21 Haziran 2021

İlhan Selçuk - Ruhi Su ve türküleri

 Altınşehir Adana Kent Kültürü ve Sanat Dergisi100 yaşındaki ses ve bir soru... - HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ruhi Su, efendi bir kişidir. Bazali bir elinin dış yanını öbür elinin ayasına yapıştırıp düşünceye bırakır kendini, bazan bir şey anlatmaya koyulur. Söze başlarken yere bakar. Dinleyip de konu­şur. Konuşurken de dinletir. Başındaki aklar birden çoğaldı son yıl. Durgundur çoğunlukla., durgunluğunda sağlamlık, gülüşünde aydınlık, alçakgönüllülüğünde kendine güven ve sesinde Anadolu vardır.

 Ruhi’nin sesindeki Anadolu yalınkat bir Anadolu değildir, iiç bin yılın toprağıdır. Eğeden Röncsansa dönüşen uygarlığın tekrar Anadoiuya doğru yürüyüşü Ruhi’nin türkülerinde duyulur.

 Çocukluğu bereketli Çukurova’da geçmiştir Ruhi’nin.. llkokulun dördüncü sınıfında keman çalışmaya başlamış, sonra Ankara Müzik öğretmen Okulunu ve Devlet Konservatuvarı Opera Bölü­münü bitirmiştir. Toplumun geri anlayışının çok ötesine uzanan özlemleri yüzünden az belâ gelmemiş başına: nerede bir gerçek sanatçı görse ezmek isteyen «Demir ökçe» nin lıışmma uğrayıp yıllarca hapishanede yatmış Ruhi.. Ama ezilmemiş. Dik tutmuş basını.

Ruhi Su’nun «İmece Plâkları» nın ikinci takımını dün aldım. Birinci takım birkaç ay önce çıkmıştı. Bu ikinci takımda dört plâk ve sekiz türkü var. Hemen koydum pikaba.. Pir Sultan Abdal’dan bir türkü :— Uyur iken uyardılar..Kul Halil’den bir türkü :— Yine bir gariplik düştü serime...

 Ruhi tek başına bir büyük akım yarattı Türkiyede.. Aydınlar­la halk arasına türküden bir köprü kurdu. Şimdi halk türküleri­mizin gerçek değerlerini, halk deyişlerinin güzelliğini tanıyan, bi­len, sevenler günden güne çoğalıyor: neredeyse bir ordu olacak. Ruhi, usul usul, sabırla, bilgiyle çalışarak başardı bunu. İmece plâklarıyla, bugünden yarına kalacak paha biçilmez belgeleri Türk sanat tarihine armağan ediyor.Ve nasıl söylüyor türkülerini Ruhi?Bu sorunun cevabını kendisinden dinleyelim :

 «— Türkü söylemenin kolay görünmesi, türkülerin erişilmez sadeliğinden ve sağlamlığından gelir. Bundan dolayı da nasıl söy­lenirse söylensin, yine de bir şeyler kalır türkülerden. Bu hal bir umursamazlığa, sanki aslında da türkülerin böyle söylendiği ve böyle söylenmesi gerektiği gibi yanlış bir yargıya götürebilir in­sanı. Yorum ve üslûp ancak entellektüel bir faalivet olan sanata, sanat müziğine hasmış gibi gelirse de burtun bir kuruntudan ve bir kendini beğenmişlikten geldiğini sanıyorum, tike) çağlara git­tikçe türkülerin sihir ve kehanete karışması, ozanların vecde ge­lip kendinden geçmesi, her şeyden önce yorumla, karşısındakini etkileme Çabasıyla ilgili görünüyor. Türküler de tıpkı operalar ve lied’ler gibi çeşitli konularda ve değişik biçimlerde olduğundan, onlar gibi renkli ve değişik bir icrayı zorunlu kılar. Bunun da bir yetki, bir hüner işi olduğu açıktır.» 

