04 Ağustos 2024

İkarus sendromu

Yeni yetmelik haller için ibretlik bir öykü…

Her usta, bir zamanlar bir yeni yetme idi..Hiçbir  kimse ustaca yaptığı bir iş konusunda, en başından  beri aynı ustalık seviyesinde bulunuyor olamaz. Yeni yetmelikten ustalığa giden yolda geçilecek olan aşamalardan kimse uzak kalamaz. Ustalığın bir anda değil bir süreç sonucunda elde edileceği gerçeğini unuttuğumuz zaman, bilinçdışında bizi bekleyen İkarus, bir kez daha hazin öyküsünü hatırlatmak amacı ile kendini gösterecektir. İkarus’un kendini gösterme deneyimi, bize bilgimiz ile o bilgiyi uygulama arasındaki uçurumun genişliğini hatırlatacak; bilgiyi uygulamanın bilgi toplamadan bambaşka bir şey olduğunu önceki yeni yetmelerin hayal kırıklığına benzer bir hayal kırıklığı eşliğinde bir kez daha öğretecektir.

Psikomitoloji araştırmaları kapsamında mit ve masalları analiz ederken karşılaştığımız ilk gerçek, söz konusu kolektif öykülerin sadece edebi bir ürün değil, insan ruhsallığının bilinç ile bilinçdışının etkileşiminden meydana gelmiş bir ürün olduğu gerçeğidir.Psiikarus Çıraklıktan ustalığa bitmeyen yolun bahtsız kahramanı:komitoloji, mitolojinin ve masalların insanın bilinçli düzleminde hiçbir zaman tam olarak algılayamayacağı ancak bilincinin an be an etkisi altında olduğu öteki dünyayı, yani bilinçdışı dünyayı betimlediği kabulü üzerine kuruludur. Özetle denebilir ki bir mit ya da masal bilinçdışı dünyada tekrar ve tekrar yaşanan ruhsal durumların betimlenmesi, öykülenmesidir.

Bireyin içinde bulunduğu bilinç seviyesine, yaşadığı deneyime ve deneyimlerine verdiği tepkilerine göre ruhsal durumunu betimleyen, açıklayan ve yol gösteren bir öykü mutlaka vardır. Her birimiz Oz Büyücüsü’ndeki Dorothy gibi yaşadığımız sorunları çözmek konusunda etrafımızdaki kişilerin gücünün yetmediğini gördüğümüzde, büyücünün dünyasına gitmek için bir iç istek duymuşuzdur. Büyücünün dünyası, bireyin kendi asli benliğinin bulunduğu yer olan bilinçdışı dünyadır. Jung’un dediği gibi insan ruhsallığının ve yaşamın asıl kaynağının bulunduğu yer olan bilinçdışı, kişisel olarak da asılkaynakların ve yaşadığımız problemleri çözecek hali bulacağımız tek kaynaktır. Öyküler ideal bir tip olarak bilincin bu asıl kaynak olan bilinçdışı ile nasıl bağlantı kuracağını anlatır.

Öykülerin insana kendi ruhsallığı konusunda yol gösterebileceğini söylerken dikkat çekmek istediğim önemli bir nokta, her öykü kişisel deneyim için “ideal tip” bir öyküdür. Yani mit ve masallar ruhsal halleri betimlemelerine rağmen hiç bir insan bir öyküyü bire bir olarak deneyimlemez. Öykü yalnızca içe dönmek içindir, kişi öykü aracılığı ile kendi deneyimlerine bambaşka bir pencereden bakma fırsatı yakalar. İçe dönüldükten sonra bireyin deneyimi, binlerce yıllık öykülerden daha kıymetli ve o kişi için daha güçlü farkındalıklar sunan bir öykü olur. Aslında her insan hem kendi öyküsünün kahramanı olurken hem de o öykünün yazarı olur. 

Yunan mitolojisi içinde yer alan Daidalos ve oğlu İkarus’un öyküsü bizlere bir konuda yetkinlik kazanma süreci içinde düşebileceğimiz hataları hatırlatma gücüne, içimizdeki usta ile çırağın ebedi döngüsüne bakabilmeye imkan sağlamaktadır. Bu öykü ile kendi bilinçaltı dünyamızdaki hatalarımıza, sınanmamış bilgilerimizin kapsamına, deneyimsiz sözde ustalığımız ile oluşan sıkıntılarımıza bakabiliriz. Ustasının uyarılarına kulak asmayan her çırak yeni bir İkarus adayıdır; gökyüzünün en yüksek noktalarından, denizin en derin noktalarına düşmenin hazin öyküsünü yaşayacak olan.

