21 Ocak 2017
Ahmet Oktay - Bengi İz
Giordano Bruno "Tanrı, iradesini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini egemen kılmak için Tanrı’yı kullanır."
Audrey Hepburn "Asla yok olmayan tek güzellik, zarafettir."
Barry Schwartz - Bolluk Paradoksu
İster bir kot pantolon satın alıyor, ister iş
alternatifleri arasından seçim yapıyor olalım, günlük kararlarımız,
karşı karşıya kaldığımız seçenek fazlalığı nedeniyle giderek daha
karmaşık hale geliyor. Daha fazla seçeneğin daha iyi alternatifler ve
daha fazla tatmin demek olduğunu zannediyoruz, ama seçenek bolluğunun
tehlikelerine dikkat: Kararlarınızı, henüz onları almadan sorgulamanıza
yol açabilir, sizi gerçek dışı, yüksek beklentiler içine sokabilir ve
sonunda kendinizi suçlamanıza neden olabilir.
Barry Schwartz,
elinizdeki kitapta şu çıkarıma varıyor: Seçenekleri elemek, stresi,
kaygıyı ve yoğunluğumuzu büyük oranda azaltabilir. Bolluk Paradoksu,
seçenekleri makul bir sayı ile sınırlandırmanız, önemli seçeneklere
odaklanıp diğerlerini görmezden gelme disiplinini edinmeniz ve sonunda
yaptığınız seçimlerden daha büyük tatmin duymanız için pratik çözümler
öneriyor.
Bu kitap iki açıdan paha biçilmez. Birincisi,
çoğumuzun daha az seçenekle daha varlıklı hissedeceğini ortaya koyuyor.
İkincisi pek çoğumuzun en iyi seçimi yapmak için haddinden fazla
uğraştığımızı anlatıyor. Aynı zamanda seçim ve mutluluk arasındaki
psikolojik araştırmalara da bir giriş kitabı niteliğinde.
DANIEL KAHNEMAN,
2002 Nobel Ekonomi Ödülü Sahibi
*
- Etrafımızdaki insanların ne yaptığıyla daha az ilgilenirsek daha mutlu olabiliriz.
- En iyiyi aramaktansa “yeterince iyiyi” ararsak daha mutlu olabiliriz (siz hiç “Çocuklarım için yalnızca yeterince iyi olanı istiyorum” diyen bir anne baba gördünüz mü?).
- Seçim özgürlüğümüze gönüllü olarak belirli sınırlamalar getirmeyi kabul edersek, daha mutlu olabiliriz.
- Kararlarımızın sonuçlarıyla ilgili beklentilerimizi azaltırsak daha mutlu olabiliriz.
- Verdiğimiz kararlar geri alınamaz olursa daha mutlu olabiliriz.
TIK
George Orwell "Önemli olan yaşamak değildir, başarmak hiç değildir. Önemli olan insan kalmayı bilmektir."
Hayvan Çiftliği (Minikitap)... İngiliz yazar George Orwell, ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseridir. 1940'lardaki "reel sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.
Hayvan Çiftliği'nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirir. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturur; ama devrimi de yine onlar yolundan saptırır. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıktır. Diğer kahramanlar gerçek kişileri çağrıştırmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir.
Alt başlığı Bir Peri Masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmıştır; ama küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlamadır.
