22 Kasım 2019

Yürümek - Sevgi Soysal



Yeni kapıları açmak gerek, yanlış kapıları, doğru kapıları, ama açmak, mutlaka açmak.

Çizgisini tamamlamış bir çember içinde ne kadar ilerlenebilir?


Marcel Proust - Swan’ın Bir Aşkı

Marcel Proustun Geçmiş Zamanın Ardındası, yüzyılımızın kuşkusuz anıt yapıtlarından biridir: Roman sanatına getirdiği yeni boyutlar yanında, benzerine az rastlanan anlatımı ve imgeleriyle, yoğun düşünce yüküyle, Fransa´nın ve dünyanın, çağımızın ve bütün çapların en büyük edebiyat yapıtlarından biri olduğunda herkes birleşiyor bugün. Yazık ki 1983 yılında bile, Türk okuru, bu büyük yapıtı tanıma olanağına kavuşmuş değildir. Ama hemen belirtelim ki, Marcel Proust´un sanatını, duygu ve düşünce evrenini tanıma konusunda Swann´ın Bir Aşkı: Fransa´da bile sık sık ayrı bir kitap olarak yayımlanması da bunu gösterir. Burada olaylar Marcel´in değil de Swann´ın çevresinde dönmesine, anlatıcının kendi serüveniyle dolaysız bir bağıntısı olmamasına karşın, Geçmiş Zamanın Ardındanın bir bölümünü oluşturur. Swann´ın kendisine benzerliği öylesine bir benzerliktir ki, onun serüvenini Marcel´in serüvenine özdeş kılar. Böylece Swann´ın Bir Aşkı, ister istemez Geçmiş Zamanın Ardındanın bir an-öyküsü, bir örnekçesi gibi olur. Okuyunca siz de göreceksiniz. Swann´ın Bir Aşkı, tek başına ele alındığında da, gerçekten olağanüstü güzellikte bir romandır. 
 
*
 
Tutku geçici ve farklı kişiliğimiz gibidir, öbür kişiliğimizin yerini alır, o zamana dek onu dile getiren değişmez göstergeleri yok eder. 

Genel olarak insanlar bizi öyle az ilgilendirir ki, içlerinden birini böyle acı ve sevinç olanaklarıyla donattık mı bir başka dünyadanmış gibi görünürler bize …


Kadınlar Okulu - André Gide

Söylememiz gereken sözler kimi zaman öyle geç geliyor ki usumuza.

Benim, tanıdığın insan olmadığımı söylüyorsun değil mi? İyi ama sen de benim tanıdığım kişi değilsin. İnsan, bir insanın gerçekten sandığı insan olduğunu nasıl anlar?

İnsan birini sevdi mi olduğu gibi göremez artık onu.

Zengin olacağımızı anladım; neredeyse üzülüyorum buna: mutluluğa ermek için paraya gereksinimi bulunanlara bırakmak isterdim serveti.

İnsan kocamış çocuktan başka bir şey değildir.



Voltaire Seçme sözler

 Okumak ruhu yüceltir

Akıllı kişilerin en büyük talihsizliği, salakların abuk subukluklarıyla başa çıkmak zorunda olmalarıdır.

Bir insanı cevapları ile değil sorularıyla yargılayın.

Fikirlerinizden nefret ediyorum. Ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım.

Size kimin hükmettiğini öğrenmek istiyorsanız, sadece kimi eleştirme izniniz olmadığını bulun.

Çalışmak bizi şu üç beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.

Gençleri bırakınız dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.

İnsan düşüncesinin tarihi, insan budalalığını ortaya koyar.

İnsanlar yiyecek yemekleri ve yatacak yerleri olduğunda düşünmeyi reddederler.

Okulda okuduklarıyla yetinenler, yalnız öğretmenleriyle konuşabilen çocuklara benzerler.

Tehlikeleri seçemeyen adama hemen kahraman gözüyle bakmak yanlıştır.

Teori yapmadan çalışalım, hayatı çekilir kılmanın yegane yolu budur.

 Tanrı'ya tek bir dua ettim: "Düşmanlarımı komik duruma düşür!" O da kabul etti.


Enver Gökçe ile Konuşma

Gelenekten Yararlanma 

Gelenekten her zaman için yararlanılabilir. Kimi ozanların bu deneylerde başarısızlığa uğramaları sanımca, onların halkla göbek bağı kuramamış olmalarından ileri gelmektedir. Türkünün ya da ağıtın halk yaşamı içerisindeki yerini ve işlevini bilmeyenler, bunlardan yararlanarak ortaya gerçek sentezler koyamazlar. Dünya görüşleri ne kadar olumlu olursa olsun, birer özentiden öteye gitmez çabaları.
 Suphi Kenan Demirci, “Enver Gökçe ile Konuşma”, Dost Dost İlle Kavga, Yücel Yayınları, seçme eserler: 15, 2. Basım, Ağustos 1975, İstanbul, sf. 27.)
 
 

Tolstoy

 


 -Sunu hiç unutmamalıdır ki, sanat, bir fedakârlık abidesidir. Eğer siz fedakârlığa talip değilseniz, milyonlarca insanın ömrünü verdiği bu müesseseye katılmaya hakkiniz yok demektir.


-Sanat, kişisel çıkarlar gözetilmeden yapılan, zahmetli, buna rağmen diğer insanlara doyumsuz zevk veren etkinliktir.


Kapıların Dışında - Wolfgang Borchert



”Hiçbir Tiyatronun Oynamak Hiçbir Seyircinin Görmek İstemediği Oyun”
 "Kapıların Dışında" adlı eserini, dijital görüntü teknolojisini kullanarak sahneliyor. Animasyonlarla oyuncuların iç içe geçtiği ve interaktif olarak sürekli iletişim halinde olduğu sahneleme ile dijital teknoloji oyunun bir parçası olarak kullanılıyor.

Savaşın birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisinin anlatıldığı oyunda, ruhsal ve fiziksel yaralarla savaştan yurduna dönen bir askerin, döndüğünde hiçbir şeyi eskisi gibi bulamamasının hikayesi anlatılıyor.

Borchert, Nazi karşıtı görüşlerinden dolayı defalarca tutuklandı. Öykü ve şiir kitapları bulunan yazar, tek oyunu olan "Kapıların Dışında" adlı eseri, sağlığının kötüleşmesi üzerine İsviçre'de yatırıldığı bir hastanede yazdı. Borchert, "Kapıların Dışında" dünya prömiyerini yapmadan bir gün önce, 20 Kasım 1947'de, henüz 26 yaşındayken tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumdu ve ardında savaş karşıtı bir başyapıt bıraktı.
 Çeviri...Behçet Necatigil

Georges Politzer & Paul Éluard


Sosyalizmin düşmanları ve onların her türlü uşakları, sosyalizmi,  bireyin  ezilmesi  sistemi  olarak  göstermeye çalışırlar.  Bu çeşitli anlayışlardan daha ilkel,daha bayağı, kaba bir şey yoktur. Sosyalist sistemin insanın kurtuluşunu, bireysel ve kolektif yaratışın açılıp gelişmesini sağlamış olduğu  ve  yığınların  içlerinde  sakladıkları yeti ve anıklıkların her alanda gelişmesinin koşullarını yaratmış olduğu tanıtlanmıştır. 

  Şu satırları yazarken Eluard işte bu fikirden esinleniyordu.

Karanlıkları deste deste ateşe atıyoruz
Kırıyoruz paslanmış kilidini haksızlığın.
İnsanlar gelecek, artık kendi kendilerinden korkmayan
Çünkü insanlar güveniyor tüm insanlara
Çünkü yokoluyor insan yüzlü düşman.


