31 Ocak 2022

Ekmek ve Kitap

 

Günümüzde bilgi ve teknoloji ve buna bağlı olarak olanaklar düne göre oldukça gelişti, yaygınlaştı. Artık bilgiye ulaşmak son derece kolay hale geldi. Halk kütüphaneleri, üniversite araştırma merkezlerine, ihtisas kütüphanelerine kadar her yer bilgiye insanların hizmetinde; ancak kütüphanenin salonlarını üniversiteye hazırlananlarla sınavlara çalışan öğrenciler dolduruyor. Öğrenci yorgun, bezgin, isteksiz; öğretici ve aileler okumanın sadece “ boş zamanlarda” yapılacağı gibi bir düşünceye sahip. 

Oysa dönüp geriye baktığımızda savaştan harap çıkmış Anadolu insanı bulabildiği her imkanı değerlendirmeye çalışş, aydınlanma yolunda önemli aşama kaydetmiştir. Böylece “ bilgisizliğin ve bilgisizlik sonucu olarak yoksulluğun kalın çemberini kıracak tılsım “ olarak bu okullar çocukların Socrates, Shakespeare, Goethe, Balzac, Gogol, Eflatun, Montaigne, Victor Hugo, Dostoyevski, Chow, Oscar Wilde gibi edebiyatçıları okuyup tartıştıkları “laf ezberleme yerleri” olmayan bilim yuvalarına dönüşştür.  

Cumhuriyetin ilk yıllarında dönemin Milli E ğitim Bakanı Mustafa Necati’nin Kırşehir Valisine telgraf çekerek” Şehrinize öğretmen gönderiyorum. Onu karşılayınız.” direktifi göz önüne alınacak olursa okul, eğitim ve öğretmene verilen değer daha iyi anlaşılır. 

Bu konuda en çarpıcı örneklerden birisi Balıkesir yakınlarında yaşanır. 1941yılında ve İkinci Dünya Savaşının en şiddetli yaşandığı bir süreçte Ege Bölgesinde, Balıkesir  yakınlarında denetlemeler de  bulunan dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü dönüş yolunda karşılaşğı fakir bir köylü çocuğunu durdurur. Çocuğun kıyafeti ve ayağındaki çarık  onun  ekonomik  durumunu  zaten  yeterince göstermektedir. İsmet İnönü çocuğa yaklaşır ve elinde taşıdığı azık torbasında ne olduğunu sorar. Çocuk torbasını açar ve gösterir. Torbadan çıkanlar bir parça köy peyniri, bayatlamaya yüz tutmuş ekmek, soğan ve zeytinin yanında Milli Eğitim Bakanlığı klasiklerinden olan Sophocles’in Antigone’dur. Çocuk babasının yol parası olarak verdiği harçlığı kitaba yatırmış ve 12 kilometrelik yolu yürümeyi tercih etmiştir. Bunun üzerine İnönü yanındaki Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman’a dönerek “ Ekmeğin yanında kitap. Ne zaman yurttaşımız ekmekle kitabı bir tutabilecek düzeye ulaşırsa Türkiye o zaman gerçekten kurtulacaktır. ” der. 

Aynı şekilde Türk yazın ve kültür dünyasının büyük ustalarından Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1940’lı yıllarda Hasanoğlan’da karşılaşğı bir olay da okuma aşkının her şart altında nasıl yaşandığını gözler önüne serer. Gecenin bir yarısı olmuştur ve Bedri Rahmi ahırdan bir ışık huzmesi geldiğini görür. Merak eder ve yaklaşır: 

“ Okulun kocabaş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşş, elinde bir kitap vardı, dalmıştı. William Shakespeare okuyordu. Okuduklarını nasıl kavradıklarını da ertesi gün oynadıkları piyeste gördük.” 13-15 yaşında fakir bir köylü çoçuğunun bu kadar  olumsuz şartlarda dünya tragedyasının usta yazarı Shakespeare’i okuması inanılır gibi değil ama gerçek. ”

9 Eylül 1922 sonrasında başlatılan bu süreç kültür emperyalizmi, boş vermişlik ve hayatımızı zehirleyen televizyon denen alet yüzünden yazıktır ki sürekliliğini sağlayamamıştır. Güzel ülkemiz çuval çuval kitapların yakıldığı, buldozerlerle toprağa gömüldüğü darbe günlerini görmüştür...

