kapılar
Bu meydan ortasında
Eşiğinizden bir dilim...
“Saygı” Üç Nokta Beş Harf
 *
Ağzındı
Rayiha bahçelerinde bir tomurcuk vakti
Ağzındı
Bulut mavi yağmur kuşların cümlesi...
Ağzındı Annemden sana kadar.
“Annemden Sana Kadar” Gölge Masalı
 *
Önceleri bir yeşil pülsendi gözleri. Nasıl bir geceden nasıl bir sabaha çıkardı ki, fiske fiske bakardı yüzümüze. Uzun saçları, harelerini örtermi, çoğaltır mı bilinmezdi. Soluğu sığınma duygusuydu, gövdesi binlerce yılın dokuduğu bir önlem yumağı. Aylarca süt kokusuyla yıkadı bizi. 
“Süt Kokusu” Derin Kesik
 *
Aile, bizim içinde oluştuğumuz ana rahmi. Tüm kusurlarıyla iyilikleriyle bizi besleyen; sevgi ve sevgisizlikle acı ve sevinçle tanıştığımız ilk dünya. İsteyelim istemeyelim, beğenelim  beğenmeyelim  insanın  değiştiremeyeceği  bir  gerçek  bu,  izlerini  ömür  boyu taşıdığı...  
 *
 İnsan beş çocuğundan birisini, bir gün olsun kucaklamadan, bir güzel söz söylemeden, aynı evin içinde, aynı bahçelerde, aynı avluda nasıl yaşar?
 *
Babam gelirdi ve akşam olurdu.
Bahçedeki akasya ağacı, gün boyu biriktirdiği
Kuşları, birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza. 
Siyah- beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam
Yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş
Gıcırtısıydı babam...
“Aynı Yürek Lekesi” Derin Kesik
 *
Yozgat bir kar kentidir
Sürmeli bir türküdür
Serttir soğuktur küçüktür.
İki dağın dudağına kısılmış
İncecik bir sudur
İçinde zamandan başka her şeyin aktığı...
“Yolculuk –III” Bütün Şiirleri-1
 *
Bir gülün tenine değmedi hiç elleri
Bu yüzden yumuşaklık nedir bilmezler
Çiçeksiz büyüttüler çocukları  
Oyunlarda durmadan yenmeyi öğrettiler
Bir büyük oyunda sonra yenildi çokları 
Sevgisiz büyüttüler çocukları  
Dal sürmedi hiçbiri kaldılar yoz kıraçta
Çiğ yalan bencillik biraz da kindi suları
Gölgesiz büyüttüler çocukları  
Konmadı hiçbirinin sesine yumuşacık
Bir yüreğin dalından uçan sevi kuşları
Türküsüz büyüttüler çocukları  
El vermek nedir dosta dostluk nedir ki
Hep bir oyuna gelmekti korkuları
Güvensiz büyüttüler çocukları.
“Çocukları Öldürdüler” Kum ile Su
 *
  İlk akşamdan alnına düşen o erkenci bulut
  O kırık çizgi, sularda susan ışık, eksilen rüzgar dallarda
  Gölgelerin perde perde pişmanlığı getirmesi
  Günün gönlünce geçmediğindendir.
Avuçlarında biriken ter o gözyaşından içten
Bir damlası inancına düşen bir damlası yorgunluğuna 
Umarsızlık değilse bunalmış ve bitkin 
Düşlerin gerçeğe dönüşme telaşındandır.                                 
Evlerde bıçak yarası bir ayrılık 
Çatılardan camlara akıp duran kırmızı 
Her şeyin dokunması insana bu içli saatlerde 
Zamanın aldıkları geri dönmediğindendir.
Bir duruşun var hani susmakla söylemek arası 
Bir gider bir gelir ikircim sularında 
Kalmışsa yüreğinin teknesi kıyısız 
Gözlerinle dilinin köprüleri yıkıldığındandır.                                
Savrulmuş tel tel kalabalıklar içinde 
Rüzgârın ucunda bir bulut duyguların avucunda bir çocuk
Görmeden geçiyorlarsa seni istekle titrediğin yerde 
Büyüdükçe herkesin bir şeyleri yitirdiğindendir.                                
Bir adam... tutmuş yüzünü uzun yağmurlara 
Bir kadın... kendi kuyularında ıslak ve hüzünlü 
Söylüyorsa hala bir incecik türküsünü 
Sevgiye inandığından, sevgisiz olduğundandır...
“Ondandır” Eşikler ve Kirpikler
 *
Kimseleri istemiyorum
Düşüncelerimde yola çıktığım vakit
Gerçeğin beni bunalttığı günlerde
Dilimden düşürmediğim bir şarkı gibi 
Sen ol sesimin konak yerlerinde
Yeter...              
“Anlıklar I” İyimser ve Kederli
 *
 Uyuyan şu insanların rüyaları adına
Geceyi hırka gibi giyinmiş uykusuzluğun acısı adına
Ağaçların yaprak yaprak gökyüzüne uzanmış arzusu adına
Sokak köpeklerinin ezanla başlayan ulumaları adına
Denizin büyük mavi karanlığı adına
İncinmiş gururun gözyaşı adına 
Nar ağaçlarının kırmızı bereket çanı adına
Umudun umutsuzluktan ağır yükü adına
Kalbine inanmış bütün sevenlerin muradı adına
Yolların cezaya döndüğü uzaklıklar adına
Yolların bağışa döndüğü yakınlıklar adına
Saka kuşunun çembercik kuşuna söylediği şarkılar adına  
Şarabın mumla seviştiği geceler adına  
Arzusu gövdesinde kalmış ölüler adına
Yoksulluğun uzak derin gözleri adına  
Yüzü yere düşen çaresizlik adına
  Kavuşmanın kekeme sevinci adına
Herkesten yapılmış duvarlar adına  
Kendinden başka doğrusu olmayan büyük aşklar adına
O ışık goncasının arzusu ve korkusu adına
Benim kırk yıl gecikmiş avunmaz zamanım adına...  
