12 Ağustos 2024

Türk Şiirinin Özgün Cambazı

 

70’lerin ortası. Beyoğlu’nda sanatçıların gittiği barlar sırayla birbirinden iki saat sonra kapanırdı. Küçük Sahne’nin altındaki Kulis Bar kapanınca, Yeni Melek Sineması’nın yanında, üç basamakla inilen Papirüs’e geçilirdi. Orası kapanınca, geceye devam etmek isteyen azınlık Fransız Konsolosluğu’nun berisinden Tarlabaşı’na ulaşan sokakta, gene üç basamakla inilen Fuaye Adnan’ın barına yönelirdi. Bu azınlık içindeydim.

Fuaye Adnan, piyanoda Altan İrtel, kemanda Fransız Nuri’den oluşan orkestraya oraya gelen müzisyenlerin de zaman zaman katıldığı, cazcılar geldiğinde duvarda asılı nefesli sazları alıp doğaçlama yaptığı bir yerdi. Işıklandırma loştu. Bir köşede sadece 4 tabureli bar vardı.

Bir gece Özcan Özgür’le Kulis’i, Papirüs’ü kapattıktan sonra oraya gittik. Sabahın ön saatleri. Barın dördüncü duvar dibi taburesinde bir adam oturuyor. Bir elinde sigara, öbür elinde kalem, önünde kadehi, bir kâğıda bir şeyler yazıyor. Barı, adamın kadehine neredeyse bitişik küçük bir abajur aydınlatıyor. Bir satır yazıyor, kalemi bırakıp kadehi alıyor, bir fırt içiyor, kadehi bırakıp kalemi alıyor. Altan İrtel piyanoda caza geçince kalemi, kadehi bırakıp piyanoya dönüyor, yüzünü görüyorum. Barı aydınlatan abajur arkasında kaldığı için yüzü karanlık top sakallı adamın, ama seçilmiyor değil. Özdemir Asaf bu! Şiirlerine âşık olduğum adam. Türk şiirinin özgün cambazı. Yuvarlağın Köşeleri kitabı çok fazla okunmaktan eprimiş halde, ders kitaplarımın en üstünde dururdu, lisedeki kapaklı sıramda. Belki de o değil!
Yanımdan geçen patron Adnan’a;
–Bardaki adam Özdemir Asaf mı?
diye soruyorum.
–Evet.
diyor.

Yanına gidip tanışmak arzusuyla yanıp tutuşuyorum. Tereddüt ediyorum. Kısa sürdü tereddütüm. Kadehimde kalan şarabı dikledim. Birkaç saniye sonra da, kalemi bırakıp kadehi aldığında, kalkıp yanına gittim.

–Bensizinhayranınızım. dedim. Kadehi bırakıp kaleme yönelirken kısa bir cümleyle uzaklaştırdı beni bardan.

–BendeGalatasaraylıyımÖzdemirAğbi!
anahtar cümlemi söyleyemeden,kös kös gelip oturdum,sızmış Özcan’ın yanına.

Şair şiir yazıyor, ben taciz ediyorum. Onu rahatsız ettiğim için çok üzüldüm. Bir kadeh şarap daha istedim.Bir sigara yaktım hayranlıkla izledim onu.

Bu yüzden birkaç yıl sonra, Gümüşsuyu’nda, Park Otel’in karşısındaki Park Kafeterya’da bir akşamüstü bardaki tek müşteri, âşık olduğum öbür şair Turgut Uyar’ı görünce, bardaki öbür müşteri olarak, ona 2 tabure uzaklıkta oturmama rağmen kendisine hayranlığımı belirtemedim. Çünkü elinde bir kalem, önünde bir kâğıt ve kadehi vardı. Buna üzülürken, Özdemir Asaf’la tanışmış olduğuma sevindim.Çünkü onunla tanıştım.Aramızda bir diyalog oldu.Bana:
–Siktiğ git!
dedi.
Aramızdan ayrılışından iki yıl sonra tanıştık yazdığı, bizden gizli kalmış, yayınlanmamış şiirleriyle. Bu kez bir taşlama ustası ve epigramlarla çıktı karşımıza cambaz;

Kürsüye çıkmana gerek yoktu
Ne olduysa senin yüzünden oldu
Berbad ettin oturumun sonunu
Ne bir şey diyen vardı sana
Ne de bir soran oldu
Başkan diyeceklerdi partinin içinde
Bakan olamayacakken başbakan oldu.

88 yılı haziranı, Ankara’da Ferhangi Şeyler turnesi bitti, İzmir’de sürecek. Arada bir gün boşluk var. Sinir bozucu başkentten, huzur verici İzmir’e bir an önce kavuşmak için sabah ilk uçakla gideceğim. Sabahın körü ulaştım havalimanına. Oradaki kitapçının vitrininde bir kitap gördüm: ÖZDEMİR ASAF’ça. Niye böyle bir kitaptan haberim yok? Vitrinde olduğuna göre, yeni çıkmış. Kapakta başarılı çizilmiş bir Özdemir Asaf portresi. Çizerin imzasından kimliği çözülemiyor. Derhal almam gerekli! Ve fakat kitapçı kapalı, saat sabah sıfır altı. Kimi görevlilere kitapçının ne zaman açıldığını sordum.

