18 Nisan 2021

"Bilmek Yapabilmektir." Köy Enstitülerinden Günümüze Eğitim ve Arayışlar - Prof. Dr. Kemal Kocabaş


Cumhuriyet Eğitim Devrimi ve Kurucuları

“Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, gerçek yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, uygulanabilen, kullanılabilir bir aygıt haline getirmektir.” Mustafa Kemal Atatürk

EMO - “TONGUÇ BABA ARAMIZDA” ANMA ETKİNLİĞİ DÜZENLENİYOR 


Aydınlanma Nedir? 

Alman filozof Kant, aydınlanmayı “İnsanın kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir.” ifadeleriyle tanımlıyor. Aydınlanma Çağı, 17. yüzyıl sonlarında ortaçağ karanlığından yepyeni bir döneme girildiğini ifade eden evrensel bir tanımlamadır. 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan ve her konuda akla öncülük tanıyan düşünce sistemine “Aydınlanma”, bu düşünce sistemi ile gelen yeni döneme ise “Aydınlanma Çağı” adı verilir (Kula, 2018). Aydınlanma Çağı; sanat, edebiyat, bilim ve teknik, felsefe gibi birçok farklı alanda yeni bir düşünme sistematiğinin ortaya konulduğu yeni bir dönemin, yeni bir bilinç durumunun adıdır. Aydınlanma Çağı’nda doğru bilgiye aklın kullanılması ile ulaşılabileceği fikri temeldir. Bu dönemde deney ve gözleme dayalı doğa bilimlerinde büyük gelişmeler yaşanmış ve 1789 Fransız Devrimi, düşünsel temellerini aydınlanma felsefesinden almıştır. Cumhuriyet, bir aydınlanma devrimidir. Cumhuriyet bu anlamda, özgür bireye, özgür topluma “merhaba” demenin, gücünü akıl ve bilimden almanın adıdır. Anadolu topraklarında aklını kullanabilen insanların özgür ve bağımsız yaşamasının yollarını açan aydınlık bir penceredir. Tarım toplumu kültüründen, ortaçağ değerlerinden sıyrılıp insanlığın hümanist evrensel değerleriyle buluşmanın adıdır.1923’te genç Cumhuriyetin Osmanlıdan aldığı toplumsal miras, okuma yazma oranının % 4-5 olduğu ve ülke nüfusunun % 90’ının köylerde ortaçağ koşullarında yaşadığı bir toplumdu. Böyle bir toplumda düşünce sisteminin değişmesi gerekirdi ve Cumhuriyet bunu başarmıştı..

  Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Eğitim Devrimi 

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal, yaşamının sonuna kadar “eğitim ve kültür” alanıyla yoğun bir şekilde ilgilenmiştir. Mustafa Kemal, 1 Mart 1922 günü TBMM’de dile getirdiği, “Bu yurdun gerçek sahibi ve toplumumuzun büyük çoğunluğu köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bundan ötürü bizim izleyeceğimiz milli eğitim politika-sının temeli, önce bilgisizliği gidermektir. Bir yandan bilgisizliği gidermeye çalışırken öte yandan da yurt çocuklarını toplumsal ve ekonomik alanlarda etkin ve verimli kılmak için gerekli olan bilgileri uygulayarak öğretme yönte-mi ulusal eğitimimizin temelini oluşturmalıdır...” sözleriyle adeta Cumhuriyet eğitim devriminin hedeflerini sıralıyordu (Tonguç, 2007). Cumhuriyetin öncelik tanıdığı köylüler ile ilgili bakışı 1923 İzmir İktisat Kongresi’ne de yansır.

Kongrenin Ziraat ve Maarif Meselesi Raporu’nun 6. maddesindeki “Köylerdeki ilkokulların mutlaka beş dönümlük bir bahçesi ve iki ineklik fennî bir ahır ve kümesi, yeni usûl bir arılığı ve öğretmenler için iki odalı bir evi olması ve arazinin bir kısmı sebze ve bir kısmı çiçek, bir kısmı da fidancılığa tahsis edilerek öğretmenlerin gözetimi altında bizzat öğrenciler tarafından idare edilerek harcama ve gelirlerinin köy öğretmenlerine ait olması ve bu suretle çocuklara uygulamalı olarak çiftçiliğin öğretilmesi ve aydın insanların köylerde yerleşmesinin özendirilmesi” ifadeleri Cumhuriyetin öncelikleri anlamın-da çarpıcıdır (İnan, 1980).

Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1924’te Muallimler Birliği toplantısında öğretmenlere “Devrimler, sizin, sayın öğretmenler sizin, toplumda ve düşünce hayatımızda yapacağınız devrimlerdeki başarınızla gerçekleşecektir. Hiçbir zaman unutmayın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”. ifadeleriyle hitap eder. Hedef, eğitim yoluyla özgür ve bağımsız insan yetiştirmektir. Nasıl bir eğitim hedefleniyordu? sorusunun yanıtını da Mustafa Kemal’in 1 Mart 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisindeki, “Eğitim ve öğretimde uygu-lanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, gerçek yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, uygulanabilen, kullanılabilir bir aygıt haline getirmektir.” sözlerinde görebiliyoruz (Altunya, 2013). Mustafa Kemal’in sözlerine yansıyan eğitim sistemi arayışında, hayatın gerçek problemleri üzerinden öğrenme ve “uygulanabilir, kullanılabilir” bilgiye ulaşma hedefi vardır. Daha sonraki yıllarda Köy Enstitülerinde hayata geçen bu öngörü, eğitimin hayattan kopuk, ezberci doğasından kurtulmak için günümüzde de bir çıkış noktasıdır.

 Cumhuriyet, kadın hakları anlamında Avrupa ülkelerinden daha önce ve daha ileri bir öngörüye sahipti. Mustafa Kemal’in, 1925 yılında “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?” sözleri kadının ötekileştirilmesine, geride bırakılmasına itiraz eden çağdaş bir anlayıştır. Mustafa Necati döneminde okullarımızda karma eğitime geçilmesi ve Köy Enstitülerinde yatılı karma eğitim bu yaklaşımın ürünüdür.

Cumhuriyet Eğitim Devriminin Kurucuları 

İsmet İnönü (27 Eylül 1884 - 25 Aralık 1973)

 İsmet İnönü, 1884 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladıktan sonra Mühendishane İdadisini (Askerî Lise) bitirdi. 1903 yılında Kara Harp Okulundan, 1906 yılında Harp Akademisinden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda onurla, emekle yer aldı; 24 Temmuz 1923’te Türkiye adına Lozan Anlaşması’nı imzaladı. Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükümette başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı seçildi. İsmet İnönü, 25 Aralık 1973 Salı günü Pembe Köşk’te vefat etti.

 Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal gibi İkinci Adam İsmet İnönü de Cumhuriyet Eğitim Devrimi imecesinin en önemli isimlerindendir. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde ilköğretim sorunları karşısındaki duyarlılığını söz ve eylemleriyle kanıtlamış bir devlet adamıdır. 

 İsmet İnönü’nün olağanüstü desteği olmasaydı Köy Enstitüleri projesi hayata geçemezdi. 3 Mart 1924 tarihli Öğretim Birliği Yasası, harf devrimi ve Millet Mektepleri, İnönü’nün başbakanlık döneminde gerçekleşmiş atılımlardır. 1929 yılının ilk günü Mustafa Necati’nin ani ölümüyle boşalan Milli Eğitim Bakanlığını, “Maarif işleri millet meselelerinin en önündedir.” sözleriyle okur-yazarlık sorununun üstesinden gelmede öğretmenlere düşen büyük sorumluluğu vurgulayarak üstlenmiştir.  

İsmet İnönü, 11 Kasım 1938’de 2. Cumhurbaşkanı olarak göreve başladıktan sonra ilk yurt gezisindeki, 6 Aralık 1938’de Kastamonu-Göl Köy Eğitmen Kursu ziyaretinde, buradaki olumlu izlenimlerini “Biz eğitmen örgütüne büyük umutlar bağlıyoruz.” sözleriyle ifade ederek Eğitmen Kursları’nı selamlamıştır (Tonguç, 2008). İsmet İnönü, Köy Enstitüleri Projesi’nin gelişmesini her aşamada yakından izlemiş ve yasa tasarısı 17 Nisan 1940 günü TBMM’de görüşülürken meclis locasında yerini almıştır. Bu, İnönü’nün yasaya verdiği önemi göstermektedir. Köy kökenli aydını yetiştiren Köy Enstitüleri, Cumhurbaşkanı İnönü’nün 28 Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanlığına getirdiği Hasan-Âli Yücel’le birlikte İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a verdikleri destek ve güvence ile kurulmuştur. 

 İsmet İnönü çok sık yurt gezilerine çıkarak Köy Enstitülerini ziyaret eder. Çoğu zaman Yücel ve Tonguç da bu gezilerde yer alır. Bu gezilerde, toprak sorununun hızla çözülmesi, toprak reformu yapılması istencini dile getirerek, enstitülerden 150-200 bin tarımcı yetiştirilmesi gerektiğini, bunların üç yıllık bir eği-timle yetiştirilip yetiştirilemeyeceğini araştırır, sorar. Köy Enstitülerinin sayısının altmışa çıkartılmasını ister, müdürlere talimatlar verir, yetkilileri uyarır. İnönü, 6.10.1943 tarihinde Düziçi Köy Enstitüsü ziyaretindedir. Enstitünün konuk defterine “Köy Enstitüsünü ziyaret, eyi gün, eyi hatıra, teşekkürler” notlarını düşer. “Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim.” ifadeleri İsmet İnönü’nün Savaştepe Köy Enstitüsü ziyaretinde dile getirdiği ve sonra Savaştepe Köy Enstitüsünün duvarlarına yazılan sözleridir.

 Mustafa Necati (1894 - 1 Ocak 1929) 

“Memlekette mektep bulamayan çocuk bırakmayacağım.” İnanç ve tutku dolu bu sözlerin sahibi Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati İzmir doğumludur. Necati dönemi (1926-1929), milli eğitim bakanlığının örgütsel yapısının şekillendiği, kurumsallaşmanın ilk adımlarının atıldığı dönemdir. Hukukçu, Kuvâyı Milliyeci Mustafa Necati, İzmir işgaline karşı direnişte en öndedir. TBMM 1. Dönem Saruhan milletvekili oldu. Aynı zamanda sırasıyla Sivas, Kastamonu, Amasya İstiklal Mahkemeleri’nde görev aldı, Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kurdu, Kızılay, Gençler Derneği, Öğretmenler Örgütü gibi toplulukların çalışmalarına destek verdi. TBMM 2. ve 3. dönem İzmir milletvekili iken Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin kurulmasına öncülük etti ve başkanlığını yaptı, 1924’te adalet bakanı oldu ve laiklik ilkesine ters düşen şer’i mahkemeleri kapattı.