“Gecikme” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Bir şehrayin gibi geçerken ben başlarının üzerine
Vermiş bütün renklerimi güneşe ve rüzgâra
Yüzüm yaşadıklarımdan ipi kopmuş bir uçurtma
Uzun yağmurlar altında ıslana ıslana
Varıp en kırılgan yerlerine konacağım.
“Bir Çağrıya Uymak” İyimser ve Kederli
 *

Bir salkım söğüde benzetiyorum seni
Uzak, çok uzak kıyıları süsleyen
Kendimi unutulmuş bir ırmağa
Yalnızlığın ufuklarını bütünleyen
Düşmüyor bir gün olsun
Sularıma gölgen...
“Anlıklar IV” İyimser ve Kederli
 *
 Ne mi yapıyorum böyle 
Cam bilyeleriyle mutlu
Oynayıp duran çocuklar gibi
 Işıyarak sözcüklerle...
İnsan ömrü kadar eski 
Bir o kadar eskimez
Bir tutkunun yanıtı bu.
Çirkin bir kadının gülüşü gibi 
-Coşkusu yüzüne batan
- Dokunaklı bir yağmura
Gökyüzü çiziyorum ince ve derin
O her şeyi güzel kılan
İyiliğin ipeğinden
İpincecik bir dünya
Yumuşak, sevecen, geniş...
“ İyiliğin İpeğinden” İyimser ve Kederli
 *
Onlar mı?  
Yıpranmış giysiler içinde mağrur
Her gün bir başka yenilgiden dönüyorlar.
Kupon çekiliş maç
Kupon çekiliş maç...
Çekilip ikl akşamdan evlerin damına
Televizyon izleyip bulmaca çözüyorlar...
Kalmadı toplanacak yerler
Aynalara baka baka çoğalmaya çalışıyorlar.
“Kimliksiz Değişim IV” İyimser ve Kederli
 *
Orada hayalet bir değirmen  
Nazlı buğday başakları, dua, bekleyiş
Rüzgârları soyunmuş parmak sular 
Terli bir gökyüzü, can sıkıntısı, ağır zaman
İçine bağıran bir adam  
Nereye büyüyeceğini bilmeyen çocuklar
Etekleri yaz bahçesi bir kadın 
Orada merhametli yoksulluk
Sürmeli geceler, bulanık sabahlar
Güneşle çiçeklenen yorgunluk
Ay ışığında solan sözler
Atların köpeklerle konuştuğu bir bozkır
Yıldızlar çıkmadan görünmeyen gökyüzü
Bakır bir tencerede eriyen evler 
“Bahçemizde Nar Ağacı Yoktu” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Tanrılar arasında insan yalnızlığı mı  
İnsanlar arasında insan yalnızlığı mı?
Korkusu küçük düşürüyor hayatımızı. 
“İlk Harf” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Ey gece sokaklarına sabahın resmini çizen
Ey sözleri halkının kalbini içeren...
Hani o, güneşini eğninde taşıyan 
  “Yolculuk IV” Eşikler ve Kirpikler
 *
Büyük konuşanlar
Alınlarında eğri olmayanlar
Yalnız yükseği görenler
Herkesin ortasında yürüyenler
Bütün ışıkları yananlar
Sesi menevişsizler
Güzü küçümseyenler
Gözyaşına arkasını dönenler 
Kendini mutluluk bilenler 
Sessizlikten korkanlar
Yalnız eşyalarına gülümseyenler
Öyküsünde öteki olmayanlar 
Kederle kirlenenler
Aynası buğusuzlar
Kışa yolu düşmeyenler
Kalbi ölüm mühürlüler
Penceresi dışa açılmayanlar
Aşktan utananlar
Güzelliği kimsesizler
Dili şiddet olanlar
Gövdesi sözünden önce gelenler
Dünyaya dokunmayanlar 
Unutanlar, unutanlar
Ey tek heceli darlık...
 “Üç Nokta”, Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri
 *
Ak baldırları balkonlarda birer buğulu ırmak
Bir çocuk fırladı odalardan yalınayak 
“Arınma” İyimser ve Kederli
 *
Evlerde bıçak yarası bir ayrılık
Çatılardan camlara akıp duran kırmızı
Her şeyin dokunması insana bu içli saatlerde
Zamanın aldıkları geri dönmediğindendir.  
Bir duruşun var hani susmakla söylemek arası  
Bir gider bir gelir ikircim sularında
Kalmışsa yüreğinin teknesi kıyısız
Gözlerinle dilinin köprüleri yıkıldığındandır.
Savrulmuş tel tel kalabalıklar içinde  
Rüzgârın ucunda bir bulut duyguların avucunda bir çocuk
Görmeden geçiyorlarsa seni istekle titrediğin yerde
Büyüdükçe herkesin bir şeyleri yitirdiğindendir.
Bir adam... tutmuş yüzünü uzun yağmurlara
Bir kadın... kendi kuyularında ıslak ve hüzünlü                            
Söylüyorsa hala bir incecik türküsünü                             
Sevgiye inandığından, sevgisiz olduğundandır
“Ondandır” İyimser ve Kederli
 *
Geçerek yeni zaman dervişlerinin 
Borsa ve banka tapınaklarından
Yan yana namaza durmuş yalan ve imanla  
Eğilip günde beş vakit ezan sesleriyle
Dünyadan varlık için minarelerden geçerek...
Telsiz mesajlarından gizli raporlardan vergi iadelerinden
Uzun masalar ardında kendine hayran
Küçük insanların kasılmış kaypak gövdelerinden...
Geçerek bıçkın küfürlerinden hızlı şoförlerin
Pavyon fedailerinin geceye yakışan güçlerinden                              
İki kopuk düğme gibi sabaha düşen
Sağılmış memelerinden o kadınların... 
