17 Temmuz 2014

Genç öğrencinin adı Albert Einstein’dır.


Işık ve Karanlık 
Bir üniversite profesörü öğrencilerine şu soruyu sorar:
          “Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?”
Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar:
         “Evet, her şeyi Tanrı yarattı!”
Profesör sorusunun yineler ve öğrenci “Evet efendim.” Diye yanıtlar tekrar.
Profesör devam eder;
        “Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmamızda uyguladığımız “Kesinleştirme Prensibi”ne göre de Tanrı şeytandır.”
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencisine bir kez daha Tanrı’ nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur. Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve
        “Bir soru sorabilir miyim profesör?” der. Profesör de sorabileceğini söyler. Öğrenci ayağa kalkar;
      “Soğuk var mıdır?” diye sorar.
Profesör;
-          “Nasıl bir soru bu böyle; tabi ki vardır.” Diye yanıtlar. “Sen hiç soğuktan üşümedin mi?”
Öğrenci;
        “Aslında fizik yasalarına göre soğuk yoktur. Yaşamda/realitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde iletiliyorsa onu deneyimler. Örneğin Absolute 0 (-460 derece F) sıcaklığın kesin yokluğudur. (Hiç olmadığı seviyedir.) Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir.” der ve devam eder; “profesör, karanlık var mıdır?”
Profesör;
          “Tabi ki vardır.”
Öğrenci yanıtlar;
          “Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. Yaşamda/realitede, karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık ışını, karanlık bir mekanı aydınlatarak karanlığı kırmış olur, yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekanın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekan için kullanılan bir kelimedir. Son olarak öğrenci profesöre gene sorar; “Efendim, şeytan var mıdır?”
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar;
          “Tabi ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. Şeytan/kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğin bir örneğidir. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlar da şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir.” der.
Öğrenci devam eder;
          Şeytan yoktur efendim. Yani kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrı’nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk da olduğu gibi insanın Tanrı’nın yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan/kötülük insanın Tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.”

Profesör yerine oturur. Genç öğrencinin adı Albert  Einstein’dır.


Italo Calvino Kara Koyun

Bir zamanlar herkesin hırsız olduğu bir ülke vardı. Geceleri herkes bir fener ve levye ile silahlanıp komşularının evine girerdi. Tan ağarırken çuvalını doldurmuş geri döndüğünde kendi evinin de soyulmuş olduğunu görürdü.

Böylece herkes uyum içinde yaşardı, kimsenin durumu çok kötü değildi. Biri birini, o öbürünü soyar, böylece son insana kadar gelinir, sonuncu da o birinciyi soyardı. Bu ülkede ister sat, ister al sahtekarlık demekti.

Hükümet insanlardan çalmak için kurulmuş bir suç örgütüydü, insanlar da bütün zamanlarını hükümeti aldatarak geçirirlerdi. Yaşam hiçbir sorun çıkmadan sürüyordu; orada yaşayanlar ne zengindiler ne de yoksul. Sonra bir gün - nasıl olduğunu kimse bilmiyor - dürüst bir adam çıkageldi. 

Geceleri çuvalını alıp hırsızlık etmek için dışarıya çıkmak yerine evde oturuyor, piposunu tüttürüp roman okuyordu. Hırsızlar oraya gelip de ışık görünce geriye dönüyorlardı.

Ama bu böyle gitmedi. Dürüst adama böyle rahat bir hayat yaşamakla havanın ona göre hoş olabileceğini, ama kimseyi çalışmaktan alıkoymaya hakkı olmadığını söylediler. Evde oturduğu her gece bir aile aç kalıyordu. Dürüst adam verecek yanıt bulamadı. O da tuttu tan yeri ağarana kadar geceyi dışarıda geçirmeye başladı, ama hırsızlık etmeye eli varmadı.

Dürüsttü işte o kadar Köprüye kadar yürüyor, altından suyun akışını izliyordu. Sonra evine geliyor evini soyulmuş buluyordu. Bir hafta geçmeden dürüst adamın beş parası kalmadı, yiyeceği tükendi ; ev soyulup soğana çevrilmişti. Ama kendinden başka kimseyi suçlayamazdı. Sorun dürüstlüğüydü; düzeni alt üst etmişti. Karşılığında kimseyi soymadan kendini soymalarına izin vermişti. Böylece her sabah birisi geri döndüğünde evini soyulmamış buluyordu - dürüst adamın bir gece önce soyması gereken ev- Çok geçmeden evler, evleri soyulmayanlar kendilerinin öbürlerinden daha zengin olduklarını gördüler elbette, onun için çalmak istemediler, öte yandan dürüst adamın evini soymaya gelenler elleri boş döndüler, yoksullaştılar. Zenginleşenler köprünün üzerinde dürüst adama katılmaya, onunla birlikte akan suyu seyretmeye başladılar.