Psikoloji literatüründe “İkarus sendromu” olarak geçen durum da adını bu öyküdeki İkarus’dan almıştır.Genel olarak motor sporlarında kullanılan bu kavram ile, sürücü adayları hız korkularını ilk aştıklarında gaza daha rahat basar hale gelirler. Ancak nasıl duracakları ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmadan hızlandıkları bu sözde yetkinlik sürecinde sürücülerin en çok ölümcül kazaları yaptığı gözlemlenmiştir. Yeteri kadar deneyime sahip olmadan, usta duruşu sergilemenin olumsuz sonucu her ne konuda olursa olsun İkarus sendromu olarak isimlendirilmesi, öykünün mesajına göre oldukça uygundur.

Çıraklıktan ustalığa giden bitmeyen yolda iki temel öykü olan “Daidalos ve İkarus” ile Yunan mitolojisi içinde geçen bir başka öykü olan “İkarios’un Ölümü” bu süreçte defalarca yaşanma olasılığı olan iki temel farkındalığı sunmaktadır. Bu yazıda bu iki öykünün kısa bir çözümlemesini yapacağım. Öykülerin kaynağı olarak ünlü Mesnevihan Şefik Can’ın Klasik Yunan Mitolojisi isimli kitabından alıntılar yaptım. Yazı içerisinde bu alıntıları italik olarak belirttim.

Yunanlılara göre Daidalos kaba şekilde taşları yontarak, yahut ağaç kütüklerini oyarak Tanrıların ilk heykellerini yapan sanatkardır. O Atina’da doğmuştu.

Çok küçük yaşta heykel yapmaya başladı. O yalnız heykel yapmıyor, başka şeylerle de uğraşıyordu. O zamana kadar gemilerini yalnız kürek kuvveti ile yüzdüren Yunanlılara, yelken kullanmayı ve rüzgarlardan faydalanmayı öğretti. Eşsiz ve aklı herşeye eren bir sanatkar olduğundan eski zamanlarda ünü her tarafa yayılmış, sanatla ilgili ne yapılmışsa, ne icad edilmişse ondan bilinmiş, onun olduğu söylenmiştir.

Cetvel, vida, şakul, balta hep onun tarafından icat edilmiştir. Hatta onun kendi kendine hareket eden, canlı gibi görünen heykeller yaptığından da bahsederler. Görenleri şaşırtan eserler meydana koyan, Tanrılara tahtlar yapan Daidalos’un çırakları arasında kendi kızkardeşinin oğlu olan Talos da bulunuyordu. Dayısı gibi zeki ve becerikli olan, sanatta büyük bir kabiliyet gösteren Talos, bir gün kırda gezerken bir yılan çenesi buldu. Onu testere gibi kullanarak bir ağacı kesti. Bu tecrübeyi çok ilerletti. Sonunda demir dişli testereyi icat etti. Yeğeninin sanatında ilerlemesini, etrafa ün salmasını ustası çekemedi. Kıskançlık kalbine kötü niyetler soktu. Bir gün dayı ile yeğen, yalnız başlarına Akropolos’un üstünde bulunurlarken Daidalos, genç rakibinden kurtulmak için onu aşağı fırlattı.Aşağıda yalçın kayalar üstünde, bu değerli çırağın parçalanmış vücudunu bulunca dayısından şüphelendiler ve onu Areopagos mahkemesine verdiler. Daidalos, yeğeninin bir tesadüf eseri olarak, dikkatsizlikle aşağı yuvarlandığını söyleyerek kendini temize çıkarmak istedi. Tanık bulunmadığından, yargıçlar Daidalos’u sadece memleketten uzaklaştırmakla cezalandırdılar.

Bunun üzerine bu dahi fakat haris sanatkar Girit adasına sığındı. Girit kralı Minos onu iyi karşıladı. Daidalos, güzel eserler meydana getirmeye devam etti…

Diadalos’un yapmış olduğu en ünlü eser Kral Minos’un hizmetinde iken Minotharus’un hapsedilmesi için yaptığı labirenttir. Bu labirent Minos’un kral olmak adına Tanrılara verdiği bir sözü tutmamasından dolayı başına bela olan Minos-Tharus olarak isimlendirilen boğa-insan şeklinde tasvir edilen bir canavarın hapsedilmesi için yapılmıştır. İçine giren kişinin bir daha asla çıkışı bulamadığı bu labirentten sağ çıkabilen tek kişi Theseus’tur. Daidalos bu başarıya yardım ettiği gerekçesi ile Kral Minos tarafından kendi yapmış olduğu çıkışı imkansız olan labirente oğlu İkarus ile beraber hapsedilir. Öykünün inceleyeceğimiz kısmı işte burada başlar. Ancak öyküye devam etmeden evvel buraya kadar olan sembolleri kısaca açıklamayı uygun buluyorum.