“Zaman...Geçerek” İyimser ve Kederli
 *
Değişik resimler çiziyor gölgeler alınlara
Düşlerle saldırıp anılarla vurarak  
Düştü bir bir yaralı askerler gibi eşiklere 
“Gün Bitti” İyimser ve Kederli
 *
Değişik resimler çiziyor gölgeler alınlara
Düşlerle saldırıp anılarla vurarak  
Düştü bir bir yaralı askerler gibi eşiklere 
 “Gün Bitti”, İyimser ve Kederli
 *
 Ağrı’nın eteğinde bir kara çalı: 
-Boyum senden uzun, boyum senden uzun...
Bulutlar birbirine gülümsüyor yukarda.  
Harran’ın düzünde bir küçük avlu: 
-Ufkum senden geniş, ufkum senden geniş... 
Rüzgâr gökyüzünü soluyor dışarda.  
Fırat’ın kıyısında bir parmak musluk: 
-Suyum senden serin, suyum senden derin...
Dalgalar köpük köpük boy veriyor taşlarda.
  Botan’ın karında bir hâki leke: 
-Ayazım senden sert, ayazım senden sert...
Doruklar sabırla iç çekiyor rüzgârda.  
Yaşamın üstünde bir sinsi ölüm: 
-Gücüm senden büyük, gücüm senden büyük...
Binlerce gelincik uç veriyor dağlarda.
“Binlerce Gelincik” Dicle Üstü Ay Karanlık
  * 
Yere bakarak konuşuyor
Ötesinde bütün seslerin
Her solukta bir ışık sönüyor
Yüzünün alaca akşamından
Yüzü çiğnenmiş bir ülke
Omzunda ağırlığı yetmişiki yılın
Gözleri toprakta uçurumlar açıyor
Konuşmuyor
Çözerek düğümünü kirpiklerinin
Tüm gördüklerini yere gömüyor...
“Hangi Ölüme Güvenelim” Dicle Üstü Ay Bulanık
 *
 Acılarını rüzgâra tutsam bir zaman
Saçlarına yağmurlardan taraklar vursam...
“Dağlarda Ölsem” Dicle Üstü Ay Bulanık
 *
Bir annenin elini tuttum bu gün
İki gözü iki çocuk, devleti susuyordu.
Terli vakit. Boğuk heves. 
Haksız ömür
Hangi özgürlük doldurur boşluğun.
“İtiraz” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri
 *
Babasının sustuklarını
İki çocuk büyüttü, ikisi de
Üstüne titredikçe yabancı. 
“Yalnızlık Heceleri 47” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri
  * 
Sözler kalbinde vazgeçiş
Bedeni göz göz unutuluş mühürü
Yok yalnızlığından başka gücü 
Bir kirpik hecesiyle
Küçük düşürüp yakınlığımızı
Ceza gibi geçiyor içimizden. 
“Yalnızlık Heceleri 34” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri 
 *
 -Vakitler vakitler gölgesiz vakitler
- Başka nedir derdim dünyayı giyinmek 
-Ey pahalı uğultu, her yerden esen
- Son kale gibi gelirdim sana 
-Hayal sularıyla yıkanmış eşikler
- Hükmümü bile bile gelirdim
Herkesin gittiği yere bakardın sen
Ben seni döner döner üşürdüm...
“Son Kale” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri 
 *
Keder olmadı 
Herkes kendini 
Bir daha sevdi
Heves, pişmanlık
Bıraktı kalbi
Şiir okumadım
Zamanı bildim
Aşk, evdi
Güz hep başkalarının
Bahçesine geldi
“Ünlem” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri
 *
 Senden ışır ayrılık
Gözlerim yol tenhası 
Kirpikler dili oldum
Ağzım ölü zamanlar. 
Benden vakitli taşlar
Gövdeni solumaya
O mumdan eşiklerim
Sokakları titreyen.
Bitti sandım gideni
Eyvah ki dünya imiş 
Mezar benim nem olur. 
“Yalnızlık Heceleri 22” Üç Nokta Beş Harf/Yalnızlık Heceleri
 *
Ay dolanır dolanır da gelir 
Gecenin derin koyaklarından...
Yatağı gülsüz, bedeni buğusuz
Saçları rüzgârsız bir kadını
Öper de iki omzundan ayrılığın ağzıyla
Kırar durur parmaklarını bir adam
Bir adam çok uzaklarda
“Uzaklarda I”İyimser ve Kederli
 *
Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar 
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin 
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar. 
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri 
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek 
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk 
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını. 
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun 
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedi renk gökyüzünü öpüyorsun.  
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla 
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
“Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun” İnsan Sevmezse Ölür
 *
Saate bakarız durmadan kör bir hareketle bilinçsiz ve bıkkın Sevilmeyen bir konuk gibi zaman oturur bileklerimizde Gitmeyi bilmez bir türlü hantal gövdesiyle gün.  Konuşmaya başlarız sıkıntıdan, ilgisiz kopuk rastgele Bir avuç ölü sözü uzun uzun çiğneyip dururuz ağzımızda;  Hayat pahalılığı, ev işleri, yeni alınan giysiler Hükümetin gidişi, akşamki konuklar, yemek türleri Yaramazlıkları çocukların, televizyondaki film...               
 -Evlendik evleneli şekerim, okuyamıyorum 
Zaman kalmıyor ki işten, hem kitaplar da çok pahalı...  