Bu karışıklığı daha da arttırdı. Zenginleşenlerin de, yoksullaşanların da sayısı arttı. Bu kez zenginler geceleri köprünün üzerinde geçirirlerse yoksullaşacaklarını gördüler.

"Neden yoksullara biraz para verip bizim için çalmalarını sağlamıyoruz " diye düşündüler. Sözleşmeler imzalandı. Maaşlar yüzdeler belirlendi. Her iki tarafta pek çok sahtekarlıklar yaptılar elbette; insanlar hala hırsızdılar. Ama sonuçta zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul oldular.

Zenginlerin bir kısmı öylesine zenginleştiler ki, artık çalmaları ya da kendileri için çaldırmaları gerekmiyordu. Ama çalmayı bırakırlarsa çok geçmeden yoksullaşacaklardı; yoksullar bunu sağlardı. Onun için yoksulların en yoksullarına mallarını öbür yoksullardan korumak için para verdiler.

Böylece polis kuvvetleri kuruldu, hapishaneler açıldı. Dürüst adamın oraya gelişinden birkaç yıl sonra kimse çalmaktan, soyulmaktan söz etmez oldu, artık yalnızca ne kadar zengin ya da yoksul olduklarını konuşuyorlardı. Gene de bir miktar hırsız kalmıştı. Bir de dürüst olan o bir tek adam vardı, o da zaten çok geçmeden açlıktan öldü.

Felsefenin Hayatınızı Değiştirmesinin Sekiz Yolu

İyileştirme
Bir filozofun söyledikleri insanoğlunun acılarından hiçbirini iyileştirmiyorsa boşadır. Vücuttan hastalıkları atmıyorsa ilacın faydası olmayacağı gibi, zihinden acıları atmıyorsa felsefenin de faydası yoktur...Epikür

Geliştirme
İnsanların hayatlarının nasıl hastalandığını anlamış, ünvanını hak eden bir filozof- unvanını hak eden bir doktor gibi- yoluna onları iyileştirmek için devam edecektir. Tıbbi araştırmaların bütün amacı iyileştirmektir. Bu yüzden felsefenin de bütün amacı insanları geliştirmektir...Martha Nussbaum

Ulaştırma
Zamanın ölçülemez genişliğinde, hayatın nasıl hayvandan insana doğru ilriye ve yukarıya doğru hareket ettiğini görürsünüz ve hala insanlığı bekleyen daha ileri bir mükemmeliyetin sınırsız imkanlarını inkar edemessiniz...Thomas Mann

Özgürleştirme
Hayat kesinlikle akıl almaz olasılıklar barındırıyor... çoğu zaman sözde sınırlarımız, kendimizi sınırlamak için kendimizin verdiği kararlardan başka bir şey değil...Daisaku Ikeda

Uyandırma
Geçmişimizde neler olduğu ve geleceğimizde neler olacağı, içimizde neler olduğuyla karşılaştırıldığında küçük meselelerdir...Ralph Waldo Emerson

Sorumluluk
Felsefe, filozofların sorunlarını çözme aracı olmaktan, filozoflar tarafından insanın sorunlarını çözmek için geliştirilmiş bir yönteme dönüştüğü zaman kurtulacaktır...John Dewey

Arındırma
Hayattaki bütün fenomenler olacakların, yüce yaratıcılarının ve yaratıldıklarının bilgisine sahiptir. Eğer kişi arı bir zihinle konuşur veya davranırsa mutluluk onu bir gölge gibi takip eder ve bir daha hiç bırakmaz...Gautama Buda

Olmak
Yaşamaktan korkmayın. Hayatın yaşamaya değer olduğuna inanın. İnancınız gerçeği oluşturmaya yarayacaktır...William James

