05 Şubat 2020

Sakallı Celal - Orhan Karaveli


Deniz Bakanı bir paşanın oğlu olarak İstanbul'da dünyaya gelir. Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev halkını şaşkına çevirir. İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz, durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur. Babasının “henüz yaşın küçük” demesine rağmen, Fransızca dersleri alır ve kısa sürede mükemmel Fransızca öğrenir. Dönemin en iyi eğitim veren okuluna, Galatasaray Lisesi’ne, 1896 yılında başlar. Fransızcası çok iyi olduğundan hazırlık okumaz. Derslerinde olağanüstü başarılar elde eder. Burada geçirdiği 11 yıl; özgür, bağımsız, aydınlanmacı kişiliğinde çok etkili olur. Okulunu bitirdiğinde, muhteşem bir Fransızcası ve elinde her kapıyı açan Galatasaray diploması vardır. Basit memurluklarda gözü yoktur. 

Tevfik Fikret Galatasaray Lisesine müdür olunca bu dahi adamı elinden kaçırmaz ve okulda öğretmenlik yapmasını sağlar. 

Nazım Hikmet gibi birçok gence ders verir. Öğrencilerine, "Koridorda asılı olan ceket benimdir. Cebinde param var. İhtiyacınız kadarını alabilirsiniz" demektedir. Bir süre sonra Devlet, Fransızcası kuvvetli 35 genci sınavla Fransa ve İsviçre’ye yüksek öğrenim için gönderir. Bunlardan biri de Celal’dir; Sorbonne’da Siyaset Bilimi okumaya başlar. Ailesine mektup yazarak devlet büyüklerinden Makine Mühendisliğine geçmesini sağlamalarını, kabul edilmezse kendi paraları ile okutmalarını rica eder ama aile bunu reddeder. “Devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et’’ cevabını alır. Bir daha asla kesmemek üzere o gün sakalını uzatmaya başlar.

Fransa’nın en büyük yazar, şair ve düşünürleriyle fikir alışverişinde bulunur. Hür beyni daha da aydınlanır. “Devletin parasını yediğimiz yeter’’ deyip diploma almadan ülkesine döner. Üsküp’e Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Burada öğrenciler ve halk kendine hayran kalır. Kendi parasıyla okulun önüne futbol sahası yaptırır. Fransa’dan toplar getirtir. Öğrencilere don ve fanila diktirir. Futbolu öğretir. Fakat bölgedeki yobazlar onu şikâyet ederek okuldan attırır. Sebebi; futbol günahmış! Çünkü Yezit’ler Hz. Hüseyin’in başını keserek yerde top gibi oynamışlar, futbol onu temsil ediyormuş.

İstanbul’a döner. Trablusgarp’ta Mustafa Kemal ve askerlerinin zor durumda olduğunu öğrenir. Bir tekneye mühimmat doldurup yola çıkar. Fakat yolda İngiliz devriye teknesi yollarını kesince arkadaşlarının “silahımız var vuruşalım’’ fikrine karşı çıkar; “silahları değil aklımızı kullanacağız.’’ Muhteşem dili ve siyasi bilgisi ile İngiliz komutanına bu silahları Fransızlara direnen Tunuslu mücahitlere götürdüklerine inandırır ve Mustafa Kemal’e ulaştırır. Silâh altına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek Kastamonu Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Fakirlik, hastalık ve cehaletin olduğu bir dönemdir. Şehirde frengi vardır, bununla mücadele eder. Öğrencilere yabancı dilin yanı sıra tarih ve hayat bilgisi dersleri verir. Yobaz zihniyet onu bir kez daha hedef alır. “Dini bütün yerde başı açık geziyor, çocuklara Fransız devrimini anlatıyor, ayaktopu oynatıyor günahtır” diye İstanbul'a şikayet ederler. Görevden alınır, İzmit Lisesi’ne gönderilir. Burada büyük şair Yusuf Ziya Ortaç ile tanışır. Ölümünden sonra Ortaç; “Celal beyin cenazesine gitmedim. İnsan kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi?” diyerek dostluklarının büyüklüğünü gösterecektir.

