19 Ağustos 2016

Zeytinin Teri

“Hüseyin Kocakülah” kendisi ile söyleşi yapan Dr.Yasemin BRADLEY ile birlikte. 

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık o sıcak yaz günü, Balıkesir'in Savaştepe ilçesinde.

Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı.

Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe'ye kadar gidebilmiştik.

Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi.

Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık.

Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık 
Hüseyin amcayla.

Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi.

Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi.

"motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden" söz etti

Bir süre daha bakındı. Sonra

-Buldum galiba! diye haykırdı.

-Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir.

 Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde döşemelerin ıslak olmalı.

Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü.

Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu.

Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.

Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;

 -Doktor musun?

 - Evet.

 - Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz.

 Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız. Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik..

Tek katlı bahçeli şirin bir evdi.

Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım..

Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi.

Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu.

Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı.

Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli  ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köylerinde çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe'ye yerleştiğini anlattı.

Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa yaşadığından dem vurdu.

- Neden buraya yerleştin?

- Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz, unutuldu gitti.

  Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü      burada açıldı. Burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk verdiğini.

Ayrılamadım buralardan.

- Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?

- Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu?

  O zamanın okulları sanırsınız.

  Halbuki orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı,inşaat  yapmayı,yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler.

 Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara.

 - Yani elinizden çok iş geliyor.

 - Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı,aklını kullanmayı öğretiyorlardı.

   Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya...

Bu arada çaylar geldi.

Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan  kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı.

Emekli olduktan sonra  zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.

- Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışsız.

   Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.

- Nasıl yani?

- İnsan da doğanın meyvesi değil mi?

Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;

- Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan.

  Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor.

  Bir kısmını sofralık ayırıyor, selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz.

  Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz.

  İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz?

  Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.

-Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi?

Diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.

- Hurma zeytini bilir misin?

- Bilmem. Hiç duymadım.

- Ege’nin bazı yerlerinde olur.

  Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı  sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile

  zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır.

  Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.

  Eeee, Köy Enstitüleri de böyleydi.

  Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı.

   Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı,insanı. Hayata hazırlıyorlardı.

Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.

-İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktorcum,  unutulsun istemiyorum.Dedi.

Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.

Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar. 

Dr. Mehmet UHRİ

Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve Köy Enstitülerine emek verenlerin anısına ithaf olunmuştur. 



Bertrand Russell - Sorgulayan Denemeler

Düşler ve Gerçekler

Düşünce dünyasında, kendi fiziksel güçsüzlükleriyle yüzleşmeye hazır olanların açılabilecekleri "engin denizler" vardır. Bütün bunlardan daha önemli olarak da gün ışığını karartan, insanları kavgacı ve acımasız yapan Korku'nun zulmünden kurtuluş vardır. Dünyadaki konumunu olduğu gibi görme yürekliliği göstermeyen hiç kimse bu korkudan kurtulamaz; kendisine, kendi küçüklüğünü görme olanağı vermeyen hiç kimse muktedir olduğu yüceliğe erişemez.  

🌼
 
Russell Sorgulayan Denemeler’de dünyanın başına bela olan pek çok sorunun insanların inançlarını akıllarının önüne koymasından ileri geldiğini öne sürer. Oysa aklın inancın önüne konması, dinsel ve siyasal tutkulardan doğabilecek pek çok dehşet verici olayın yaşanmasını engelleyecektir. Russell’ın bu düşüncelerini dile getirmesinin ardından dünya sahnesinde yaşanan pek çok acı olay, yazarın felsefi kaygılarının ne denli isabetli olduğunu göstermiştir.

21. yüzyıl kapitalizminin bunaltıcı saldırısı altında bulunduğumuz bu dönemde Russell’ın kuşkuculuğu ve aklın bağımsızlığını savunuşu geçerliliğini halen korumaktadır. Russell, düşüncelerini açık ve anlaşılır bir dille aktararak bizi günlük yaşamımızı etkileyen özgürlük, mutluluk, duygular, ahlak ve inançlar gibi felsefi sorunlar arasında gezintiye çıkarır, mantıklı öneriler yapar. Muzip bir alaycılıkla “Akılcı kuşkuculuğun yaygınlaşmasının etkisi ne olurdu?” diye sorar.

Daha önce TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları tarafından defalarca basılmış olan Sorgulayan Denemeler’i felsefenin yanı sıra doğa bilimleri ve sosyal bilimlere ilgi duyan her yaş grubundan tüm okurlar beğenerek okuyacak.

 
 
 

Julio Cortazar "Anlamak bizi değiştirir. O andan itibaren, bir dakika öncesinde olduğumuz kişi değilizdir artık; sonsuza dek değişmişizdir. "

 
 
 


Edip Cansever – Cemal'in İç Konuşmaları

CEMAL'İN İÇ KONUŞMALARI / II
Odamın penceresi yok - daha iyi -
Kendime bakıyorum ben de
Kendimden sarkmış kollarıma
Kendimden damıtılmış gözlerime
- Bakmıyorum, duyuyorum onları sadece -
Böylesi iyi, çok iyi
Kapıyı kilitledin - kapımı -
Salonda gürültüler, ut sesleri
Mühibbe gelmiş olacak Burgaz'dan
Birkaç kere gördüm
Şişmandı çok, beyazdı
Saçları mavi gibiydi - öyleydi -
Maviler saçları gibiydi
Açık denizlere benzerdi
Ve yüzü
İbrişimlerle dolu
Gizemli bir dikiş kutusuydu sanki
Geçen yaz denize girdiğim günler...
Anımsıyorum
Ne vardı ortalıkta maviden başka
Sadece bir martı - o da maviyle beslenen -
Gördün mü demiştim kendi kendime
Mavilik de çocukluk gibi
Unutulmayacak hiç.

