22 Aralık 2017

" İletişim yok mu? Tam tersine, o kadar çok iletişim var ki, direniş yok, yaratıcılık yok." Gilles Deleuze

'Sükûnet Aralarımızı' Gasp Eden İnternet: Neyin Temsili? 

 Günümüz iletişim teknolojisi bizi zorunlu bir katılıma sürüklerken, hiçbir şey söylememe hakkımızı elimizden alıyor ve biz bu zorunlu sevk ile beraber belki de söylemek zorunda bırakıldığımız şeylerle anlamı boğup onu lime lime ediyoruz.

"Bizim politikacılara ihtiyacımız yok. Hepimizin iPhone ve bilgisayarları var. Verilmesi gereken herhangi bir kararda, kuralda, çevrimiçi yayınlama şansımız var. Yapılması gereken şey; insanların kabul etme veya etmeme oylaması yapmasına izin vermek ve: Çoğunluk kazanır… Demokrasi budur, gerçek bir demokrasi budur."

'İnternet ve demokrasi' üzerine yukarıda söylenen şeyler, "hayatımızı kolaylaştırması beklenen teknolojinin, bizi nasıl avucuna aldığı ve sosyal yaşantımızı nasıl alt üst ettiği" meselesini işleyen bir tür kısa film olan Black Mirror'un ikinci sezonunun “The Waldo Momentisimli son bölümündeki bir diyalogdan alıntı.

Bir ayı olanWaldoadlı çizgi film karakterinin İngiltere'deki seçimler sürecinde adaylığa ortak oluşunun ilginç hikayesini anlatan The Waldo Moment, 'geleneksel' politikacılardan ve onların vaat ve söylemlerinden bıkan insanların her şeyi ti'ye alan bir çizgi film karakterine ya da 'gerçekte olmayana’ nasıl da rağbet gösterdiğini ve yöneldiğini anlatıyor özetle.

'Temsil krizi'ne derin bir ironiyle ışık tutan The Waldo Moment, günümüz internet teknolojisinin olanaklarına (ya da olanaksızlıklarına) ilişkin ise bizlere çok şey söylüyor…

'Medyalaştırılan' Bizler

Twitter ve Facebook gibi sosyal medya mecraları bir iletişim aracından daha fazlası mıdır? Bunlar gerçek 'demokrasi' için yeni birer itici güç olabilirler mi? Bu araçlar, günümüzün 'temsil krizine' çare olabilecek nitelikteler midir?..

Black Mirror, uzayıp giden tüm bu sorulara sert bir cevap veriyor: Hayır! İnternet teknolojisinin toplumu ele geçiren bir tür iktidar mekanizması gibi işlediğini anlataduruyor bize ve işin çılgınlığa varan boyutu üzerine eğiliyor.

Cevap bekleyen bu sorulara, Michael Hardt ve Antonio Negri'nin yakın dönemde patlak veren Arap Baharı, Wall Street'i İşgal Et eylemleri, Yunanistan ayaklanmaları gibi toplumsal hareketlere ilişkin tespitler yaptıkları ve bu hareketlerin ileriye dönük olanaklarına ilişkin değerlendirmelerde bulundukları 'Duyuru' adlı eserlerinde de yanıt bulmak mümkün.

İkili, neoliberalizmin zaferi ve krizinin ekonomik ve politik hayatın koşullarını değiştirdiğini belirttikleri Duyuru'da, aynı zamanda bunun yeni 'öznellik figürleri' oluşturduğunu da söylüyor ve o figürleri şöyle sıralıyor:

"Finansın ve bankaların egemenliği borçlandırılanları yarattı. Bilişim ve iletişim şebekeleri üzerindeki kontrol medyalaştırılanları yarattı. Güvenlik rejimi ve genelleştirilen istisnalar devleti korkunun pençesine düşmüş ve korunmak için yalvaran bir figürü, güvenlikleştirilenleri yarattı. Ve demokrasinin yozlaşması garip, depolitize edilmiş bir figürü, temsil edilenleri ortaya çıkardı." (Hardt & Negri, 2012, s. 17)

Hardt ve Negri, öznellik figürlerinden olan 'medyalaştırılanlar'dan bahsederken ise onların enformasyon, iletişim ve ifade fazlalığından nasıl mustarip olduklarına dikkati çekiyor. Medyanın kişiyi edilgen kılmadığının altını çizen filozoflar; aksine medyanın sürekli olarak kişiyi katılıma, neyi istiyorsa onu seçmeye, fikirleriyle katkıda bulunmaya ve hayatını yorumlamaya davet etiğini belirtiyor.