“Dar Odada Ömürler” Aykırı Yaşamak
 *
Sessizlikten harfler oydum sana  
Sesi bil, beni sus, kendini gör diye
Değil arka bahçelerin, akşam saatlerinin
Silik ya da selgin her geçişte kalabalıktan  
Nedir biraz daha evlerden eksilen                             
“Cümle” İnsan Sevmezse Ölür
 *
 Kalabalık çarşılarda tenha adamlar
Öyle bakar vitrinlere yoksulluk
Gözlerin bir ucundan günlerine girmeseler 
Bir çift çocuk fotoğrafı dikiz aynasında 
Kar mı gözlerin mi kayboldukları boşluk
Köroğlu Beli’nde ağır kamyon şoförleri
Bozkırın ortasında binlerce küçük ırmak
Avuçlarında yıldızlar ve kimsesiz kavaklar
Senin gözlerini çoğaltmak için akarlar
Bulanık bir şarkı gücenik duruşlarında 
Sakarya Caddesi’nde çıraklar
Güne değil gözlerine başlıyorlar 
“Gözlerin Dünya” İnsan Sevmezse Ölür
 *
Bir yabancı gözleri çan bilmediği dillerde 
Bildik hayatların uzun intiharı da geldi.
Kırmızı yaşlar idim bir çocuğun yatağında 
Gecenin hayal hayal intizarı da geldi 
Gittim bir medet harflerden gamzelere
Ahlâkın yaşla çiftleştiği yaşama mezarı da geldi 
Bir zamandım, erken, uzak geleceklerden
Güzelliğin lâl odalarda beden çerağı da geldi 
“Yalnızlık Heceleri 18” İnsan Sevmezse Ölür
 *
 Büyük konuşanlar  
Alınlarında eğri olmayanlar  
 Yalnız yükseği görenler  
Herkesin ortasında yürüyenler  
Bütün ışıkları yananlar  
Sesi menevişsizler  
Güzü küçümseyenler  
Gözyaşına arkasını dönenler  
Kendini mutluluk bilenler  
Sessizlikten korkanlar
Yalnız eşyalarına gülümseyenler  
Öyküsünde öteki olmayanlar
 Kederle kirlenenler  
Aynası buğusuzlar  
Kışa yolu düşmeyenler
Kalbi ölüm mühürlüler  
Penceresi dışa açılmayanlar  
Aşktan utananlar  
Güzelliği kimsesizler  
Dili şiddet olanlar  
Gövdesi sözünden önce gelenler  
Dünyaya dokunmayanlar  
Unutanlar, unutanlar  
Ey tek heceli darlık...  
 “Üç Nokta” Üç Nokta Beş Harf
 *
Eğri çizgiler dalgın
İki kaşım üzerinde
İki kaşım üzerinde bir ağrı
Gözlerim yanıyor günlerdir
Gözlerimde bir yangın.  
Bir yanım gündelik şeyler 
Evdir ekmektir
Yaşadığım kaskatı;  
Bir yanım olmadık türküler söyler
Yoldur özlemdir  
Benim en güzel düşlerim
İçimde kaldı. 
Bir yerlerim eksiliyor günlerdir 
Bir yerlerim eriyor
Günlerdir başımda bir esrik bulut
Ben süt mavilerde umarken günü  
Aykırı sularda akşam oluyor.        
“Bir Özlemin İzdüşümü” Aykırı Yaşamak
 *
Sinmiş silinmiş suskun
İçinde kimbilir hangi güzden 
“Bir Adam”, Aykırı Yaşamak
 *
Kullandığımız eşyalar
Kol saatimizin kordonundan örneğin
Kolyemizin taşından
Kolayından, hazır, ezbere...                            
“Hazır Yaşamak” Aykırı Yaşamak
 *
Ve akşam al atlı bir şehzade gibi gelir  
Düştür kurtuluştur sokaktır sevinçtir...
Yollar yürüyüşümüzden tanır bizi, kekeme ve aceleci
Çarşılar camlara düşen ezik bakışlarımızdan.
Rüzgârdan ve gün ışığından kamaşır gözlerimiz  
Giysilerimiz ele verir kimliğimizi, yıpranmış ve temiz.
Aklımızda borçlardan ve ihtiyaçlardan sıralı yüzlerce soru
Katılmadığımız bir şarkı gibi gün biterken eşiklerde  
Evler sıkıntımızın sürdüğü bir başka memuriyettir. 
 “Dar Odada Ömürler” Aykırı Yaşamak
 *
Unutur muyum, unutur muyum
Yüreğimin ince tülbentlerinden
Titreyerek süzdüğüm o büyülü rüzgârı, 
O Mayıs göğünü, ilkyaz parkını,
Hüznü bile gülümseyen bir güle çeviren  
O lekesiz çocuk güzelliğini 
Unutur muyum  
“Unutur muyum...” Aykırı Yaşamak
 *
Tam da akşamüzeri gidiyorsun alıp aklımın aydınlığını
Yaşanmış ve yaşanmamış ne varsa sana ilişkin,
Geçerek bırakılmışlığımın başucundan telaşlı adımlarla 
Usul usul eksiliyor sokaklar  
“Tırnaklarımı Yiyorum” Aykırı Yaşamak
 *
Yaprağa inanırım ben 
Yağmurun yağmasına
Bozkırın avucunda  
Akan parmak suya 
Havaya atılan taşın
Yere düşmesine
Bir köpeğin havlamasına 
Yalnızlıktan beter
Gittikçe artan kaygısına
Adres arayan birinin
Işıklı camlarda simsiyah bir cümle  
Alın çizgisin 
Ben inanırım 
Susan babalara 
“Ay Gölü” Üç Nokta Beş Harf
 *
Kılavuzum yalnızlık olacak
Ömrümü hiçbir yakınlıkta örtmeyeceğim  
Babamı bende yaşatmayacağım
Çocuklarımdan çekileceğim
Hayalden başka gerçeğim olmayacak
Ölüme bırakmayacağım bilmeyi
Aralık kapılarda fotoğrafınızı alacağım 
“Kum ile Su” Seçme Şiirler 
 *
  Değişik şeyler söyle, yeni bir şeyler söyle 
 “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları” Dicle Üstü Ay Bulanık
 *
   Büyüklenmenin küçük düştüğü bir genişlik 
 “Yalnızlık Heceleri 21” Üç Nokta Beş Harf
 *
Nerdesiniz ey zamandan büyük zamanlar
Yürüyeceğim canının yapraklarına 
Zamanın evi, dünyanın elifi
Kaç kere söyledim bunu sana:
İnsan yaşıyorken sever kendini
İnsan yaşıyorken öldürür. 
