22 Haziran 2019

George Carlin’in , eşi Brenda Carlin’in kanserden ölmesinin ardından yazdığı “Zaman paradoksu…

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama ön yargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.

Ömer Dedeoğlu "Emrolunduğun gibi dosdoğru yürü"



Örnek Türk münevveri, merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ömrünün son zamanlarında yazdığı Deizm isimli kitabında adeta Türkiye’de inancın nereye gittiğini görmüş ve bu kitabı bir uyarı mahiyetinde hazırlamış. Dine dayalı hamasetin yaygınlaştığını ve din kisvesi altında türlü edepsizliğin yapıldığını zaten yıllardır bizlere kitapları aracılığı ve televizyon ekranlarından anlatır dururdu. Fakat insanların artık, bu yanlış uygulamalar yüzünden dinden imandan soğuduğunu ve Ateizme kaydığını sezmiş, bunun üzerine de toplumun ruhani aydınlanmayı büsbütün boşlamaması için en azından Deizme yönlenmelerini salık vermiştir. Bunu yaparken Ateizmi kötülememiş fakat bir ilahiyatçı olduğu için ve insanlarda ani bir içsel boşluk yaşanmaması için Deizmi uygun görmüştür diye yorumlayabiliriz. Peki Yaşar Nuri Hoca kitabında neler anlatmış? Okuduğum zaman aldığım notlar üzerinden sizinle kısaca paylaşmak isterim:
Uzak durulması gereken üç şey olarak: İnsan haklarına saygısızlık, paylaşımsızlık, riyakarlık sayılmıştır. İslam’da ibadet anlayışı şükran üzerine kuruludur. Kişinin niyeti ve samimiyeti belirleyicidir. Samimiyetle iman birinci ve temel hedeftir. Kur’an ise bu değerin korunması için indirilen kitaptır. Laiklik ise dini despotizmi aşmanın yegâne yoludur.

Teo-sosyalist ve filozof Paul Tillich’den alıntı yapmış: Her insanın gerçek tanrısı, onun söz ve iddialarındaki tanrısı değil, son ve bağlayıcı realite olarak seçtiği değerdir.
Deizmin esas temeli Akıldır.

Akıl insanlara verilen en güçlü peygamberdir. Dinlerden beklenenleri akıldan beklemedikçe insanlığın iflah etmesi söz konusu değildir. Mükellef, yükümlü tutulduğu şeyin mahiyetini dinsel nakillere ihtiyaç duymadan aklıyla da bilebilir. Mesela zulmün kötülüğünü bilmek için nakle ihtiyaç yoktur. Akıl komutandır, din asker. Akıl ve dinin kucaklaşması nur üstüne nurdur. Dini anlayabilmek için ilme sahip olmak lazım. Akıl sahibinin hem lehinde hem aleyhinde olanı, tutku ise sadece onun lehinde olanı gösterir. Aklın doğruları birer gerçektir, oysa ki dinin doğruları birer yargıdır. Zihin kullanılan bir mekanizma olmalı. Kuran aklın varlığını yeterli görmez, aklın faal kullanılmasını ister. İlk ve en büyük peygamber akıldır. Tanrısal cevherdir. Akıldan uzaklaştırılan iman (sonuç olarak da din) kişiselleşir. Böyle olunca da gerçeğe ve genele sırt dönerek, kişinin egosuyla eşitlenir. 

Deizm Allah’a imansızlık değil yozlaştırılmış dinsel yaşantıdan uzak kalmaktır. Allah’a
imanı tehlikeye atıp ateist olmaktansa, ibadetleri terk edip Allah’a imanı korumak yani deist olmak
elbette yeğdir.

Merhum Hoca, Deizm kitabında, yukarıdaki başlıklarla konuyu izah etmeye çalışmış.
Okunduğu zaman pek de tehlikeli durmuyor değil mi? Söylediği özünde: “Kuran, Deizmi teşvik
eden bir kitap değil ama, ona kapı aralayan bir kitaptır.”
Bu yazıyı, Yaşar Nuri Hoca’nın kitabında kullandığı, Zen Budizmine ait bir söz ile noktalamak
isterim:
“Ne kadar bağdaş kurup otursan
da bağdaş kurup oturmakla Buda
olunmaz”  
Aydınlık yarınlar dileğiyle.
Işıklar içinde uyu değerli insan..