V. VARGI
 
 TIK

Felsefenin Temel İlkeleri

 
Georges Politzer
 
 Felsefenin Temel İlkeleri, tıpkı birinci yapıt gibi, Yeni Üniversiteye devam eden emekçilere -işçilere, memurlara ev hizmetlerinde çalışanlara, bilim araştırmacılarına, öğretmenlere, üniversite öğrencilerine vb.- verilen felsefe eğitiminin deneyimine dayanmaktadır. Bu bakımdan, kitabın, onu kaleme almış olan ve başka birkaç kişi ile birlikte bu üniversitede diyalektik materyalizm dersleri verenlerin adlarından önce Georges Politzer'in adını taşıması doğrudur.
Felsefenin Temel İlkeleri'nin amacı, Marx ve Engels'in ve onların en büyük öğretilileri Lenin ve Stalin'in ana fikirlerini öğrenmek isteyenlere yardımcı olmaktır. Onun için bu yapıt, birer birer okunacak olan derslere bölünmüş bir elkitabı niteliğini taşır

Georges Politzer her şeyden önce Gülüştür. Meydan okumanın Gülüşü; başkaldırmanın değil, devrimcinin Gülüşü; anarşistin değil, tarihin mahkumiyet hükmünden kurtulmak için eski dünyanın güçleriyle açıkça alay eden Marksistin Gülüşü. Zincirler içinde, Pucheu'nün karşısında, Gestaponun işkenceleri içinde bile, galip gelenin Gülüşü; infaz mangasının karşısında, galip gelenin Gülüşü.
 


İlhan Berk "Yazmak Yaşamaktır, Yaşamak Yazmaktır."

Nedir yaşamak? Yaşamak benim için dünyayı algılamak, kavramak, bulgulamak, ona bir anlam vermektir.  Neler var bu yeryüzünde, dedim. Gördüm ki evler, sokaklar, insanlar, çarşılar, dükkânlar, ağaçlar, ovalar, sular, gök, hep gök ve insanlardı yeryüzü. Büyük bir kitap gibiydi daha çok. Böyle gittim geldim ben de o kitapla. Ne zamana kadar? Yazmaya başlayıncaya değin. Ama yazmaya başlayınca iş değişti, yazmaya başlayınca değiştim. Evler, sokaklar, insanlar hep vardı yine; ama ben evleri, sokakları, insanları bir başka görmeye başladım. İşte bu zaman yazmakla yaşamak birleşti bende. İkisini birbirinden ayıramaz oldum. Daha da önemlisi yazmak, yaşamın yerini aldı. Yazmadan yaşamak diye bir şeyi anlamaz oldum. Artık bir suya, bir eve, bir sokağa, insanlara yazmak için, bir onun için bakar oldum. Bir yaprağı bunun için elime alıyordum, bir sokaktan geçerken, bir kadına, bir adama, bir kuşa, gökyüzüne bakarken, hep yazmak için bakıyordum. Yaşamımın artık başka bir anlamı yoktu, her şey ama her şey yazılmak içindi.


16 Kasım 2019

Bilinmeyen Adanın Öyküsü - José Saramago

 İşte kader hep böyle davranır bizlere, hemen arkamızdadır, omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır, bizlerse hâlâ, Geçti gitti, gösteri bitti, yine aynı hikaye, diye homurdanıp dururuz. 

Beğenmek, sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek.
 
 dedem hep derdi, denize açılmak isteyen hazırlığını karada tamamlar
 
çünkü işten evlerine dönen erkekler, midesi olan ve karnını doyurması gereken varlıkların sadece kendileri olduğunu zannederler
 
 işte göz yanılması, insanın yanı başında duran insanı görmemesi böyle olur
 
 teker teker saymamış olsa da sayılarının denizcilerin sayısına eşit olduğunu tahmin ettiği bir grup kadın, kendi işleriyle uğraşıyorlarmış, başkalarının işleriyle uğraşmalarına henüz sıra gelmemiş, bunun bir rüya olduğu kesinmiş artık, çünkü gerçek hayatta böyle bir şey hiç görülmemiş.
 
 Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin
 
 Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir.
 
 Mühim olan varış değil, gidiştir
 
ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum, Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin

 rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur,

Kadının uykuya dalıp dalmadığını merak etmiş, sonra onu teknede aradığını ve hiçbir yerde bulamadığını, devasa bir gemide birbirlerini kaybettiklerini hayal etmiş, rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur, kadın birkaç metre ötesinde uyuyor olsa da adam ona nasıl ulaşacağını bilemez, oysa ne kolaydır iskele tarafından sancak tarafına geçmek.


Dünya Hoşgörü Günü

  
İnsanoğlunun vebası farklılıklardan korkması ve reddetmesi: tek tanrıcılık (mono-teizm), tek kral (mon-arşi), tek eşlilik (mon-agami), ve çağımızda tek Tıp (mono-medicine). Yaşamanın; dini, siyasi, cinsel, tıbbi olayları düzenlemenin tek doğru yolu olduğu inancı insanın ve kurtuluşunu, güvenliğini, ve ruh sağlığını korumak isteyen türdaşlarının yüzleştiği en büyük tehdinin kökünde yatan sebep. 
 
 
İnsanlığın belası, çeşitliliğin korkusu ve reddi: tektanrıcılık, monarşi, tekeşlilik. Yaşamanın tek bir doğru yolu olduğu inancı, dini, politik, cinsel konuları düzenlemenin tek yolu, insana yönelik en büyük tehdidin nedenidir: kendi türünün üyeleri, kurtuluşunu sağlamaya kendini adamıştır. onun güvenliği ve akıl sağlığı. 
 
Thomas Szasz
 
 

Sinan Cemgil

Şirin’in matemi
 
Bu ölüm ile birlikte Şirin’in kendi deyimiyle matem’i başlar. Acı da uğruna her şeyi göze aldığı devrim mücadelesi kadar yalın ve sahicidir çünkü.
Şirin, Sinan’ın ardından onun hiç okumayacağı mektuplar yazmaya başlar. Şirin ve Sinan’ın aynı ideoloji için farklı yöntemlere inanmışlıkları vardır. Ancak bu birbirlerinin hayatına müdahale edip, baskı kurmaya dönük olmamıştır hiç. 9 Ağustos 1971 tarihli mektupta, Sinan’ın ardından kendisini eleştiren hatta bunun da ötesine geçip onu dışlayan yoldaşlarına sitemini anlatır.
“Ben seni pasifize etmişim Sinancım. Şu işe bak sevdiğim…Benim devrimciliğime, beni tanımadan olaylara bakıp, değerlendirme yapmadan ucuza yapılan şu hareketlere bak…Bu kadınları ikinci derece vatandaş olarak görme eğiliminden başka bir şey değil…İnsan devrimciliğini yaptığı işlerle ortaya koyar, hayatıyla bir de.”


Claude Monet


 
Woman with a Parasol - Madame Monet and Her Son
 1875


Ağacım - Orhan Veli Kanık



Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.

Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.

Hegel "İnsanların kendi çıkarlarına, amaçlarına ve niyetlerine karşı bir şekilde yönetilmeye izin vermeleri akla aykırıdır."



 


08 Kasım 2019

M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım - Prof. Dr. Afet İnan

Türk milleti tarih boyunca çeşitli coğrafi bölgelerde devletler kurmuş ve medeni eserler meydana getirmiştir. 1920 yılında ise, tarihte ilk defa Türkiye adını kullanarak Ankara'da bir hükümet teşkil edilmiştir ''Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti''. 1923 yılında ''Türkiye Cumhuriyeti'' bütün devletlerin resmen sınırlarını tanıdığı yeni bir Türk devletidir. Bundan önce hemen tarihin her devrinde kurulmuş olan Türk devlet ve imparatorluklarının resmi unvanları ya o devleti kuranın veyahut da o bölgeye mahsus bir Türk kabilesinin adına göredir. Bunların içinde tek istisna, başına bir sıfat eklenen ''Gök Türk Devleti''dir (552-745). Ancak Osmanlı İmparatorluğu için yabancıların bazen Türk adını, resmi olmamakla beraber, kullandıkları görülür. 

Milli hâkimiyete dayanan prensibe göre Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu M. Kemal Atatürk'tür. Türkiye Cumhuriyeti'nin birlik halindeki vatanı, derin bir medeniyet tarihine malik olmuştur ve bugün, burada Türk vatandaşı olarak yaşayanlar, her devirden kalma medeniyet eserlerinin varisidirler. Kurtuluş Savaşı sonucu 1922'de istiladan kurtulan yurdumuzda, cumhuriyet idaresi altında, demokratik müesseselerin yerleşmesine önem verilmiştir. 

