“ Ölüm bir eşek şarkısıdır / Gelir geçer göçer. ”
Can Yücel Antik Romalılar yitirdikleri
insanlar için ‘ öldü’ sözcüğünü kullanmazlarmış, kullandığımız diğer
‘vefat etti’ vb. ifadelerde değilmiş tanımları. “yaşadı” derlermiş ölen
için. Can Yücel’i anarken de söylenebilecek en doğru söz bu olsa gerek: O
ölmedi, yaşadı… Ne de olsa “Yaşamı onun en güzel şiiri..”
Çağdaş Türk Şiiri’nin Can’ı artık yoktu, okurlarının ve Datça’nın Can Baba’sı dünyayı terk etmiş, son yıllarını geçirdiği ve çok sevdiği cenneti Datça’dan başka diyarlara yola çıkmıştı bile…
Çağdaş Türk Şiiri’nin Can’ı artık yoktu, okurlarının ve Datça’nın Can Baba’sı dünyayı terk etmiş, son yıllarını geçirdiği ve çok sevdiği cenneti Datça’dan başka diyarlara yola çıkmıştı bile…
1999 yılının ağustos ayında yitirdiğimiz Can
Yücel’in aramızdan ayrılışının üzerinden .. yıl geçti, ancak şiirleri
her zaman bizimle ve olmaya da devam ediyor. Son birkaç yıldır kapalı
olan “ Can Evi”, şairin mezarının tahrip edilmesiyle yaşadığımız
üzüntüyü daha da artırmış olsa da şiirleri ve anılarıyla O’nu anmak bir
nebze avutacaktır bizi…
“Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin ..
çatal matal kaç çataldım kimbilir
Alıntı biçiminde verilen ve sahibi belirtilmeyen sözler şairin kendisine aittir.
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım
düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde cağanozdum bir zaman ..”
Böyle anlatır kendi ‘ Ben Bir
Kertenkeleydim’ şiirinde Can Yücel. Çevresinde‘ höt be höt’ bir adam
olarak tanınan ve şu hayatta fazla “zartası zurtası” olmadığından bu
tabiri kendine yakıştırdığından bahseder son röportajında.. Şiirinin
temelinin yaşadıkları olduğunu söyler.
Palmiyelerin kesilmesine karşı durduğu
için turizm müdürlüğü görevinden alınan, askerliğini Kore’de çevirmen
olarak yapan ve Nazım Hikmet’in öldüğü gün kendi tabiriyle “ kafayı
çekip ” kendinden geçen ve BBC Londra’nın Türkçe servisinde spiker
olarak çalıştığı işinden, o gün yayın saatinin gecikip sabah Türkçe
yayının girilememesinden ötürü “kovulan” gidenlerin ardından şiir
söylemeye henüz küçük bir çocukken, ölen arkadaşı Refik’le başlayan bir
büyük şair, bir sağlam yürek…
O’nu tanımlamak için yaşadığı gibi
yazan, şiir gibi adam, hatta “ şiirden adam” denilebilir. Şiirlerinin
dili, öylesine gerçek, öylesine çarpıcı, silkeleyici ve şaşırtıcıdır ki,
okuyucu bir müddet duraklar, adeta sindirir mısraları bir bir… Sesli
okumadan önce prova edilmesi gereken şiirlerdir onun şiirleri, müstehcen
ve argo barındırır çokca ‘ağzı bozuk meymenetsiz ozan’ ın .. Zira, O’na
göre ne yazık ki “ Türkiye’de özgürlüklerden kala kala küfür etme
özgürlüğü kalmıştır bir tek” ..
İlk şiirini 10 yaşında babasının
Paris’ten getirdiği Beethoven ile Mozart plaklarının etkisiyle yazan,
Maarif Müdürü Hasan Ali Yücel’e duyduğu özlemi, babasına hasret çocukluk
dönemi geçiren büyüklerin hala söylediği, Mazlum Çimen tarafından
bestelenen “ Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiiri ile anlatan Can
Yücel, 1926 yılında İstanbul’da ikiz kardeşi Canan’la birlikte hayata
gözlerini açtı. Babası ve babaannesinden dinlediği şiirlerle büyüyen
Can’a, şiire elverişli bir dünyanın kapıları da henüz çocuk yaştayken
açılmış bu sebepten…
Hayatı boyunca ideallerinden taviz
vermeyen bir babanın oğlu olmanın sıkıntısını çektiğini söyleyen Can
Yücel’in , şiirlerinin satır aralarında kendisine ayıracak zamanı
olmayan, mesleğine aşık bir baba yatar. Annesine duyduğu sevgi ise
bambaşka; “ o sevgiyi anlatacak kadar şair olmadığını” söyler.