 Mustafa Necati, adalet bakanlığı sonrası milli eğitim bakanlığına gelmiş ve müsteşarı Nafi Atuf Kansu, Orta Öğretim Genel Müdürü Cevat Dursunoğlu, Eğitim Müzesi Müdürü İsmail Hakkı Tonguç gibi ülkenin en saygın aydınlarını, eğitimcilerini bakanlığın çatısı altında toplamıştır. Mustafa Necati döneminde deneysel pedagojinin ilk uygulamaları olarak Kayseri Zencidere ve Denizli Köy Öğretmen Okulu açılmış, Gazi Eğitim Enstitüsü kurulmuş, Talim Terbiye Kurulu oluşturulmuş, okuma-yazma oranını artırmak için Millet Mektepleri kurulmuş, yurt dışına ülkenin ihtiyaçlarına göre öğrenci gönderilmesine başlanmış, öğretmenlik meslek onurunu yücelten süreçler geliştirilmiş, iş okulu tartışmaları ba-kanlığın gündemine girmiştir. Mustafa Necati, genç yaşta bir apandisit ameliyatı sonrası hayatını kaybetmiştir. Birçok eğitim tarihçisine göre eğer Mustafa Necati erken yaşta vefat etmeseydi Köy Enstitülerinin kuruluşu onun döneminde gerçekleşecekti, değerlendirilmesi yapılır.

 Dr. Reşit Galip (1893 - 5 Mart 1934) 

Rodos doğumlu Dr. Reşit Galip 19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933 yılları arasında milli eğitim bakanlığı yapmıştır. 1925 ara seçimlerinde Aydın milletvekilliğine seçilerek meclise girmiştir. Onun bakanlığı dönemi Mustafa Necati sonrası olan hareketsizliğin aşıldığı bir dönem olmuştur (Başgöz, 2016). Cumhuriyet ve aydınlanmanın simgesi olan Halkevleri ve Halkodaları’nın kurulmasına imza atar. 1932-1951 yılları arasında işlevselliğini hayata geçiren bu kurumların amacı Türk milletini yeni ülküler etrafında toplamak, halk arasında kültür ve düşünce birliğini sağlamak, Atatürk devrimlerinin benimsenmesini gerçekleştirmek, Cumhuriyetin kültür atılımını yapmak, kırkent ve köylü- aydın ikiliğini ortadan kaldırmak olarak özetlenebilir. 1932 Darülfünunu için yazılan Malche Raporu’nda Darülfünunun ortaçağı yaşadığı saptaması vardır. Çıkarılan yasayla Darülfünun, İstanbul Üniversitesi adını alır.

 Saffet Arıkan (1888 - 26 Kasım 1947) 

Erzincan doğumlu Saffet Arıkan, 1907 yılında Harp Okulunu, 1910 yılında da Harp Akademisini tamamlayarak kurmay yüzbaşı oldu. 1923 yılında kurmay albayken ordudan ayrıldı. Arıkan, Cumhuriyet kurulduktan sonra ikinci devre Büyük Millet Meclisi’ne Kocaeli milletvekili olarak girdi. 1946’ya değin Kocaeli, Erzincan ve Konya milletvekilliği yaptı. 10 Haziran 1935’te milli eği-tim bakanı oldu. Bu görevi 28 Aralık 1938 tarihine kadar üç buçuk yıl sürdürdü. 1935-1938 yılları arasındaki milli eğitim bakanlığı süresinde İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte çalıştı. Bakanlığı sırasında okulsuz, öğretmensiz, yoksul ve yoksun Anadolu köylerindeki öğretmen ve okul sorununu çözmek için Eğitmen Kursları uygulamasına geçildi. Daha sonra Köy Enstitülerine dönüştürülecek olan Köy Öğretmen Okulları Saffet Arıkan döneminde kuruldu. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesinden 1.5 ay sonra, yeni kurulan Celal Bayar hükümetinde yine milli eğitim bakanı olmasına rağmen sağlık nedenleriyle bakanlıktan ayrıldı. 1940-1941 yılları arasında milli savunma bakanlığı yaptı. 1942 yılında atandığı Berlin Büyükelçiliği’nde 1944 yılına kadar kaldı.

Hasan-Âli Yücel (1897 - 26 Şubat 1961)

 İstanbul doğumlu Hasan-Âli Yücel, Cumhuriyetimizin aşılamayan, aydınlık, hümanist milli eğitim bakanıdır. İzmir Milletvekili Yücel, 1938 yılında bakanlığa atanmadan önce öğretmen, maarif müfettişi, Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürü, ortaöğretim genel müdürü gibi eğitimin tüm basamaklarında görev almıştır. Yücel, yazdığı ders kitapları, eğitim ve kültür dünyamıza yaptığı katkılarla, ülkemiz insanlarının evrensel dünyaya açılımını sağlayan 64 yıllık onurlu bir yaşama imza atmıştır. Felsefe eğitimi alan Hasan-Âli Yücel, eğitim ve kültüre yaşamını adamış, Doğu ve Batı kültürünü çok iyi incelemiş-içselleştirmiş bir Cumhuriyet aydınıdır.  

Hasan-Âli Yücel, 1938-1946 arası “İlköğretim, Halk Eğiti-mi, Köy Eğitimi, Sanat Eğitimi, Teknik Eğitim, Güzel Sanatlar, Yayın, Yüksek Öğretim Seferberliği” ve pek çok alanda önemli çalışmalara imza atmıştır. Bunlardan en önemlisi şüphesiz İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile beraber uygulamaya kattıkları ve evrensel eğitbilim dünyasına armağan ettikleri kazanım, Köy Enstitüleri aydınlığıdır. Bu kazanımın arkasında Cumhuriyet Eğitim Devrimine inanç ve tutkuyla bağlı yurtsever iki aydının yaşamlarının örtüşmesi, ortak aklı hayata geçirmeleri önemli dinamiktir. TBMM’de tartışmalarda Yücel, uygulamalarda ve enstitü kuramının oluşturulmasında Tonguç, işbirliği içinde Köy Enstitülerini var etmişlerdir. 1936 Eğitmen Kursları deneyiminin yarattığı olumlu çıktılar, Köy Öğretmen Okulu deneyimi ve Tonguç’un “Canlandırılacak Köy” projesi Yücel’in 17 Temmuz 1939 tarihinde yapılan 1. Maarif Şurâsındaki; “...Memleketimizde okuma yazma öğrenmemiş tek vatandaş bırakmamak için alınması gereken acil tedbirler vardır... Köy öğretmenini, köyde doğmuş, büyümüş, köy hayat şartlarını yakından duymuş gençler arasından seçip köy hayat şartlarının canlı olarak yaşandığı öğretmen okullarında yetiştirmeyi prensip olarak ele almış bulunuyoruz.” ifadeleri enstitülere giden sürecin önemli kilometre taşı olmuştur. 1-3 Mayıs 1939 tarihleri arasında “Birinci Neşriyat Kongresi” yapılarak aydınlanma ve kültür devriminin temelleri güçlendirilmiş ve Mustafa Kemal 1940’lı yıllara taşınmıştı. 

Yücel, 1946-1961 arasında yazmaya, düşünmeye, düşüncelerini söylemeye devam eder. Yücel’in tüm uğraşı, kendi ifadesiyle “Türk devletinin dağlarında, bayırlarında hatta en ücra köşelerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız” ülküsü, köy çocuklarında eğitim hakkını öne çıkarmaya yönelik hümanist bir eylemdi. UNESCO 1997 yılını “Dünya Hasan-Âli Yücel Yılı” ilan ederek Yücel’in emeğini selamlamıştır.

 İsmail Hakkı Tonguç (1893 - 23 Haziran 1960) 

Bulgaristan-Tataratmaca köyü doğumlu İsmail Hakkı Tonguç 1909 yılında ilkokulu, 1913 yılında Silistre Rüştiyesi’ni tamamlar. Rüştiye sonrası yaşamı, eğitim hakkına kavuşmak için geçen zorlu bir arayıştır. Katır sırtında ulaşılan Kastamonu Öğretmen Okulu ve iki yıl sonra İstanbul Öğretmen Okulu öğrenciliği ardından 1918 yılında 20 arkadaşı ile birlikte Almanya’ya eğitime gönderilir. 1919 yılında Eskişehir Öğretmen Okulunda resim-el işleri ve beden eğitimi öğretmeni olarak göreve başlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde Eskişehir’de öğretmenlik yapar ve işgalin acılarını yaşayarak bilinç dünyasını şekillendirir. Tonguç, savaşın ağır koşullarında Anadolu köylüsünün eğitim hakkına kavuşturulması uğraşısını kendine iş edinir. 1921 yılında tekrar Almanya Karlsruhe Beden-Güzel Sanatlar Okulu ve Güzel Sanatlar Akademisinde eğitimine devam eder.

 1922 yılında Konya Lisesinde resim öğretmenliğine, 1926 yılında da bakanlıkta müze müdürlüğüne atanır. Tonguç, 1932 yılında Gazi Eğitim Enstitüsünde resim bölümünün kurucusu olur, 1934 yılında da bir yıl Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlü-ğüne ve daha sonra da 1935 yılında bakan Saffet Arıkan’ın önerisiyle İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atanır.

 Tonguç, aydınlanma düşüncesini temel alarak özgür yurttaşlardan oluşmuş demokratik bir toplum düzeninden yanaydı. Tonguç’un ifade ettiği “İnsanoğlunun kazanacağı en büyük zafer korkuları yenmesiyle elde edeceği zaferdir.” sözleri çağdaş eğitim yoluyla korkuların yenilmesi, aşılması hedefiydi. 

 İsmail Hakkı Tonguç’u Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’in önerisiyle geliştirilen “Eğitmen Kursları” projesinin başında görüyoruz. Bu projede nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşayan yoksul halk çocuklarını öğretmene ve okula kavuşturmak temel amaç olmuştur. Eğitmen Kursları, Köy Enstitülerine giden yolculukta çok önemli bir ön çalışmaydı. Tonguç 1938 yılında “Köyde Eğitim” ve 1939 yılında da “Canlandırılacak Köy” kitabını yayımlar. Bu iki kitapta Köy Enstitüsü modelinin temelleri vardır. 1940 yılında İlköğretim Genel Müdürlüğüne asaleten atanır. Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı olarak enstitü sürecine emeğini katar. 21 Eylül 1946 tarihinde İlköğretim Genel Müdürlüğünden ayrılır. 1953 yılında da emekliliğini ister. 1956 yılında Avrupa gezisine çıkar, 1958 yılında tedavi için tekrar Almanya’ya gider ve 23 Haziran 1960 tarihinde Ankara’da vefat eder.

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Eğitim İstatistikleri 

 1924 yılında, Öğretim Birliği Yasası’nın temellerini atan Maarif Vekili Vasıf Çınar’ın açıklamalarında Türkiye’nin 46.000 köyünden sadece 1.400’ünde ilkokul vardır (Tanyer, 2012). 