1984(Minikitap)...Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.Balinanın Karnında... Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından George Orwell, ona haklı ününü sağlayan, totaliter rejimler kadar bu rejimleri yaratan insani hırsların da güçlü bir yergisini konu eden romanlarıyla dünya edebiyatında tartışılmaz bir yer edinmiştir. Denemelerinde net bir biçimde görülebilen politik duruşu, güçlü gözlem yeteneği ve yazarın hem hayatla hem metinlerle ilişkisini sorgulama eğilimi ise bu romanların arka planındaki güçlü hayat görüşünü gözler önüne serer. Franco faşizmine karşı İspanya’ya savaşmaya gitmekten, hapishane üzerine yazmak için sahte bir isimle kendini tutuklatmaya; evsizlerin arasına karışarak düşkünlerevinde vakit geçirme çabasından, Britanya’da İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte yükselmekte olan antisemitizm dalgasına karşı açık yüreklilikle getirdiği eleştirilere kadar uzanan bir berraklıkla hem de. Orwell’ı bu zenginlikle anlamak adına bir araya getirdiğimiz denemelerinden “Balinanın Karnında”, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi üzerinden çağının edebiyat anlayışının dökümünü yaparken, yazarın hayatla kurduğu ilişkinin metinlerine etkisine dair güçlü bir sorgulamaya girişiyor. Tolstoy’un, Shakespeare ve eserlerini “şişirilmiş bir balon” olarak niteleyerek yerdiği risalesiyle girdiği polemik ise edebiyat eleştirisinin tek yanlılığına indirilen keyifli bir darbe. Döneminin güncel konularından evrensele ulaşan çok yönlü bir okuma…
Boğulmamak İçin... “Orwell’in ironik mizah anlayışı tazeliğini hiç yitirmiyor. Bu, kaçırılmaması gereken bir Orwell yapıtı.” The Observer Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu –ve yeni aldığı takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen– bir sigorta pazarlamacısıdır.1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini; yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern zamanlardan korkmaktadır. Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir.Fakat köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir. “Çok komik olmanın yanında hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi... Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü burada nüve haliyle görebiliyoruz. Hayvan Çiftliği’ni de... Hem zengin bir okuma keyfi sunan hem de iki klasiğin tohumlarını birden barındıran romanlara kolay rastlanmaz.” John Carey, The Sunday Times
Paris ve Londra’da Beş Parasız.. “Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız.” Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir. Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.
Neden Yazıyorum... Edebiyat anlayışı hiçbir zaman politik düşüncelerinden ve gözlemlerinden ayrı düşünülemeyecek bir yazar olan George Orwell, Neden Yazıyorum’da bir araya getirilen denemelerinde, hemen her yazarın hayatının bir noktasında kendisine sorduğu ya da başkalarının ona yönelttiği, beylik “Neden Yazıyorum?” sorusuna politik ve insani gözlemlerle yoğurduğu cevaplar veriyor. Politikacıların ipliğini pazara çıkarırken, İngiliz karakterini bir kadavra gibi parçalarına ayırırken, savaşa dair dile getirilmeyenleri dile getirirken iğneyi başkaları kadar kendine de batırmaktan sakınmıyor.
“Tüm yazarlar kibirli, bencil ve tembeldir ve yazma dürtülerinin altında bir gizem yatar. Kitap yazmak, acıdan kıvrandıran bir hastalığın uzun süren nöbetleri gibi insanı yiyip bitiren korkunç bir mücadeledir. İnsan, karşı koyamayacağı ve anlayamayacağı bir iblis tarafından itilmese kesinlikle böyle bir işe kalkışmazdı. Biliyoruz ki bu iblis herkeste vardır ve bir bebeğin ilgi çekmek için ciyak ciyak ağlamasına yol açan içgüdünün aynısıdır. Fakat yine de sürekli kendi kişiliğini gizleme mücadelesi vermediği sürece insanın okunabilir hiçbir şey yazamayacağı da bir o kadar doğru.”
Katalonya’ya Selam...Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir." George Orwell
Kitaplar ve Sigaralar... Kitaplar, gerçekten de okuyucuların yakınmalarına neden olacak kadar pahalı mıdır?” Sıkça sorulan bu sorunun cevabını bu kez George Orwell arıyor. İşe elindeki kitapların envanterini çıkararak başlıyor ve sigaraya harcanan parayla kitaba harcanan para arasında bir kıyas yapıyor. Cevap sizce ne?