Türk inkılabının yürürlüğe girmesi ile milletimizi son asırlarda medeniyet yolunda geri bırakmış müesseseler kaldırılmış, yerlerine dünya medeniyet âlemine uyacak müspet ve sosyal ilimlerin öngördüğü yeni düzenin yerleştirilmesine çalışılmıştır. XIX. yüzyıl Osmanlı devrinde ıslahat hareketleri görülmüş fakat bunlar cemiyet hayatında köklü değişikliklere gidememiştir. Ancak Türk milleti için bir hazırlık safhası olarak kaydedilebilir. Cumhuriyet devrimiz inkılap hareketleriyle karakterize edilir. Bu inkılap devlet kurucusu Atatürk'ün şahsi teşebbüsü ile olmuş ise de, o bizzat bunu ''Türk İnkılabı'' olarak ifade eder. Bu inkılabın yönünü tespit için Atatürk'ün fikri hayatını takip etmek gerekir, çünkü o hem asrının ve çevresinin entelektüel gelişmesinin, hem de milli bünyemizin gerçeklerinin tesiri altındadır. 

Bu itibarla Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki zamanda, Türkiye Cumhuriyeti'nde öngörülen inkılap hareketleri diğer Doğu ülkelerine de örnek olmuştur. Bunun için Atatürk'ün kişiliği ve onun fikri hazırlık safhası çok önemlidir. Milli Kurtuluş hareketimizin içinden doğan bu inkılap konuları, Atatürk'ün nutukları ve konuşmalarıyla, kamuoyunu hazırlayan tutumu dikkatle incelenmeye değer. İşte bunun içindir ki, büyük Nutuk, söylev ve demeçleri, tamim ve telgrafları toplanmış ve Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü tarafından yayımlanmıştır. 

Bunlar bütünü ile bu devir tarihimizin birinci elden kaynaklarıdır. Benim şahit olduğuma göre Atatürk resmi nutuklarını, bilgileri topladıktan sonra bizzat sentezini kendisi yapardı. Esasen bütün yazılarında kendine has üslubu daima kolaylıkla anlaşılabilir. Hatta son Meclis açış nutkunu (1 Kasım 1938) dahi hasta yatağında yazmış olduğunu biliyorum. Atatürk çok kitap okur ve bu okuduklarını etrafına yayarken çeşitli konular üzerinde tartışmalar yapmayı severdi. 

Çevresinde bulunanların bilgilerinden de istifa eden Atatürk'ün fikirlere açıklık ve yön vermede büyük başarı sağladığı görülürdü. ''Bir çocuğun normal öğretim ve eğitim devrelerinden geçerek yetişmiş olması şarttır. Öğrenci her ne yaşta ve sınıfta olursa olsun onlara geleceğin büyükleri olarak bakmalı ve öyle muamele etmelidir'' derdi. 

Bu kitapta, M. Kemal Atatürk'ün biyografisi ile çeşitli vesilelerle not ettiğim sözlerini topladım. Bunlardan bir kısmını sonradan kendisine gösterdiğim vakit düzeltmeler yapmıştır. Bazıları da doğrudan doğruya kendi el yazılarıyla olanlardır. Bu sözler pek tabiidir ki, herhangi bir konuşma mevzuu içinde bazı olayların açıklanması için söylenmiştir. Bütün bunları Atatürk'ün entelektüel hayatının birer belgesi olarak veriyorum. 

Bu kitapta ilk önce Atatürk'ün bir halk çocuğu olarak yetişmesi, yani düzenli bir öğrenimden geçmesi ve askeri meslek hayatındaki durumu ve bu dönemde memleketin çeşitli yerlerini ve halkını tanımasının önemi belirtilmiştir. 

İkinci olarak da Atatürk'ün fikir hayatı ve başarısının esasları üzerindeki tarihi belgeler açıklanmıştır. 

Bunlar, tabiatıyla Atatürk'ün yaşadığı zamandaki siyasi fikri ve ekonomik ortamda bir ileri görüş olarak uygulanmıştır. Ancak yine kendisinin fikrine göre çağdaş medeniyet içinde Türk milleti, daimi ilerlemelere önem verecek prensipleri de amaç olarak benimsemelidir. Prof. Dr. A. Afet İnan

Faruk Nafiz Çamlıbel - Bağ Bozumu


Hummalı bir sükûn inmiş sahile,
Dalgalar çırpınır, söğütler dalar.
Rakseden suların mûsikîsiyle
Kayalar dinlenir guruba kadar...

Kuytu ormanları, tenhâ bağları
Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.
İnce dallar kırık, yapraklar sarı,
Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar.
 

Sisifos Söyleni - Albert Camus

 ''Sisifos'' miti (orijinal olarak ; le mythe de sisyphe) temel olarak yunan mitolojisinden gelmektedir. Anlatıya göre sisifos, denizcilik ve ticaretin gelişimine katkıda bulunmuş, fakat konukseverlik kurallarını gözardı ederek yolcuları ve konukları öldürecek kadar açgözlü ve hileci bir kraldır. Homeros'un aktarmasına göre, Sisifos en hünerli insan olarak ün salmıştı. Kuzenini baştan çıkarmış, erkek kardeşinin tahtını ele geçirmiş ve Zeus'un sırlarına -özellikle Zeus'un nehir tanrısı Asopus'un kızı Aegina'ya tecavüz ettiği sırrına- ihanet etmiştir. Bunun üzerine Zeus, Hades'ten Sisifos'un cehennemde zincire vurulmasını istemiştir. Ancak hileciliğinin cezası olarak Sisifos, daha büyük ve daha büyük bir cezayla karşı karşıya kalmıştır : Her seferinde yeniden aşağıya yuvarlanacağını bildiği halde büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamak !

Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Albert Camus, bu yapıtına en önemli felsefi sorunla, intiharı sorgulamayla başlar. Adına İntihar dediğimiz aykırı olayın altında yatan nedenleri irdelerken, bireyin yaşam savaşımına değinerek analitik düşünce yapısını ortaya koyar alabildiğine. Camus’ye göre, “Bu eylem (intihar), yüreğin sessizliğinde büyük bir yapıt gibi hazırlanır. Yaşamın, yaşanmaya değer olmadığını göstermek midir bireyin amacı? Uyumsuzluk burada devreye girer. Topluma uyum sağlayamayan insan, giderek kendine de yabancılaşır. Aynaya baktığında kendine yabancı gelen bir yüz görür ve vazgeçer yaşamaktan. Kendisini çevreleyen duvarlar arasında yaşayan birey, yaşamanın bir kısır döngü olduğunu fark eder.’’

Kitaba adını veren “Sisyphos Söylencesi” budur işte. Bin bir güçlükle, çileyle tepeye çıkarılan kaya, tepeden aşağı yuvarlanır gerisin geri. Bu karmaşadan kurtulmak ya da saplanıp kalmak? İş, buradan çıkılıp çıkılamayacağını; intiharın, bu uyumsuzluktan çıkarılacak bir sonuç olup olmadığını bilmek önemlidir. Uyumsuz insan, yaşamla savaşırken kendini de tüketir farkına varmadan. Çıkmaza saplanıp kalabilir. 

Düşüncenin bocaladığı bu son dönemece, daha doğru deyimle yaşamın en kıyısına birçok insan gelmiştir. Kimi kalıcı olarak ömrünü böyle tüketmiştir, kimi her nasılsa kurtulmayı başarabilmiştir. Ya başaramayanlar? İşte intihar olgusu burada tartışılması gereken önemdedir.
“Hak edilmesi gereken” bir başka yaşam umudu var mıdır? Yoksa yaşam en kıyısında gezinen kişiye “ihanet” mi etmiştir?

Camus’nün önemi, bu soruyu temel soru(n) haline getirmesidir: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar,” der Camus . Felsefenin ele aldığı öteki bütün konuları ikincil önemdedir. Aslında haklıdır da. Yaşam konusunda netleşerek bir tavır ortaya koymadıktan sonra, daha açık söylenirse “yaşamı güçlü bir şekilde onaylamadıktan sonra”, öteki kavramları sorgulamak neden önemli olsun ki?