12 Temmuz 2014

108 Yaşındaki bir Kadından İnanılmaz Hayat Dersleri

   108 yaşındasınız ve hala mutlusunuz, Hayatınızın bir dönemini Nazi kamplarında geçirdiniz ve bu sizi yıkmadı, Hala sabahları neşe ile uyanıyorsunuz, ama nasıl? Alice Herz-Sommer 1903 yılında doğdu, Nazilerin Yahudi soykırımında ailesi toplama kampında öldürüldü. Çocuğu ile birlikte kamptan sağ olarak kurtulabildi ve Melissa Muller 2007 yılında onun hayatını kitaplaştırdı ve kitap, A Garden of Eden in Hell: The Life of Alice Herz-Sommer (Cehennemdeki Cennet Bahçesi -- Alice Herz-Sommer'ın Hayatı) adıyla yayımlandı. Videoda Anthony Robbins'in 108 yaşındaki Alice Herz-Sommer ile yaptığı röportajı izleyeceksiniz. 
 
Tık


Şükrü Erbaş Seni korumak için

 Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben. Evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım. Yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını. Yenilen herkesin boğuntusuydu kaybolduğum uzaklık, yüzün her bulutlandığında. Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep. Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde. Sesine güvendim, gözlerine en çok yakışan o sürekli yaz ikindisine. Gökkuşağının altından geçen çocukların şımarıklığıydı, kâküllerini her araladığımda gövdemdeki ürperti. Ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken. Bütün öksüzlerin kederiyle baktım yüzüne, ne zaman geleceği düşündüysem. Bir haksızlığı haykıran herkese senin soluğunu verdim. Bütün hapislerin penceresi yaptım seni. Sonra tuttum kenar mahallelerin yalnızlığını gösterdim, bir özür, bir bağışlanma umuduyla. Kirpiklerinin ömrüme açtığı yolda yaptım bütün kavgalarımı. Söze inandım, gövdene ondan çok. Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu. Alışkanlıklara yenilmedim ben, seni bir alışkanlığa dönüştürmek istemedim yalnızca.
 
Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu. Babalarından başka doğru bilmeden yaşlanıyordu erkekler. Çarşılar evleri çoktan teslim almıştı. Kızlar şarkısını kimseye söyleyemiyordu. Sokaklardan esen güneş değil, geri çekilme duygusuydu. Annelerin sütünde ışık yoktu. Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi. Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı. Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu. Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes. Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu. Gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara, ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi. Seni korumakiçin karşı durdum tüm bunlara. Dünyayı senden geçirerek sevdim. Geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme.
 
Günlerdir yoksun. Öfkeni bile özledim. Nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum. Ayrılıktan medet umar oldum. Kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım. Kararan gümüşler gibi duracağım. Bir ülkenin acılarına tutunarak özür dileyeceğim. Işıklı bir korunak arayacağım sesinin kıvrımlarında. ‘Gelmen iyiliktir’ diyeceğim. Yüreğimden başka yanıtım olmayacak. Bir sorudan bir soruya vuracağım seni yine. Dünyanın bütün yağmurları yağacak iki söz arasında. Ellerimi geçmişe mi geleceğe mi koyacağımı şaşıracağım. Küller altındaki köz için bir yudum soluk isteyeceğim. ‘Aşk iki kişiliktir’ sözünü düşüneceğim uzun uzun. Kalkıp pencereden hayata bakacağım. Alnından öptüğüm yerde ülkemsin, ağzından öptüğüm yerde kadınım, diyeceğim. Bir gülüşünle çıkıp caddeleri dolduracağım.
 
 Ömrümden öteye taşıdığım çocuk...Ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim.

Marilyn Monroe "Kusurlar güzelliktir delilik ise zekilik ve tamamen saçma biri olmak tamamen sıkıcı biri olmaktan daha iyidir."


07 Temmuz 2014

Yaşar Nuri Öztürk - Kur’an Penceresinden KURTULUŞ SAVAŞI’na Bir Bakış

“Zalimlerden başkasına
düşmanlık yapılmayacaktır.” Bakara Suresi, 193

“Bu milletin şimdiye kadar Arapların Acemlerin din maskeli iğfalleriyle aldatılmış olduğunu ispat etmek isteyen bir adamım." Mustafa Kemal Atatürk

“Bu memleketin en son tepesine çıkacağız. Ve orada taş taş üstünde kalmayıncaya kadar uğraşacağız ve en son orada öleceğiz.Ancak ondan sonradır ki,düşmanlar bu memlekete sahip olabilirler." Mustafa Kemal Atatürk

"Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları,milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ve ruhlarının kavrama sınırları bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir. Ben, milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün içtimai heyetimize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim.” Mustafa Kemal Atatürk

“Avrupalıların namusuna güvenemeyiz!” Mustafa Kemal Atatürk

“Kuvayi Milliye’nin dinsiz olduğu yolunda propaganda
İstiklal Harbi’ni tehdit eden en zehirli ve alçak propaganda idi.” Kazım Karabekir

“Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz, gerçek ideali dinmiş gibi davranacak 
çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız.” İngiliz Baş tercümanı Ryan


Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK
İlahiyatçı, Hukukçu, Siyasetçi Time Dergisi’nin gerçekleştirdiği ‘20. Yüzyılın
En Önemli Kişileri’The Most Important People of 20th. Century anketinin ‘En Önemli Bilim Adamları ve Islahatçılar ’The Most Important Scientists and Healers listesinde, dünya kamu oyunca belirlenmiş yüz ismin ilk onu arasında yer alan Yaşar Nuri Öztürk,1951 yılında Trabzon’da doğdu. İlk Arapça, Farsça eğitimini, aynı zamanda en büyük hocası olan babasından aldı. Lisans eğitimini hukuk ve ilahiyatta, master ve doktora eğitimini İslam felsefesi dalında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptıktan sonra üniversiteye intisap etti. Türk üniversitelerinde öğretim üyesi ve dekan olarak 26 yıl görev yaptı. ABD New York’ta The Theological Seminary of Barrytown bir süre misafir profesör olarak ‘İslam Düşüncesi’ dersleri okuttu. Türkiye, ABD, Rusya, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar’da İslam düşüncesi, insan ve insan hakları konularında birçok konferans verdi. Kur’an’ın Yorum Katılmamış İlk Türkçe Çevirisi’ni yapan bilim adamı olarak da anılır. 1993 -2011 yılları arasında üç yüzü aşkın baskı yapan bu çeviri, ‘Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Çok Baskı Yapan Kitabı sayılmaktadır.Türkçe, Almanca, İngilizce ve Farsça basılan eserlerinin sayısı elliyi aşkındır. Öztürk’ün düşünce dünyası, değişik üniversitelerde yapılan Türkçe, Almanca, İngilizce, Fransızca tezlerle incelendi.

Önsöz
Elinizdeki kitap, hayatımın en büyük eserlerinden biri olan ‘Kurtuluş Savaşı’nın Kur’ani Boyutları’ adlı üç ciltlik çalışmamın kısa bir özetidir. Anılan çalışmadan bu eserde ‘Ana Eser’diye söz edilecektir. Ana Eser’i okumakta zorlanacak veya sabırsızlanacak olanlara yardımcı olmak için böyle bir özeti yayınlamayı zorunlu gördük. Eserde, sık sık kullanılan ve bir kısmı, Türk literatüründe ilk kez tarafımızdan telaffuz edilen bazı tabirleri burada vermeliyim: ‘Allah ile aldatan, saltanat dincisi, siyaset dincisi, Emevi dincisi, Emevici Arapçı, emperyalizmle işbirlikçi, dini anlatmak yerine dayatan, Ilımlı İslamcı, BOP’cu, Maun Suresi mücrimi,Deniz Fenercisi,Kurtuluş Savaşı’na hıyanet eden,din istismarcısı’ tabirlerinin tümü eşanlamlıdır;aynı ekipleri, aynı zihniyetleri tanıtır.‘

Sahte Atatürkçü,
Atatürk dalkavuğu,
Atatürk’ü joker olarak kullanan, Atatürk istismarcısı,
Atatürk’le aldatan,
Atatürk’ü anlatmak yerine dayatan’ tabirlerinin tümü de eşanlamlıdır; aynı ekipleri, aynı zihniyetleri tanıtır.
Bu tabirlerin büyük kısmı,
Kurtuluş Savaşı’nın kanla yazılmış lügati içinde yer aldığı için, bir kısmı da Türk basınında herkes tarafından kullanıldığı için biz de bunları gerektiği yerlerde kullanacağız. Önsözü bu kadarla kesiyor, ‘Üstü Örtülü Gerçeklerin ’önemli bir kısmını daha deşifre etme gücünü bana verdiği için Cenabı Hakk’a şükürler ediyorum.
GERÇEĞİ ARAYANLARA
Ve Bulduğunda Mutlu Olanlara
SELAM OLSUN!
Prof. Dr.
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
İstanbul, 2012