 1927 yılında, toplam ülke nüfusu 13.6 milyon ve okuma yazma bilenlerin oranı %8’dir.

1930’lu yılların ortalarında ülkenin nüfusu yaklaşık 16 milyondur, bu nüfusun %80’ini aşan kısmı köylerde yaşamaktadır. 1935 yılı nüfus sayımına göre şe-hir ve kasabalardaki nüfus 3,8 milyon, köylerde de 12,4 milyondur. Yine, nüfusun %80’e yakın bir kısmı okur-yazar değildir ve öğrenim çağında olan 1,8 milyon çocuğun yaklaşık %70’i okula gitmemekte ve bunların da %90’ı köylerde bulunmaktadır.

 1935 nüfus sayımı istatistiklerine göre Türkiye’de erkek nüfusun % 23,3’ü, kadınların % 8,2’si okuma yazma bilmektedir. Ayrıca nüfusu 10 binden az olan yerlerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 89,3;10 binden fazla olan yerlerde ise % 59,7’dir. Yine 1935 verilerine göre 40 bin köyden sadece 5400’ünde, üç yıllık ilkokul vardır (Altunya, 2018). 

 1940’lı yıllarda Türkiye’de yaklaşık 40 bin köy vardır ve 35 bin köyde hiç okul yoktur. Okul bulunan köylerdeki okulların pek çoğu ise, kent ve kasabalardaki beş sınıflı okulların aksine üç sınıflıdır (Gedikoğlu, 1971; Aydoğan, 1997).

 Eğitmen Kursları 

1936 yılında Çankaya Köşkü’nde Cumhuri-yetimizin kurucusu Mustafa Kemal başkanlığında Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un katıldığı bir toplantı yapılır. 40 bin köyün büyük çoğunluğunda öğretmen yoktur, köyler ortaçağ karanlığındadır ve Cumhuriyet henüz köylere ulaşamamakta, öğretmen gönderememektedir. Mustafa Kemal, köylerden askere gelen gençlere silah ve top kullanulmasının askerlik sürecinde başarı ile öğretilebildiğinin altını çizerek, askerliğini başarıyla yapan çavuş ve onbaşılara gerekli eğitim verilerek öğretmen eksikliğini gidermek şeklinde özetlenen düşüncesini ortaya koyar.

 Daha sonra İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un köylerde askerlikten terhis olmuş onbaşı ve çavuşlara yönelik yoğun araştırması ve gözlemleri gerçekleşir. Eğitmen Kursu’nun ilki Çifteler’de, sonraki Kızılçullu’da açılır. Eğitmen adayı gençlere yurt bilgisi, yurttaşlık bilgisi, temel hesap bilgisi ve okuma kültürü vermek amaçlanmıştır. Bunun dışında köyün ihtiyaçları doğrultusunda; marangozluk, demircilik, arıcılık, hayvan bakımı, bilimsel bilgiye dayalı tarımsal üretim, hijyen bilgisi, sağlıklı konutlarda yaşamanın önemi ve salgın hastalıklardan korunma yöntemleri öğretilmiştir. Denemenin başarısı Eğitmen Kurslarının yaygınlaşmasını sağlar. 11.06.1937 tarih ve 3238 sayılı Köy Eğitmenler Kanununun ilk maddesi “Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini gör-mek, ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir.” şeklindedir. Görüldüğü gibi sadece eğitim değil, köydeki modern tarım ve hayvancılığın gelişmesi de yasa maddesine girmiştir. Askerliğini başarıyla yapmış çavuş ve onbaşıların altı aylık kurslardan geçirilerek köylere gönderilmesi, köyün kendi çocuklarıyla içten canlandırılması projesidir. Bu projenin başarısı 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Yasası’nın hayata geçmesini sağlamıştır. Yaklaşık 8675 eğitmenin, köylerin öğretmensizliğinin giderilmesi sürecinde çok değerli katkıları olmuştur. Onlar eğitim tarihimizin sessiz kahramanlarıdır (Altunya, 2018).

 Köy Öğetmen Okulları 

Köy Öğretmen Okulları, Eğitmen Kursları deneyimi üzerinde şekillenen Köy Enstitülerine geçişin ara sürecidir. Öğretmen yetiştirmede Eğitmen Kursları deneyimi üzerine bir model arayışının ürünüdür. Bu amaçla Çifteler (1937), Kızılçullu (1937), Kepirtepe (1938) ve Gölköy’de (1939) Eğitmen Kurslarından daha uzun süre eğitim veren dört köy öğretmen okulu açılmıştır. 1937-1938 ders yılında Kızılçullu ve Çifteler’de Köy Öğretmen Okulu açılacağını bildiren ilk yazı 27.8.1937’de ilgililere duyurulur. Yazıda yapılacak öncelikli işler sıralanmaktadır. Bu okullarda 4. ve 5. sınıflardan bir ilkokul bölümü; ortaokul öğretim programının ekleneceği, tarım ve sanat derslerinin yapılacağı bir orta bölüm; kooperatifçilik ve köy katipliği öğretmenliği bölümleri olacaktır. Okula köy çocukları alınacaktır.

 Kızılçullu ve Çifteler Köy Öğretmen Okulları 30 Ekim 1937’de resmen açılır. Köy Öğretmen Okulları açılışta üç yıl sürelidir. Bu okullar 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri adını alırlar ve eğitim süresi 5 yıla çıkarılır.

 Köy Enstitüleri Kurulurken 

3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’de 278 oyla yasalaşır. 138 milletvekili oylamaya katılmaz. Yasanın birinci maddesi “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere tarım işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Milli Eğitim Bakanlığınca Köy Enstitüleri açılır.” şeklindeydi. Türkiye, Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte bize özgü yeni bir eğitim ve toplumsal kalkınma tasarımını hayata geçiriyordu. Köy Enstitüleri yasasının gerekçesinde “Türkiye’de büyük nüfus ekseriyetinin yaşamakta bulunduğu köylerimizde ilk tahsili süratle yaymak, aynı zamanda köylerimize köy zanaatlarını öğrenmiş unsurlar kazandırmak ihtiyacı, hükümeti mahiyeti aşağıda anlatılacak olan Köy Enstitülerini kurmak ve mezunlarını istihdam edebilmek üzere kanuni selahiyet talebine sevk etmektedir.” ifadeleri vardır. Anlaşılacağı gibi hedef canlandırılacak köy idi. Ülkenin her köşesinde eşitlikçi bir anlayışla 1940-1948 yılları arasında 21 Köy Enstitüsü kuruldu. Köy Enstitülerine, bize özgülüğünü ifade etmek için o bölgenin yerel isimleri verilmişti.

 Köy Enstitüleri Nerelerde ve Nasıl Kuruldu? 

Ülkenin her bir köşesine kurulan Köy Enstitüleri, çevrelerindeki iki veya üç ilden öğrenci alan toplumsal dönüşüm merkezleriydi. 1948 yılına kadar kurulan 21 Köy Enstitüsü alfabetik sırayla şöyleydi: Akçadağ-Malatya (1940), Akpınar-Ladik-Samsun (1940), Aksu-Antalya (1940), Arifiye-Sakarya (1940), Beşikdüzü-Trabzon (1940), Cılavuz-Kars (1940), Çifteler-Eskişehir (1937), Dicle-Diyarbakır (1944), Düziçi-Adana (1940), Ernis-Van (1948), Göl-Kastamonu (1939), Gönen-Isparta (1940), Hasanoğlan-Ankara (1941), İvriz-Konya (1941), Kepirtepe-Kırklareli (1939), Kızılçullu-İzmir (1937), Ortaklar-Aydın (1944), Pamukpınar- Sivas (1941), Pazarören-Kayseri (1940), Pulur-Erzurum (1942), Savaştepe-Balıkesir (1940).

Köy Enstitülerinin demiryolları kenarına ve daha çok da antik coğrafyaya yakın bölgelerde kurulmasına özen gösterilmiştir. Enstitüler için önce mimari proje yarışmaları açılmış, yaşam çadırlarda başlamış, enstitüler, öğrenciler, usta öğreticiler ve öğretmenlerin imecesiyle yapılandırılmıştır. Köy Enstitülü öğrenciler, dersliklerini, işliklerini, yemekhanelerini, yatakhanelerini kendileri yaparak dünya eğitim tarihine emekle imzalarını atmışlardır. Sadece kendi enstitülerinin değil, diğer enstitülerin yapım imecesine de onurla katılmışlardır. Dünya eğitim tarihinde ilk kez öğrencilerin bizzat dersliklerini, işliklerini, yemekhanelerini, kütüphanelerini inşa ettikleri eğitim kurumları, Köy Enstitüleri olmuştur.

 Köy Enstitüleri Sisteminin Önemi ve Özgünlüğü Nedir? 

Köy Enstitüleri pek çok özelliği ve kazanımıyla bize özgüdür ve özgün bir eğitim sistemidir. Köy Enstitülerinde eğitim ve öğretimin en temel ilkesi kuram-uygulama bütünlüğüdür. Enstitülerdeki iş eğitimi anlayışını kuramcı Tonguç “İş içinde, iş yoluyla, iş için eğitim” olarak tanımlıyordu. Bu, eğitimi iş ve üretim süreçleriyle birleştirme yaklaşımıydı. İş eğitimi süreçleri yaşanırken, enstitü öğrencilerinin kültür ve sanat donanımlarının sağlanması enstitü eğitim sisteminin belirgin özellikleriydi. İmece ile gerçekleşen yapım süreçleri; % 50 teorik dersler dışında % 50 uygulamalı eğitim sisteminin temel kazanımlarıydı. Enstitülerde eğitim- üretim ilişkisine verilen önem, enstitü yerleşkesinin çevreye ve doğaya uyumlu yapısı, özgün “laik, demokratik, bilimsel eğitim” doğası, planlı gelişim süreçleri, bulundukları yöreye ve ülkeye olan toplumsal katkıları gibi nitelikler ile alışılmış eğitim kurumlarından farklılaşan bir öneme sahipti.

 Yücel, uygulamalı eğitimin amaçlandığı ve bu nedenle enstitü adının verildiği, ülkenin gereksinimlerinden tasarlanmış işlevsel eğitim projesini TBMM kürsüsünde “Köy Enstitüleri ilkesi, bu pratik ilke tamamıyla bizimdir. Tak-lit değildir. Türkçe buluştur. Benzersizdir. Çünkü millet sevgisi gibi bir kaynaktan ilhamını almıştır. Pedagoji kitapları yazmaz, klasik pedagoji bilmez.”ifadeleriyle tanıtır (Başaran, 2011). Köy Enstitülerinin amacı, sadece köylülere okuma-yazma öğretmek, teknolojik yenilikleri köylere sokmak ve modern tarım ve hayvancılık yapılmasını sağlamak olmamıştır. Yaz kış açık olan bu kurumlarda eğitimin temel özellikleri, beş duyuya yönelik, yaparak yaşayarak öğrenme, imeceye ve üretime dayalı, kültür ve meslek dersleriyle birlikte, müzik, spor ve halk oyunlarının da bulunduğu özgün bir eğitim modeli olmasıydı. Enstitüler tüm yıl açık olan eğitim kurumlarıdır. Yaz aylarında öğrencilerin nöbetleşe izne çıkmaları sağlanarak enstitünün sürekli açık kalması sağlanmıştır. Yaz aylarında, enstitüde yoğun bir şekilde tarım, sağlık, atölye ve inşaat çalışmaları devam etmiştir. 