Yaşam, gerçekte birçoğumuz için tekdüze duruma gelebilir. İnsan bu çıkmaza dönüşen kısır döngü içerisinde sıkışıp kalabilir. Toplumca uyumsuz diye bilinenler, isyan duygusu içerisinde vazgeçiyorlar yaşamaktan. İntihar, bu aşamada kendi sıkışmışlıkları içerisinde bir çıkış yolu gibi görülebiliyor.
Yaşamın tekdüzeliğine teslim olmak neden? Neden aşağıya yuvarlanan kayayı yeniden  tepeye çıkartmaya çalışıyoruz, neden her defasında farklı bir sonuç umuyoruz? Neden sahneden inip, kendi rollerimizi kendimiz bulmuyoruz? Bırakalım kaya düştüğü yerde kalsın, önemli olan kendimize yeni bir tepe, yeni umutlar, yeni uğraşlar, yeni roller bulmak değil midir?
İnsan yenilgiye, çözümsüzlüğe, yılgınlığa teslim olamaz, olmamalıdır. Aklı, ruhu, bütün varlığı başkaldırır buna. O bir yol bulmak, açmak zorundadır. 

Albert Camus, ‘Sisifos Söyleni’ ile içimizde kalan, söyleyemediğimiz sözleri söyler. Yaşam acıyı ve hüznü beslerken, umudu yok etmeye çalışır. Kabullenmenin ağırlığı altında ezilirken, kaçmak için hiçbir şey yapmayız. Hepimizin içinde bir uyumsuz vardır. Bu uyumsuzluk, kimimizi mücadele etmeye götürür, kimimizi ezberciliğe, kimimizi de intihara.

Albert Camus, intihar konusu üzerinden yaşamı, neden- sonuç ilişkileri ile sorgular. Yaşamın anlamsızlığı içerisinde koşuştururken, zamanı değil kendimizi tüketiriz. Yitirilen dostluklar, çabuk tüketilen sevgiler arasında bocalar dururuz. Gülümsemeyi unuturuz çoğu zaman. Kendimize zaman ayıramadığımız için, kendimizi de unuturuz. Oysa her bitişte bir çıkış, her kederde bir umut, her acıda bir mutluluk saklıdır. Bunu görebilmek önemlidir.

Kendimizi tanır ve yaşamın bize sunduğu olanakları değerlendirirsek her savaştan utkuyla dönebiliriz. Yaşamını, başkaldırmasını, özgürlüğünü duymak, elden geldiğince fazla duymak, fazla yaşamaktır.
Camus, her insanın içindeki uyumsuzu ortaya çıkarır. Kitap bitince bütün düşüncelerimiz değişir. Bıkkınlığın yerini yeni alışkanlıklar, yabansılığın yerini ise uyum alır.

İnsan yüreğinde öyle umutlar gizlidir ki görmesini bilene. Yaşam bedenini sıkmaya başlayınca, yeni arayışlara girer birey. Varoluş ve hiçlik arasında gider gelir. Yaşamın bir nedeni, bir anlamı olmalı. İşte ‘Sisifos Söyleni’, Camus'ün aynı yılda roman türünde çıkardığı ''Yabancı'' adlı yapıtıyla birbirini tamamlar nitelikte oluşuyla, daha komplike bir başyapıt durumuna geliyor. Bir bakıma Camus'ün ‘Sisifos Söyleni'nde kurguladığı felsefeyi, ''Yabancı'' romanında gerçeğe dönüştürdüğü yorumunu yapabiliriz. bunu bulanlar, savaşı kazanmanın mutluluğuyla yollarına devam eder.

Kitap dört bölümden ve toplam on alt başlıktan oluşur:

A) Uyumsuz Uslamlama
Uyumsuz ve İntihar başlıklı birinci makalede insanın düşünmeye başlaması ve yüreğini kurtların yiyip, yaşamın değerini anlamaya çalışmasıyla yaşamı felsefi bir sorgulamaya yatırdığını görüyoruz. Hayatı, yaşamın anlamını, yaşamdaki anlamsızlığı ve saçmalığı irdeleyerek, “bu hayatın bir anlamı var mı?” sorusunu soran Camus, bu şekilde kendisine de bir çıkar yol bulmaya çalışmıştır. Yanıt “hayır”sa intihar düşlemi devreye girer, “evet” ise umut etmelidir. Camus, tüm büyük beyinlerin, yaşamında bir kez de olsa intihar etmeyi düşündüklerini söyler. İnsanın iki seçeneği olduğundan yani ‘intihar ve umut’tan söz eder.

B) Uyumsuz İnsan
“Uyumsuz insan, sonrasızlığı yadsımayan onun için hiçbir şey yapmayan; sınırlı özgürlüğünden, ölümlü bilincinden kuşku duymayınca yaşamı süresince serüvenini sürdürür. Tanrı’dan ayrılmayan buyurucu ahlak görüşünü benimser. Ama kendisi, bu Tanrı’nın dışında yaşar.”
Uyumsuz insanı bu tür tanımlamalarla betimleyen Camus, bu bölümü de üç başlık altında incelemiştir.
‘Don Juanlık’ adını verdiği bu makalede Camus, Don Juan efsanesini ele alarak birtakım sonuçlar çıkarmıştır. Kendisini askeri kafayla bir fatih olarak gören Juan, hazlarının peşinden koşmuş, arzuladığı kişiyi elde etmiş ve ulaşmayı istediği fethi başarıyla tamamlamıştır. Sonra hazzın da kişinin de hiçbir şey ifade etmediğini anlamıştır. Dolayısıyla geriye koca bir hiçliğin kaldığını görmüştür. Ona göre aşk, hem kendisini hem de dünyanın tüm yüzlerini beraberinde getiren, yön veren kurtarıcı türündedir. Don Juan, bu safhada doygunluğu önermiştir. Güzel bir kadının her zaman arzulandığını söylemiş, bir kadını bırakırsa sevmediği için değil, başka birisini sevdiği için bırakacağını anlatmaya çalışmıştır. Camus bundan şu sonucu çıkarmıştır: İnsan ne kadar çok severse, uyumsuz o ölçüde sağlamlaşır.
‘Oyun’ isimli bölümde de Albert Camus, günlük hayatta bir programa sahip olan insanın oyalanmayı sevmediği; birçok kaderin acısını çekmeyip yalnızca şiirini alması yönüyle tiyatrodan ve gösteriden hoşlandığını belirterek bir giriş yapmıştır. Oyuncu için tanınmamışlığı oynamamak olarak görmüş; oyuncunun oynamamasını ise canlandıracağı tüm varlıklarla yüz kez ölmek şeklinde belirtmiştir. Bu bölümde Camus uyumsuz insan ile oyuncu arasındaki ilişkiden şöyle bahsetmiştir: Oyuncu, uyumsuz gibi bir şeyi tüketir, durmadan dolaşır. Zamanın yolcusudur. Nasıl ki ölüm, uyumsuz insan için düzeltilemez bir şeydir. Aynı durum oyuncu için de geçerlidir. Ne olursa olsun ölmek söz konusudur.
‘Fetih’de de yazar, insanın niteliklerinden, usunu kullanışından hareketle birkaç çıkarımda bulunmuştur. Mesela, bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır. O sahip olduğu aklıyla ya gözlemi ya da eylemi seçer. O yüzden insan olmak derler bunun adına. İnsan hiçbir şey yapamaz ama yine de her şeyi yapabilir. Camus, dünyanın küçülttüğü insanı kendisinin kurtardığını söyler. İnsan sınırlı durumunun bilinciyle karşısında bulunan yazgısını kışkırtır.