Sakallı Celal buradan Ankara Lisesi’ne müdür yardımcısı olarak atanır. Burada da öğrencilerine sürekli aydınlanmayı, akıllarını kullanmayı ve hurafelerden uzak durmaları gerektiğini öğütler. "Çocuklar evlerinde ve camide din öğrenebilir ama Fransızca öğrenemez’’ diyerek din dersi saatini azaltarak Fransızca derslerini arttırır. Okulun lağımı taşar, kimse ilgilenmeyince kendisi açar. Koskoca müdür yardımcısı bu işi yapar mı diye ona işten el çektirirler. Sakallı Celal tepki olarak diğer gün bir boyacı sandığı bulur ve okulun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyar. Mevzuatı delerek Türkiye’de ilk kez İstanbul’dan bir bayan öğretmen getirtir ve atamasını yaptırır. Çok büyük tepki alır. Bakanlıktan bir yazı gelir. Yazıda “Yükseköğrenimde öğrenci boşluğu olduğundan son ve bir önceki sınıfların durumlarına bakılmaksızın mezun edilmesi gerektiği’’ yazmaktadır. Hiç beklemeden burası “boyacı küpü’’ değil diyerek bir daha dönmemek üzere öğretmenlikten istifa eder...

Aydın’a incir fabrikasına işçi olarak gider. Fabrika yönetimine ve üreticilere incir ve üzüm tarımının geliştirilmesini, taşınmasını, kurutulmasını ve paketlenmesini modern tekniklerle öğretir. Fransızca bilen, muhteşem silah kullanan ve fabrikanın karmaşık makinelerini tamir edebilen bu adam aranan biri haline gelir ve “ustabaşı’’ olur. İşçilere okuma yazma ve Fransızca öğretir. Fabrika sahibine modern teknikleri, çiftçilere ise kooperatifleşmeyi öğretir. Hasta bir işçi ve fakir bir köylüye maaşını verdiği için Komünist diye şikayet edilir. Polis evini basar, evde Komünizme ait belgeleri bulamayınca yerini sorar. Sakallı Celal kafasının içini göstererek “İşte burada’’ diye cevap verir. Duvardaki Marks portresi içinse "dedemdir" der. Fabrikada sağ işaret parmağı makineye sıkışır ve ucu kopar. Soranlara “O zaten komünist parmağımdı bir şey olmaz’’ cevabını verir. Birgun hakkındaki iftiralardan bunalır ve evindeki bütün eşyaları işçilere dağıtıp bir çuval kitapla Ankara’ya döner. Oradan da İstanbul’a…

İstanbul’da onu tanıyan dönemin en büyük şair, yazar, avukat ve kalburüstü aileleri evlerine sohbetini dinlemek için davet ederler. Çünkü muhteşem bilgisi ve konuşma yeteneği vardır. Çöpçülerin aldığı maaşı düşük bulur. Bunu protesto etmek için Vali konağının önünü süpürmeye başlar. O sırada oradan Rasih Nuri İleri ile hocası Prof. Kerim Erim geçmektedir. O günü İleri şöyle anlatır; “Hocam, Profesör Kerim Erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı bir çöpçünün elini öpmeye başladı...’’

Sakallı Celal Maddi sıkıntı çekse de hayatı boyunca kimseden para yardımı kabul etmez. Elinde büyüyen Mehmet İsvan çok zengin bir iş adamı olur. Hocasına hesap açar fakat öldükten sonra tek bir kuruşuna dokunmadığını görür. Hayatı boyunca hiç sigara ve alkol kullanmaz. "Türkiye, doğuya yol alan bir geminin güvertesinde batıya koşan insanların ülkesidir" ve "Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir." sözleri ona aittir.

  1962 yılında hayata gözlerini yummadan önce vasiyetinde; “Mustafa Kemal’i seviyorum. Ona olan güçlü özlemimle ölüyorum. Onu öpmek, koklamak isterdim" der. Kaynak olarak kullandığım “Sakallı Celal’’ isimli eserin yazarı Orhan Karaveli şöyle diyor; "Tek isteği vardı Sakallı Celal Beyin, Türkiye’nin Atatürk’ün yolundan giderek aydınlık günlere ulaşması…"
 

''Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür.'' Bu ve buna benzer pek çok özlü sözün sahibi sakallı Celal. 