“Sonsuzluk” Pervane
 *
Yalnızlık ağaçlardan kuşlardan gelmiyor 
Otlar böceklerle bahçeler bulutlarla
Dört mevsimin masalını söylüyor 
Sular kederlenmiyor, kimsesiz akıyorum diye 
Balıklar denizin yedi renkli turnası  
Toprağın taşa borcu yok, gülün bülbüle nispeti 
Kediler sokaklarda birer güneş salkım
İğde kokuları, erik şıraları, ceviz boyaları 
 “Taşın Çiçeklenmesi” Pervane
 *
Al götür ne varsa gelirken getirdiğin
Yarama bastığın tuz, gözümdeki meneviş
Ağzımda esen serinlik, göğsüme akan ırmak 
“Ağır Bağış” İnsan Sevmezse Ölür
 *
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; 
Ve ucuz korkuların kör kuyularına 
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz 
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Dışa vurmayı duygularınızı 
“Koşaradım” Kum ile Sur
 *
Özellikle, sözcük ve öbeklerinin, bütün bir dizenin yinelenmesi ses    açısından bir etkileme saglamakta, bir uyum, bir ritm olusturmakta,   tıpkı müzik yapıtlarında zaman zaman ana melodinin yinelenmesi ya da   çeşitlemelerle anımsatılmasında oldugu gibi, dinleyende uyanan ses    imgesini pekiştirmektedir.
 *
Sınırların ardına çekebilir miyiz
Sınırların ardına neden çekelim ki
Sınırların ardında yalnızlık bitecek mi
Sınırların ardında yoksulluk daha mı az
Sınırların ardında ateş yakmaz su boğmaz mı
Sınırların ardında ölüm vakitli mi gelir
Sınırların ardında ay hilal ufuk hayal değil midir
Sınırların ardında aşk acı akşam hüzün vermez mi 
“Kim İzin Verecek Rüzgâra”, Kum ile Su
 *
Bir baş dönmesiyle evler hayaldi
Bir baş dönmesiyle dünya hatıra 
“Bir Gün Bu Sözler De” Pervane
 *
Yıldızlardan indim 
Yapraklardan indim
Köpüklerden indim 
 “Ay Yeşil Pencere” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Denizin yataklara dolduğu bir gece
Şarabın denize dolduğu bir gece
Sözcüklerin şaraba dolduğu bir gece
Bedenin dünyaya dolduğu bir gece
Kendi etimi öpüyordum ben 
 “Ay Tutulması ya da Şeb-i Gam” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Tanrılar arasında insan yalnızlığı mı
İnsanlar arasında insan yalnızlığı mı? 
 “İlk Harf” Bağ Bozumu Şarkıları
 *
Gözlerinle dilin arasına gerili uçurumu seviyorum
Kekeme özgürlüğünü seviyorum
Susuşundaki hıncı seviyorum
Kalbinde ürperen kışı seviyorum
Çocukluğunu seviyorum
Dudaklarında titreyen zamanı seviyorum
Boynunda çiçeklenen yedi rengi seviyorum
Gözlerindeki yaşı seviyorum
Beni uzaklaştırmaya çalışırken aklından geçenleri seviyorum
Kalbinden gövdene yürüyen utangaç karıncayı seviyorum
Ağzından gelecek her sevinci, her azabı seviyorum
Gece ışıklarında topladığın o evler esrarını seviyorum
Teri yastığına sızan rüyanı seviyorum
Odalara ömür veren gövdeni seviyorum
Bekleyişteki o mucizeyi seviyorum
Hayalin gerçeğe değdiği yeri seviyorum
Bir iç çekişte yanan hayatı seviyorum
Senden ayrılanı seviyorum, sana kavuşanı seviyorum
Bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum
Üstüme elediğin şefkati seviyorum
Çaresizliğime tuttuğun aynayı seviyorum
İlk gece yapacağı her şeyi seviyorum 
“Cam ile Taş” Kum ile Su
 *
Bir güvercin kuşudur ki yasam havalandıkça sevdim sarplara sardı, çıkmazlara girdi, dalaştık sevdim, dikenlere bastım sardı cılk yaralar bütün gövdemi yara bendim, can benimdi, güzel acımı sevdim
“Sevdim” Yedi Deryalar Geçsen
 *
Yayla domatesinin içindeki gümüştür şiir, yaban zeytinini düşle aşılamaktır şiir, ne gösteren, ne de gösterilendir, olmak’tır şiir.
“Yapısalcılık ve Şiir” Hayat Bilgisi
 *
Hem sanık hem yargıç rolünü bırak
Ne kimseyi suçlar ne suçludur bir başına
Herkesin ömrü kendinin hem yanlışı hem doğrusudur 
“Bir Sonuca Varamadım” İyimser ve Kederli
 *
Ne gerçeğin sınırı biter ne düşlerin direnci
Ne senden bir yankı verir sarnıcı zamanın... 
“Gecenin Avuçlarında”İyimser ve Kederli
 *
Ey uzun sürgünü kısa ömrümün
Ülkesine gurbetler gezdiren... 
En iyi sen bilirsin
Ne altın kafeslerden sıla olur
Ne ayrılık ondurur insanı...
 “Altın Kafes” Bütün Mevsimler Güz
 *
Yaşadım kırk yıl
Sevinç ve hüzün
Aşk ile cesur
Büyüdü yüreğim...                           
 “Ömrümle Öderim” Bütün Mevsimler Güz
 *
Ne yıldızlar
Ne ışıkları hayal kentlerin
Ne de bozkırda yalnızlık arması
Bir su damlası köyler...
“Gitmek Çünkü Güzeldir” Derin Kesik
 *
Ey gülüşün ve ay ışığının gümüş çocuğu
Yaşamak ve direnmek kıvamında
Ölü, çirkin ve kirli...