Ankara ve Cambridge üniversitelerinde
Latince ve Yunanca okuyup, çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, BBC
kanalında spikerlik yapan şair, çevirilerinde, başkalarının “ Tanrı
aşkına gitme ” diye çevireceği bir dizeyi “ Allasen gitme ” olarak
çevirmesiyle, diline ne kadar sahip olduğu bir yana,yalın ama hakikatli
bir samimiyet de gösterir. Sanırız Shakespeare’in ünlü ‘to be or not to
be’ sözünü ‘bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin’ şeklinde
Türkçeleştirecek ondan başka çevirmen de yoktur …
Şiir dünyasına Küfür ve argoların da Türkçe’ye ve hatta şiire dahil olduğunu da öğreten, sözünü sakınmayan Can Baba’nın, ne gelirse diline o gider karşısındakine.. Ne de olsa, ünlü şiirinde de dediği gibi “ Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” ..
SEVGİ DUVARI can-yucel-gencligi-
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
Alıntı biçiminde verilen ve sahibi belirtilmeyen sözler şairin kendisine aittir.
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerimmaaile-can-yucel
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
İlham kaynakları ve şiirlerinin
konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve
duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. Bu sebepten
kitaplarından birinin adı dahi ‘Maaile‘
dir. Can Yücel için aile çok önemlidir: anne ve babası, eşi, çocukları,
torunları… Ailesiyle olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır,
mutfağında yemek pişen, bacasından şiir tüten evinde…
‘Küçük Kızım Su’ya’, ‘Güzel’e’, ‘Yeni Hasan’a Yolluk’ gibi şiirleri çocuklarına bıraktığı mirasıdır aynı zamanda :
‘Küçük Kızım Su’ya’, ‘Güzel’e’, ‘Yeni Hasan’a Yolluk’ gibi şiirleri çocuklarına bıraktığı mirasıdır aynı zamanda :
KÜÇÜK KIZIM SU’YA
Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Bir suyun gölgesi gibi
Ayakucunda sen oturuyorsun
Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!
GÜZEL’E
…
Sen ki çicekleri toplamayan güzelim
Çicekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok
…
Ailesinin yanı sıra, şair dostlarına yazdığı şiirler, sitemkar, dostça, içten ve esprilidir :
İLHAN BERK İÇİN
Epiydir görüşmüyoruz kendisiyle
seksenlik merdivenini
çıka çıka bitiremediği halde
hala dinçmiş öyle diyorlar
ama oldumbittim bunaktı zaten
şiirlerini gerdirmek için
avrupaya gidiyormuş arasıra
Yaşamının son dönemlerinde alkole,
özellikle şaraba düşkünlüğü eleştiri konusu olan Can Yücel, Ömer Hayyam
misali, bunu da kendine özgü nükteli haliyle şöyle ifade eder :
“Erkekler mi sevmez ?
– Ben hiç yol kenarında sabahlayan şarapcı bir kadın görmedim.”