 Eğitim müfredatı, kültür dersleri, ziraat dersleri ve uygulamaları ile teknik dersler ve uygulamaları olmak üzere üç başlık altında toplanmaktadır. Kültür dersleri; Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, tabiat ve okul sağlık bilgisi, el yazısı, resim-iş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, askerlik, ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi (toplumbilim, iş eğitimi, çocuk ve iş ruhbilimi, iş eğitimi tarihi, öğretim metodu ve tatbikat), zirai işletmeler ekonomisi ve kooperatifçilik derslerinden oluşmaktadır. Ziraat dersleri ve uygulamaları; tarla ziraati, bahçe ziraati, fidancılık, meyvecilik ve sebzecilik bilgisi, sanayi bitkileri ziraatı, zooteknik, kümes hayvanları bilgisi, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık ve su ürünleri bilgisi ve ziraat sanatlarını içermektedir. Teknik dersler ve uygulamaları ise; köy demirciliği (nalbantlık, motorculuk), köy dülgerliği (marangozluk), köy yapıcılığı (tuğlacılık ve kiremitçilik, taşçılık, kireççilik, duvarcılık ve sıvacılık, betonculuk), ayakkabı yapımı, terzilik ve kızlar için ev ve el sanatlarını (biçki-dikiş, nakış, örücülük ve dokumacılık) kapsamaktadır (Türkoğlu, 2000).

 Köyden gelen yoksul halk çocuklarının iş içinde, yaparak, yaşayarak öğrenme süreciyle, demokratik sanat eğitimiyle tüm boyutlarıyla gelişimini ve değişimini hedeflemiş ve başarmıştır. İşliklerde temel teknik beceriler kazanan, tarım alanlarında üretimin içinde olan, kitap okuma tartışma saatlerinde tartışarak eleştirel düşünce iklimini üreten, cumartesi toplantılarında hayatı sorgulayan, halk oyunları ve sanatsal etkinliklerle duyuşsal olarak çoğalan ve köyden gelen öğrencilerin kendilerini yeniden ürettikleri bir eğitim sistemidir enstitüler. Köy Enstitüleri, eğitim hakkıdır, yoksul köy çocukları ve kız öğrenciler için “pozitif ayrımcı” bir eğitim sistemidir. Köy Enstitüleri eğitim sistemi, öğrenmeyi hayatın gerçek problemleri üzerinden gerçekleştirerek beceriyi üretime dönüştüren çok boyutlu bütünsel bir eğitimin adıdır. Enstitüler, öğrencilerin yaparak, yaşayarak, üreterek öğrendikleri bilgilerle deneysel pedagojiyi hayata geçirirken, doğayı iş ve emekle dönüştüren ve bu süreçte kendilerinin de dönüştüğü eğitim kurumlarıydı. Enstitülerdeki eğitim dizgesi öğrencilerde yarattığı “özgüven, özgürleşme ve toplum-sallaşma” süreçleriyle işlevselliğini hayata geçirdi. Özgürleşme, enstitü eğitiminin temel hedefiydi ve bunu da başardılar... 

 İsmail Hakkı Tonguç ve Köy Enstitüleri

 İsmail Hakkı Tonguç, Milli Eğitim Bakanlığı bürokrasisinde emek, başarı ve birikimiyle İlköğretim Genel Müdürlüğüne gelmiş, bir sanatçı bakışıyla Eğitmen Kursları, Köy Öğretmen Okulu ve Köy Enstitülerinin tasarımını yapmış bir eğitimcidir. Köy Enstitüleri sürecini bu birikim ile yönetmiştir. Tonguç’un dünya pedagoji literatürünü çok iyi irdelemesi, çağın düşünce akımlarını ve Mustafa Kemal’i çok iyi anlaması başarısının temel dinamiğidir. İsmail Hakkı Tonguç, 1940’lı yıllarda enstitü müdürlerine gönderdiği mektuplarla enstitü eğitiminin tüm temel özelliklerini ortaya koymuştur (Tonguç, 1976).

 Tonguç, enstitülere giden süreçte ülkedeki yoksulluğu ve yoksunluğu, yaşanan ortaçağ koşullarını değerlendirerek “İlköğretim meselesinde sıra, yoksul ve top-lumun en ağır yükünü taşıyan halkın çocuklarını okula kavuşturmaya gelmiştir. Bunun icap ettireceği her türlü fedakarlığı göze almaya mecburuz.” sözleriyle enstitülerin önceliğini ifade eder. Toplumun en yoksullarını eğitimle buluşturmak, onların yaşamlarını eğitimle değiştirmek günümüzde de barış, adalet kültürü anlamında önemini koruyan bir anlayıştır. İsmail Hakkı Tonguç, eğitim için; “Eğitim çocukları yaşamdan söküp duvarlar arasında yetiştirme yerine, gerçek yaşamın içinde, yetişkinlik yetki ve sorumluluklarıyla, gerçek yaşamın işlerini öğretim aracı olarak kullanarak, iş aracılığı ile iş için, meslek için yetiştirmek gerekir.” diyordu (Tonguç, 1998). Köy Enstitüleri bize özgü iş okullarıydı, çok boyutlu doğasıyla da doğuştan gelen yetenekleri öne çıkaran, insanlaştıran, dönüştüren, el-beyin ilişkisini kuran ve üretim yapan eğitim kurumlarıydı. Tonguç’un enstitü müdürlerine yazdığı mektuptaki, “Enstitülerde bisik-let, motosiklet kullanma işini, bir müzik aracı çalmayı, şarkı söylemeyi, milli oyunlar oynamayı herkes öğrenmelidir. Tüm zorluklarına karşın kız-erkek yaşamın çeşitli işlerine, eğlencesine, acılarına ortaklaşa katılmalıdır. Bayağı olan her şeyden korunmak, kaçınmak koşuluyla, kız-erkek yaşamı tümüyle yaşamalıdır.” sözlerinden anlaşılacağı gibi öğrencilerin çok boyutlu yetiştirilmesi enstitü eğitiminin temel amacıydı. Bu yaklaşım, günümüzde de rehber alacağımız çağdaş bir eğitim anlayışıydı.

 Tonguç nasıl bir enstitü eğitimi? sorusuna da enstitülerde uygulanacak eğitim sistemi için söylediği, “Köy Enstitüleri pedagoji alemine yeni değerler katan, çocuğu modern pedagojinin ilkelerine uyarak eğiten, haklarına kavuşturarak ona çocukluk ve gençlik çağının özelliklerine göre yaşamayı sağlayan; onu etkin duruma sokan ve bu bakımdan pedagojinin gelişmesine hizmet eden kurumlardır... Türk çocuğunun yaratıcı kudreti meydana çıkarılmış, gelenekçi okulun çocukları ezen, yıpratan sakat usulleri yerine yeni metotlar geliştirilmiştir.” sözleriyle yanıtlar. Çocuğun doğuştan getirdiği yetilerini ve yaratıcı kudretini ortaya çıkarmak çağdaş eğitimin en önemli gündemidir. Köy Enstitüleri eğitim ve demokrasi gibi iki evrensel kavramı buluşturan kurumlardır. Tonguç’un enstitü müdürlerine yazdığı mektupta demokratik eğitim arayışı “Köy Enstitülerinin iç yapılarında öğrencilerin kendilerini idare etmeleri ilkesine dayanan bir gelişim sağlanacaktır. Onun için bu kurumları her türlü şahsi ve keyfi idare tarzından kurtarmak enstitüde vazife gören bütün öğretmenlerin başlıca amaçları olmalıdır...” ifadeleriyle karşımıza çıkar (Tonguç, 1976).

 Köy Enstitüleri ortaöğretim sisteminde ilk yatılı karma eğitim yapan kurumlardı. Tonguç karma eğitimi evrensel pedagojinin gereği olarak içselleştirmiş bir eğitimcidir. “...Kurumlarımızdaki kız öğrenci işi pek çok emeğimizi harcamamız gereken çok ciddi, önemli bir davadır. Kızları bir yana, erkekleri bir yana ayırarak kurumu kafes haline getirmek asla doğru değildir.” ifadeleriyle de karma eğitime verilmesi gereken öneme vurgu yapar (Tonguç, 1976). Tonguç’un müdürlere yazdığı bir başka mektupta “Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun, öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır.” ifadeleriyle de enstitülerdeki kitap okuma ve tartışma saatlerinin önemine işaret eder. Yine bir mektubunda “Çirkin olan her şey enstitülerde asla yer bulmamalıdır.” veHer tür müzik faaliyeti müessesenin her tarafında serbest olmalıdır.” diyerek enstitülerdeki estetik ve sanat eğitimine verdiği önemi dile getirir (Tonguç, 1976). 1952 yılında Tonguç Dünya Pedagoji Ansiklopedisinde Köy Enstitüleri kuruluş sürecindeki emeği nedeniyle onurla yer almıştır. 

Köy Enstitüleri eğitim tarihimizde bilimsel düşünmeyi hayata geçiren eğitim kurumlarıdır. Köy Enstitülerinin kuramcısı, uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç, “Bilgilerimizin kaynağı doğadır. İnsan elini ve beynini kullanarak doğadan edindiği ve ürettiği bilgileri bilimsel bilgiye dönüştürür.Köy Enstitülerinde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır. Onların kültürleri cila şeklinde ezberlenerek benimsenmiş bilgi değil, iş içinde iş aracılığıyla öğrenilen gerçek ve öz bilgidir.” diyerek eğitimdeki akıl ve bilimin ağırlığını ve eğitimin özgünlüğünü ifade ediyordu. Eğitimde ülkemiz çocuklarının bilimsel bilgiye ulaşmalarını, onların eleştirel düşünebil-me yetilerini kazanmalarını sağlamak temel amaç olmalıdır. Unutulmamalıdır ki ezberci eğitim, çocukların doğuştan getirdikleri güzelliklerin, zenginliklerin yok edilmesi demektir. Ezberci eğitim, çocuk potansiyelinin, yaratıcılığının engellenmesi, köreltilmesi demektir. Köy Enstitüsü öğrencileri sadece derslerde, akademik bağlamda değil, tarımda, dokumada, enstitü santrallerinin yapımında bilimin ve bilimsel düşünmenin çıkarımlarını hayata geçirmişler, mezuniyetlerinde de bunları halka yansıtmışlardır.