“Yolculuk IV” Eşikler Kirpikler
 *
İnsan burada büyük denizler üzerine düşler kuramaz
İnsan burada ışıklı çarşıların masalını duyamaz...
Bir akışsız sudur sevgi kendi bendini yıkan
İnsan burada aç kalır, yalnız ölür, türküsüz soluyamaz...
  “Azala Azala Ölmek” Dicle Üstü Ay Bulanık
 *
Günün gönlünce geçmediğindendir
Düşlerin gerçeğe dönüşme telaşındandır
Zamanın aldıkları geri dönmediğindendir
Gözlerinle dilinin köprüleri yıkıldığındandır
Büyüdükçe herkesin bir şeyleri yitirdiğindendir
Sevgiye inandığından, sevgisiz olduğundandır                             
  “Ondandır” İyimser ve Kederli
 *
Yedi renkli yaz yağmurları dilemiştim 
Kırmak istememiştim duygu filizlerini
Rüzgârımı olanca yumuşaklığı ile salmıştım üzerine
Sıcak bir sığınak olayım demiştim
Yanıtı olmayan sularda boğmak istememiştim
Dingin bir ikindiüstü olayım demiştim
Üşütmek istememiştim
“Sitem” İyimser ve Kederli
 *
Bir gün olsun inip aralarına katılmadık Balkonlara çıktık en fazla, camlardan sarktık Karmakarışık duygular içinde bocalayıp kaldık Anlamadık Ama biz korktuk Ama biz sustuk Ama biz düşünmedik Ama biz teslim olduk  
“Bir Şiir Öncesinde XI”İyimser ve Kederli
 *
Kirpiklerini  yere  düşürmemek  için  bin  yıldır  hep  ötelere  bakan  bir  halkın  alın çizgileri var. Akşamları kendisi, sabahları başkası, iki dilli eşikler var. Bir gökyüzü var, sesini başka sesler içind yeni yeni duymaya başlayan o çekinik kadınların çocuk sesleri var. İki taşın arasında ezilmiş bir el var.
   “Serap’ın Sesinde Ne Var”, Kum ile Su, Seçme Şiirler
  *
 Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir okumayacağım bir süre. Hediyelik eşya satan dükkânların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu bir gül ağacının dibine dökeceğim. Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım.
 “Senin Korkularını Benim İnceliğim” Eşikler Kirpikler
 *
Büyük konuşanlar
Alınlarında eğri olmayanlar
Yalnız yükseği görenler
Herkesin ortasında yürüyenler
Bütün ışıkları yananlar
Sesi menevişsizler
Güzü küçümseyenler
Gözyaşına arkasını dönenler 
Kendini mutluluk bilenler 
Sessizlikten korkanlar
Yalnız eşyalarına gülümseyenler
Öyküsünde öteki olmayanlar  
Kederle kirlenenler
Aynası buğusuzlar
Kışa yolu düşmeyenler
Kalbi ölüm mühürlüler
Penceresi dışa açılmayanlar
Aşktan utananlar
Güzelliği kimsesizler
Dili şiddet olanlar
Gövdesi sözünden önce gelenler
Dünyaya dokunmayanlar 
Unutanlar, unutanlar
Ey tek heceli darlık... 
“Üç Nokta” Üç Nokta Beş Harf
*
Orada esmer ve uzun adamlar
Evleri onarmak için
Dağlara başladılar
Bir uzun havada yüzlerce mermi
Sabahın güneşinde leke
Ay bin yıldır kederli orada
Ölüm yoksulluğu çoktan unutturdu
Sular bile yılan gibi akıyor arklarda
Orada açlık onurla ayakta
Bulutlar ayrılıktan alıyor nemini
Yağmurun adı gözyaşı
Her eşik bir musalla taşı orada
Orada koyunların sütü kırmızı
Barut kokuyor yaz kış yamaçlar
Ağaçlar kurudukça kurudu
Göğsünde ölü gözlerinden başarı nişanı
Seçilmiş adamlar orada 
“Değirmen Taşlarında Buğday” Bütün Şiirleri 2
 *
 Akşam sızıyor aralık kapıdan
Aralık kapıdan ayrılık sızıyor 
-Her gün biraz daha ağır-
Anılar sızıyor aralık kapıdan
Yıllar sızıyor aralık kapıdan
 “Bir Şiir Öncesinde” İyimser ve Kederli
 *
  Bir yerlerim eksiliyor günlerdir Bir yerlerim eriyor
Günlerdir başımda bir esrik bulut
 “Bir Özlemin İzdüşümü” Bütün Şiirleri 1
 *
 Bir yağmur mevsiminde yitirdim yüzümü
Yüzümü bir çamur mevsiminde
“Yitirdim Yüzümü” Bütün Şiirleri 1
 *
 Gelsen şu olurdu:
Evim dünya olurdu
İncelik dil bulurdu
Saygı çocuklaşırdı 
Beden murat kesilirdi
Kalabalık çiçek açardı
Pişmanlık utanırdı
Eşyalara su yürürdü
Acı değer kazanırdı
Ölüm sahipsiz kalırdı
Güzel anı olurdu
Aşka yakışırdı
Şiir usulca susardı
Yaşamak büyür büyürdü
 “Yalnızlık Heceleri 48” Üç Nokta Beş Harf
 *
Kimsenin sevinci kimseye bir şey demiyor
Kimseler duymuyor başkasının hüznünü
 “Bir Yudum Su”, Bütün Şiirleri I
 *
 Gözlerin senin
Öyle bakar yollara umut ve yıkım
Gözlerinden iniyor Ayancık’a akşam
Kapı önlerinde yaşlı kadınlar
Senin gözlerinde ancak bir nefes ışırlar
Gözlerinden almış közünü ve rüzgârını
Gözlerin kanatlı yılanlar, burgaçlanan su
Kalabalık çarşılarda tenha adamlar
Öyle bakar vitrinlere yoksulluk
Gözlerin bir ucundan günlerine girmeseler
Kar mı gözlerin mi kayboldukları boşluk
Köroğlu Beli’nde ağır kamyon şoförleri
Avuçlarında yıldızlar ve kimsesiz kavaklar
Senin gözlerini çoğaltmak için akarlar
Sakarya Caddesi’nde çıraklar
Güne değil gözlerine başlıyorlar
Aklında gözlerin olmayan hapisler yenik
Cümle mazlumların ülkesi gözlerin
Gözlerin yağmur sonrası, rüzgârla yunmuş güneş
Gözlerin senin
Öyle bakar dünyaya dinginlik ve haz...