Ne var ki, türkü söylemek için salt klâsik müzik ve ses eği­timi de yetmez. Ruhi’ye göre :  «— Türkü söyliyen bir sanatçı ise, bunlarla beraber halkını, ve türküleri meydana getiren koşullan iyi bilmeli.»Ruhi Su, halk sanatkârı değildir, halkçı bir sanatçıdır.Klâsik eğitimden geçmiş, Türk balkını iyi tanımış ve çifte su verilmiş bir çelik gibi yapacağı işe hazırlanmıştır.Türkülerini dinliyen, kendisini hiç' bilmese de, bu gerçeği an­lar.Bir zamanların faşist iktidarı işte bu sanatçıyı ezmek ve yok etmek istemişti. Ruhi’yi zindana atanlar kimlerdir? İsimleri cisim­leri çoktan unutulmuş bir sürü kalpazan! Daha bugünden yoktur onlar.. Ruhi ise bugün var olduğu gibi «İmece plâkları» ile yarın­larımıza doğru dalga dalga uzanacaktır., kardeşlerimize, oğulları­mıza, kızlarımıza, gelecek kuşaklarımıza sesini duyuracaktır.

İlhan Selçuk

Ahmet Muhip Dıranas - Büyük Olsun

Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.

 

Jean Paul Sartre’ın Denemeleri’nden “Özgürlük Sorunu”

 "Yasa bakımından, toplumun her üyesi mal mülk sahibi olmakla özgürdür; ama, birey ancak elindekinin sahibi olmakta özgür olduğuna göre, bunun anlamışuna varıyor: kapitalizm iş araçlarına, işçi de ücretine sahip olmakta özgürdür. Bunun sonucu olarak, mal mülk hakkı, toplumsal eşitsizlik düzenini sürdürmeye varıyor. Açlıktan, soğuktan ölen bir kimse için düşünce özgürlüğünün ne anlamı olur?  Bugün hepimiz oyumuzu kullandık ama, hükümet bizi hiç de temsil etmiyor.  Burjuva demokrasilerinde görülen özgürlük, aldatmacadan başka bir şey değil. Bu yönetimlerin bize verdikleri soyut haklardan yaralananlar varsa, onların, aynı zamanda somut hakları var da ondan; yani, onlar ekonomik güce sahiptirler. İnsan tek başına aç kalmaz; bir adam aç kalırsa, bütün arkadaşlarıyla, kalır. Bir işsizin açlığı, aynı zamanda, bütün öteki işsizlerin de açlığıdır. Sonra, başkalarının yiyip içmesi karşısında duyulan öfke de var. Çekemezlik, adi kıskançlık adları verdikleri bu öfke tam tersine bir eşitlik, bir adalet duygusudur. Açlık, özgürlük isteğidir başlı başına.  Açlık olsun, iş alanında düzen isteği olsun, barış isteği olsun, bütün bunlarda insanın hak olarak istediği, aradığı somut özgürlüktür, yani günün yaşam koşulları içinde, sınıfsız bir toplumda herkesin kendi yaşamından sorumlu olabilmesidir.  Sorun, özgürlüğü bırakmak değil. Hatta burjuvazinin soyut özgürlüklerini de bırakmak değil. Sorun, onlara bir öz vermek, onları yeniden kaynaklarında bulmak, günlük yaşamın gerekleri gibi basit gereklerden doğduklarını belirtmektir."

Cahit Külebi - Masaldaki Yalnızlık


Ben yalnızlığı
Gökte uçar gördüm.
Ben yalnızlığı
Garip, naçar gördüm.
Ben yalnızlığı
Gelir geçer gördüm... 

 

Emil Cioran "Özgürlüğün İkili Yüzü"


Özgürlük meselesi çözülmez olsa da biz yine söylev verip olumsallığı veya gerekliliği savunabiliriz ... Mizaçlarımız ve önyargılanmız, me­seleyi halletmeden kesip atan ve basitleştiren bir tercih yapmamızı kolaylaştınr. Bizi buna duyarlı kılmayı, bize bunun yüklü ve çelişkili gerçekliğini hissettinneyi hiçbir teorik yapı başaramazken, imtiyazlı bir sezgi, kendisine karşı icat edilmiş bütün gerekçelere rağmen bizi özgürlüğün kalbine yerle.ştirir. Ve korkarız - böylesine engin ve filli bir ifşaya; vaktiyle varmak istediğimiz, şimdi ise önünde gerilediği­miz o tehlikeli varlığa hazır olmadığımızdan, imk3nlann uçsuz bu­caksızlığından korkanz. Zincirlere ve yasalara alışmış olan bizler. bir girişim sonsuzluğu karşısında, bir karar sefahati karşısında ne yapacaızdır? Keyfiliğin cazibesi bizi ürkütür. Eğer istediğimiz herhangi bir fiile girişebileceksek, artık ilhamın ve nazlann sınırı yoksa, bu kadar gücün sarhoşluğu içinde mahvolmaktan nasıl kaçınabiliriz? 
 