Can Baba’nın alkol alışkanlığı ile
ilgili olumlu bir şey söylenemez elbet.. Alkol yüzünden çok sevdiği,
hayatının aşkı, eşi Güler Yücel’le dahi sorunlar yaşayan şairin yakın
dostlarından Cezmi Ersöz, “ Gider içerdi Can Baba, kendisine acımadan
ama…” başlıklı yazısında durumu şöyle anlatmıştır :
can-yucel-ve-bira“
Can Baba, hatırlar mısın, bir akşam, arkadaşlarla Kuzguncuk’taki evinize gelmiştik… Evde senden başka kimse yoktu. Yapayalnızdın. Sevgilisi terk etmiş liseli bir öğrenci gibi çaresizdin. Bütün ışıkları, televizyonu, radyoyu açsan da evde garip ve hüzünlü bir sessizlik vardı. …Oysa insanların, bir tutam neşe,öfke, coşku, yaşam sevinci koparmak için uğraştığı, sevinçli ve kutsal bir bahçeydi, eviniz…
Can Baba, hatırlar mısın, bir akşam, arkadaşlarla Kuzguncuk’taki evinize gelmiştik… Evde senden başka kimse yoktu. Yapayalnızdın. Sevgilisi terk etmiş liseli bir öğrenci gibi çaresizdin. Bütün ışıkları, televizyonu, radyoyu açsan da evde garip ve hüzünlü bir sessizlik vardı. …Oysa insanların, bir tutam neşe,öfke, coşku, yaşam sevinci koparmak için uğraştığı, sevinçli ve kutsal bir bahçeydi, eviniz…
“Güler, evi terk etti,” dedin neredeyse,
ağlamaklı… Önce inanmadık. Çünkü eşin, Güler Ablam, bildiğimiz
kadarıyla sana aşıktı ve seni hiç terk etmeyecek gibi görünüyordu. Hatta
bir keresinde ona; “Güler Abla, Can Baba’yı biraz yaşlanmış gibi
gördüm,” deyince, bana şöyle bir küçümseyerek bakmış, “saçmalama,
gittikçe yakışıklı olduğunu söylemişti… Peki, Can Baba, sen dememiş
miydin bir keresinde , “Güler benden önce ölürse, ibne olurum,” diye…
Çok gülmüştük bu sözüne; “Yoo, gülmeyin çocuklar,” demiştin o bilge ve
davudi sesinle, “dünyanın bin bir türlü hali vardır, belli olmaz;
Aragon, sevgilisi Elsa öldükten sonra ibne olmadı mı; korkuyorum, ya
Güler benden önce ölürse!”
Sen de aşıktın Güler Abla’ya ,hem de
sımsıkı, tepeden tırnağa… Ama senin yüreğinle oynadığın ıstıraplı bir
oyun vardı. Sen aşkını kaybedip kaybedip bulurdun. İşte bu sırada, şiir
çıkardı.. “
Bize veda ettiğinde 72 yaşındaydı Can Baba, yaşayabilirdi şüphesiz şiirleri bitmemişti daha..
Bir de vasiyeti vardı bıraktığı şiirlerinden birinde:mekanim-datca-olsun-can-yucel
“Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama! ”
Bilir gibi başına ne geleceğini mezar
taşının, yazmış bu dizeleri böylesine yalın ve ‘can’dan şiirlerini
topladığı Can Yücel “ Mekanım Datça olsun” kitabında.. Heykeltıraş
Mehmet Aksoy’un tasar yapımını üstlendiği, vasiyetine binaen yapılan
mezar, gün boyu emdiği güneş ışığını akşamdan itibaren dışarıya yayan
özel tasarımıyla ana karnında bir cenin görünümünde inşa edilen özel bir
taş olan “ Can Taşı” nı barındırır. Bu taşın önünde içinden su geçen
bir bir göbek bağı uzanıyor ve sanatçının deyimiyle Can Yücel bu göbek
bağıyla hayata bağlanıyor… İşte 2011 yılında zarar verilene kadar böyle
bir sanat eseriymiş bu güzel mezar, tam Can Baba’ya göre, “deniz
manzaralı, nispeten de ucuz”muş..
Çok sevdiği eşi ve ailesi, Can Yücel’in
ölümünden sonra evini, her yıl ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından
ziyaret edilebilsin diye açmıştır. Ancak vandalca zarar verilen Can
Baba’nın mezarıyla ilgili olarak hayal kırıklığına uğramış, sonrasında
Can Yücel’e hitaben yazdığı şiirinde duygularını dile getirmiş ;
Yine geldi 12 Ağustos
Yine cırcır böcekleri ötüyor
Bu yıl Ege Denizi senin dediğin kadar sakin değil
Ortalık biraz karışık
Taşı kırmakla kalmadılar, beni de kırdılar
Bu kırma başka türlü bir kırma
Yalnız sana değil Can’cığım
..
Şiire saygı duruşudur Can Yücel’i anmak.
Ne yazsak eksik kalır, anlatılmaz Can Yücel.
“ O çocuklar, o yapraklar, o şarabi eşkıyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var ?”
demişsin ya Yaprak Dökümü şiirinde..
Seni anmak için biz varız, şiirlerinle birlikte…
“Mekanın Datça Olsun” Can Baba !