Evet, Mühibbe
Parası bitince gelir bize
Bir iki gün kalır gider
Sabahtan akşama ut sesleri
Rakı sofraları
Yüzünde, göğsünde, ellerinde
Dışa kaymış ibrişimler
Ek: Bir fayton sesinin sessizliği de
Ölümü anımsatan bana
Ölmüştü - büyükannemdi -
Ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa
Dudakları yemyeşil biri
- Karıştırıyor muyum yoksa
Bir sirk afişindeki adamla -
Seslenmişti, anımsıyorum
Hiç değilse pedikürlerini silin!
Sonbahardı.

Odamın penceresi yok - iyi ki yok -
Konuşuyorum kendimle
Cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
Yaz aylarının dışa kaymış
Biraz
İçinde sevgilerin soluk aldığı
Anımsar mısın
Ve yazlar yuvarlak mıdır Cemal
Oval mıdır
Çizgi çizgi midir yoksa
Herkes bir yerlere gider
Bir yerlerden gelir de ondan mı
Gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
Ne dedin
Sen öyle bir yere gittin de ondan

Geçen yaz
Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar
Sonra da öptün kendini, öptün öptün
Orası neresiydi, unuttun şimdi
Adsızlığa çok yakışan bir yerdi.

Akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı Cemal
Var mıydı
Belli belirsiz - anımsar mısın -
Bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz
Gündoğusundan günbatımına
Aynaya baktındı durup dururken
Oteldeki büyük aynaya
Gözbebeklerin kırmızıydı - bir an -
Dönüyorlardı boyuna
Çıkarıp attındı onları
Denize attındı, anımsa
Bir çift balık olup geri döndüler
Ruhundaki külleri yaktılardı.

Ut sesleri kesildi, iyi
Uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından
Bir kuş ölüsü düştü - sanki -
Bölündü sesler de
Bir faytonun sessizliği de bölündü
Dudaklarını açtın kapadın
Çekilmiş ağlardaki balıklar gibi
Birden gelinciklerle doldu dünyan.

İnsan iki kişi olmalı, değil mi
En azından iki kişi
Sen yalnızsın
Yalnızlığın her zamanki ikindisi.

(Yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde
Ezile ezile ben
Bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğini
Yavaşça ataraktan üstümden.)

CEMAL'İN İÇ KONUŞMALARI / III

Ben mi konuşuyorum - Cemal mi -
Tanrının taşları mı konuşan
Birbirine geçmiş sımsıkı
Yollar boyunca uzayan uzayan.

Kurtuluş'tan çok uzaklardayım
Birbirimizden çok uzaklardayız
Çok yakınız birbirimize - tekdüze günler -
Ester parmaklarını geçirmiş kalbine
Yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi
- Sıkıştırılmış bir sandviç sesi -
Sürekli anneme bakıyor
Annemse bir elinde rakı kadehi
Ötekinde kağıtlar
Oyun kağıtları
Teyzeme bakıyor sürekli
Teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor
Bakışları anlamsız
Gölgeli
Kendinde bakıyor olmalı
Ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor
Hiç kımıldamadan
Bir ışık paçası düşüyor annemin yüzüne
Arada kovmak için elini sallıyor yalnız
- Dalgınlık, başka değil -
Neyi bitiriyoruz, eyi başlatıyoruz
Neyi bekliyoruz, bilmem ki
Kapı mı çalınıyor ne - gidip açıyorum -
Kimse yok
Peki
Nasıl karşılanır yok olan bir şey
Karşılıyorum
Birlikte salona geçiyoruz.

Oturuyoruz karşı karşıya
Yok olan şeyle ikimiz
Sarı koltuğa çöküyor o - her şey sarı zaten -
Ben kahverengi koltuğa oturuyorum -her şey kahverengi -
Kimse görmüyor bizi
Göremezler ki
Uçup uçup konuyoruz yerlerimize
Bir konfeti demetinden kopmuş gibi
Düşlerimizden saçılmış gibi
İyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz
Sigarasını yakıyor o
İyi, yaksın
Bardağına cin koyuyorum
Ağır ağır içiyor
Her şeyin tersini taşıyor yüzü -sanki -
Ve taşırıyor
- Bir şair de olabilir, bir ermiş de -
Yürüyor pencereye doğru
Geri dönüyor
Birden
Çaydanlıktan ayaklarıma dökülen
Kaynar suyun acısını geri getiriyorum
Ve öperken dudağımı kanatan balığı
Ve hemen unutuyorum
Ben unutur unutmaz
Gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden
Pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda
Şehrayinler dönüyor katlarında beynimin
Işıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar
Anlıyorum
Gezintiye çıkmış mutluluk o
O, yok olan şey
Büyüyünce bulacak
Büyüyünce sevecek beni
Yeniden çalınıyor kapının zili
Açıyorum
Sık sık çalıyor
Açıyorum açıyorum
Bembeyaz bir alan oluyor mutluluk
Bembeyaz bir kalabalık
Gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem
İki tek nokta gibi
Kalıncaya dek.

Bağırıyorum bağırıyorum
Beyaz çimenler, beyaz çimenler!
Yok oluyor düş
Yok oluyor sanrı.

İkaros'um ben
Kimse artık beni görmüyor.