"Kendini boşuna harcamış olur insan, dilediğine erer de sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa."
İnsanın anlam arama çabasına ışık tutan kalemi ve muazzam yeteneğiyle en basit görünen olayları bile inanılmaz bir üslupla anlatır Shakespeare. Evrensel olanı kişiselle, kişisel olanı evrenselle bütünleştirir. O sadece bir şair ve yazar değil, kelimelerle insanın ruhuna fısıldayabilen bir dâhidir
William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve
şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400
yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren bu efsanevi
yazar, büyük olasılıkla 1606 yılında yazdığı Macbeth’le "yükselme
arzusu ve politik hırsın" kişiyi neye dönüştürebileceğini dünü, bugünü
ve yarını kapsayacak bir derinlikle öngörmüştür.
Shakespeare'in
bu ölümsüz oyunu genellikle evrensel ahlaki değerler açısından ele
alınır, Macbeth'in bilinçli bir şekilde kötülüğü seçmesi ve bu seçimin
bireysel ve toplumsal sonuçları üzerinde durulur. Ancak Macbeth
Shakespeare'in diğer kötü adamlarına benzemez. Çünkü III. Richard ve
lago gibi karakterlerin aksine, yaptığı kötülüklerden hiç de zevk almaz;
dahası, ilk cinayetini işlediğinde gerçekten acı çeker, sözlerine
bakılırsa benliğinde bir iç savaş yaşamaktadır.
Peki doğrununu,
yanlışın ne olduğun bilen, ileriyi görme yeteneği olan bir adam niçin
kötülüğü seçer? Belki de Macbeth'in trajedisi, geleceğe hükmetmeye
çalışırken kötülüğe giden yolda attığı her adımın ona azap vermesinden,
ahlaki değerlerden ne denli uzaklaştığını bile bile yoluna devam
etmesinden kaynaklanır.