Yani medyanın kişinin sevdiği ve sevmediği şeylere karşı hep duyarlı olduğunu ve buna karşılık da kişinin sürekli olarak dikkat kesilmiş bir halde bulunduğunu dillendiriyorlar ve "Medyalaştırılanın öznelliği bu yüzden paradoksal olarak ne aktif ne de pasiftir, sürekli olarak dikkat kesilmiş bir halde bekler" diye de ekliyorlar. (Hardt & Negri, 2012, s. 23)

Hardt ve Negri'nin Duyuru'sunda durumu özetlemesi için ise Gilles Deleuze'den şu alıntı yapılıyor:

"Sorun artık insanların kendilerini ifade etmelerini sağlamak değil, sonunda söyleyecek bir şeyler bulabilecekleri küçük inziva ve sükûnet araları yaratmaktır. Baskıcı güçler insanların kendilerini ifade etmelerine engel olmuyor, tam tersine onları kendilerini ifade etmeye zorluyor. Söylenecek hiçbir şeyin olmaması, hiçbir şey söylememe hakkı ne büyük bir nimet; çünkü ancak o zaman nadir olanı ve daha da nadir olanı, söylenmeye değer olan o şeyi yakalama şansı doğar." 

Yani Deleuze'ün gözüyle amacın; "politik eylem ve özgürlük mücadelesinde asıl önemli olan enformasyonun, iletişimin ve ifadenin niceliği değil, niteliği olduğu" belirtiliyor.

İletişimdeki 'nitelik' kaymasına dikkati çeken bir diğer filozof ise Fransız düşünür Jean Baudrillard. Aşırı haber bolluğunun, fazlalığının 'anlam'da yarattığı zedelenmeye ilişkin olarak Baudrillard da "anlamın, anlama ait içeriklerin tümünün egemen bir iletişim aracı tarafından yutulduğu" yorumunu yapıyor. O da "anlamı nötralize eden iletişim araçlarının 'biçimden yoksun (haberden yoksun)' bir kitle üretmelerinden söz etmenin daha doğru olacağını" söylüyor. (Baudrillard, 2011)

Neyin 'temsili'?

Yani, günümüz iletişim teknolojisi, bizleri zorunlu bir katılıma sürüklerken, hiçbir şey söylememe hakkımızı elimizden alıyor ve bizler bu zorunlu sevk ile beraber belki de söylemek zorunda bırakıldığımız şeylerle anlamı boğup onu lime lime ediyoruz.'Sükûnet araları' yaratma imkanı elinden alınan bizler, anlama dair hemen her şeyi imha etmeye çoktan girişmiş bulunuyoruz.

Black Mirror'daki Waldo adlı çizgi film karakterine 'can' veren 'gerçek kişi'nin son raddede isyanının da asıl olarak bu 'nitelik ve anlam' kaymasına yönelmesi tesadüf değildir.

Şirketin patronunun, Waldo'yu canlandıran kişinin "Waldo gerçek değil ve o hiçbir şeyi temsil etmiyor" isyanına kulaklarını tıkaması ise adres olarak sandığı gösteren siyasetçilerin vurdumduymazlığından farksızdır. O da çoğu parlamenter gibi 'insanları sayan demokrasiyi' yüceltmektedir.

Oysa Ludwig Wittgenstein'ın da belirttiği üzere, "bize insanları sayan değil, tartan bir sistem gereklidir."

Peki, internet ya da sosyal medya bizlere bu imkanı veriyor mu ya da tam aksine bizleri her geçen gün daha çok 'sayan' ve 'niceliğe' önem veren bireyler haline mi getiriyor?

Kaç tivit attım, kaç like aldım, kaç takipçi kazandım…

Kaynaklar:

Baudrillard, J. (2011). Simülakrlar ve Simülasyon. Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Hardt, M., & Negri, A. (2012). Duyuru . İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

* Bu yazı, SPOT dergisinin 7. sayısında yayınlanmıştır.

Işıl Özgentürk - Sol Ne Demek?