Hasanoğlan Hatırası’ndan alıntı,
Mustafa Güneri

 Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kuruluşunda yapı sanat kolu başkanlığını üstlenerek 1941-51 döneminde bu görevi sürdüren eğitimci Mustafa Güneri, fotoğraf makinesini elinden hiç düşürmedi. Bu eğitim kurumunun, öğrencilerinin ve öğretmenlerinin emeğiyle bozkırda yoktan var edilişinin ve gelişmesinin her aşamasını görüntüledi. Özlü biçimde yazdığı tanıklıkları ve 300’ü aşkın fotoğrafı, yetmiş yıl öncesinin bu eşsiz tecrübesini, bütün heyecanıyla günümüze yansıtıyor.

 

Finli bir yurtsever olan Snelman’ın futbol meraklısı gençlere öğütleri

 

Sizler Finlandiya’nın futbolda elde ettiği başarılarla övünüyorsunuz. ‘Güçlü Ayak’ adlı kulübünüzün komşu ülkelere İsveç, Norveç, Danimarka’ya davet edilmesine veya Macaristan’a giderek maç kazanmasına sevinerek tezahürat yapıyor, gurur duyuyorsunuz.

Ben sizin sevincinizi paylaşmıyorum.

Sevgili ülkemiz Suomi’de adları ‘Güçlü Düşünce’, ‘Süt Üretimi”, ‘En iyi Yumurta” ‘En Kaliteli Tahıl’, ‘Temiz Vicdan,‘Yeni Fikirler”, ‘Mekaniğin Gururu’, ‘Müreffeh Halk’ adlı kulüpler olsaydı bu beni daha çok sevindirirdi.

Ben sizlerin sadece Macarları ayakla topa vurarak yenmekle yetinmemenizi, aynı zamanda Almanları,Fransızları, İngilizleri beyniniz, kalbiniz ve iradenizle bilim,ustalık, ticaret, sanat, hukuk düzeni gibi alanlarda ülke refahının artırılması için halkın verdiği mücadelede yenmenizi istiyorum.

Şu kuralı unutmayın... Oynanan oyun saha dışında sürdürülemez. Genç Finlandiya’ya top peşinde koşturmaktan başka bir şey beceremeyen insanlar lazım değil. Ülkemizin Fin halkının ekonomik, sosyal, düşünsel ve manevi potansiyelini harekete geçirecek ve bu sürece öncülük edecek güçlü şahsiyetlere ihtiyacı var.

Finlandiyalı gençler sizin göreviniz topu daha uzağa ve daha yükseğe atmak değil, ülkenizin gelişmesini ve halkınızın yükselmesini sağlamaktır.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde / Grigory Petrov

Balık Köftesi - Reşat Akbaykal

 

Malzemeler - 750 gr. sardalye balığı Tuz ve karabiber (İstediğiniz miktarda) - 1 adet yumurta - 250 gr. un (Balık köftesini una bulamak için

• Sardalye balıklarının bağırsağı alınır. 

• Kılçıkları ayıklanır. 

• Balığın filetosu çıkarılır. (Kemiksiz, ayıklanmış ve pulsuz) 

• Etler bıçakla ince ince doğranır. 

• Tuz, karabiber, 1 adet yumurta koyulur. (Fotoğrafı var) 

• Hepsi balık etiyle beraber karıştırılarak yoğrulur. 

• Yoğrulan malzeme yuvarlak köfte biçiminde basılır. 

• Köfteler çift taraftan una bulanır. 

• Zeytinyağında kızartılır. 

• Afiyet olsun.