C) Uyumsuz Yaratım
Felsefe ve Roman başlığı altında, sanattan hareketle bir yaratımdan ve onun felsefesinden bahsetmiştir. Yaratım büyük bir oyundur, nitekim sanat da bir yaratımdır. Sanat yapıtı bir deneyimin ölümünü, bununla birlikte çoğalımını belirtir. Sanat ve felsefe dalının her biri de kendine özgü bir iklime sahiptir. Öğretisinin içine kapanmış felsefeciyle, yapıtının karşısında yer almış sanatçı arasında bir çelişki vardır. Sanat yapıtı da bir çelişkiden ibarettir. Onun bu anlık kusursuzluğunu ancak önyargı doğrulayabilir. Sanatçı da aynı düşünür gibi kendisine bir yol seçer; bu onun özgünlüğünü gösterir. Burada da estetik sorunlar ortaya çıkar. Gerçek sanat yapıtı insanı aşan bir ürün değildir; onun ölçüsü düzeyindedir. Büyük sanatçı da büyük bir yaşayıcıdır. Yaşadıklarını ve hayallerini sanatına aktarır. Çünkü dünya yalnızca görünenden ibaret olsaydı o zaman sanat olmazdı. Sanatın, bir yerde desteğini aldığı soyut düşünce artık tenle buluşur. Yazar öyküler anlatmaz, kendi evrenini oluşturur. Bu yorumlara ek olarak büyük romancılar, filozof romancılardır diyen Camus, diğer bölümde Dostoyevski’nin gözde bir yapıtını inceler.

Bize seslenen uyumsuz bir romancı değil, varlıkçı bir romancıdır. Burada sanata büyüklüğünü veren sıçrama, duygulandırıcı konumundadır. Söz konusu uyumsuz da bir yapıt olarak değil, bir sorun olarak karşımıza çıkar.

Sanata en çok katkı sağlayabilecek olan şey, olumsuz düşüncedir. Bulanık bir biçimle gelişen davranışlar, büyük bir yapıtın anlaşılması için çok gereklidir. Yaratıcı tutum, uyumsuz yaşamayı tamamlayabilecek tutumlardan biridir. İki işi bir arada yürütmek, bir yandan alçaltıp bir yandan göklere çıkarmak uyumsuz yaratıcının önünde açılan yoldur, boşluğa renklerini vermelidir, diyen Camus bu bölümde de umut vadetmeyen, yarınsız, uyumsuz yaratıcının özelliklerini aktarır.

D) Sisifos Söyleni
Başlangıçta izah etmeye çalıştığımız bu bölümle Camus, Yunan Mitolojisi’ndeki Sisifos karakteri üzerinden bir anlatı yaparak içindeki sorunları konsantre halinde sunduğu kitaba son verir. 

‘Sisifos Söyleni’nden aforizmaları şöyle özetleyebiliriz:
 
‘’Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. 
Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.
Hiç kimsenin varlık bilimsel bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. 
Önemli bir bilimsel gerçeğe varmış olan Galilei, bu gerçek, yaşamını tehlikeye sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. Bir bakıma iyi de etti. Uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. Dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde, hiç mi hiç önemi yok bunun.
Tüm temel sorunlar üzerinde-kişiyi başkalarına öldürtmeye yönelten ya da onun yaşama tutkusunu on katına çıkaran sorunları söylemek istiyorum.
İntihar şimdiye kadar yalnızca toplumsal bir olay olarak ele alınmıştır. Buradaysa tam tersine, bireysel düşünceyle intihar arasındaki ilişki söz konusu. Böyle bir edim, yüreğin sessizliğinde, tıpkı büyük bir yapıt gibi hazırlanır. İnsan kendi de bilmez bunu. Bir akşam tetiğe basar ya da kendini sulara bırakır.
Ama aklın hangi dakikada, hangi davranışla ölümü seçtiğini saptamak güç olsa bile, eylemin gerektirdiği sonuçları bu eylemin kendisinden çıkarmak o kadar güç değil. Kendini öldürmek bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir.
Yalnızca “çabalamaya değmez” demektir kendini öldürmek.
İsteyerek ölmek, bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimdenmiş olmasını gerektirir.
Sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye rastlanamayacağına göre, bu duyguyla hiçliği istemek arasında dolaysız bir bağ bulunduğu fazla açıklama yapılmadan da benimsenebilir.
İşte bu denemenin konusu, uyumsuz bir intihar arasındaki bu bağıntı, intiharın uyumsuz için tam olarak hangi ölçüde bir çözüm olduğudur.
Bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın tüm düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır. Bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir, beden de yok oluş karşısında geriler.
Yaşam yaşanmaya değmediği için insan kendisini öldürür, işte bir gerçek, kuşkusuz, ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık. Ama yaşamaya yöneltilen bu aşağılama, içinde daldırıldığı bu yalanlama, hiç anlamı olmamasından mı geliyor? Uyumsuz olması, umut ya da intihar yoluyla kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor?
Derin duygular da büyük yapıtlar gibi bilinçli olarak söylediklerinden daha fazla anlam taşır her zaman.
Tüm büyük eylemlerin, tüm büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı vardır. Büyük yapıtlar çoğu kez bir sokağın dönemecinde ya da bir lokantanın kapısında doğar. Uyumsuzluk da böyle. Özellikle uyumsuz dünya soyluluğunu bu zavallı doğuştan alır.
Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından da sonuç gelir zamanla; intihar ya da iyileşme. Tek başına ele alınınca, bıkkınlıkta tiksindirici bir şey vardır. Burada, iyi bir şey olduğu sonucunu çıkarmam gerekiyor. Çünkü her şey bilinçle başlar. Her şey ancak onunla bir değer taşıyabilir.
Her güzelliğin dibinde insan dışı bir şey yatar ve bu tepeler, gökyüzünün bu tatlılığı, bu ağaç dizileri kendilerine yüklediğimiz düşsel anlamı hemen o dakikada yitiriverir, yitirilmiş bir cennet kadar uzaktırlar bundan böyle.
Gene de herkesin sanki hiç kimse “bilmiyormuş” gibi yaşamasına ne kadar şaşılsa azdır.
Gerçekte ölüm deneyimi yoktur da ondan. Ancak yaşanan, bilincine varılan şey denenmiş olabilir. Burada, olsa olsa başkalarının ölümüyle ilgili bir deneyimden söz edilebilir.
İsteyerek ölmeli mi, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeli?’’

Çevirmen: Tahsin Yücel
Orjinal Adı: Le Mythe de Sisyphe
Can Yayınları, 2017

05 Kasım 2019

Bülent Ecevit - Bach Sonatı


ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir aşk örüyor

ses olmuş duygular
yaklaşır dalga dalga zamansız
kavuşsa da seslerimiz birbirine
biz kavuşamayız

ne kollarımız var saracak
ne öpecek dudaklar
ne görülecek yüzümüz var
ne görecek göz

biz aşk örüyoruz boşlukta
çizgiden soyut
zerreden öz

1953


Tel Örgüde Sarı Çiğdem - Gülten Akın



Dağlarda gördüm onları yollarda gördüm
Bir yokuşu çıkıyordu tilki oğlu tilki
Kediler bütün gün ağaçlarda
Nedir yelle ilintisi kaplumbağanın
Bomuzlar gerinip güne karşı
Gergedan inişte

Zındancıbaşılar zındancıbaşılar
Bağlamışlar tayları
Ceylanlar bukağıda

Bir bayırda apansız
Yollarımı kesen sarı çiğdem
Alsam koğuşlara götürsem
Götürsem götüremem
Ellerim telörgüde

Telörgüde boynu bükük
Bir saı bir küçük bir serin çiğdem
Canımın parçası öte geçede
Bedeninde yarı ışık yarı gölge
Beton avlulardan duvarlardan doğru
Gün vurur gözümün gözümün içine
Bir o beni görür bir ben onu görürüm
Alırım sesini sesini sesini
Düşürürüm ardıma
Bahar sellerinden geçiririm
Yolaksız dağlardan aşırırım

Zındancılarbaşı zındancılarbaşı
Gelimli gidimli dünya
İlle de ölümlü dünya
Senin gücün yetse yetse bana yeter
Suya çavmış güz güneşi

Ah demem çün bilirim
Ne gelir ardından gecelerin
Çözülür, çözülmez sandığın kördüğüm
Unufak olur bukağı

Ah demem
Ah demez canımın parçası
Toplu Şiirler

Gilles Deleuze "Başkalarının Düşlerinden Sakının"





“Yaratma Eylemi Nedir?” başlıklı konferansında söylediği şu cümleleriydi: “Başkası düşlediği an tehlike vardır. Düş korkunç bir güç istencidir. Her birimiz az ya da çok başkalarının düşlerinin kurbanıyız. Başkalarının düşlerinden sakının.” 