Bu ifşayla sarsılan bilinç kendini sorgular ve yerinden sıçrar. Her şeyin emrine fun1ide olduğu bir dünyada kimin başı dönmemiştir ki? Cani, özgürlüğünü sınırsız bir şekilde kullanır ve gücünün fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son verme konusunda, o da her birimizle aynı dilzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakika­ten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. İnsan öldürme eğilimlerini kendilerine itiraf etıne cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler. kabuslarını cesetlerle doldururlar. Mutlak bir mahkeme önün­de, bir tek melekler beraat ederdi. Zira başka bir varlığın ölümünü---en azından bilinçsizce-dilememiş bir varlık hiç olmamıştır. Her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya arzuların yüzeyine yansıtılmış ol­ması da pek mühim değildir. 
 
Özgürlük, nihai içermeleri üzerinden kavrandığında, hayatımız ya da ötekilerin hayatları sorusunu ortaya koyar; kendimizi kurtarma ya da mahvetme imkiinlannın ikisini de beraberinde getirir. Ama kendi­mizi ancak sıçramalarla özgür hissederiz, şansımızı ve tehlikelerimizi ancak bunlar aracılığıyla anlarız. Bu dünyanın niçin yalnızca vasat bir mezbaha ve yapay bir cennet olduğunu açıklayan da bu sıçramala­rın kesikliği ve enderllğidir. Özgürlük üzerine inceleme yapmak, iyi ya da kötü hiçbir sonuca götürmez; fakat her şeyin bize bağlı olduğu­nun farkına varmamız için sadece anlar vardır ... 
 
Özgürlük, özü şeytani olan etik bir ilkedir. 
 

Sait Maden “Benim grafiğimi biçimlendiren, alttan alta etkileyen ve destekleyen, besleyen tek kaynak benim şair tarafımdır. Edebiyatım, benim resmimi çok besledi.”



 

Blaise Pascal “Kalbin, aklın asla anlamayacağı, kendine göre nedenleri vardır…Gerçeği yalnızca akılla değil, kalbimizle de biliriz.”


 

Gerçeğe vakıf olduğuna inanmak, insan doğasının getirisi olan bir hastalıktır.

Gerçekte iki olasılık var: Tanrı vardır ya da yoktur. İki seçenek var: Tanrı’ya inanırsınız ya da inanmazsınız. İnanırsanız iyi bir insan olmaya çalışır ve bazı nimetlerden kendinizi Tanrı adına mahrum bırakırsınız. İnanmazsanız, istediğiniz gibi davranır ve yaşarsınız. Eğer Tanrı yok ve inanmıyorsanız, ne ala. Var ve inanmıyorsanız, yandınız. Tanrı yok ama olduğuna inanıyorsanız, sürdüğünüz kısıtlı hayat boşa gitti. Tanrı var ve inanıyorsanız, bu dünyada biraz kısıtlı bir yaşam sürseniz de sonsuz ödül sizin.

 

Dr. Mustafa Yılmaz - Doktor Şeriati’de Sanat: Varolandan Kaçış 2

 
  Sanat tarihçilerine göre natüralizm İtalyan ressam Giotto’nun eserleriyle kendisini göstermeye başlamıştır. Onun eserlerinde mekan, derinlik ve renk Ortaçağ sanat anlayışına göre çok gelişmiştir. Fakat natüralizm asıl gelişimini Rönesans’ta göstermiştir. Natüralizm öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki Michelangelo ünlü Musa Heykeli’ni bitirince karşısına geçmiş ve Musa’dan onunla konuşmasını istemiştir. Bu natüralizmin gerçeğe uygunluk peşinde ne denli bir mücadele verdiğini gösterir. Natüralizm yüzyıllar boyunca Batı sanatının belkemiği oldu. Fakat bu çağın başında iki sanatçı çıktı ve natüralizme öldürücü bir darbe indirdi. Bunlar Picasso ve Braque’dir. Nesnenin parçalanmış görüntüsünü yeniden kurgulayan bu adamlar farklı bakış açılarını resim yüzeyinde bir araya getirmeye çalıştılar. Kübizm denilen bu akım 600 yıllık natüralizmin saltanatını alaşağı etti.