27 Ocak 2022

Etli Şevketi Bostan - Reşat Akbaykal

 

Malzemeler - 1 adet yeşil acı biber. - Çeyrek soğan (Rendelenmiş) - 1 çorba kaşığı un - 1 çay bardağı zeytinyağı - 250 gr. kuşbaşılık dana eti. - 1kg. şevketibostan

Terbiye Malzemeleri - 2 çorba kaşığı yoğurt - Su - 1 adet yumurta sarısı - 1 çorba kaşığı un

Terbiyenin Yapılışı Terbiye malzemeleri birlikte çırpılır ve terbiye hazırlanır. 

 

• Yukarıda yemeğin malzemeleri olarak yazdığım kısımdaki malzemeler toprak güvece koyulur. (Şevketibostan hariç). 

• Güvece koyduğumuz malzemeler güveçte kavrulur. 

• Malzemeler kavrulduktan sonra, üzerine 2 su bardağı kaynar su dökülür. Et iyice pişirilir. 

• Kaynar su döküldükten sonra güvece şevketibostan da ilave edilerek pişirme işlemine devam edilir. 

• Şevketibostan güveçte pişince, yemeğin suyu birkaç kaşık terbiyenin içine atılır. Tek taraflı çırpılır.

 • Tek taraflı çırpmamızın nedeni yumurtanın kesilmemesi içindir. (Terbiyenin yumurtası katılaşmasın diye). 

• Terbiyemize yemeğin suyu ilave edilip karıştırıldıktan sonra güvecin içine dökülür. 

•Terbiye ilave edildikten sonra yemeğimiz pişerken, yemeğin üzeri krema gibi köpük köpük olur. Ben o köpükleri şişkinlik yaratmasın diye kaşık ile alır atarım ; ama siz kıvamlı olsun isterseniz, köpükten kimseye zarar gelmez. 

• Şevketibostan da iyice piştiğinde yemeği ateşten alırız. 

• Afiyet olsun. 


"Dünyada şu an Adem ve Havva hikayesine inanan zeki bir erkek veya kadın kaldı mı? Eğer ona inanan birini bulursanız kafasına hafifçe vurarak tıklatın ve bir yankı duyacaksınız. Kiralık boş bir oda var." Robert Ingersoll

 

 “Aşırı şüphe, aşırı kolay inanmadan daha iyidir.”

"Dünyada şu an Adem ve Havva hikayesine inanan zeki bir erkek veya kadın kaldı mı? Eğer ona inanan birini bulursanız kafasına hafifçe vurarak tıklatın ve bir yankı duyacaksınız. Kiralık boş bir oda var."
 
"Büyük Angelo'nun, bir kiliseyi dekore ederken, terlik giymiş birkaç melek çizdiği söylenir. Bir kardinal, resme bakıp sanatçıya sormuş: "Kim şu güne kadar terlikli melek görmüş?" Angelo, başka bir soruyla cevap vermiş: "Kim şu güne kadar çıplak ayaklı melek görmüş?"

"Bu benim inancım: Mutluluk tek iyilik; akıl tek meşale; adalet tek ibadet, insanlık tek din, ve sevgi tek rahip."

"Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. Korku dindir. Cesaret bilim."
 
"Çağlardan beri, bir tarafta aklın ve düşüncenin izinde birkaç cesur insan ve diğer tarafta cahil büyük bir dindar kitle arasında ölümcül bir çatışma devam ediyor. Bu, bilim ve imanın savaşı. Çok az insan mantığa, onura, adalete, özgürlüğe, bilinene ve bu dünyadaki mutluluğa; bir çoğu önyargıya, korkuya, mucizelere, köleliğe, bilinmeyene ve ölümden sonraki sefalete güvendi. Çok az kişi "Düşün", bir çok kişi "Diz çök ve iman et!" dedi. İlk şüphe ilerlemenin beşiği oldu, ve bu ilk şüpheden, insan ilerlemeye başladı." 

 “İncilin etkisi okuyan kişinin cahilliği ile doğru orantılıdır.”
 