 Köy Enstitüleri Eğitim Sisteminin Kazanımları 

“İnsan olarak yaşayabilmek için hava, su gibi doğal koşullar arasında eğitim, öğretim ve kültür de bulunacaktır.” Hasan-Âli YÜCEL

 “Eğitim için çocukları yaşamdan söküp duvarlar arasında yetiştirme yerine, gerçek yaşamın içinde, yetişkinlik yetki ve sorumluluklarıyla, gerçek yaşamın işlerini öğretim aracı olarak kullanarak, iş aracılığı ile iş için, meslek için yetiştirmek gerek...” İsmail Hakkı TONGUÇ

 Köy Enstitüleri ve Demokratik Eğitim

 Köy Enstitüleri 1940’lı yıllarda “eğitim ve demokrasi” gibi iki evrensel değeri yan yana getiren, enstitü yaşamıyla ilgili tüm süreçlerin sorgulandığı eğitim kurumlarıydı. Öğrenciler eğitimin en önemli öznesiydi. Enstitülerde hafta sonu yapılan cumartesi toplantıları tüm okulda eğitim süreçlerinin tartışıldığı, öğretmenlerin, müdürlerin eleştirilebildiği beraberliklerdi. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde tüm kurullarda öğrenci temsilcileri işlevsel olarak yer alarak demokratik eğitime çok değerli katkılarda bulunmuşlardır. Aksu Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen, yazar Pakize Türkoğlu bu süreci “...Öğrencilerin yönetime ve işe katılması bu sistemi klasik tutucu eğitimden ayıran temel ilkelerden biri, en önemlisiydi.” ifadeleriyle tanımlar (Türkoğlu, 2015)

 Enstitülerde demokratik eğitim süreçlerinden geçen, gelişen ve değişen öğrenciler daha sonraki yıllarda öğretmenlik yaşamlarında özlük haklarını korumak ve geliştirmek amacıyla önceKöy Öğretmen Derneklerini, daha sonra “Türkiye Öğretmenler Milli Federasyonu”nu ve bu dernekleri birleştirerek 1965 yılında da “Türkiye Öğretmenler Sendikası”nı kurmuşlardır. Enstitülerde demokratik eğitim süreçlerinden geçen köy çocukları, demokratik öğretmen hareketinde, ko-operatifçiliğin, modern tarım ve hayvancılığın Anadolu topraklarında gelişimine de öncü olmuşlardır.

 Köy Enstitüleri ve Kitap Okuma ve Tartışma Saatleri 

Köy Enstitüleri özgün kazanımlara imza atan eğitim kurumlarıdır. Enstitülerdeki kitap okuma ve tartışma saatleri sistemin çok önemli kazanımıdır. Hasan-Âli Yücel döneminde kurulan Tercüme Bürosu’nun yayımladığı Doğu ve Batı klasiklerini en çok okunduğu eğitim kurumları Köy Enstitüleri olmuştur. Öğrencilerin yılda ortalama 25 kitap okuduğunu ve her öğrenciye bir okuma karnesi verildiğini yapılan söyleşilerden öğreniyoruz. Enstitüler, zengin kütüphanesi ve çok boyutlu kültürel etkinliklerle öğrencilerin değişim ve dönüşümünde çok önemli katkılar sağlamıştır. Öğrencilerin yazdıkları kitap özetleri enstitü dergilerinde yayınlanarak okuma ve yazma eylemleri geliştirilmiştir. Köy Enstitüleri, ülkenin sanat ve kültür dünyasına ışık olmuş eğitim kurumlarıdır. Enstitü çıkışlı öğrenciler, edindikleri özgün eğitim sistemi kazanımlarıyla yazında, müzikte, resimde, heykelde özgün çalışmalara imza atmışlardır. Köy gerçekliğini edebiyata ve sanata taşıyarak, edebiyatı halklaştırmışlardır. Çoğunun, yazdığı kitap, makale, öykü ve şiirleri vardır. Köy Enstitüleri, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Dursun Akçam, Osman Bolulu, Osman Şahin, Adnan Binyazar, Ümit Kaftancıoğlu ve pek çok köy çocuğunun sanatla, kültürle, edebiyatla buluşmasına imza atmıştır. Enstitülü yazarlar köy gerçekliğini romanlarına, öykülerine taşıyarak Anadolu gerçeği ile toplumun yüzleşmesini sağlamışlardır.

Köy Enstitüleri ve İş Okulu 

Köy Enstitülerinin kuramcısı İsmail Hakkı Tonguç “Uygulanmayan bilgi boş ve gereksiz bilgidir. Bir şeyi yapabiliyorsak, aynı zamanda biliyoruz demektir.” diyerek enstitülerdeki iş eğitimini özetliyor (Küçükcan, 2018). Eğitim süreçleriyle öğrencilerin tüm boyutlarda gelişmesini sağlayan, işlevsel, nitelikli eğitimin hayata geçtiği, “Bilmek yapabilmektir, Biz Yaparız, Biz Başarırız, Biz Üretiriz” ifadeleriyle somutlaşan özgüven destanıdır. İş eğitimi öğrenilen bilginin işe, emeğe, üretime ve toplumsal faydaya dönüşmesiydi. Enstitü eğitimi uygulamalı bir eğitimdi ve eğitim yaşamının büyük bir kısmı tarım alanlarında, atölyelerde, işliklerde gerçekleşiyordu. 

 İş eğitiminde, toplumsal fayda ve beyin–el ilişkisi öncelikliydi. Her süreç bu amaca göre yapılandırılıyordu. Tatile çıkan öğrencilerin enstitü ile ilgili sorumlulukları vardı. Öğrencilerden tatil dönüşünde köylerinden topladıkları bitki türleri örneklerini, el zanaatı işlerini, halk türkülerini enstitüye taşımaları beklenirdi. Bunun yanı sıra köylerinde bilgi toplamaları, araştırma yapmaları ve enstitüyü köylerinde temsil etmeleri de istenirdi. Bu anlamda öğrencilerin kullandığı tatil süresi de eğitimin bir parçasıydı. 

Köy Enstitülü öğrenciler ziraat alanlarında, işliklerde üretirken öğrenme sürecini yaşamışlar ve bu sürecin ürettiği özgüven ile kişilik kazanmışlardır. Pek çok enstitünün elektrik santralini öğrenciler kurmuştur. Enstitüde tükettikleri gıda malzemelerini, sabunlarını, zeytinyağlarını kendileri üretmişler, tuğla dökmüşler, arıcılık, dokumacılık, hayvan bakımı yaparak, teknoloji ile barışık eğitim almışlar, kayak eğitimi, fotoğraf makinesini parçalara ayırma-takma ve fotoğraf çekme, motosiklet, bisiklet, dikiş makinası ve her tür aracı kullanma becerisi kazanmışlardır.

 Köy Enstitüleri ve Sanat Eğitimi

 Çok boyutlu eğitim dizgesiyle özgünleşen Köy Enstitülerinde uygulamanın en önemli dayanaklarından birisi kuşkusuz sanat eğitimidir. Köy Enstitüleri demokratik sanat eğitiminin hayata geçtiği özgün eğitim kurumlarıydı. İş ve düşünce etkinlikleri sanatla beslenmedikçe eğitimin çağdaş niteliğine kavuşması olası değildir.

 Enstitülerde sanat eğitiminde özgür okuma saatleri, enstitünün her yanında serbest bırakılan müzik eğitimi, doğada, sınıfta yapılan resim dersleri, ören yerlerine yapılan rehberli geziler, hafta sonu yapılan ve kültür şölenine dönüşen sınıf geceleri, enstitü dergileri ve pek çok etkinlik enstitülerdeki sanat eğitiminin önemli bileşenleriydi (Küçükcan, 2018). 

Tonguç, enstitü müdürlerine yazdığı mektupta; “Her enstitüde başta radyo olmak üzere gramafon, mandolin, davul, zurna, kaval gibi müzik aletlerinin bulunması şarttır.” ifadeleriyle müziksel etkinliklerin önemine işaret ediyordu (Tonguç, 1998). 17 Nisan 1940’ta uygulamaya giren Köy Enstitüleri sistemi, sanat eğitimi kapsamında müzik eğitiminde ilkleri uygulamaya katması bakımından önemli bir ayrıcalık taşımaktadır. Bu bağlamda Köy Enstitülerinin kurucuları Hasan-Âli Yücel, diğer niteliklerinin yanı sıra bestekâr kimliği, İsmail Hakkı Tonguç iş, yaratıcı iş, meslek eğitimi ve sanat eğitimi anlayışları ile bugün bile bizlere yol göstermeye devam etmektedirler.

 Enstitülerde yaşanan ve yorumlanan müzik, halk danslarıyla, tiyatroyla ve diğer snat dallarıyla bir bütün olarak yakın çevreye sunulmuş ve köyün kültürel olarak canlandırılmasında katkıda bulunulmuştur. Müzik eğitimi ve öğretimi günlük yaşayıştan kopuk değil, enstitü içinde ve dışında kullanılabilir bir şekilde verilmiştir. Öğrenilen dağarcık, öğrencilerin iş motivasyonunu arttırmada en büyük araç olarak kullanılmıştır. Öğrenciler her iş ve etkinliklerinde enstitüleri simgeleyen Ziraat Marşı, Yenice Yolları, Sis Dağı gibi marş ve türküleri müziksel bir kimlik simgesi olarak görmüşlerdir (Kocabaş, 2013).  

Tiyatro, Köy Enstitülerinde çok önem verilen sanat dallarından biriydi. Tiyatro ya da sahne sanatları, enstitülerden önce Eğitmen Kursları’nda da yer almıştı. Köylerinden gelmiş 30- 35 yaşlarındaki eğitmen adayları hafta sonu eğlencelerinde köylerindeki seyirlik oyunları kursa taşımışlardı. Köy Enstitülerinde cumartesi eğlencelerinde okul piyesleri, köy seyirlik oyunları, canlandırmalar ve tiyatro eserleri yer alırdı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü güzel sanatlar kolunda Mahir Canova, Cüneyt Gökçer, Ulvi Uraz, Saim Alpago gibi tiyatro ustalarının görev aldıklarını ve tiyatro tarihi, diksiyon, sahne dekoru, kostüm, aksesuar başlıklı dersler yapıldığını ve öğrencilerin sık sık Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarını izlemeye gittiklerini değişik kaynaklardan görebiliyoruz (Alper, 2003).

 Köy Enstitülerinde resim dersleri doğada, resim salonlarında öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirme anlamında işlevsel bir öneme sahip olmuştur. Enstitülü öğrenciler izinlerinde köyleriyle ilgili resimler yaparak bunları enstitülerinde sergilemişlerdir. Köy Enstitülerinde çok sayıda enstitülü ressam yetişmiştir. Günümüzde çağdaş eğitim arayışlarında temel anlayış, bireyin özgürleşmesi ve yaratıcılığının geliştirilmesi çabasıdır. Bu anlamda Köy Enstitüleri birer özgürleşme kurumlarıdır (Kocabaş, 2018).