Picasso’nun Avignon’lu Kızlar tablosuyla işler iyice karıştı. (Museum of Modern Art, New York). Bir genelevi gösteren bu resimde yalnız rengin değiştirilmesi değil, insan anatomisinin de kırılıp bozulması söz konusudur. Değişme çok keskin olduğu için, bu yapılanlar başta bir şarlatanlık sanıldı. Picasso insan yüzleriyle kıyasıya oynuyor, onların dışbükeyliğini içbükeye çeviriyordu. Afrikalı zenci sanatçılar da böyle işlemişlerdi insan yüzünü, sanatçı belki de onlardan esinleniyordu. Aynı yıl Braque’la tanışan Picasso resmini ona da gösterdi. İki sanatçı anlaşarak birlikte Kübist akımı başlattılar. Braque Estaque’da Evler (Art Museum, Bern) adlı tablosunda doğal görünümü büsbütün yok etmemiş, ama onları yalın geometrik formlara, evleri de koca koca taş bloklarına dönüştürmüştü. Akımın adı da eleştirmen Vauxelle’in “bunlar ev değil küp” demesiyle doğmuştu. Değişme önemliydi kuşkusuz, ama üç boyutluluğun yok edilmesi sorunu henüz çözümlenmiş değildi. Picasso bir adım daha attı: Yakın dostları Vollard (Hermitage, Leningrad) ve Kahnweiler’in Portreleri’nde (Art Institute, Chicago) görüldüğü gibi kapalı resmi parçaladı ve parçaları saydam yüzeyler halinde tablo düzlemine yaydı. İtalya’da ortaya çıkan Füturist akım, Kübizm’in çocuğudur. Füturistler Kübist resmi beğenmiyor, onu fazla statik buluyorlardı. Oysa çağımız hareket, hız, enerji ve dinamik yaşam çağıydı! Füturistlerin katkısı, Kübist resme bu nitelikleri kazandırmak oldu. Tüm bu ayrıntıları anlatmaktan maksat nedir? Burada sanatçının şiddetli bir şekilde olmayanı arama tutkusu kendisini gösterir. Arayış arayış arayış… Tam da Doktor Şeriati’nin dediği gibi olmayanın arayışı… Varolandan kaçış.

Serap Etike’nin dediği gibi ‘Sanat, deha düzeyindeki zekanın, var olana karşı tepkisinin, tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaştığı bir alandır. Sanatçı, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insan olduğu için, gerçek sanatın anlayanı azdır. Onu anlamak için çaba gerekir.’

Doktor’a göre din ‘kapı’, sanat ‘pencere’dir. Din ‘olması gereken’ başka bir dünyaya aralanan kapı, sanat ise penceredir. Sanat, ‘biz bu dünyaya ait varlıklarız; başka bir yere gitme imkanımız yoktur; herhalde burada bulunmaya mahkumuz’ diyerek, bakma ve görme yoluyla ideal dünyayı ideal olmayan kötü dünyanın içerisine getiren bir pencere açıyor Doktor’a göre. Arayış, bir yol bulma çabasında. Bir çıkış. Tih’de kalmış bir kavim için kurtuluş. Yabancısı olduğu diyardan, gurbetten, yalnızlıktan, gariplikten kurtuluş için bir arayış! Olması gerekene aralanan kapı din, açılan pencere sanat.

Doktor’un bu mükemmel formülasyonu şöyle tamamlanır; pencere felsefesi, yani bulunmayı arzuladığımız ancak bulunmadığımız yer duygusu, bizde meydana gelen yalancı bir duygudur. Öyle ki biz bulunduğumuz yerde bulunmayı arzu etmiyoruz. Bulunmamız gereken yerde bulunmaya mahkum olmuşuz. Pencere, bize  tarih boyunca bulunmadığımız yerde bulunmuşluk duygusu verir. Buna göre pencere insanda ‘kötü’nün olduğu yerde, ‘iyi’nin ‘gayb’ olduğu duygusunu uyandırır. Bir başka ifadeyle pencerenin işlevi, varolduğumuz yerden kaçma isteğidir. Bununla beraber pencere yeteri kadar olanak sağlamaz. Din ‘kapı’dır ve aralanır. Pencere bakmak, nefes almak, kapı içeri girmek, gezmek, yürümek, orada olmak. İnsan kaçış için bulunduğu zindanın duvarlarını tırmalamakta. Kaçış arzusu bir pencere aralamaya dönüşüyor. Bunu gerçekte başaramayınca yalancı bir pencere açıyor. Hayali bir pencere ile bu arzusunu gidermenin yollarını arıyor.