"Dinsizler, tarihin her çağında insan hakları için savaştı, ve her zaman özgürlüğün ve adaletin korkusuz avukatı oldular."

Martin Heidegger - Olmaya bırakılmışlık

Okumaları, dayanakları, eleştirileri ve hesap-dışı tartışmalarına bakıldığında Heidegger’in düşünce hareketi, Sokrates öncesi filozoflardan Platon ve Aristoteles’e, Descartes, Kant, Leibniz, Hegel, Schelling, Nietzsche, Brentano, Lotze, Natorp, Lask, Rickert, Dilthey ve Husserl’e uzanan bir felsefe tarihinde zikzaklar çizer. Garp felsefesinin Yunan başlangıçlarının latinleştirilmesine yönelik köklü genel eleştirisine rağmen Heidegger, Orta Çağda Augustinus, Thomas ve Luther düşüncesine ve bilhassa Meister Eckhart mistiğinin "gelâzenheit" kavramına büyük önem vermiştir. Felsefesinin anlam alanına giren bu Orta Çağ sükûnet terminolojisini aşacak şekilde Heidegger Olmaya Bırakılmışlık kavramını, Heraklitçi etken, hareket edici anlamında "yakınlaşan yakınlık" [agchibasíe] ile birleştirir. Özneyi aşan, hitap ettiği insanı gizlenmemişlik sayesinde ait ve açık kılan varlığın anlamına "dönüş" hareketi ve metafizikçi tasavvurdan uzak bir ‘başka başlangıç’ ile Heidegger, varlığa yakınlığı hatırla[tı]r; şiirleyen düşünmeyi, düşünen şiire vardırır. 1955’te ünlü komponist Conradin Kreutzer’e adanan ve bir söyleşiden ibaret Olmaya-Bırakılmışlık metni, hesaplayan, nesneyi öznenin önüne koyan, yani tasavvur eden düşünmenin 20. yüzyıldaki biricikliğine karşı bu düşünmeden kurtulup salıver(il)meyi vurgular. Bu vurguların yansıması olarak Heidegger’in Almancaya yabancı neologizmleriyse elinizdeki fark çevirisinde, nadasa bırakılmaz, aksine karşı[da] olan bir karış Türkçenin kendi yabancılığının ters dünyasına bırakılır

- - -

"Kendimizi kandırmayalım. Adeta işimiz gereği düşünen biz hepimiz, sıkça düşünceden-kıtız, pek de kolayca, düşünce-siziz. Düşüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde her şey en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılır ve aynı anda hızlıca unutulmuştur."

 

Latin Atasözleri

 

Quidquid latine dictum sit, altum videtur.
Latince söylenen söz kulağa derin gelir.

Amor omnia vincit.
Aşk her güçlüğü yener.

Sic transit gloria mundi.
İşte böyle geçip gider dünyanın ihtişamı.

 

Divide et Impera
Böl ve Yönet!

Nil novi sub sole.
Güneşin altında yeni bir şey yok.

Veni, vidi, vici.
Geldim, gördüm, yendim.

Alea iakta est.
Zarlar atıldı. (Ok yaydan çıktı!)
 
Ars Artis Gracia
Sanat, sanat içindir.

Solvitur Ambulando.
Sorun yürüyerek çözülür

Tertium non datur  Üçüncü bir yol yoktur.

Memento mori.
Ölümü hatırla.

Carpe diem, quam asgari credula postero!
Anı yaşa, yarına olabildiğince az güven!

Dum spiro spero.
Nefes aldığım sürece umuyorum.

Errare Humanum Est.
Hatasız Kul Olmaz.

Ego sum, qui sum!
Ben neysem oyum!

Festina Lente.
Yavaşça acele et.

Iustitia Omnibus.
Herkese Adalet

Medice, cura te ipsum!
Doktor, sen önce kendini iyi et!

Magnum opus!
Şaheser!

Labor omnia vincit.
Emek her şeyin üstesinden gelir.