80 Yıldır Sorulmayan Soru:

Cumhuriyet dönemi aydınları ve ona bağlı olarak da siyasetçileri, çok ciddi ve hayati tartışmalara sebep teşkil eden bir konu olmasına rağmen, şu soruyu mert ve yürekli insanlara yakışır biçimde hiç sormadılar; hala da sormuyorlar. Bu soruyu önce aydınların, sonra da siyasetçilerin cesaret ve ciddiyetle sorması gerektiğini. yıllardır dile getirmekteyiz.

80 yıldır sorulmayan hayati soru şudur: “Özgün ve esas yapıları itibarıyla, İslam’la Mustafa Kemal mirası veya Cumhuriyet mirası arasında bir çelişme, bir didişme, bir zıtlaşma, bir kavga var mıdır?
”Yani işin esası bakımından ve bu iki mirasın varlık yapıları itibarıyla bir zıtlık söz konusu mudur?
Bir defa, fikir olarak bunun sorulması ve cevabının verilmesi lazım. Cumhuriyet dönemi aydınları bu sorunun cevabını hala vermemişlerdir. Cevabı vermek yerine günü gün etmek için meseleyi hasır’ın altına süpürüp yanyatmışlardır. Sebep, bir kısmının imansızlığı, bir kısmının cehaleti, bir kısmının kendine güvensizliği, bir kısmının da istismara müsait bir ortamın devamını istemesidir. Bu sorunun cevabının verilmemesi yüzünden bu ülkeye kötülük etmek isteyen birilerinin yapay olarak yarattığı bir kavga, maalesef devam ediyor. 
Çok sert biçimde sürüp giden bir kavgadır bu. Bu kavga, bugün,
Türkiye üzerinde hesabı olanların kendileri açısından da ciddi çıkarlar sağlayacağı bilindiği için, artık dışarıdan kotarılıyor.


Hepimizin bir vicdan borcu olarak şunu bilmesi gerekir:
Atatürk’ün dinle münasebeti Türk aydınları tarafından yıllar ve yıllarca sadece irtica hareketleri açısından irdelendi, gündem yapıldı. Oysaki işin bir başka yönü daha vardı ve belki de bu yönün irdelenmesi ülkemizin geleceği açısından çok daha önemli ve gerekliydi.
O yön, Atatürk’ün verdiği mücadelenin dinden ve din adamlarından gördüğü destekti. Atatürk din ilişkisi, işte bu açıdan gereğince ele alınmadı. Dinci çevrelerle eyyam Atatürkçülerini memnun etmek için ‘ Sarıklı Mücahitler,’ ‘Kurtuluş Savaşı’nda Din Adamları’ vs. türünden dipsiz başsız, felsefi temelden yoksun, İslam’ın özünden habersiz, birtakım kitaplar yazılmadı değil ama niyetleri ne olursa olsun, onların hiç birinde Cumhuriyetle İslam’ın ortak paydasına ilişkin altı çizilecek işe yarar bir tespit görülemez. Tümü hamaset, siyaset ve idarei kelamdan ibarettir.


Atatürk’e karşı olan Müslüman dinci çevrelerle haçlı emperyalist çevreler bu yanlıştan son derece memnundurlar ve bu memnuniyetlerini stratejilerinde değerlendirerek Türkiye’ye ve Müslümanlara büyük oyunlar oynadılar.

Atatürk, dinci ve dinsiz istismarcıların söylediklerinin
tam aksini yapmıştır.


Gazi, din meselesinde asla kaçak güreşmemiş, kıvırmamış, işin içine girmiş ve ilk günden son güne kadar yaptığı devrimlerin dinin talebi olduğunu en gür sesiyle haykırmış, savunmuştur.
Yani Atatürk, onu istismar ederek ‘rozet’ çığırtkanlığı yapan sözde Atatürkçülerin aksine, din meselesinde dincilik karşısında ve dindarlar yanında taraf olmuştur.
Biz bunu bütün ayrıntılarıyla ve tüm alanlarda dünyanın önünde ispata hazırız.