Ümit Yaşar Oğuzcan



Sadrazamın Kavuğu
Sadrazam efendimizin kavuğu
Halkın derdini dinler her sabah mâbeyinde
El pençe divân durup ağlaşırlar
Fukara Aliler
Dert küpü olmuş Veliler
Hasanlar, Hüseyinler…
On binler
Yirmi binler
Yüz binler…
Velhasıl mâbeyinde her sabah
Halk inler
Kavuk dinler.

 Oyun Havası
 Nice vurdumduymazlar, ne geniş yürekliler
 Fıkır da fıkır
 Fıkır da fıkır
 Enseleri kalınlar, yağlılar göbekliler
 Şakır da şakır
 Şakır da şakır
 İşleri bir çırpıda o milyon çalanların
 Tıkır da tıkır
 Tıkır da tıkır
 Adları, yaşadıkça namuslu kalanların
 Fakir de fakir
 Fakir de fakir
 Senelerdir çaldığı zillerin, düdüklerin
 Şıkır da şıkır
 Şıkır da şıkır
 Memlekette en büyük eksiği büyüklerin
 Fikir de fikir
 Fikir de fikir
 Her tarafta kaynayan bir fesat tenceresi
 Fokur da fokur
 Fokur da fokur!
 O beyinsiz başlarda memleket meselesi
 Takır da takır
 Takır da takır!
 Yüzleri alışıktır yine yağmur sanırlar
 Tükür de tükür, tükür de tükür!
 Diyorlar ki üzülme beterin beteri var
 Şükür de şükür
 Şükür de şükür

Hesap Dersi
Milyonlar hanesinde istifçiler, vurguncular
Yüz binler hanesinde sahtekârlar, yalancılar
On binler hanesinde yağcılar sabuncular
Binler hanesinde hancılar, hamamcılar
Yüzler hanesinde semerciler palancılar
Onlar hanesinde köylümüz efendimiz
Birler hanesinde biz

 Bizde Neler Var
 Ne sihir, ne keramet, budur marifet deyip
Sandıktan çıkıveren hokkabazlar bizdedir.
Kendisi afiyetle, üç öğün salkım yeyip
Âleme telkin veren bînamazlar bizdedir. 

Bir sofra olmuş vatan, önüne gelen yiyor,
Sonu nereye varacak, bunu kimse bilmiyor,
Herkes birbirine afiyet olsun diyor.
İnce yağlar, pohpohlar, bol piyazlar bizdedir.


03 Kasım 2019

İçindeki Sesi Dinle - Wilhelm Reich

Seni, gücü elinde tutan kişilerin, yönetmelerine izin veriyorsun. Ve buna hiç sesini çıkarmıyorsun. Yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötü niyetli güçsüzlere seni temsil etme yetkisini veriyorsun. Her seferinde aldatıldığını söylüyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor.

Büyük bir geleceğinin olduğuna içtenlikle inanıyorum. Gelecek, senindir, buna hiç kuşku yok.

Farkında mısın düşüncelerin hep cinsellik çevresinde dönmekte, başarılı ve yaratıcı olabilmen için düzenli bir cinsel ilişkin olması gerekir. İşinde ve yaptıklarında başarılı olabilmen için çalıştığın sürece cinsel düşüncelerden arınık olmalısın.

Düzenli cinsellikten, cinselliğin öneminden bahsedildiğinde “Cinsellik her şey değil,” diyorsun. “Yaşamda daha önemli şeyler vardır,” diyorsun, kendini kandırarak.

Dale Carnegie Seçme sözler

Yorgunluğumuz genellikle çalışmaktan değil, endişeden, hayal kırıklığından ve kırgınlıktan kaynaklanır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


Gördüm ki üzüntülerimin yarısı, açıkça bir karara vardığım zaman kendiliğinden yok olup gitmektedir. Diğer yarısı da vardığım karar üzerinde harekete geçtiğim zaman kaybolmaktadır.
  *
  Ne olduğunuz, kim olduğunuz, nerede olduğunuz veya ne yapmakta olduğunuz sizi mutlu ya da mutsuz yapmaz. Bütün bunlar hakkındaki düşünceleriniz sizi mutlu ya da mutsuz kılan şeydir.
  *
  Dünyadaki en önemli şeylerin çoğu, hiç umut gözükmediği halde denemeye devam eden insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir.
  *
  İyi bir pencere dikkat çekmez, sadece ışığın geçmesine izin verir.
  *
Yaptığınız şeye inanıyorsanız, o zaman işinizde hiçbir şeyin sizi tutmasına izin vermeyin. Dünyadaki en iyi işlerin çoğu, imkansızlıklara karşı yapıldı.
  *
  Önce kendinize sorun: En kötüsü ne olabilir? Sonra bunu kabul etmeye hazır olun. Ardından, en kötüyü iyileştirmeye devam edin.
  *
  Korku, zihin dışında herhangi bir yerde mevcut değildir.
  *
  “Sadece hazırlıklı konuşmacılar, kendinden emin olmayı hak ederler.
  *
  Akıl yoluyla etkilendiğimizi düşünmeyi istesek de, gerçekte tüm dünyayı etkileyen şey duygudur.
  *
  Korku, kendine güven eksikliğinin bir sonucudur. Peki buna sebep olan nedir? Bu, gerçekten ne yapabileceğinizi bilmemenin sonucudur.
  *
  Bir tartışmadan en iyi sonucu almanın tek yolu, bu tartışmadan kaçınmaktır.

İki Gözyaşı - Resul Hamzatov

İki damla yuvarlandı ozanın yanağına
Sağ yanağına – sol yanağına
Sevinç damlası – üzünç damlası
Sevgi gözyaşı – öfke gözyaşı.

İki tertemiz, küçücük damla
Birbirinden ayrı, sessiz, küçücük
Ama birleşmeye görsünler, şiir olurlar
Şimşek gibi çakar, sel gibi boşanırlar.


Ege Üstüne - Odisseus Elitis




I
Eros
Adalar denizi
Köpüklerinin gemisi
Düşlerinin martıları
Seren direğini tepesindeki gemicinin
Dalgalandırdığı şarkı

Eros
Onun şarkısı
Yolculuğunun
Özleminin yankısı
Sözlüsü en ıslak kayasında
Bir gemiyi bekliyor

Eros
Gemisi
Yaz meltemlerinin kaygısızlığı
Ve umudunun yelkeni
En hafif dalgalanışında bir ada
Dönüş beşiğini sallıyor

II
Gölgeli boğazlarda
Oynaşan sular
Öpücükleriyle ufku başlatan
Şafağa
Konuşuyorlar –

Yabani güvercinler de titreşiyorlar
Mağaralarında bir ses
Günün kaynağında
Mavi Uyanış
Güneş –

Karayelle açılıyor yelken
Denize
Saçların okşanışları
Düşlerinin aldırışsızlığına
Düşen çiğ –

Işıkla dalga
Yeniden canlandırıyor gözleri
Hayatın uzakları gören
Yelken açtığı
Hayata –

III
Okşanan kumsalda köpüğün öpücüğü – Eros
Mavi özgürlüğünü veriyor
Martı ufka
Dalgalar gidip geliyor
Köpükler yanıtlıyorlar deniz kabuklarını

Kim alıp gitti güneş yanığı sarışın kızı?
Deniz meltemi yana yatırıyor saydam esintisiyle
Düşlerin yelkenini
Çok uzaklarda
Eros mırıldanıyor verdiği sözü – Deniz köpüğü


"Çılgın Nar Ağacı" Çeviri: Cevat Çapan
 

Bugünkü Dünyaya Bakış - Paul Valery

Karışık Yazılar
(Melanges)

Düşünce, evrenin daha çabuk yokolmak için bulduğu yollardan biri olabilir.