Bu insanın tarihsel acısıdır Doktor’a göre. Din acısı. ‘tarih boyunca insan eğer dinin peşi sıra gitmişse, bakma ve görme yoluyla yada ondan kaçma arzusu içinde bir kapı yada pencere açma arzusu içinde olmuşsa, dışarıda bir evrenin olduğuna inanmasa bile bu durum, insanda doğanın yerine getiremediği arzuların bulunduğunu gösterir. Bu arzuları üreten ya sanatçıdır; yada insanın kendisini gurbette hissettiği ve bulunmaya değmeyen bir yerden kaçmanın yollarını gösteren dindir.’ ‘Bu tarih boyunca hem edebiyatın ve sanatın, hem de materyalist yada dini felsefelerin, doğu ve batı dinlerinin temelinde yer alan bir anlayıştır.’

Doktor’a göre bir kimse sanatsal bir faaliyette bulunuyorsa, bunun nedeni o kimsenin gerçeklikler dünyasındaki eksikliklerden ve yokluklardan sıkıntı duymuş olmasıdır. İnsanın bu dünyada eksiklik hissetmesi onda bir çok duygunun oluşmasına yol açar. Bunlardan bir tanesi de gurbet duygusudur. Ben bu dünya ile hemcins değilim diyen insan acı ve ıstırap duyar. Bu yalnızlık, terkedilmişlik ve gariplik duygusudur. Ve ruhlar ne kadar çok lütfa mahzar olurlarsa, ne kadar yücelirlerse, rahatsızlıkları, acıları ve ıstırapları o derece artar.

Doktor bu meyanda insan kavramsallaştırmasına da değinir ve der ki; ‘bana göre insan, bir canlı türünün adı değil, ‘insan’da bulunan bir niteliktir. Bu sebeple ben, doğal bilimler bakımından insan olarak kabul edilen ve iki ayak üzerinde yürüyen varlığa insan demiyorum. Ben, kendi gerçekliğinin bilgisine ulaşan, kendisinin ne olduğunu bilen kimseye insan diyorum.’ İnsan gurbette meçhuldür, herkes ve her şey ona yabancıdır. Onu hiç kimse tanımamaktadır. Her şeyden farklıdır. Gurbetlik korkusu ve yabancılık duygusu, bir başka ruhsal olgunun, ‘meçhul kalmak’ ve ‘bilinmiş olmaya karşı beslenen aşk’ olgusunun sonucudur.

Yalnızlık, insanın kendi özünü alemden ayrı ve alemle uyumsuz görmesinin sonucudur. Böylece insan olmayanın arayışına düşer, kendisinde bir yetersizlik ve eksiklik hisseder. Varolana karşı yabancılık, eksiklik ve muhtaçlık duygusu insanda acı, ıstırap ve elem duygularını uyandırır. Nefret, sevgi, aşk, kaçış, sürgün, gurbet, isyan, arayış başlar.

Doktor yazımızın birinci bölümünde de belirttiğimiz gibi Aristoteles’in, sanat tabiatın taklididir anlayışına karşı çıkarak, sanatın tabiatta olmayanın taklidi olduğunu savunur. Burada Leonardo da Vinci’nin Monalisa tablosunu örnek alan Doktor, meseleyi şöyle izah eder; ‘Leonardo da Vinci acaba gerçekten bir şey varetmiş midir? Bilindiği gibi bayan Monalisa uzun zamandır Vinci’nin atölyesine gidip geliyordu. İşte Vinci’nin yaptığı şey, Monalisa’nın dudağındaki gülümsemenin tasvirini yapmaktan ibarettir. Doğada varolan bir şeye herhangi bir ilavede bulunmadı o. Şu halde Leonardo da Vinci’yi doğada varolan bir şeyi yeniden yaratmak istemesine yol açan eksiklik duygusu ne olabilir? Bu noktada, Aristo’nun söyledikleri gerçekten doğru değil midir?’ ‘Hayır. Çünkü Vinci, doğada bulunması mümkün olmayan bir şey varetmiştir. O şey de, gülümsemeyi, bir avuç boya ve kumaşa kazandırmaktır. İşte yaratıcılık ve sanatın temeli buradadır.’ O’na göre insanın sanatsal edimleri Allah’ın yaratma fiilinin sürdürülmesi ve tamamlanmasından ibarettir. Bu anlamda sanat, insan fıtratının bir parçası olacak kadar değerlidir.