Kitaplar ve Sigaralar, eleştirmenlik ve sahaflık da yapmış olan Orwell’ın sansu¨rden başlayıp eleştirmenliğin çelişkilerine uzanan geniş bir yelpazede edebiyat camiasına ilişkin gözlemlerinden oluşan makalelerini bir araya getiriyor. Edebiyat du¨nyasına ve bu du¨nyadaki ilişkileri yöneten ve yönlendiren etiğe ilişkin özgu¨n bir bakış açısı sunan Orwell, yazar, eleştirmen ve okurların panoramasını dönemin politik atmosferi eşliğinde değerlendiriyor.
“Sahafta çalışırken –eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tu¨r cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay– beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı zu¨ppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum gu¨nu¨ hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897’de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nu¨shasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış.”
Burma Günleri..."Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir."
Hayvan Çiftliği... İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki 'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi' türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır.
George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.
Dali’den Karakurbağasına Bazı Düşünceler... Yirminci yüzyıl edebiyatının en büyük yazarlarından George Orwell, kurgu eserlerinin yanı sıra keskin kalemi ve ilkeli duruşuyla, eş-dost gözetmeden yazdığı edebi ve siyasi eleştirileriyle, yazın dünyasında kendine benzersiz bir yer edinmiş, herkesin düşünsel dürüstlüğüne saygı duyduğu bir isim olmuştur.
Dali’den Karakurbağasına Bazı Düşünceler başlığı altında bir araya getirdiğimiz bu yazılarda da Orwell, kalemini kâh bir neşter kâh bir tüy gibi kullanarak; ilkbaharın güzelliklerinden intikam duygusuna, Dali’nin yaşamı ve eserlerinden ideal pub’ın nasıl olması gerektiğine, İspanya İç Savaşı’ndan suç ve dedektiflik romanlarına, Marakeş ve sakinleri üzerine insani gözlemlerden bilim-siyaset ilişkisine, şömine başında aile saadetinden Arthur Koestler’in eserlerinin edebi eleştirisine kadar birbirinden çok farklı konuları büyük bir ustalıkla, ivmesinden ve entelektüel keskinliğinden hiçbir şey kaybetmeden işliyor. Hangi konuyu ele alırsa alsın, derinlikten taviz vermeden, tadına doyulmaz bir yazınsal şölen sunuyor.
“Bir duvardan talep edeceğimiz ilk şey, dik durmasıdır. Dik duruyorsa iyi bir duvardır ve hangi amaca hizmet ettiği bundan ayrı değerlendirilebilir. Fakat bir toplama kampını çevreliyorsa, en iyi duvar bile yıkılmayı hak eder.”
Papazın Kızı... Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır, hayatın kendisine biçtiği rolü şikâyet etmeden kabullenmiştir. Ama bir gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur – dahası, kim olduğunu hatırlamamaktadır.
Orwell, bir gecede toplumun bir kesiminden bambaşka bir kesimine taşıdığı Dorothy vasıtasıyla 1930’ların İngiltere’sinde kadınların, işçilerin, evsizlerin haline ışık tutuyor. Deneysel sayılabilecek anlatım biçimleriyle yazarın edebiyatında özel bir yere sahip olan Papazın Kızı, inancın ve inançsızlığın, ahlakın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman.
Aspidistra... İngiliz romancı George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı siyasal masalında, zorbalığa dönüşen Stalin yönetimini yerden yere vurmuş; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtında da insanlığı belleksiz ve muhalefetsiz bir totaliter toplum tehlikesine karşı uyarmıştı. Ama bu iki büyük yapıtından önce, 1930’lar İngiltere’sinde ‘sınıf atlama özlemi’ni benzersiz bir kara mizahla eleştirdiği Aspidistra romanını kaleme almıştı. Aspidistra, sınıf atlama özentisindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak gördükleri, evlerinden eksik etmedikleri çiçeksiz bir zambak türüdür. Bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder, orta sınıfın boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır; ama romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi yaratacaktır.
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.