Sol lucet omnibus.
Güneş herkes için parlar.

Si vis pacem para bellum!
Barış istiyorsan savaşa hazır ol!

Vox populi, vox dei!
Halkın Sesi Tanrı’nın Sesi!

Silent leges, inter arma!
Savaş sırasında kanunlar susar!

Veritas vos liberabit.
Gerçekler seni özgür kılar.

Ne Jupiter quidem omnibus!
Jüpiter bile herkesi memnun edemez!

Vi veri veniversum virus vici!
Gerçeğin gücüyle, yaşarken, evreni fethettim!  

 De facto...
Uygulamada, gerçekte, pratikte...

De Jure...
Yasal olarak, haklı olarak...

O Fortuna!
Ey Talih!

E’i silentio ancor suole, haver perigee a parole...
Ve susmada bile, sözler ve yakarışlar vardır... 


24 Ocak 2022

Ahmet Hamdi Tanpınar

Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde…Fakat daima ödersiniz…Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz…

Filhakika ben ödemeğe başlamıştım. Zavallı Selma’nın asabı ümitsiz denecek derecede bozulmuştu. Ne Cemal Beyi, ne Nevzat Hanımı unutabiliyordu. Geceleri sabaha kadar benirliyerek yatağından sıçrıyordu.

Fakat hangimiz unutabilmiştik? Şüphesiz Cemal Beye acımamıştım. Ölüm ve cinayet gibi büyük aralar teraziye girmeseydi, belki ondan kurtulduğumdan memnun bile olurdum. Fakat ne olsa bir şey vardı içimde, bunu lâalettâyin bir vakıa gibi alamıyordum. Sonra Nevzat Hanımın benimle konuşurken hep o rahat bir yastık arayan başı gözümün önünden gitmiyordu.

Halamın tam kapısı önünde Halit Ayarcı birden kolumu tuttu.

– Hem musıkîşinasa da iş bulmuş oluruz. Adı Macit Beydi, değil mi? Şu şef dorkestr olmak isteyen… Evet, yüz kişilik bir salon! Bütün daktilo genç kızlar makinalarının önünde! Karşılarında bir sedir üzerinde elinde değneği, bir şef dorkestr!.. Onun idaresiyle çalışıyorlar. Hep birden “A”lara “B”lere vuruyorlar, muntazam ve yekpare… Azizim, bu hiç de fena olmayacak. Bak siz demin Asaf Beyi tanıdığınıza pişmandınız. Halbuki teselli edici jestiyle bize ne ori jinal bir fikir hazırladı. Evet, hususî kâtiplerimiz hariç, hepsi büyük bir salonda… Modern dünya, modern çalışma…

Eve girdiğimiz zaman iki salonu, holü hıncahınç kalabalık bulduk. Fakat bu seferki kalabalık benim alışık olduğum cinsten değildi. Tanıdıklarımızdan başka, her milletten ecnebî vardı. Şimalli, cenuplu, yakınşarklı, şarklı… İlk yarım saat bir elim Halit Ayarcı’nın elinde -bazen de onun yerine halam geçiyordu- muhtelif milletlerden insanlara takdim edilmemle geçti. Böylece hemen herkes benim kim olduğumu öğrendi. Sonra bir kenara çekilmek fırsatını buldum. İşte o zaman evin bütün duvarlarında Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün grafiklerinin ve sloganlarının asılı olduğunu gördüm.