Maksim Gorki Seçme Sözler

 
 - Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz.

- Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıkların yüzünden yaşamaya karşı, ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren; bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları! " Size bu ölü yaşamı hazırlayan "egemen sınıf"ın varlığıdır ve bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir. 

- Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak ama unutma ki, onca düşmanın içinde belki seni dostun vuracak.

- Manşet: Şımaracak kimsen olmadığında hayat seni kocaman bir adama çevirir.

- Susuz çiçek açmaz sevgisiz mutluluk olmaz.

- Her şey çok basit olunca hemen aptal oluverirsiniz.

- Bilim aklın şiiridir şiir de yüreğin bilimidir.

- Bir kadının terbiyesi birisiyle tartıştığı zaman belli olur.

- Unutma! İnsanlar bilgi değil avuntu isterler.

- Bütün insanların ruhları gridir. O yüzden hepsi biraz allık peşinde.

- Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz.

- Yaşlanmak iş yerinizde sizi sevmeyen bir arkadaşınızın olması gibidir.

- Büyük kalplere göre uzaktakiler daima yakındır.

- Hayatta hiç kimseye tam anlamıyla güvenme! Unutma ki beyaz gülün bile gölgesi siyahtır.

- İnsan ne denli az isterse o denli mutlu olur istekleri arttıkça özgürlüğünü yitirir.

- Hep ileriye giden insan ölüme giden insandır. Zaman zaman arkana dönüp bakmazsan yaşayamazsın.

- İnsanlar birbirlerine egemen olmak isterler ama kendi kendilerinin bile efendisi değillerdir.

- Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak ama unutma ki onca düşmanın içinde belki seni dostun vuracak.

- İnsanların nasıl yaşadığını bilmenin ne gereği var? Ben nasıl yaşamak gerektiğini öğrenmek isterim.

- Ateş karşısında bozulmayan altın altın karşısında bozulmayan kadın kadın karşısında bozulmayan erkek kalitelidir.

- Yaşam insanların bastıramadıkları daha iyiye ulaşma istekleri yüzünden hep yeterince kötü olacaktır.

- Aldanma diye bir şey yoktur! Sadece biraz fazla güvenmek vardır. Ve İnsanı aldandığı değil en çok güvendiği aldatır.

- Aşkı tanıyan bir kadın asla aşktan azına razı olmaz! Sahibi olamayacağı boş sevdalarda kiracı kalmaz.

- Aslında bir insanın gözyaşı gülüşünden daha samimi ve tatlıdır. Çünkü unutma her gülüşün altında bir ihanet saklıdır.

- Huzur denilen o şeyin her santimine ihtiyacım var bu aralar. Bana biraz bahar gerekiyor. Çok üşüdüm.

- Mutluluk elinizdeyken hep ufak görünür ama bir kere bırakın ve birdenbire ne kadar büyük ve değerli olduğunu öğrenirsiniz.

- İnsanı en çok acıtan şey Birine hayatını hediye etmişken O kişinin kendini başkasına hediye etmesidir.

- Yalan olduğunu bilsen dahi inanacaksın insanoğluna yani dinleyeceksin onu niçin yalan söylediğini anlamaya çalışacaksın. Bazen yalan insanın özünü gerçeklerden daha çok açığa vurur.

- Yoruldum ayağımın değil yüreğimin götürdüğü yerlere gitmekten. Sustum dilimdekileri değil yüreğimdekileri söyleyememekten.

- Ölümü ölümle onarmalıyız. Bunun için insanları diriltmek için ölmek gerek. Binlerce insan ölmeli ki milyonlarcası yerine gelsin. Ölüm zor bir şey değil pek kolay. Yeter ki ötekiler can bulsun bellerini doğrultsun.