 Korkmaya, kaçınmaya, tedirginliğe gerek yok.
Kur’an ortada, Cumhuriyet tarihi de ortada. Biz de buradayız.
Kurtuluş Savaşı günlerinin alnı secdeli Müslümanları Mustafa Kemal’i ‘İslam’ın kurtarıcısı ’diye anıyorlardı. ABE . 15/52 Zaman tünelinin burasında biz de aynı kanaatteyiz. Peki, Atatürk devrimlerinin savunuculuğu rolüne soyunanlar böylesine önemli bir gerçeği nasıl görmediler veya göremediler?
*
ABE.:Atatürk’ün Bütün Eserleri

Çünkü hemen hepsinin sadece hurafeci Arap Emevi İslam’ın dan değil, İslam’ın gerçeğinden de rahatsızlıkları vardı. Onların benliklerine yerleşmiş olan ‘ İslam’dan nefret virüsü,’ daha doğrusu
‘Ruhsal olandan nefret virüsü, ’ Allah’ın bir takdiri olarak, sonunda onların başına en büyük belayı açtı ve kendi kulvarlarında nefessiz kalmalarına sebep oldu.
İnancımız odur ki, bu yanlış yapılmasaydı, Atatürk mirası, bütün Müslümanlar için kurtuluş reçetesi sayılabilecek bir Kurtuluş teolojisi’ oluşturabilecekti. Kurtuluş Teolojisi tabiri,
eski Marksist yeni Kur’an mümini Fransız düşünürü Roger Garaudy’nindir.
Gereken yapılmadığı için bu Kurtuluş Teolojisi’nin yerine İslam’ın ve Müslümanların düşmanlarınca bir‘ Fesat Teolojisi’ oluşturuldu. Şimdi bu fesat teolojisi, bütün köşe başlarını tutmuştur ve haçlılarla işbirliği halinde, Türk milletinin can damarlarını birer birer koparmaktadır.
Alpaslan Işıklı’nın şu tespiti, üzerinde olduğumuz konuda gerçeğin tam ifadesidir:
“Atatürk, Kurtuluş Teolojisi’nin öncülüğünü, Kuvayi Milliye ile İslamiyet arasında kurmayı başardığı köprü üzerinde, bu asrın başında gerçekleştirmiştir.”
Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, 188 Köprü kuruldu ama köprünün üstünden geçmesi gerekenler geçmedi ve köprü muattal kala kala çürüyüp çöktü. Çünkü Türk aydını ve Türk siyaseti, Atatürk ve İslam konusunda ölümcül bir hata yaptı: Gerçeği ortaya koyarak açık yürekle tartışmak yerine siyasal manevralarla günü kurtarmayı yeğledi. Öte yandan, dindarları ahmak yerine koydu. “Neyse ne, bu sümüklü heriflere hesap mı vereceğiz? Otursunlar oturdukları yerde!” kafasıyla alemi kör, dünyayı sersem sandılar. Ve müstahaklarını buldular. Onlar müstahaklarını buldu ama günahsız ve aldatılmış kitleler,müstahak olmadıkları halde çok kahır çekti ve çekmeye devam ediyor.

Ilımlı İslam - Hikmet Yavaş

Siz hiç “Ilımlı Hıristiyanlık” diye bir şey duydunuz mu?

Hayır, hiç duymadık.

Siz hiç “Ilımlı Musevilik” diye bir şey duydunuz mu?

Hayır, hiç duymadık.

Siz hiç “Ilımlı İslam” diye bir şey duydunuz mu?

Evet, sürekli duyuyoruz ve bütün Dünya biliyor.

Oysaki Dünya’da bir tane İslam var. O da Kuran’daki İslam’dır. İslam’ın ılımlısı veya ılımsızı olmaz.

Pekiyi ama bu “Ilımlı İslam” icadı nereden çıktı?  

Graham Fuller adında bir Amerikalı. Amerikan RAND Düşünce Kuruluşu’nun daimi politik danışmanı, ABD Merkezi Haberalma Teşkilatının (CIA) eski Başkan Yardımcısı, ABD Devlet görevlisi. İlk defa “Ilımlı İslam” modelini, işte bu Amerikalı ve O’nun politik danışmanlığını yaptığı RAND düşünce kuruluşu icat etti. RAND, genellikle CİA ajanlarının yer aldığı ve strateji üretiminde Amerikan Hükümeti’nin yararlandığı bir düşünce kuruluşudur.