–8’deaçılır!
dediler. Bir çekiçle vitrinin camını kırarak kitabı edinmek geçti aklımdan. Belki bu yüzden tutuklanabilirim ama nezarethanede kitabı okuyabilirim düşüncesine eriştim. Tutuklanırsam İzmir’de bilet almış izleyiciye ne denilecek? Ankara havalimanında sabah seher vakti kitapçının vitrinini kırarak kitap çalmaktan tutuklandığım için zmir turnesinin iptal olduğu açıklanacak! Üstelik çantamda çekiç yok. Daha sakin düşünerek tanınıyor olmam sayesinde kimi görevlilere derdimi açıklayıp kitapçının anahtarının başka birinde olup olmadığını sordum. İlgilendiler, anahtar bulundu, kitabı aldım, parası güvenliğe ödendi. Oturdum bara, sabahın yedisi, bir kadeh beyaz şarap söyledim,başladım okumaya.Kitaptaki çizim Gürdal Duyar’aait.Şiirler değil bunlar, deftere yazdığı denemeler ve bir yandan hayatı hakkında hiçbir şey bilmediğim Özdemir Asaf’ın öz geçmişinin öyküsü.

Tüm dünyayı
Kucaklamak istedim;
Kollarım yetişmedi.

diye başlıyor kitap.
Hüzünleniyorum çünkü: Ah neden bunların da söyleniş biçimlerini bulamıyorum diye diye, istemeyerek yırtıp atıyorum onları. Demek ki diyorum kendi kendime. Daha işin hünerini çözebilecek kadar usta’laşmamışım. 

Hiç yoktan iyi. Kendi kendinin çırağı olmak. 

diyor,feylesof usta.

İzmir’e doğru alçalmaya başladığımızda bitti kitap. Özdemir Asaf’la indik
İzmir’e, bu kez Özdemir Asaf’ça.

Otuz dört yıl olmuş aramızdan ayrılalı
Omu aramızdan ayrıldı?
Bizmi aramızda ayrıldık?
Bana kalsa o bir yere gitmedi
Oturuyor Fuaye Adnan’ın barında
Bir güzel heykel gibi
Gidip öpmek istiyorum heykelin elini
Ya kalemi ya kadehi bıraktığında
Kimi şeyler yazar ken ağlarım
Şu an olduğu gibi
İkibin onbeş yılı
Eylül’ün yedisi.

 Ferhan Şensoy

Bu bir aşk mektubudur

 Sevgili Müjdat,  

 Seni seviyorum.
Bu mektubu sana Engin’den gizli yazıyorum çünkü o beni sadece ona âşığım zannediyor. Oysa ben babama benzeyen tüm insanları, elimde olmadan hep çok sevdim. Yani, böyle ayran gönüllü olmamın sebebi babamdır.
Ben küçük bir çocukken, babam bana kim olursa olsun, hangi ırktan, dinden, ülkeden, şehirden, köyden gelirse gelsin, her insanın öncelikle “İyi İnsan” olması gerektiğini öğretti. Bu öğretiyi o kadar ciddiye almışım ki, merhametli, alçakgönüllü, adalet duygusuna sahip, yüce yürekli, kendilerini başkalarının yerine koyabilme hasletine sahip insanlara elimde olmadan aşk besliyorum.
Sonra yine babamın öğretilerinden yola çıkarak, bakıyorum, bu iyi insanlar, akıllılar mı, düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı, kendilerini geliştirmeyi biliyorlar mı diye?
Babam bana demişti ki ayrıca, komşun açken tok yatma. Kendine yetenin dışındaki varlıklarınla senin kadar şanslı olmayanlara hep yardım et. Bu yardımı kimseye duyurmadan, hele yardımcı olduğun kişilerin gözüne sokmadan yap çünkü Kibir en büyük günahtır. Mert ol, yalana hiç başvurma. Vefa duygunu hiç kaybetme ki, seni yetiştiren insanlara da, kurumlara da, vatanına da hayrın dokunsun. Ve, cehalet tehlikelidir, bilginin hep peşinde ol ve bilgini hep güncelle.
İçinde yaşadığın doğaya da saygılı ol. Nehirleri, denizleri kirletme, dalları kırma, unutma ki bu dünya da senin evin.

Sanatçıları baş tacı yaptı
Hiç unutmadığım bir nasihatı da sanatla ilgiliydi. Allah her kuluna o özel yeteneği vermeyebilir, sanat dallarından herhangi birini icra edecek yeteneğin olmasa da mutlaka hayatında sanata zaman ayır ve sanatçıları baş tacı et çünkü onlar Tanrı’nın özel kullarıdır, da demişti.
Ben seni sahnede ilk kez yetmişli yıllarda gördüm, Müjdat. Bir tiyatroda oyundan önce, sahneye zebra desenli giysinin içinde pür ciddiyet çıktın, konuştun ve sahneden çekildiğinde benim gülmekten karın kaslarıma ağrılar girmişti.
Müdavimlerinden biriydim artık.
Aradan geçen onca yıl sonra rahmetli Talat Halman Hoca bizi UNICEF’in çatısı altında buluşturdu. Seninle sahnelerin dışında İyi Niyet Elçileri olarak çalışmaya başlayınca, küçücük bir çocukken babamın yüreğime kazıdığı hasletlerin hepsine sahip olduğunu, onun bana ideal insan olarak çizdiği resme tıpatıp uyduğunu gördüm. Sen sadece üstün yetenekli bir sanatçı değil, yüce gönüllü, kendinden önce başkalarını düşünen, çalışkan, vefakâr, tertemiz bir insandın, sevgili arkadaşım.
Ben seni nasıl sevmem!
Senin aracılığınla, ülkemin senin gibi yüksek vasıflı ve bir o kadar da özgür ruhlu ve mert sanatçılarına yeni bir yılın eşiğinde en içten dileklerimi, saygı ve selamlarımı yolluyorum. Yeni yılda her şey gönlünüzce olsun!  

Ayşe Kulin