“Gözlerin Dünya”Bütün Şiirleri 3
 *
Her şeyi tüketiyorum yazarak
Acımı bile...  
Biri içerden yağar biri dışarıdan
Gözyaşıyla yağmurun ayrımı  
Bir kara çalı gün boyu
Geceye sığmayan insan.  
Ucuzluyor çoğalan her şey
Güzelin trajedisi...  
Elinden tutuyorum 
Evler ayakta  
Biraz daha yaklaşsaydım
Acı çekecekti o çocuk  
Benim özgürlüğüm 
Uykusuz gecelerin senin.
“Çizikler” Bütün Şiirleri 2
 *
Benim gittiğim uzaklar değil, içimdeki sözlerdir. Buğday tarlalarının uykusunu, yüksek seslerin kışını, kırlangıçların akşamını geçti çocuk. Gaz lambasından güneşler yapıyor düşen gövdesine. Benim gittiğim o çocuğun kalbindeki gecedir. Bir kadın yemenisini tutuyor inen tokada, bir kendinden daracık odalarda. Gün iki kez bitmiş, gece bir daha siyah. Çocuk üç büyük korkuyla büyük. Kadın değil de tokat parçalanıyor. Benim gittiğim kadının yemenisindeki hayat bilgisidir.
“Yalnızlığın Ruh Atlası” Gölge Masalı
 *
Şimdi evlerin alnında akşamın perçemi
Yüzlerde gölgelerin derin derin oyunu
Çekiyor perdelerini üstümüze zaman...
Kirpiklerinin beşiğinde uyuduğum çocuk
Yanımda olsaydın keşke, düşseydi
Yüreğimin avucuna gözlerinin ışığı
“Bir Yudum Su”Yolculuk/Kimliksiz Değişim
 *
Aylarca bir çocuğun gülüşüne takıldı Kalbim ki
Bulanık bir gökyüzünde duru kalmış Tek incelik bulutuydu.
Tutulup rüzgârına ırgalanan kirpiklerin
Bir sevincin uğrağına düştü
Bir hüznün...
“Sonunda”Yolculuk/Kimliksiz Değişim
 *
 İnceltilmiş bir yüzle konuşuruz ölçerek her sözümüzü
Yanlış anlaşılmak kaygısıyla tedirgin ve sürekli tetikte
Adımızdan bir duvarın ardına saklayıp yalnızlığımızı
Saygılı bir sesle selamlarız her sabah birbirimizi
Ah biz memurlar, bürolara tıkılmış insan konserveleri
Özü gitmiş ömürler, ölü alışkanlıkların tutsakları.
“Dar Odada Ömürler” Aykırı Yaşamak
 *
Çın çın ötüyor sesi
Değişmeyen tonuyla 
-Zaman bozuk bir plak gibi
Aynı mevsime takıldı-
Yüksekten ve rahat konuşuyor
Gücünün güvenciyle
Yanlış yapmak kaygısı yok 
-Her dediği doğrudur
O yerdeki insanın!-
“Bir Güç Simgesinin Yetersiz Tanımlaması” Aykırı Yaşamak
 *
Yitik sularında gezdik bendi yıkık bir geçmişin
Yandı dilimiz düne aklımız güne değdikçe
Dudak uçlarında boğuk gecelerin çığlık izi  
Sarmaya çalıştık onur yaralarımızı kendimizce
Ağladı mı ne, gözlerinde bir ara
Gözleri kadar iri göller birikti gizlice
 “Bir Şiir Öncesinde- XVIII” İyimser ve Kederli
 *
 Korkunun ve bekleyişin bunalttığı evlerde
Yüreklerinde merakın ağır yüküyle insanlar
Günde bin kez gidip gelirlerdi
Yaşamla ölümün bıçak sırtı sıratında...
Bir metal ses, yitirmiş insan sıcaklığını
Okuur, okurdu...
“Bir Şiir Öncesinde VI” Yolculuk/Kimliksiz Değişim
 *
 Unutulmak korkusuyla tedirgin  
Tükeniyor kalbimin direnci
Aykırı sularda bungun  Bir çürük tekne gibi
Rüzgârını özlüyorum.
“Rüzgârını Özlüyorum” İnsan Sevmezse Ölür
  *
Bir salkım söğüde benzetiyorum seni
Uzak, çok uzak kıyıları süsleyen
Kendimi unutulmuş bir ırmağa  
Yalnızlığın ufuklarını bütünleyen
Düşmüyor bir gün olsun
Sularıma gölgen...
“Anlıklar- IV” İyimser ve Kederli
  *
Kadın portakal bahçesinden çıktı. 
Eteğinde üç güneş
gölü, üç ışık harmanı. 
Gün üç kez geçti gövdesinden.
Parmaklarıyla soluk aldırdı ağaçlara. 
Çocukların yalnızlığıyla açtı köklerini. 
Ağustosböceklerinden bir sonsuzluk bahçe. 
Yemenisini üç kez kuruttu dalda.
Yorgunluk yüzünde yaprak yaprak gölgeleniyor.
En uzun saatinde gün. 
Bahçe kapısı değil uykunun eşiği. 
Geçmeden geçiyor. 
Göğsünde soğumuş bir rüya, bir gece eskisi. 