 Köy Enstitüleri ve Halk Kültürü 

Köy Enstitülerinin kuramcısı, uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç “Yüzlerce öğrenci enstitü sınırları içinde çalışmaya başlayınca bir taraftan kazma sesleri, bir taraftan motor uğultusu, müzik dersliğinden mandolin sesi duyulur; hareket, canlılık, neşe, kahkaha her tarafı sarardı. İşlere saldıranların karşısında zorluklar yok olur; hamle kuvveti tembelliği, uyuşukluğu ortadan kaldırır, bunların yerine eser yaratma zevki geçerdi.” ifadeleriyle enstitü yaşamının dinamizmini bize aktarır. 

Köy Enstitüleri programlarında beden eğitimi dersi “ulusal oyunlar, jimnastik ve spor” olarak tanımlanmıştı. Gazeteci Ahmet Emin Yalman, 1940’lı yıllarda gerçekleştirdiği Çifteler Köy Enstitüsü ziyareti sonrasında “...Öğrencilerin yüzlercesi birden akordeon, davul vb. çalgılar eşliğinde halk oyunlarına duruyorlar. Oyunu yöneten öğrencinin müziğin ritmine uyarak ‘Kollar!...Hoppa!...Çapraz’ gibi yönlendirici sözlerle arkadaşlarını harekete geçirip kıvraklaştırması sırasında gençlerin bedensel ve duygusal davranışlarıyla müzik arasındaki coşkulu alışveriş gözlerimi yaşarttı, bir kültür denizinde yüzdüğümü duyumsadım.” diyerek gözlemlerini aktarır.  

Hasan Çakı Efe, Bergama Kozak köyünden, yetenekli, zeybek oyunlarını çok iyi oynayan ve bunları önceleri Bergama kermeslerinde büyük bir beğeni ile sergileyen yerel bir halk oyuncusudur. Bergama Halkevinde milli oyunlar öğretmeni olan Çakı Efe’nin Bergama Kermeslerindeki performansı, Kızılçullu Köy Ensti-tüsü yöneticileri tarafından hemen değerlendirilir ve “Usta Öğretici” olarak enstitüye alınır.

 Usta öğreticilik, o dönemlerde mesleğinde yetkin olan yurttaşların enstitülerde istihdam edildiği kadrolardı ve bir enstitü kazanımıydı. Hasan Çakı Efe, 28 farklı halk oyununu enstitülere taşımıştır. Köy Enstitülerindeki halk oyunları duyarlılığı 1954-1974 yılları arasında ilköğretmen okullarında da aynı heyecan ile sürmüştür. 

Köy Enstitüleri kültür okullarıydı. Öğrencilerin gelişimi için o dönemlerde radyodan da yararlanılmıştır. Muzaffer Sarısözen o yıllarda Ankara Radyosu’nda “Bir Türkü Öğreniyorum” adıyla program yapmaktadır. Tüm Köy Enstitüleri, bu radyo programını değerlendirerek Sarısözen’in radyoda aktardığı türkülerin enstitülü öğrenciler tarafından öğrenilmesini sağlamışlardı. Müzik öğretmeni sayısının sınırlı olduğu bir dönemde Sarısözen Hoca’nın programı önemli bir işlev görmüştür. 

 Köy Enstitüleri ve Zanaat Eğitimi 

Köy Enstitüleri eğitim dizgesinde zanaat derslerine Tablo 2.1 ve Tablo 2.2’de görüldüğü gibi temel kollar erkekler için “Yapıcılık, Demircilik ve Marangoz-luk”, kızlar içinse “Biçki-Dikiş, Örgücülük-Dokumacılık ve Ziraat Sanatları”idi. Yani öğrenciler pedagoji eğitimi alırken aynı zamanda bir dalda meslek sahibi oluyorlardı. Bu ders ve çalışmaların amacı programda şöyle ifade ediliyor: Öğrenciyi seçtiği zanaatı ve işi, iş yaşamı içinde ve işin yöntemini kullanarak yapabilecek duruma getirme disiplini ve töresini kazandırmak, bu yetkinliği kazanan öğrenciye teknolojideki değişiklikleri sürekli izleme alışkanlığı vermek ve enstitüde edindiği zanaatı, gittiği çevrenin özelliklerine, gereksinmelerine uygun olarak kullanarak halkın yararına sunmak. 

Köy Enstitülü öğretmenler, köylere atandıklarında diplomalarıyla beraber köylülerin teknolojik meraklarını geliştirecek tarım ve zanaat aletlerini de köye götürmüşlerdir. Köy Enstitülü öğretmenler enstitüde kazandıkları bu becerileri, değişik nedenlerle meslekten ayrıldıklarında veya emekli olduklarında yaşamlarında uygulamaya katmışlardır. Erkek öğretmenler, köylere demircilik, marangozluk ve yapıcılığı, kadın öğretmenler de ev sanatları, biçki dikiş, çocuk bakımı, hijyen konusunda köylerde örnek çalışmalar yapmışlardır. 1944 yılında başlayan bir uygulamayla enstitü mezun ettiği öğrencilerine enstitüdeki zanaat koluna uygun üretim araçları yanında ayrıca at, inek ve köyde 5-10 dönümlük arazi vermiştir. Ancak 1947 yılında ülkedeki siyasal iklim değişikliğiyle tüm araçlar ve hayvanlar enstitülü öğretmenlerden geri alınır. Köy Enstitülü yazar Fakir Baykurt enstitülerde verilen zanaat eğitimini, “Cumhuriyetten önce Anadolu’da Ermeniler, Rumlar vardı. Köylüye yarayışlı zanaatları bunlar yapıyor. Türkler ise sanatla, teknikle uğraşmıyorlar daha çok çobanlık ve çiftçilik yapıyorlar. Cumhuriyetten sonra köylülerin bu el işlemezliğini, sanat bilmezliğini hemen gidermek gerekiyor. Enstitüler bu görevi de üstleniyor.” şeklinde yorumluyordu (Baykurt, 2016). 

Enstitü programlarında nalbantlık, motorculuk, kireççilik, tuğla ve kerpiç dökme, taş yontma, sıva ve harç karma gibi ders ve konular da vardı. Programın temel amacı ortaçağı yaşayan köylerin o yıllardaki gereksinimlerini karşılamaktı. Tonguç, yaşamın tüm işlerinin okula girmesinden, eğitim yoluyla öğretilmesinden yanaydı. Ülkenin büyük kesimlerinde elektrik yok iken dağ başlarındaki Köy Enstitülerinde elektrik santralleri kurularak çevrenin aydınlatılması enstitülerdeki zanaat derslerinin ürünüydü. Akademik eğitim ve zanaat eğitimi iç içe birbirlerini tamamlıyordu. 

 Köy Enstitüleri ve Tarım Dersleri 

“Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine/Milletin her kazancı milletin kesesine/ Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine/Toprakla savaş için ziraat cephesine/ Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz/ Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz”Yukarıdaki dizeler Köy Enstitülerinde söylenen ve bir özgüven destanı olan Ziraat Marşı’nın ilk kıtasının dizeleri. Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı bu dizeleri Ahmet Adnan Saygun bestelemiştir. Bu marşı her dinlediğimizde enstitü eğitiminin “Biz yaparız, Biz başarırız, Biz üretiriz” anlamındaki kararlılığı oluşur beyinlerde. Amaç öğrencilere üretmeyi öğretmek, verimsiz toprakları verimli hale dönüştürmek, modern tarım anlayışını köylere götürmek ve köylerdeki geleneksel tarım tekniğini aşmaktır.  

17 Nisan 1940’ta TBMM’de 3803 sayılı yasa görüşülürken Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel “Biz Köy Enstitülerini sadece içerisinde nazari tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli bir takım faaliyetlerde bulunduğu için okul adıyla anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi uygun gördük.” diyerek uygula-malı eğitime işaret ediyordu ve bu kurumların adına niçin enstitü dediklerini açıklıyordu (Sallan Gül, 2013). Köy Enstitülerinin kuramcısı, uygulayıcısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç hedeflenen uygulamalı eğitimi, “Tabiatın içinde, tarla ve bahçeler arasında açılan bu kurumlarda, biyolojinin derslikte karatahta başında okutulması artık gülünç olurdu. Tıpkı bunun gibi ekilip biçilen, çadır hayatından başlanarak yeni yapılar kurulan, hayvan beslenen bu kurumda fizik, kimya, aritmetik ve geometri derslerini bu olaylarla bağlılık yaratılmadan okutmaya çalışmak büsbütün gülünç olurdu.” ifadeleriyle enstitü eğitiminin hedeflerini ve izlenecek yöntemi açıklıyordu (Türkoğlu, 2000). 

 Her enstitünün 1000 ila 7000 dönüm arazisi vardı. Buraları genellikle önceden el değmemiş, verimsiz, terk edilmiş topraklardı. Aklın, bilimin, tekniğin olanaklarıyla buraları işleyerek, üzerinde hem eğitim hem de üretim yapıldı. Üretilen ürünleri enstitülü öğrenciler tüketti. Enstitüler bu anlamda kamu olanaklarından çok kendi ürettikleriyle kendilerine yeten eğitim kurumlarıydı. 1937-1946 arasında 21 Köy Enstitüsünde öğretmen, öğrenci, usta öğreticiler ve değişik enstitülerdeki öğrencilerin imecesiyle 723 bina yapılmıştır (Tekben, 2005)

 Köy Enstitülerinde haftalık ders dağılımı Tablo 2.3’te gibi gösterilmiştir. Beş yıllık eğitim süresinde 114 hafta kültür derslerine, 58 hafta tarım derslerine, 58 hafta da teknik derslere ayrılmıştı. 58 haftalık tarım dersleri genellikle hava koşullarına göre uygulamalı olurdu. Tüm bu dönütler, hedeflenen amaçların nasıl yerine getirildiğinin somut kanıtlarıdır. Enstitülerin kuruluş amacı gerçekleşmiştir. 