Diadalos kelime anlamı olarak ustaca işleyen, usta işçi anlamlarına gelir. Mitte anlatıldığı kadarı ile de pek çok icadın sahibi olduğu, bilgiyi kullanma ve faydalı bir araca dönüştürmede yetenekli olduğunu görüyoruz. Daidalos ve oğlu İkarus, bir gerçeğin iki yüzü, her baba oğul düzleminde olduğu gibi aynıgerçekliğin farklı uçlarını temsil ederler. Daidalos içimizdeki ebedi usta iken, İkarus onun ebedi çırağıdır. Bir işi yaparken bilincimiz Daidalos’un etkisinde olabildiği kadar İkarus’un da etkilerini taşır.

Bir diğer sembol, labirent ve içine hapsedilmiş olan Minotarus’dur. Boğa başlı insan olarak tasvir edilen bu lanet hayvan Kral Minos’un gölgesini temsil eder. Burada gölge kavramını Jungian psikolojide geçen kişinin kendisine olan ama görmek istemediği, kötü olarak sınılandırdığı kişilik özellikleri anlamında kullanıyorum.

Kral Minos’ta her insan gibi taşıyamadığı gerçeklerini kendi bilinçaltına bastırmıştır. Bunun içinde öyküde “girenin çıkamayacağı” yer olan bilinçaltını temsil eden bir labirent yaptırmıştır. Ustamızın yaptığı bu yapı bilinçaltının sembolüdür. Yani aslında Daidalos bilinçaltı dünyanın mimarıdır, dolayısıyla oradan çıkışı da en iyi bilendir.

Diadalos oğlu ile beraber hapsolduğu bu labirentten çıkmanın tek yolunun, oradan uçarak çıkmak olduğunu bildiğinden, hem oğluna hem de kendine kuş tüylerini balmumu ile birbirlerine yapıştırarak birer çift kanat yapar. Kanat yapmak ya da labirentin sonsuz döngüleri arasında dolaşmak, insanın kendi iç hapislerinden çıkmasının iki yolunu simgelemektedir. Labirentin sonsuz döngüleri içinde bir özgürlük aramak, beynin kıvrımları arasında hareket eden düşüncenin sonsuz döngülerini simgeleyebilir. Bir insana düşünce üstüne düşünce ne kadar özgürlük verirse, labirentin içinde çıkışı aramakta o kadar çıkışı gösterecektir. Kanat takmak ise alışılagelmiş düşünce biçiminden zeka ile, bilinmeyenin riskini almak ile yeni bir bilinç halinden yaşadıklarımıza bakabilmenin sembolüdür. Daidalos’un kendisine ve oğluna yaptığı budur. Ancak yeni yetme İkarus’un bu tehlikeli yolculuğa çıkmadan evvel babasının ona uyarıları olur.

Daidalus oğlu İkarus’a der ki;
“Oğlum. Bu iğrenç yeri terk etmeden, tehlikesizce denizleri havadan geçmeden ve kendimizi emniyette bulacağımız yerlere varmadan evvel sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Havada uçarken şuna dikkat et; Ne çok yüksekte, ne de çok alçakta uç. Havanın ortasında uçmak gerektir. Eğer çok yükseklere çıkarsan güneşin ateşi seni yakar, kanatları birbirine yapıştırmak için kullandığımız balmumu erir. Eğer çok aşağıdan uçarsan denizin rutubeti kanatlarını ıslatır ve ağırlaştırır. En iyisi sen beni izle, uçuşunu benim uçuşuma ayarla.”

Bunları söyleyerek Daidalos, kanatlarını çırpıp havalandı. İkaros, yuvasından yeni uçan ve annesinin peşi sıra giden bir kuş gibi onu takibe başladı. Çobanlar ve çiftçiler, Labyrinthos’dan havalanan bu kanatlı insanları seyrediyorlardı. Şaşırdılar, onları birer tanrı sandılar. Minos’un gemilerinin devriye gezdiği hududu aşınca onlar açık deniz üstüne varmışlardı.