Sıcak ekmekler gibi gülümseyen bir adam.
Avucundaki kokuyla düzeltti saçlarını.
Portakallar dünyaya yürüyor ardından.
Uzak evlere turuncu bir kış hazırlıyor kadın.
 “İyimserlik” Unutma Defteri
  *
Sabah değil bu. 
Yapraklanan deniz. 
Sürmeli ağaçlar.
Kuşların ayini. 
Bahçe sevinci. 
Sessizlikten sessizliğe uyanan dağ.
Yatakların gamzesi. 
Ekmek kokusu. 
Camlarda buğulanan iki beden.
Gülhatminin küpeçiçeğine armağanı. 
Sokağın  yürümesi. 
İnsanın dünyaya bir daha inanması.
Tarlalarda başaklanan güneş. 
Kırmızı şarabı gecenin.
Kirpik kirpik ağaran sular. Sabah bu. 
Mutsuzluğun yaşama simyası.
“Kamaşma” Unutma Defteri
  *
Yıkanın sevgili çocuklar yıkanın
Bilge bir dede gibi olgun ve yumuşak
Dünyaya sevgiyle gülümseyen
O altın güneşlerle yıkanın.
Dudakları teninizde sussun
İnce ürpermelerle gezinip içinizde
Öpüşlerden büyülü yaz rüzgârlarının.
Sulardan hayatın duruluğunu alın 
Mavilerden mutluluğun rengini. 
Oyunlar yorgunu pembe bebekler gibi
Düşlerin eşiğinde uçuk ve süzgün
Bırakın yüreğinizi dalgaların beşiğine.
Süzülsün tırnaklarınızdan saçlarınızdan
Kumların anne kucağına
Kentin, insanı kendinden bıktıran
Üzüntüsü ve gürültüsü...
Ömrünüz en yüce bağıştır size
Yaşamak bir büyük sanat
Duyun çoşkusunu iliklerinizde
Mavileşin güzelleşin arının
Yıkanın sevgili çocuklar yıkanın
“Yıkanın Sevgili Çocuklar” Aykırı Yaşamak
  *
 Sen Deniz' din. 
Uzun boylarımızdın. 
Evlerimiz yalnız düşmüş  harflerdi. 
Üstümüzde bizim olmayan bir hayat. 
Kuyularda  masaldık. 
Gecemiz yoksul güne unutma sürmesi. 
Dünyayı  gören rüyamızdın.     
Sen Deniz'din. 
Uyanan sesimizdin. 
Gözlerimiz ellerimizde biterdi. 
Uzağımız yine bizdik. 
Sözlerin birden kalabalıktl. 
Sözlerin şehre inmiş kenar mahalleler. 
İyiliğin sabahına mavi haritamızdın.   
Sen Deniz'din. 
İpe değil yıldızlara çekilmiş onurumuzdun.  
Ekmeğimiz korkuyla acıydı. 
Başkasını bilmezdik. 
Aklımız keçeleşmis bir geçmiş. 
Gövdemize gelecek zamanları düşürdün. 
Karıncalaşmış özgürlüğümüzdün.   
Sen Deniz'sin. 
Bize sonsuzluğu öğretensin. 
Kaç bin kadın,  kaç bin erkek, kaç bin çocuk, muradından doğurdu seni. 
Ölümünü aldık, hayatını verdik. 
Parmaklarımız sözlerinin mumları. 
Seni anladık, seni büyüdük, seni yalnız kaldık...   
“Deniz” Unutma Defteri
  *
Ben bir şiir öncesindeydim
Bütün hasretiyle Nâzım geldi
Öptü sözcüklerini birer birer
Memleket kesilmiş dudaklarıyla  
Başında And Dağları’ndan bir kar bulutu
Rüzgârı kan ve kardeşlik kokan
Neruda geldi Şili’den
Kocaman gövdesiyle sevgiler yumağı  
Lorca ansızın öldü
Bir İspanyol dansı gibi incecik
Akıtıp ömrünü Granada toprağına
Şiirin ve şarkının sonsuz yatağında  
Ritsos kurtardı Yunanistan’ı
Yenip veremi ve faşizmi
Küçücük sularından günlük hayatın
Büyük denizlere ulaşan gücüyle
Sürgünlerden sevinçlere eğriler çizerek 
Dize dize bir ozan
Gördü gerçeğe dönüşünü şiirinin
“Döndü Havana’ya 
Nicolas Guillen”
Ve İstanbul geldi, bir halk şenliğinde
Gömmüş otuz dört ölüsünü 
Mayıs mavilerine...
Seslendiler bir şiir öncesinde verip el ele
Bütün iyi ölülerimle ölümsüz soy şairlerim.
“Bir Şiir Öncesinde” Yolculuk/Kimliksiz Değişim
*  
Senin bütün hayatına yetecek bir söz söylesem  
Seni bu söze inandırsam, kendimi yatıştırsam, sussam
Sonunu görmesem de ömrümde bir şeye inanmış  olarak ölürdüm.
“Büyük İstek” Bütün Şiirleri -2
  *
 Karın kapattığı yollarda
Yalnızca serçelerin kanat izleri  
Bir tek pencere görünmüyor ufukta...
Gittikçe ağırlaşıyor hiçlik duygusu...
“Çırpınış- 1” Bütün Şiirleri- 2
 *
Ne sözcükler göverdi elimi değdiğim yerden  
Ne dilimden ezgiler döküldü durup dururken
Onları ben bir bir doğurdum
İnancın ağır yüklü  
Ve bunlu baskınıyla acıların  
Çırpınan yüreğimden kıvranan beynimden...
“Bir Şiir Sonrasında” Yolculuk/ Kimliksiz Değişim
  *
 Ne mi yapıyorum böyle 
Cam bilyeleriyle mutlu
Oynayıp duran çocuklar gibi
Işıyarak sözcüklerle...
“İyiliğin İpeğinden” Yolculuk/ Kimliksiz Değişim