Saat sekize doğru ışıklar söndürüldü ve kısa metraj bir film gösterildi. İlk ayar istasyonumuzun açılış resmi idi bu! Herkes, ben de dahil Hayri İrdal’ı bir yığın mühim adamın arasında kurdelenin önünde, biraz sonra elinde bir kâğıt parçası nutuk verirken, daha sonra genç bir kız saatini ayarlarken -Yârabbim, ne şeker gülümsemeydi kızınki! Niçin o zaman dikkat etmemiştim!- seyrettik. İkinci film, bizzat enstitünün açılışı idi. Fakat burada Halit Ayarcı beni gölgede bırakmıştı. Kimler yoktu? Ve nasıl, tıpkı bu gece gibi, Halit Ayarcı sadece orada bulunuşuyla hemen hepsini gölgede bırakıyordu? Işıklar açılınca biraz evvel takdim edildiğim insanlar benimle Halit Ayarcı arasında âdeta mekik dokudular. Halit Ayarcı bana sezdirmeden işleri öyle tanzim etmişti ki hemen herkes beni evvelden tanıyordu. Şerbetçibaşı Elması, Seyit Lûtfullah, Ahmet Zamanî, Mübarek, Nuri Efendi isimleri âdeta konfetiler gibi üstüme yağıyordu. Her yeni kadeh benim ve Ayarcı’nın etrafımızdaki alâka ve çoşkunluğu bir kat daha arttırıyordu.

O geceki kadar fazla konuştuğumu bilmiyorum. Hemen herkese her şeyi anlatıyordum ve işin garibi hangi dilde hitap edilse beni derhal anlayan bir tercüman yanı başımda mırıldanıyordu. Fakat Halit Ayarcı neleri düşünememişti? Bir ara yüz, yüz elli kadar, büyükçe bir duvar saatinin fotoğrafını imzaladım. Biraz sonra bilmece kendiliğinden çözüldü. Halam, ikinci salonda bizim eski saatimizden oldukça büyük, rokoko süslü, fakat dört tarafı sonradan fil dişi üzerine Arapça yazılarla çevrilmiş bir saate misafirlerini takdim ediyordu. İşin garibi herkesin onu bilmesi ve hayretle bakması idi. Gözlüklü, gözlüksüz, levinyonlu yüzlerce göz üzerinde idi ve bütün salon önünden âdeta bir resmigeçit yapıyordu. Bu, onsekizinci asır başlarında Almanya’da mihanikin ve otomat zevkinin en parlak devrinde yapılmış, büyük, zengin, gösterişli, hakikaten tam işletecek, hattâ kurabilecek ustası bulunursa çeşit çeşit marifet göstermeğe hazır nadir saatlerden biriydi. Fakat merasim ciddiliğiyle o kadar acayipti ve saatin önü öyle kalabalıktı ki ancak bir göz atabildim.

Halam, omuzunda siyah şalı, siyah kostümü içinde, göğsü dantelâlar içinde yarı dekolte, boyalı saçları, makyajlı yüzü, elmasları, incileri ile her zamankinden fevkalâde ve şaşırtıcı, bir eli bastonunda, öbürü sahte Mübarek’e takdim edilmek için ilerleyen misafirinde, evvelâ yeni gelenin adını söylüyor, sonra da, “Mübarek, bizim aile saatimiz Mübarek” diye onu tanıtıyor ve hemen arkasından, “Şimdilik bizde misafir kalıyor…” filân gibi bir cümle söylüyordu.

Bir ara, çeyrek başı olacak galiba, saat vurmağa başladı. Sesi Mübarek’inkinden daha güzeldi. Fakat öyle bir gürültü koptu ki lâyıkıyla dinliyemedim. Filhakika kadranın üstündeki kapı açılmış ve Hamdi Beyin tablolarında görülen ihtiyar derviş kılıklı bir adam dışarıya çıkarak, “Hoş geldiniz” diye bağırmış, sonra derhal içeri girmişti.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

(PDF)

 

Uğur Mumcu - Sakıncalı Piyade

Uğur Mumcu, askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada 12 Mart dönemi’nde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alındı. Mamak Askeri Cezaevi’nde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kalan Uğur Mumcu, bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkûm edildi. Burada bir süre Profesör Uğur Alacakaptan ile tutuklu kaldı. Fakat Yargıtay'ca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra Mumcu askerliğini, 1972-1974 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi.  