Küçük çocuk annesine sordu: ''sol ne demek?'' anne bir süre düşündükten sonra yanıtladı: ''sol; sokakta seksek oynamak demek, korkudan öleyazsan da lunaparkta zincirli sandalyeye binmek demek, gece yatağından gökyüzünü izleyip gözüne kestirdiğin bir yıldızla sır paylaşmak demek, küçük fokları gaddarca öldüren fok katillerini hiç unutmamak ve kürk giymiş bir bayanın üstüne, 'yaşasın foklar' diyerek kalıcı boya atmak demek, yunusların bazen bir insan olduğunu düşünmek ve onların o muhteşem özgürlüklerini kıskanmak demek, Afrika'da bir ay sonra 700 bin yaşıtın çocuğun susuzluktan öleceğini öğrenip kumbaradaki parayı kokarak acil yardım kurumlarına götürmek ve bundan böyle diş fırçalarken musluğu kapalı tutmak demek, yemeğini bitirip geri kalanını üşenmeden bir torbaya koyup en yakın hayvan barınağına götürmek demek, köpeğini gezdirirken bir poşete onun bıraktıklarını almak ve çöp kutusuna atmak demek. kesilen her ağaç, yanan her orman için ne yapıp edip mutlaka ve mutlaka ağaç dikmek demek, kimselerin bu orada ne yapıyor demesine aldırmadan insanların kumsalda bıraktığı çöpleri toplamak demek, çok meraklı olmak demek, şu yaşadığımız dünyada kaç dil konuşuluyor, farklı kaç renk insan var, neden Çinliler sütle yapılmış yiyecekleri yiyemezler, güney ve kuzey kutbu'na kaç kişi gitmiştir, onların bu yolculuklarda başına neler gelmiştir, şu bizim oturduğumuz kentin kaç kapısı var, şu bizim oturduğumuz kentte kaç müze var, yazıyı ilk bulan kavim Sümerlerin kaç tanrısı varmış, Hititlerin kaç tanrısı, Hint mitolojisiyle yunan mitolojisindeki tanrılar birbirine ne kadar benzer, güçlülerin tanrısı Apollon'un da, Hint tanrılarından en sevilen insan başlı fil tanrı Gades'in de yardımcıları neden faredir, bir karınca bir kilometreyi ne kadar zamanda kat eder, sesten hızlı giden uçakların hızı saatte kaç kilometredir, neden erik ağaçları erken çiçek açar, dünyada kaç çeşit kurbağa vardır, insanın en yakın akrabası gerçekten su sineği midir, freud neden herkesin bildiği bir bilim adamıdır, karpuz neden soğuk suya bırakılır, dünyada parfüm yapılan kaç çeşit çiçek vardır, çöllerde kum fırtınaları neden hâlâ insanların korktuğu bir doğa olayıdır, kirlik alanlarda neden ay ve yıldızlar daha parlaktır, aşk nedir, bu neden başımıza gelir, kalbimiz sık sık neden kırılır, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kızarır ...'' 

Küçük çocuk ''anne dur biraz'' dedi, ''kafam karıştı.'' ''elbette karışacak'' dedi annesi, ''dünyanın en zor sorusunu sordun, devamı var. sol demek; her yaptığın işin neye yarayacağını bilmek demek, okuduğun her kitabı, denizlerin tuzunu, göklerin mavisini iyi bilmek demek, bir ormanda pusula olmadan kuzey yıldızına bakıp yolunu bulmak demek, herkes birinin karşısında mum gibi dururken kendin gibi durmak demek, geceden ölesiye korkmak ama geceyi sevmek demek, gün batımlarını sevmek demek, ormandaki tüm sesleri sevmek demektir; kendin için dans etmek demek, ağız dolusu gülmek demek, her yenilgiden sonra şöyle bir silkinip kendi küllerinden yeniden doğmak demek.''

küçük çocuk birden bağırdı, ''şimdi anladım'' dedi, ''sol demek hiç durmadan düş kurmak demek !''


 

Bir demet şiir

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın.
Ortada dursun.
Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper.
Az unutursun.
Buraya tabiatı koydum.
Ağaçları, suyu, ovayı, dağı.
Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum.
Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın...Birhan Keskin




Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.
Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır...İlhan Berk

Gitmez bu böyle, bu böyle yürümez! Bir gün
Durulur bu çalkantı, doğarsın güneşe.
Bakarsın gökyüzü eski bir resim gibi
Pencerede yeniden ve kitap masada,
Tasaların, kaygıların yunmuş, arınmış,
Peşkirin, çarşafın, gömleğin yanı sıra
Uçuşuyor çırpına çırpına rüzgârda.
Nerdesin alın teriyle gülen aydınlık,
Nerdesin güzel kokularla dolu gece!...Oktay Rifat


Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna
Usulca okşuyorsun yalnızlığını
usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna
oysa hayat
açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde...Ahmet Telli

Rayından çıkmıştır yaşamak
bir eskimişlik duygusu nereye baksan
gücü yetmez kimsenin kimseyi kurtarmaya
çünkü ne güzeller
zehir zemberek güzeldir artık
ne zehir zemberek çirkindir
yeni çirkinler...Attila İlhan