İzmir-Kızılçullu Köy Enstitüsünün Karabağlar’da “Emrez” ve şimdiki adı Gediz olan bölgede “Kozağaç” çiftliği vardı (Başer, 2019). Kızılçullu Köy Enstitüsü sağlık kolu çıkışlı Fahri Başer, Emrez’deki çiftlikte geniş bir alana yayılan zeytinliğe öğrencilerin gruplar halinde giderek zeytinlerin toplandığını, enstitüdeki yağhaneye getirildiğini ve üretilen yağın döner sermaye kanalıyla enstitü yemekhanesinde tüketildiğini belirtmiş ve “Kozaağaç’taki çiftlikte ise üzüm bağları ve sebze üretimi yapılırdı. Üzüm bağlarının her tür belleme ve bakımıöğrenciler tarafından yapılır, bazen de bağlara göztaşı da verilirdi.” ifadeleriyle Kızılçullu Köy Enstitüsündeki tarım eğitimini bize aktarmıştır. Başer’in anlatılarından toplanan üzümlerin bir kısmının enstitüde tüketilirken, bir kısmının da şaraphanede işlendiğini öğreniyoruz. Diğer enstitülerde olduğu gibi Kızılçullu’da tavuk ve hindi üretiminin de yapıldığını, enstitü eğitiminin amacının öğrenciyi üretici kılmak olduğu gerçeği ve havanın yağışlı olmadığı koşullarda bu derslerin tarım alanlarında uygulamalı olarak yapıldığını anlamaktayız

 Köy Enstitüleri ve Kooperatifçilik 

“4272 sayılı yasanın 62. maddesine göre Köy Enstitülerinde ve köy okullarındaki öğretmen, eğitmen ve öğrencilerin ve köy halkının gereksinmelerini göz önünde tutarak, ana statüsü Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan ve bakanlığın gözetimi altında işletilen birer Köy Enstitüsü ya da Köy Okulu “Tüketim” ya da “Üretim” kooperatifi kurulabilir.” İsmail Hakkı Tonguç’un hazırladığı “Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü” yapıtında enstitülerde kooperatif kurulması bu şekilde yer alıyor. Köy Enstitüleri eğitim tarihinde ilkleri yaratan eğitim kurumlarıydı. Kooperatifçilik dersi ilk kez enstitülerde eğitim dizgesine girmişti ve her enstitüde koşullara uygun kooperatif kurulmuştu. Temel amaç, kooperatifçilik kültürünün öğrenciler tarafından içselleştirilmesi, köylünün ürettiği ürünlerin gerçek değerinde piyasaya sürülmesi, üreticilerin örgütlenmesini sağlamak ve böylece demokratik kültürün yeşermesine yönelik beklenti ve umut-lardı. Birçok enstitüde kooperatiflere köylüler de ortak edilmiş, enstitüde üretilen ürünlerin köylüye ulaşması da sağlanmış, bu sayede enstitülerin yakın çevresiyle ilişkilerinin geliştirilmesi amaçlanmıştır.

 Enstitü kooperatifleri sağladıkları ekonomik yarar dışında halkla bütünleşmenin bir aracı olarak da tasarlanmıştı. Bazı enstitülerde farklı uygulamalar olmasına karşın Köy Enstitüleri eğitim dizgesinde haftada bir saat kooperatifçilik dersi yer alıyordu. Son sınıfta ise “Ziraat İşletme Ekonomisi” dersi veriliyordu. Bu dersi daha çok Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü “Ziraat İşletme Ekonomisi” kolu çıkışlı öğretmenlerin vermesi amaçlanmıştı. Tüm enstitülerde kooperatifler kurul-muştu. Buralarda öğrenciler uygulama yapabiliyor ve sonuçta öğrencilerde imece kültürü, karşılıklı görev ve dayanışma ruhunun gelişmesi sağlanıyordu. Kooperatif yönetiminde öğretmen, öğrenci ve halk üçlüsünün temsil edildiği bu kooperatifler öğrencilere, çevre halkına ve öğretmenlere hizmette bulunuyordu. Kooperatifler, bir yandan enstitü bölgesindeki okulların araç gereç gereksinimlerini, öte yandan, köylünün tek başına edinemeyeceği kimi temel maddeleri ve tarım araçlarını ucuza sağlıyor ve köylünün ürünlerinin pazarlanmasına katkı veriyorlardı. 

 Akçadağ Köy Enstitüsü kooperatifi için hazırlanan afişte köylünün, okulun, öğretmenin ve öğrencinin kooperatifi, tanımı yapılarak “Her İhtiyacını Karşılar, Kazanç Almaz, Çabuk Ulaştırır” sloganlarının yer aldığını görüyoruz. 

Kızılçullu Köy Enstitüsünde ise sadece öğrencilerin ve öğretmenlerin gereksinimlerini karşılayabilmek için tüketim kooperatifi kurulduğunu görmekteyiz. 1941 yılında yayımlanan İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü Tüketim Kooperatifi Ana Sözleşmesi ve İdare Yönetmeliğinde amaç olarak, “Öğrenciyi karşılıklı güven ve elbirliği ile çalışmaya alıştırmak, öğrencilerin birbirlerine ve okulun sosyal hayatına yardım etmelerini temin etmek.” ibareleri görülmektedir. Kızılçullu çıkışlıların anılarını incelediğimizde Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencilerinin son sınıfta iki gün Menderes’in Değirmendere köyüne giderek ve oradaki okulun sıraları üzerinde geceleyerek Tarım Kredi Kooperatifinde tüm uygulamaları yerinde görerek ve yaparak kooperatifçilikle ilgili bilgilerini, uygulamaları içselleştirdiklerini anlayabilmekteyiz.

Köy Enstitülüler nasıl demokratik öğretmen hareketinin öncüleri olduysa, ülkedeki kooperatifçilik örgütlenmesinin de öncüleri olmuştur. Yurdun her köşesinde özellikle 1960 sonrası kurulan kooperatiflerin arkasında enstitülü öğretmenler ve sağlıkçılar vardır. Onların bu çabaları, demokratik kültüre çok değerli katkılar sağlamıştır.  

 Köy Enstitüleri Sağlık Kolu

 İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç köy gezilerindeki gözlemlerini “... Bir köye girdiğinde duvar diplerinde avlularda köşeye dizilmiş sıtmalıların, yüzü gözü sinek, sümük içinde başka hasta ve yaralı çocukların durumu, salgınlarda yitirilen bebelerin, doğumda ölen gencecik anaların haberleri, insanın içini sızlatıyordu. Kasabada oturan doktorun, sağlıkçının köylüye bir yararı olmuyordu. Yollar bozuk, tekerlek yoktu. Sağlık Bakanlığı bu işe yüklenmiyordu. Yapsa da Milli Eğitimin köy öğretmenine kazandıracağı ülküyü, yetiştireceği sağlıkçılara aynı anlayışla kazandırması kolay değildi.” şeklinde ifade etmişti. Gözlemler, ülke gereksinmelerine uygun köy öğretmenleri gibi uygulamalı bir eğitimle sağlık elemanlarının yetiştirilmesinin zorunlu olduğunu gösteriyordu. Tonguç, bu anlamda “Köyleri hastalıklardan kurtaramadığımız sürece, canlı ve mutlu bir topluma kavuşamayız. Millet çoğunluğunun sağlığı ile ilgili bu işi tıpkı ilköğretim davası gibi kökten çözümlemek yoluna düşmek gerekir” ifadeleriyle sağlık sorunları ve eğitim sorunlarının çözümünü birlikte değerlendiriyordu. Köy Enstitülerinde köy öğretmeni ile birlikte köy sağlık memuru da yetiştirilecekti. 1943 yılında Köy Enstitülerinde Sağlık Bakanlığı ve MEB işbirliği ile 19.7.1943 tarihli Resmi Gazete 4459 Sayılı Yasa ile “Sağlık Memuru Kolu” ve “Köy Ebesi Kolu” oluşturulur. Sağlık Memuru koluna Köy Enstitüsünde ilk üç sınıfı başarıyla geçmiş öğrenciler arasından sınavla öğrenci alınmıştı. Köylerdeki koruyucu sağlık hizmetleri, hijyen ve salgın hastalıklarla mücadele amaçlı olarak bu kol açılmıştı ve köylerde enstitülü öğretmenler ve sağlıkçıların birlikte canlandırılacak köy imecesinde olması amaçlanmıştı.

 Sağlık Kolları ilk kez 1943’te Malatya-Akçadağ, Erzurum-Pulur, İzmir-Kızılçullu, Ankara-Hasanoğlan olmak üzere 4 enstitüde eğitime başlamıştır. 1944’te Kastamonu-Gölköy, Eskişehir-Çifteler, Sakarya-Arifiye Köy Enstitülerindeki sağlık kollarının da eklenmesiyle bu eğitimi veren enstitü sayısı 7’ye çıkmıştır. 1945’te 4 enstitü, 264 köy sağlık memuruyla ilk mezunlarını vermiştir. 1947’de, 7 enstitüde bulunan sağlık kolları İzmir- Kızılçullu ve Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüleri’nde birleştirilmiştir. Köy Enstitülerinin sağlık bölümlerinde, ilk açıldığı 1943 yılından 1950’de kapatılarak son mezunlarını verdiği 1951 yılına dek yetiştirilen köy sağlık memurları sayısı, Sağlık Bakanlığı Memur Sicil Kütüğü üzerinde yaptığı araştırmalara göre 1599’dur (Güvercin, Aksu, Arda, 2004). Köy Enstitülü öğretmenler ve enstitülü sağlıkçılar eğitim ve sağlık hakkının Anadolu’daki yılmaz savaşçıları olmuştur.

 Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü (HYKE) eğitim tarihimizde kısa fakat aydınlık bir sayfanın adıdır. 1942 yılında Köy Enstitülerine öğretmen, Köy Bölge Okullarına gezici öğretmen, gezici başöğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştirmek ve köy eğitimi ile ilgili araştırmalar yapmak üzerine kurulmuştur (Gazalcı, 2015). 1947 yılında da öğrencileri başka yüksek öğretim kurumlarına dağıtılarak kapatılır.

 1940’lı yıllar savaş yıllarıdır, Trakya boşaltılmaktadır. Hitler’in orduları 1941 yılında Balkanlardadır. Kepirtepe Köy Enstitüsü boşaltılır ve öğrencileri öğretmenleriyle birlikte Hasanoğlan köyüne taşınır. Burada 10 Temmuz 1941 günü sa-bahı yeni bir enstitünün ilk kazmasını onlar vuracaklardır. Tonguç, Kepirtepeliler’i “Dünya bu durumda iken sizler en insanca bir savaşın kahramanlarısınız.” diyerek selamlar. Kepirliler sekiz ay boyunca 15. enstitü olan Hasanoğlan imecesinde yerlerini alırlar. 14 farklı enstitü imece ekibi Hasanoğlan imecesine katılır. Enstitüler sisteminin çok önemli parçası olan HYKE, 1942-1947 yılları arasında, görünürde Köy Enstitülerine iş eğitiminin ilkelerine uygun öğretmen yetiştirmesi amacıyla kurultur. Ama beyinlerde 1940’lı yılların üniversitesine yönelik eleştirilerin varlığı ve düşünsel anlamda yeni bir üniversite modeli tasarımı olduğu da söylenebilir. Tonguç’un “... Bu üniversite ile olmaz. Yüksek Köy Enstitüsü ile biz geleceğin üniversitesini hazırlıyoruz. 21. yüzyılın insanını yetiştireceğiz... Türkiye bu üniversite ile yüksek öğrenim sorununu çözemez... 1933’te üniversite reformu yapıldı ama üniversite medrese geleneğinden kopamadı. Üniversite oturan bir kurumdur, hareketsiz bir kurum. Biz bu kurumla 21. yüzyıla hazırlanamayız...” sözleri 1943 yılındaki yeni bir yüksek öğretim kuru-mu için arayışın ipuçlarıdır (Tonguç, 2007).