Uçmaktan çok hoşlanan İkarus, babasının öğüdünü unutarak kanatlarını hızla çırptı. Yükseldi, yükseldi, yıldızların dolaştıkları bölgelere vardı. O artık babasını kaybetmiş bulunuyordu. Fakat güneşe fazla yaklaştığı için kanatları birbirine yapıştırmış olan balmumu eridi. Ve kanatlar çözüldüler, birbiri arkasından havaya dağıldılar ve döne döne denize, köpüklü dalgaların üzerine kondular.

İkaros, boş yere kanatsız kollarını havada çırpıyor, sallıyordu. Fakat ağır vücudu boşlukta baş döndürücü bir hızla aşağı doğru düşüyordu. O dalgaların arasına düştü ve denizin derinliklerine dalarak boğuldu. O günden sonra bu denize İkaros denizi dendi. 

Öykünün sembolleştirdiği bilinç haline geri döndüğümüzde, Daidalos ve İkarus’un aynı gerçeğin iki yüzü olduğunu tekrar hatırlamaya ihtiyacımız vardır. Bisiklete binmek gibi çocuksu bir oyundan tutunda cerrahi bir müdahaleye kadar her öğrenim sürecinde bu baba oğulun hikayesini irili ufaklı bir biçimde defalarca deneyimleriz.

İkarus labirentin bulunduğu şehirde dünyaya gelmiş ve labirentte büyümüştür. Dolayısıyla da dışarısı hakkında söylentiler dışında hiçbir bilgisi yoktur. Ama babası Daidalus tüm dünyayı görmüş, yıllarını harcadığı sanatı ile tecrübelerle dolu olan bir adamdır. İkarus için yeni olan pek çok şey onun için eskidir. İkarus uçmak için sadece kanatların yeterli olacağı önyargısına sahiptir, ancak babası için uçmak adına en son kanatlara ihtiyaç vardır. Öncesinde nereye gideceklerinin planı, onun için gerekli olan araçlarıntemini ve tabi ki hangi hesabın bu işi başaracaklarını yapması, kanatlardan hem çok daha önce gelir ve hem de çok daha fazla önemlidir. Öykü bu biçimiyle ibretlik bir halde anlatılmaktadır. Ancak içimizdeki çırak; öğrendiklerini tecrübesiz bir özgüvenle uygulamak isteyen yanımız, ne gereksizdir ne de böyle bir hazin sona mahkum değildir. Kanatlar İkarus için yapılmıştır, hayatının sonuna gelmiş bu yaşlı usta, ömrünün kalanını labirentin içinde de geçirebilir. Zaten onun orada bir hayatı vardır, eşyaları, atölyesi, cariyesi hepsi onunla beraber labirentin içinde hapsolmuştur. Orada bir geleceği olmayan oğludur.

Öyküde deneyim ihtiyacı olan İkarus, öğrenme arzumuzdur. Eğer o olmazsa, hapsolmuş ustalık kendini kurtaracak olan çözümü bulamaz. Bir öykünün psikolojik analizi yapılırken, öyküdeki her kahramanınbir kişi içinde yer alan farklı kişilik unsurları olduğunu unutmamak gerekir. Birey ne sadece İkarus’dur ne de sadece Daidalos’tur. Herkes İkarus gibi hata yapan ve hatasının bedeli ödeyen bir yana sahip olduğu gibi, hatanın babası gibi ünlü bir usta yanı da içinde taşımaktadır.

Çıraklıktan ustalığa giden bitmez yolculukta her kişi deneyime İkarus olarak başlar ve Daidalos olarak devam eder. Bu öykü ile kişi kendi hatalarına yeniden bakma fırsatı bulabilir. İster bir terapist, doktor, marangoz, anne, baba ya da bisiklete binmeyi öğrenen bir çocuk olsun öyküyü dinlerken hissettiğimiz duyguları tekrar ve tekrar hissettiği deneyimleri hem yaşamıştır hem de yenilerini daha farklı bir versiyonda yaşamaya da açıktır. 

Her usta içinde hata yapmaya hazır bir İkarus taşıdığı gibi her çırak da deneyimlerin doğuracağı bir Daidalus’u taşımaktadır. Yaptığımız her işe bakarken, gözümüzün birini İkarus’a diğerini Daidalos’a ayırabilmenin dileğiyle. 

Hüseyin Şimşek