Ne yazık ki, ardında hiç bir yazılı eser bırakmadığından bu sözleri ancak tanıkların, tanışıkların gözlem ve duyumlarından aktarabiliyoruz. Salt akıl dolu sözleriyle değil ama, yaşantısıyla, duruşuyla, ödünsüz, müdanasız tavrıyla başlı başına ''sivil'' bir karakter Sakallı Celal. Bugünlerde çokca eksikliğini hissettiğimiz, doğru bildiğinden asla şaşmayan idealist aydın tipinin en saygın örneklerinden biri. İkbal değil kendini arayan münzevi bir bilge. Sabahattin Ali'den Melih Cevdet'e, İlhan Selçuk'tan Haldun Taner'e birçok yazarın zihninde yer etmiş, menevişli hikayesiyle bir garip adam.


Yaşar Nuri Öztürk 'ün Reenkarnasyon hakkındaki kişisel görüşleri...


İslam düşünce tarihinde reenkarnasyonun kabulü çok eskilere gider. Ta ben şeyde inceledim bunu genişçe, Hallâc kitabımda. Hallâc'ın bağlı olduğu Karmatî ekol ve İhvan-ı Safa risaleleri, o beş cilt kitapta, ki insanlık tarihinin fikir mirası bakımından devlerindendir. Orada incelenmiştir, kabul edilir. Ama bugünkü insanlar da bunu yeniden ele almalıdır. Çünkü, dünyada çok ciddi bir konudur reenkarnasyon meselesi. Bir Hint tenasühü ile karıştırmayalım. Çünkü reenkarnasyona inananlarda ahiret inancı var, iki. Peşinen evet veya hayır demeyelim, bunun üzerinde düşünelim. Çünkü, Kur'an’da buna onay olarak alınacak iki düzine ayet var.
*
Bana göre, yanılmıyorsam reenkarnasyon hayatın en mühim realitelerinden biridir. Reenkarnasyonsuz hayatı da, dini de, hiçbir şeyi izah edemezsiniz... Ben bundan önceki hayatımda mesela kumandanmışım, üç tane de hanımım varmış... Zaten reenkarnasyon yoluyla cennet ve cehennemi yaşıyor insan, dünyada yaşıyor bir nevi. Ama bir de büyük kıyamet koptuktan sonra, artık gelip gitmek falan o her şey bitecek, o zaman ne olacak? İşte orada da bir cennet ve cehennem söz konusu. O ayrı bir iştir. Onun hakkında bizim hiçbir bilgimiz yok. Ne vakti hakkında bilgimiz var, ne nasıllığı hakında bir bilgimiz var. Allah orada hepimizin yardımcısı olsun. Ama o da olacak. Büyük hesap, büyük mizan, büyük kıyamet. Yalnız İslam bilginleri cennet ve cehennemin şu anda mevcut olduğunu ve işlemekte olduğunu söylüyor. Nasıl işliyor bu? İşte reenkarnasyon yoluyla.
*
Şimdi dinlerin getirdiği ahiret inancı, ahiret inancı olmadan din olur mu? Niçin? Çünkü omurgadır. Ahiret inancı karmanın bir başka ifadesidir. İşte reenkarnasyon var mı? Yok mu? Efendim, bunlar işin müteşâbih tarafı. Ahiret inancı olmadan din de olmaz, hayat da olmaz, insanlık da olmaz. O olacak. Ha onun izahı. O bir reenkarnasyon sistemiyle mi yürüyor? Nasıl? O ayrı, onu tartışın konuşun. Dolayısıyla kimse kötülüğe kötülükle mukabele ederek bir meziyet işlediğini zannetmesin. Ben reenkarnasyonun, hüküm vermiyorum, dedim ya müteşâbih bir alandır, ahiret inancı iman olarak korunmalıdır, müteşâbih açıklamaları ayrı bir dava. Ben reenkarnasyonun, büyük dinlerdeki ahiret inancının bir işleyişi olduğunu düşünüyorum. Ve hayatın en muhteşem gerçeklerinden biridir bana göre reenkarnasyon.


Reenkarnasyon veya ruh göçü, ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanan spiritüalistlerin bu olaya verdiği addır. Reenkarnasyon kavramı Asya dinlerindeki tenasüh kavramından biraz farklı olmakla birlikte, benzerlik arz eder.
tr.wikipedia.org

Romancının Dünyası - Kerime Nadir

Geçmişe bakarken her şeye rağmen, içimde derin bir hüzün duymaktayım. Değişen dünya ile beraber kaybolan yıllarda yalnız gençliğimiz değil, sevdiğimiz hemen her şey yok olup gitti. Bu dünya bizim dünyamız bile değil artık.