Haklı çıkmak isteyenden korkun. Doğru ile kendi kişiliği arasında, özellikle sıkı bir ilişki olduğunu sanır. Aklı kendi karısı sanıp kıskanır. Oysa, akıl ne kadar birisinin karısı olursa, o kadar az akıl'dır.

Bir zafer takının alından geçmek, bir boyunduruğun altından da geçmektir.

Çocukları severim. Çünkü, eğlenince eğlenirler, ağlayınca ağlarlar ve birinden ötekine kolayca geçerler. Ama ikisindeki yüzlerini birbirine karıştırmazlar. Her biri ötekinden kesinlikle ayrıdır. Ya bizde?...

Süs, gözler için bir oyalamadır. Orantı kendini göstermeden etkili olmalı.

Düşünce, bizi, şanlı şerefli durumumuza karşı olduğu kadar, halimizin çürüklüğüne, düşüklüğü ne karşı da korumalı.

Üzgünüm, ondan ağlıyorum diyordu Yaşantı. Ağlıyorum, ondan üzgünüm diyordu Müzik.

Kesin düşünceler, çok geçmez, hiç bir şey yapmamaya götürürler.

İnsanlar, gösterdikleri ile birbirlerinden ayrılırlar, sakladıklarıyla birbirlerine benzerler.

İnsanın ödevi, ne için yaratılmışsa onu elinden geldiğince yapmaktır. Hiç bir şey için yaratılmış değilsen, ödevin yoktur. Bunun doğruluğu şundan belli: Herkese ödevler vermeyi gerekli bulan her doktrin, herkesin bir şey için yaratıldığını ve herkes için aynı şeyin geçerli olduğunu ileri sürüyor.

Dostlarımızın yürekleri çok kez düşmanlarımızın yüreklerinden daha kapalıdır bize.

Kendine yaranma gurur, başkalarına yaranma ise boş gururdur.

Gücün güçsüzlüğü, güçten başka bir şeye inanmamasındadır.

Dünyada en çok kötülük yapanlar hiç de en «kötüler» değildir; beceriksizler, savsaklar ve safdillerdir.

Bir miktar «iyi insan» olmasa, «kötüler» güçsüz kalırdı.

Her erkekte bir kadın vardır, ama hiç bir sultan onun kadar saklı değildir.

Asıl züppe, sıkıldığı zaman sıkıldığını, eğlendiği zaman eğlendiğini açıklamaktan korkandır.

Büyük şair sayılanlar, şiiri kamu oyunda ciddiye aldırtanlar, onu bir kurum, bir Devlet işi yapanlardır.

Kimsin? - Olabildiğim insan

Doğru yalanı gerektirir. Çünkü, tersi olmasa nasıl tanımlanabilir?

Yalnız gazeteler ve kitaplar yoluyla bilinen bir şeyin, bilinmediğine yemin edebilirsiniz.

Aşk; — sevmek — özenmektir. Öğreniriz onu. Kelimeler, eylemler, duygular öğrenilir. Kitapların, şiirlerin rolü. Özgün aşk binde bir olsa gerektir. Bundan bir masal konusu çıkarılabilir.

Aşk ve düşünce karışımı içkilerin en sarhoş edenidir.

Hayat durmadan harcadığım durmadan hazırlar.

Falan kişi yalnız sizin bildiğiniz insan değil, bilmediğiniz insandır aynı zamanda. Bu bilmediğiniz insanda, onun olacağı ve kendinin de bilmediği insan vardır.

İnsanlar birbirini yemek için birbirinden nefret etmek zorundadırlar. Bu bakımdan hiç de hayvanlardan üstün sayılmazlar. Hayvanlar birbirlerini azgınlıkla yerler ama, kin duyarak değil. Hayvanda yararsız hiç bir şey yoktur.

Aklı olanın kötülüğü — «Haklı» olan, «hak» ı olan, 'hakkı' ya da 'doğru' yu elinde tutan kişi, her zaman bu üstünlüğünden yararlanma sevdasına kapılabilir ve pek çok doğal bir kötülüğe sürüklenir.. «doğruluk ve adalet uğruna.»

Omuzuna dostça dokundum, meğer yarası tam ordaymış.

Denize, duvara bakarken bir cümle, bir dans, bir çember görüyorum. Göğe bakarken, büyük ve yalın gök bütün kaslarımı genişletiyor. Göğe bütün bedenimle bakıyorum.

Sözün anlatmak istediğini anlattığı binde birdir.

Gözlerimizde yanılmak, düşüncelerimizde yanılmaktan daha zararlıdır.

Yazmak, aslında geleceği görmektir.

Kendimizi ne kadar bilmediğimizi, yazdıklarımızı yeniden okurken anlarız.

Sanattaki güçlük, şair olana düşünceler getirir; şair olmayanın elinden düşüncelerini alır.

Eleştirmenler: En miskin köpek bile Öldürücü bir yara açabilir; kuduz olması yeter.

Mantık ancak mantıkçıları korkutur.

En önemli düşüncelerimiz, duygularımızla çelişenlerdir.

Kendi bulduğumuz bir kalıp içinde düşünebilseydik, en güzeli bu olurdu. Bilmediğimiz şeyden söz etmek daha çok hoşumuza gider. Çünkü odur düşündüğümüz. Kafanın çabası ona gider ve yalnız ona gidebilir.

Edebiyatın amacı, hayatınki gibi belirsizdir.

Akıl, şairin uyağı akıldan yeğ tutmasını ister.

Şiirde felsefe yapmak dün de bugün de, şaşırtıcı dama kurallarına göre oynamak olmuştur.

Eserler: Biçim, eserlerin iskeletidir; iskeleti hiç olmayan eserler vardır. Bütün eserler ölür ama, iskeleti olanlar, bu kalıntı sayesinde, eti olanlardan daha çok yaşar.

Kolayca taklit edilebilecek, taklit edildiği de kolayca inkâr edilebilecek şeylerden kaçınmalıdır.

Sanat: Eşyada hani ne olduğunu söyleyemediğimiz bir hal var ya? İşte onu körükörüne taklit edebilirsen belki o zaman güzele ermiş olursun.

Düşünce, düz yazıda oturur; şiirde ise yardım eder, gözetler, yol gösterir.

Bizim için söylenen her şey yanlıştır, ama bizim düşündüğümüzden başka türlü yanlıştır.

İnsan, kendini hiç bir zaman yeterince beğenmez ki, tümü ile içini açabilsin.

Bana güç geleni her zaman yeni bulurum.

Tanrı erkeği yarattı; yalnızlığını yeterli bulmadı; ona bir de eş yarattı ki, yalnızlığını daha iyi duyabilsin.

VARIETE'DEN

Makine yönetiyor. İnsan hayatı sıkı sıkıya bağlı ona ve mekanizmaların korkunç keskinliğin deki isteklerine boyun eğmiş. İnsanların yarattık ları makineler doymak nedir bilmiyorlar. Şimdi, kendilerini yaratanları etkiliyorlar, onları kendile rine göre yoğuruyorlar. Onlar, iyi dizginlenmiş insanlar istiyorlar. Aralarındaki ayrılıkları siliyorlar yavaş yavaş ve onları kendi düzenli işleyişlerine, düzenlerinin tekdüzeliğine elverişli kılıyorlar...

Makine ile aramızda bir çeşit anlaşma var, sinir sisteminin toksinlerdeki gizli cinlerle girdiği korkunç bağlaşmalara benzer bir anlaşma. Makine bize yarar sağladıkça, daha yararlı oluyor. Daha yararlı oldukça da , biz eksikleniyoruz, onlarsız yaşayamaz oluyoruz.

Yararlının karşılığı var.

KÖTÜ DÜŞÜNCELER VE BAŞKALARI

Bizim düşüncemize kendi düşüncemiz olduğu için inanmamayı öğrenmeliyiz. Tersine, kendi düşüncemiz olduğu için onu dizginlemek ve büyük kuşku ile karşılamak gerekir.

«Bizim» — pek açık anlamlı bir şey mi bu?