- Azıcık mutluluk herkes için iyi olur. Ama hiç kimse azıcık mutluluk istemez. Ve mutluluk ne kadar fazla büyük oldu mu değeri o kadar azalır.

- Söylenmesi gereken bir şey her zaman çekinmeden söylenmelidir. Bir bebeğin mamasına azar azar bakır katarsanız kemiklerin gelişmesi durur ve çocuk cüce kalır. Aynı şekilde bir insanı altınla zehirlerseniz o adamın ruhu küçülür solar renksizleşir on paralık lastik top gibi.
 
- Toplum! İşte en çok nefret ettiğim şey! O durmadan benliğimizin verebileceğinden fazlasını istiyor bizden. Ama kendimizi doğru dürüst yetiştirebilmek için gerekli şartları hazırlamıyor. Önümüze engeller koyuyor.

- Zavallı gelecek! İnsanlar, ona öyle çok umut besliyorlar ki, gerçekleştiğinde bütün çekiciliğini yitiriyor!

Muazzez İlmiye Çığ 107 yaşında 🎂


Mersin’de kızıyla birlikte yaşayan Çığ, hiçbir sağlık probleminin olmadığını ve kendisini gayet dinç hissettiğini söyledi.

Çığ, “Sağlığım gayet iyi, hiçbir sağlık sorunum yok; yalnız yürümekte güçlük çekiyorum, ancak evin içinde yürüyebiliyorum. Zihnim gayet iyi, kendimi çok iyi hissediyorum" dedi.

 

İşte Muazzez İlmiye Çığ ile yaptığımız o röportaj:

"ŞAŞIP KALIYORUM"

- Pandem dönemini siz nasıl geçiriyorsunuz?

Evlatlarımla birlikte geçirdim, insanlardan uzak. Yeni çıkan kitapları takip ediyorum, bol bol kitap okuyorum, şu an Gılgamış üzerine okumalar yapıyorum. Zoom üzerinden eğitimler veriyorum. Sümer tarihi, Atatürk konularını üzerine Kanada’dan Amerika’dan dünyanın pek çok yerinden insanlar beni dinliyor. Sanırım çok uzun yıllar yaşayınca ilgi çekiyor.

- Muazzez Hanım, hem bedenen hem de zihnen çok dinçsiniz bunun nedeni nedir? Uzun ömrün sırlarını bizimle paylaşır mısınız?

Bunu bana sormayın, yukarıdakine sorun. Bunu ben de bilmiyorum, şaşıp kalıyorum. Bütün gün kavga ediyorum yukarıdakiyle, daha niye beni tutuyorsun diye...

- Nasıl besleniyorsunuz, var mı özel bir diyet programınız?

Keyfime göre yaşıyorum, canım ne isterse onu yapıyorum. Her şeyi yiyorum, yemediğim bir şey yok. Şeker de ekmek de yiyorum, fakat kararında, yürüyüşe çıkamıyorum, bir tek kusurum bu.

- Sizi bu kadar sağlıklı ve dinç tutan şey nedir?

İyi düşün, mutlu olmaya çalış, kin besleme. Hayatta daima herkese iyi gözle baktım ve çok çalıştım. Çalışmayı her şeyden üstün tuttum. Hala da okuyorum, çalışıyorum. Çalışmak ve iyi düşünmek beni dinç tuttu. Sigara ve içkiyi hayatımda hiç kullanmadım, çok yürüdüm zamanında. Daima ölçülü olmaya çalıştım.

- Sizi hayranlıkla takip eden insanlara ne söylemek istersiniz?

Çok çalışın, Atatürk’ün yolunda devam edin lütfen. Yoksa memleketin hali vahim. Ülkemizin haline çok üzülüyorum. Türkiye bir mafya memleketi oldu. Bu durum beni çok üzüyor. Devlet başkanının görevi ülke vatandaşlarını kaynaştırmaktır, ayrıştırmaya çalıştığını görmek beni çok üzüyor, son derece kızıyorum.

Selen Öktem

Clara Zetkin'den

Kadın, erkeğin başarısız bir kopyası değildir; insan olarak mücadele ve inşa için özel özelliklere ve yeteneklere sahiptir. Bu kadar uzun süre zincirli kalmış enerjisinin serbestçe gelişiminin, mücadelede ve yaratıcı çalışmalardaki başarısında büyük katkısı olacaktır.