 İnönü’nün desteğini alan Tonguç, Yüksek Köy Enstitüsünün açılmasına ilişkin ilköğretim genel müdürlüğünün önerisini 19 Eylül 1942 tarihinde bakanlığa yazar. Bakanlığa yazılan öneride, Çifteler ve Kızılçullu’dan o yıl mezun olacak 105 öğrencinin Hasanoğlan’a çağrılması ve dokuz değişik dalda, altı aylık kurs verilmesi önerilir. Tonguç’un önerisi aynı gün Talim Terbiye Kuruluna aktarılır ve yaklaşık bir ay sonra kursun başlaması onay görür. 9 aylık uygulamadan sonra 24 Temmuz 1943 tarihinde çıkan asıl kararla, deneme dönemi sonrası kol sayısı 8’e iner, süre 3 yıl olarak saptanır ve amaç genişletilir.

 Tonguç, Yüksek Köy Enstitüsünde yetiştirilen öğretmen adaylarının köy eğitim ve eğitbilimini sistemleştirmek amacıyla yetiştirildiğini belirterek “... Bu sistem sayesinde en ıssız köydeki müsait çocuğu oradan alarak yükseköğretime kavuşturmak mümkündür. Aynı çocuğu vatanın en ıssız köyünde iş başına koyabildiğimiz gün köklü bir halk eğitimini gerçekleştirmeye başlayacağız.”saptamalarını yapar. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Yüksek Ziraat Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Konservatuar ve ülkenin pek çok sanatçısı, öğretmeni HYKE imecesinin paydaşları olurlar. Orta Anadolu’da yüzyıllardan sonra ilk amfi tiyatro yapılır. HYKE yönetim kurulu demokratik katılımcılığın özgün bir örneğidir. Kız ve erkek öğrenciler tarafından oluşturulan haysiyet divanları ve bunların başkanlarının HYKE disiplin kuruluna katılması; uzun, işlevsel, dönüt veren staj ve inceleme gezileri sistemin özgün kazanımlarıdır. HYKE, öğrenci merkezli, araştırmaya dayalı, öğrenmeyi hayatın gerçek sorunları üzerinden gerçekleştiren, demokratik bir eğitim kurumuydu. Tabanda demokratik bir kültürün yaşanarak hayata geçirilmesi eylemiydi. HYKE, demokratik, katılımcı, bir yükseköğretim anlayışının özgün kazanımıydı.

 Köy Enstitüleri Kapatılırken 

Köy Enstitüleri, Hasan-Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden 1947’de ayrılma sürecine kadar özgün kazanımlarıyla eğitime devam etti. Hasan-Âli Yücel’den sonra milli eğitim bakanlığı görevini sürdüren Reşat Şemsettin Sirer, Köy Enstitülerinin temel kazanımlarını zaman içinde uygulamadan kaldırdı, 1950 yılında insanlaşma eğitimi olan karma eğitim sonlandırıldı, kız öğrenciler Kızılçullu Köy Enstitüsünde toplandı, 1952 yılında Kızılçullu’nun NATO’ya bırakılması nedeniyle kız öğrenciler bu kez Bolu ve Beşikdüzü’ne gönderildi. İçeriği boşaltılmış Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954 tarihinde dönemin hükümeti tarafından kapatılarak ilköğretmen okullarına dönüştürülmüştür. Köy Enstitülerinin kapatılması süreci eğitim tarihimizde çokça tartışılan bir konudur. Tek parti içindeki iktidar değişimi, kurulmasında büyük emeği olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün zamanla desteğini çekmesi, iç ve dış dinamiklerin Köy Enstitülerinin kapanmasında önemli parametreler olduğu ifade edilir.

 Köy Enstitüleri Kazanımları Üzerinden Arayışlar 

Köy Enstitülerinin güncel karşılığını ararken, araştırırken temel referanslarımız ne olmalı sorusunun yanıtları çok önemlidir. Her şeyden önce “Köy Enstitüleri, eğitim hakkıdır, nitelikli, işlevsel, üretici eğitimin adıdır, laik demokratik, bilimsel, karma eğitimin özgün kurumudur, yoksul halk çocukları ve kızlar için pozitif ayrımcı bir eğitim sisteminin adıdır, öğrencilerin çok boyutlu duyuşsal, bilişsel gelişimini hedefleyen bütüncül bir eğitim sisteminin adıdır.” Daha da çoğaltabileceğimiz bu kazanımlar Köy Enstitülerinin güncel karşılığını ararken temel referanslarımız olmalıdır. Çağdaş, iyi yetişmiş, özgüveni yüksek, özgür yurttaşı yetiştirmeyi hedefler. Enstitü modeli ve felsefesi bu anlamda günümüzde eğitimin tümüyle niteliğini kaybettiği koşullarda önemli bir referans ve esin kaynağı olmaya devam etmektedir.

 “İşlevsel eğitim” ülke sorunlarına, gereksinmelerine yönelik çözümler üreten, hayatta, toplumda karşılığı olan eğitimdir. Köy Enstitülerinde kooperatifçilik dersi, balıkçılık, ipek böcekçiliği ve arıcılık dersi, halk oyunları dersi bu işlevselliğin göstergesidir. Yine erkek öğrencilerin demircilik, yapıcılık, marangozluk kollarından birinde uzmanlaşması, kız öğrencilerin ev sanatları, dokuma ve biçki dikişte, ziraat sanatlarında uzmanlaşması ve bu kazanımları Anadolu köylerine taşımaları bunun kanıtlarıdır. Yine birer demokratik eğitim kurumu olan enstitülerde kendilerini yeniden üreten enstitü mezunlarının daha sonraki yıllarda demokratik öğretmen hareketinin öncüleri olması bu işlevselliğin bir başka somut kanıtlarıdır. Öğrenilen bilginin içselleştirilerek işe, uygulamaya ve üretime dönüştüğü bir eğitimdir. Günümüzde “aktif öğrenme, işbirlikli öğrenme, çoklu zeka kuramı” şeklinde adlandırılan çağdaş eğitim kuramlarının tüm izlerini enstitü deneyimlerinde göre-biliyoruz (Kocabaş, 2018). 

Köy Enstitüleri, özgür, yaratıcı, üretici, eleştirel aklı öne çıkaran bireyin nasıl olması gerekliliği ile ilgili bir algıyı anımsatıyor. Bilmek yapabilmektir anlayışıyla öğrenilen bilgilerin iş üretmek, problem çözmek amaçlı olması gerektiğini ifade eden enstitü eğitim sistemi kazanımlarından, uygulamalarından, felsefesinden de esinlenerek neler yapılabileceğini tartışmak güncel bir görev olarak karşımızdadır.

 Köy Enstitüleri Üzerine İçte ve Dışta Değerlendirmeler

 İsmail Hakkı TONGUÇ:  “Köy Enstitüleri denemesinin kazandırdığı değerlerden yararlanarak ulusumuzun karakterine uygun eğitim kurumları yaratılabilir. Bunlara yakışacak ad bulmakta zorluk çekilmez. Önemli olan isim değil özdür. Öz, adını da, sanını da kendisi getirir. Bir ulus gelecekte kendi çocuklarına, kendi gerçeklerine özgü Köy Enstitüleri benzeri kurumları mutlaka kuracaktır. Bu kurumların adı Köy Enstitüleri olmasa da varoluş nedeni kişilik eğitimi olacaktır. Kişilik eğitiminin temel direği demokratik eğitimdir...”

 Prof. Dr. Cavit Orhan TÜTENGİL: “Köy Enstitüleri, Türk inkılabının, millet temelinde başlamış olan hayırlı Rönesans hareketidir. Türk aydınının vazifesi, bu hayırlı Rönesans üzerine titremek olmalıdır... Köy Enstitüleri halk kültürü hazinesinin yaşayan kıymetler sahasıdır. Milli oyunların, Anadolu’nun her köşesinden ses ve ritm taşıyan, heyecan verici gösterileri oradadır. Memleketin tabiat güzellikleri ve kahramanlık yüklü halk türküleri oradadır ...”

 Yaşar KEMAL: “17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluş bayramıydı. Esaretten, yokluktan, tembellikten, birçok şeylerden kurtuluş bayramıydı. Bozkır bozkır olalı sevincin bayramını böylesine görmemişti. Koca bozkır neredeyse sevincinden çat deyip çatlayacaktı. Bu sevincin en güzeli, en yenisi, en tazesiydi. Hiçbir sevince benzemiyordu.” 

Ahmet Emin YALMAN: “Mükemmel sonuçlar sağlayan ve Türk gencinin ruhi ihtiyaç ve istidatlarına uygun düşen hür ve verimli eğitim yöntemlerini bir an önce bütün eğitim sistemimize uygulamak, Köy Enstitüleri deneyiminden alınacak başlıca ders olmalıdır.”

 Sabahattin EYÜBOĞLU: “Köy Enstitüleri, bozkırda ağaç dikmek ve tutturmaktır. Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su götürmektir. Vatan sevgisi, bilim sevgisi, ekmek sevgisi ekmektir.”  

Fay KIRBY: “Köy Enstitüleri sadece bir okul, her köye bir öğretmen yetiştirecek birer öğretmen okulu değillerdi. Eğitim ile toplum arasındaki karşılıklı ilişiklik probleminde, Türk düşünürlerinin pek iyi bildiği ve çıkar yolu bulunmayan bir davanın, hiçbir memlekette eşi görülmemiş bir şekilde çözümlenmesinin gerektirdiği yepyeni nitelikte bir eğitim sistemi idiler. Bu sistem yalnız köy eğitimi için değil, bütün Türk eğitimi için çok önemli olan sonuçlar vermeye başlamıştı.” 

 John DEWEY: “Benim düşlediğim okullar Türkiye’de Köy Enstitüsü olarak kurulmuştur. Tüm dünyanın bu okulları görüp eğitim sistemini, Türklerin kurduğu bu okulları göz önünde bulundurarak yeniden yapılandırması isabet olacaktır.” 

Prof. H. WAFFORD: “Türkiye’nin, eğitim ve öğretim alanındaki en başarılı hareketlerinden birisi Köy Enstitüleridir.” 

Prof. Schwarz KESSLER: “Köy Enstitüsünde kız ve erkek öğrencilerin oluşturduğu bir müzik topluluğu, bize verdikleri Batı Müziği Konserinde, Beethoven ve Mozart’ın parçalarını hatasız çaldılar.” 

Prof.Chares BATTMAN: “Köy Enstitüleri, şimdiye kadar eşine rastlamadı-ğım kıymetli öğrenim merkezleridir.”

George DUHAMEL: “Dünyanın hiçbir yerinde böylesine yararlı ve anlamlı eğitim kurumları görmedim.”

 https://www.milasonder.com/images/yazarlar/c8e89beef4b122049ca381234f3e32f3.jpg Prof. Dr. Kemal Kocabaş