Bizim dediğimiz şey, bize zor aydınlanan ve zor tutulan bir yoldan, yolların en karanlığından gelen şeydir.

Bizim dediğimiz şey, bizde olduğu bahanesiy le her şeyi göze alan, bizimle her istediğini yapan birisine bağlıdır.

Klasisizm, romantizm, realizm, hümanizm gibi sözlerle ciddî olarak düşünmek mümkün değildir. Şişeler üstündeki etiketlerle insan ne sarhoş olur, ne de susuzluğunu giderir.

«Beni sev» demeyin her zaman, bir şeye yaramaz bu. Ama Tanrı öyle diyor.

BİLGELİKLER

Bir bilgelik aşktan kaçar
Hayvan nasıl ateşten kaçarsa
Yutulmaktan korkar
Yanmaktan korkar

Bir bilgelik aşkı arar
Ve düşünen yaratık gibi
Kaçmaz, üfler ateşi
Onunla güçlenir, eritir demiri

Aşkın güçleri ona geçer böylece.

Kimi insanların bizi çok kötü bilmeleri hoşumuza gitmeli. Çünkü yamru yumru bir aynada çirkin görünmek iyi bir şeydir.

Bütün düşmanlarımız ölümlüdür.

Erdemlilerde kötülük iyiliğin tuzu biberidir. Erdemsizlerde ise tam tersi.

Umut yaşatır ama gergin ip üstünde.

«Derdini kâğıda dökmek» tuhaf bir heves. Birçok kitabın kaynağı, hem de en kötülerinin.

Düşünenlerin değeri, istediklerine göredir.

Neyi istiyorsam, değerim odur.

Hiç bir şeye benzemeyen yoktur.

En aydınlık düşüncelerimiz, karanlık bir çabanın kızlarıdır.

Dâhi insan bana biraz dehasından verendir.

Her tartışmada insanın savunduğu bir tez değil, kendisidir.

Ressam gördüğünü değil, görülecek olanı yapmalı.

Bir şef, başkalarına ihtiyacı olan insandır.

Bir devlet, yaşayan ve kendine karşı çıkanı ne kadar koruyabiliyorsa, o kadar güçlüdür.

Tanrı her şeyi hiçten yarattı. Ama hiç, kendini belli ediyor.

Bütün dünya bir tohuma soluk verir ve bir ağaç yapar ondan.

Yaşamak istiyorsan, ölmek de istiyorsun demektir. Yoksa yaşamanın ne olduğunu kavramıyorsundur.

Herkes bir başkasından bir şeyi saklar ve herkes kendinden bir şeyi saklar.

Demek ki, içtenliğin iki yamacı var.

Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu - Vedat Günyol
 
 

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Doktor bir babanın oğlu olarak, 11 Kasım 1821’de Moskova’da doğdu. Çocukluğunu Moskova’daki Marya Hastanesi’nin bir lojmanında, zorba ve alkolik bir baba ile hasta bir anne arasında geçirdi. Küçük yaştan itibaren edebiyatla ilgilenmeye başladı ve Puşkin, Goethe, Cervantes gibi yazarlarla tanıştı. 1837’de annesini kaybetti ve ertesi yıl St. Petersburg’daki Askerî Mühendislik Okulu’na gönderildi. Babasının ani ve şüpheli ölüm haberini burada aldı. Bu kayıp üzerine bunalıma giren Dostoyevski, 1839 yılında ilk sara nöbetini geçirdi. 1844’te edebiyatla daha yakından ilgilenebilmek için askerlik mesleğinden istifa etti. 1846’da ilk romanı İnsancıklar yayımlandı ve edebiyat çevrelerinde büyük ilgiyle karşılandı. Ne var ki ardından gelen çalışmaları Öteki (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler (1848) aynı başarıyı sağlayamadı ve ilk romanında kendisine destek veren ünlü eleştirmen Belinski’nin alaylarına hedef oldu. Aşırı duyarlı ve sinirli bir kişiliğe sahip olan Dostoyevski bunun üzerine ruhsal çöküntü yaşayarak hastalandı. 1849’da Çar I. Nikola’nın baskıcı yönetimine karşı faaliyetlerinden dolayı tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. İnfazın uygulanmasına dakikalar kala, cezası Sibirya’da dört yıl kürek mahkûmiyetine çevrildi. Hapiste okumasına izin verilen tek eser İncil’di. Bu süre boyunca etrafını kuşatan, horlanan ve ezilen kesimi yakından tanıma fırsatı buldu. 1854’te serbest bırakıldıktan sonra Semiapalatinsk’te zorunlu kışla hizmetine gönderildi ve subaylığa kadar yükseldi. 1857’de yoksul ve dul Marya Dimitriyevna İsayeva ile kendisine mutluluk getirmeyen bir evlilik yaptı. Edebiyata dönüşü Amcanın Rüyası (1859) isimli, mizah öğeleri barındıran Gogolvari öyküyle oldu. Aynı yıl yayımladığı kısa romanı Stepançikovo Köyü ve Sakinleri (1859) de istediği ilgiyi göremedi. 1860’ta tefrika edilen ve toplum dışına itilmiş kişilerin anlatıldığı Ölü Bir Evden Hatıralar ile kendini edebiyat çevrelerine tekrar kabul ettirdi. Tolstoy ve Turgenyev’in övdüğü eser Sibirya’daki mahkûmiyetinden derin izler taşıyordu. 1861’de ağabeyiyle birlikte Vrenja (Zaman) adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Bu dergide Batı karşıtı Slavcı düşüncelerini savunduğu tartışma yazıları yayımladı. Ardından, eleştirmenlerin sert tepkilerine sebep olan fakat okur tarafından beğeniyle karşılanan Ezilmiş ve Aşağılanmışlar yayımlandı. Yoğun çalışma temposu nedeniyle sağlığı bozulan Dostoyevski, doktorunun tavsiyesi üzerine 1862’de hayalini kurduğu Avrupa seyahatine çıktı. Fransa, İngiltere ve İtalya’yı kapsayan bu kısa gezinin ardından, 1863’te Batı kültürünü eleştirdiği Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nı kaleme aldı. Aynı yıl yayımlanan bir yazı sebebiyle dergisi kapatılınca yeniden mali krize sürüklendi. Maddi sıkıntılarından kurtulma umuduyla Almanya, Wiesbaden’e kumar oynamaya ve bir süredir ilişki yaşadığı Polina Suslova ile buluşmaya gitti. Birkaç yıl sonra yayımladığı Kumarbaz bu dönemde yaşadığı büyük yıkımları anlatır. 1864’te Rusya’ya döndükten sonra ağabeyiyle Epoha (Çağ) adında yeni bir dergi çıkardı ve Yeraltından Notlar’ı burada tefrika etmeye başladı. Aynı yıl karısını ve ağabeyini kaybetti. Bunu izleyen on yıl boyunca, Dostoyevski art arda Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1867), Budala (1868), Cinler (1872), Delikanlı (1875) gibi başyapıtlarını kaleme aldı. Sürekli borç baskısı altında yaşayan ve alacaklıları tarafından sıkıştırılan yazar, daha hızlı çalışmak için işe aldığı yirmi yaşındaki sekreteri Anna Grigoriyevna Snitkina’yla, karısının ölümünden üç yıl sonra, 1867’de evlendi. Bu evlilikten doğan kızı üç aylıkken ölünce derin bir sarsıntı yaşadı ve deliliğin eşiğine kadar sürüklendi. Bu dönemde yoksulluk, sara nöbetleri ve kumar tutkusuyla boğuştu. 1874’te solunum yetmezliği tedavisi için bir süreliğine Almanya’ya gitti. 1880’de Puşkin anıtının açılışında konuşma yapmak üzere Moskova’ya davet edildi; konuşması hem halk üzerinde hem de edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Yazarlık hayatı boyunca işlediği önemli temaları bir araya getirdiği Karamazov Kardeşler’i ölümüne üç ay kala tamamladı. Dostoyevski 9 Şubat 1881’de St. Petersburg’da hayatını kaybetti. Kalabalık bir halk kitlesinin katıldığı cenaze töreninin ardından, Tikhvin Mezarlığı’na defnedildi.