 

Kitap 12 Mart döneminde yaşanan ilginç olayları Mumcu'nun mizahi yorumuyla ele alıyor. Mumcu, askerliğe gitmek için kendisinin başvuru yapmasına rağmen "asker kaçağı" olarak suçlanması, askerlerin başkanlık ettiği sıkıyönetim mahkemelerinde hukuk profesörlerinin albaylar tarafından adaletsizce yargılanması, sol görüşlü oldukları belirlenen insanlara sahte suçlar yaratılıp, ülkücülerin tanıklığında yeterince kanıt olmaksızın mahkûm edilmeleri gibi hukuk skandallarını eleştirip, cuntanın hukuk devletinin kurallarını yok ettiğini savunuyor.

Kitabın sonlarına doğru ise Uğur Mumcu'nun askerlik anıları yer alıyor. Mumcu askerliğini yedek subay olarak yapacakken "sakıncalı piyade eri" unvanıyla nasıl er olarak en ağır işlerde çalıştırıldığını anlatıyor.

Kitap ilginç konusu ve yazımıyla oldukça ünlenmiş, Uğur Mumcu'nun en tanınan eseri haline gelmiştir. "Sakıncalı Piyade" terimi ise devlet gücünü suistimal edenlere karşı duran kişilere koyulan bir unvan haline gelmiştir.

Kitabın Tekin Yayınevi'nden 1977'de çıkan ilk baskısı 47 baskı yapıp 184.000 adet satmış, 1997'de Um:Ag tarafından yapılan basımı ise Mart 1998'e kadar 51. baskıya ulaşmıştır.

Ünlü yazar Aziz Nesin de kitap hakkında bir yazı yazmıştır. Bu yazı Um:Ag'ın baskısında kitabın ön sözü olarak yer alırken, yazının küçük bir kısmı ise arka kapakta yer almıştır. Arka kapakta kalan kısım da şu şekildedir: 

 "Ellerin dert görmesin Uğur Mumcu! Sakıncalı Piyade'yi yazdığın için, eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık. Kendi yazdıklarıma gülemem. Ama senin yazdıklarını gülerek okudum. 'Acı acı gülmek' deyimi vardır ya, işte öyle acı acı güldüm."

 
Sakincakapak.jpg 


Gülten Akın Kendi Sesinden Şiirleri

Ağıtlar, Türküler, İlahiler

1 – Ağıt / Bunalan Ozan İlahisi

Ağıt / Bunalan Ozan İlahisi - YouTube

2 – Kıyamet / Ayrıntılar İlahisi

Kıyamet / Ayrıntılar İlahisi - YouTube

3 – Sardunya / Seni Sevdim

Sardunya / Seni Sevdim - YouTube

4 – Yorgun Sevi / Sevda Kalıcıdır

Yorgun Sevi / Sevda Kalıcıdır - YouTube

5 – Tükenmiş Çareleri / Büyü

Tükenmiş Çareleri / Büyü - YouTube

6 – Susanlar İçin İlahi / Savaşı Beklerken

Susanlar İçin İlahi / Savaşı Beklerken - YouTube

7 – İlkyaz


8 – Pas / Kargış Ağıt

Pas / Kargış Ağıt - YouTube

9 – Yitikler Gecesi / Havada Hoş Bir Aydınlık

Yitikler Gecesi / Havada Hoş Bir Aydınlık - YouTube

10 – Bir Kayığa Biner Geceleri / Yağmur Yağmur

Bir Kayığa Biner Geceleri / Yağmur Yağmur - YouTube

11 – Temeline / Demirle Pas Arasında İlahi

Temeline / Demirle Pas Arasında İlahi - YouTube


12 – Kum / Çöl

13 – O Bahçe O Kadınla / Gül İçin İlahi

O Bahçe O Kadınla / Gül İçin İlahi - YouTube

14 – Sığda / Gücenik Yoksul Günler

Sığda / Gücenik Yoksul Günler - YouTube

15 – Acılar İçin İlahi / Behçet İçin İlahi

Acılar İçin İlahi / Behçet İçin İlahi - YouTube

 Doğum tarihi 23 ocak🎂