Amerika, Dünyayı kontrol edebilmek için dinleri ve tarikatları kullanıyor. Amerikan istihbarat teşkilatı tarafından desteklenen bazı tarikat ve cemaat liderlerinin, dini kullanarak kendi devletlerine sızıp ele geçirmeleri ve Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmelerinin sağlanması, bir Amerikan stratejisidir. Örneğin:

               a.     Asya’yı kontrol etmek için “Moon Tarikatı”

              b.     Çin’i parçalamak için finanse edilen “Falun-Gong” hareketi, suni olarak üretilmiş tarikatlardır.

Petrol ve doğalgaz kaynaklarının yoğunlaştığı Türkî Devletler başta olmak üzere, 1 milyar 300 milyonluk Müslüman coğrafyasını kontrol edebilmek için ise, Batı’nın siyasi kurallarına uydurulmuş “Ilımlı İslam” adı altında yeni bir din yaratılmaya çalışılıyor.

Yeni bir din diyoruz. Çünkü İslam dininin odağında Kuran’ı Kerim vardır, yalnız Allah’a ibadet edilir ve yalnız Allah’tan yardım dilenir. Kulların imanını yargılama yetkisi Peygamberimize bile verilmemiş olup sadece Allah’a aittir. Din üzerinden siyasal ve maddi çıkar sağlanması yasaklanmıştır. Kul ile Allah arasına hiç kimse giremez ve Hıristiyanlıkta papazların yaptığı gibi aracılık yapamaz.

Ilımlı İslam ise; gerçek İslam dininin yalan yanlış yorumlarla ve dinler arası diyalog kandırmacılarıyla Hıristiyan Batının siyasi çıkarlarına ve kurallarına uydurulmuş şeklidir.

 Ilımlı İslam’ın odağında tarikat şeyhi veya cemaat imamı vardır. Onların sözleri sorgusuz sualsiz Allah kelamı gibi kabul edilir. Amaçları, dini kullanarak İslam Dünyasını kontrol etmek, devletlerin içine sızarak yönetimlerini ele geçirmek, maddi ve siyasal çıkar sağlamaktır.

 Bunun için her yolu mubah sayarlar, en iyi pazarladıkları ve kullandıkları malzeme din olduğu için siyasi alanda, medyada, okullarda ve mahallede din tüccarlığı yaparlar. Amaçlarına engel olan her kişi ve kurunu, sanki Allah ile ortakmışlar gibi, Onların imanını yargılama hakkını kendilerinde görürler ve din düşmanı olmakla karalamaya çalışırlar.

Öncelikle ve özellikle eğitim kurumların ele geçirmeye çalışırlar, maksatları sömürgeci Batı çıkarlarına uygun İslamcılar devşirmektir.

Ordu, polis, yargı, istihbarat birimleri ve mülki makamlar;  sızarak ele geçirmek istedikleri öncelikli hedefler arasındadır.

Kendilerine biat etmeyen ve karşı çıkan kişi ve kurumları yıpratmak için; yalan, iftira ve sahte suç delilleri üretmek dâhil, her türlü psikolojik harp yöntemlerini kullanırlar. Bunun için, gayrı meşru finansman yöntemleriyle medya kuruluşlarını ele geçirerek, yazılı ve görsel medya üzerinde tam bir kontrol sağlamaya çalışırlar.

Söz konusu tarikat ve cemaatlerin finansmanı, mahalli esnaf ve işadamlarının himmet denilen parasal katkılarıyla oluşturulan şirketlerin gelirleriyle sağlanır.  Yani, anılan tarikat ve cemaatler; işadamları ile dini unsurların işbirliğinden oluşan, büyük paraları yöneten bir nevi holdingleşmiş kurumlardır.

İşte, tarikat ve cemaat üyelerini bir arada tutan çimento, bu ekonomik menfaat ve kendi hükümetlerine sızarak ele geçirdikleri devlet gücünün sağladığı ayrıcalık ve dokunulmazlıktır.  Bu nedenle dini bir hareket olmaktan çıkıp, siyasal ve ekonomik bir harekete dönüşmüşlerdir. Dinsel bir hareket; neden ekonomiye, siyasete ve devlet kurumlarına sızmaya çalışsın? Açıkça, iktidara ortak olmak ve devleti yeniden düzenlemek istiyorlar.

Görüldüğü gibi Ilımlı İslam; din tüccarı tarikat ve cemaatler ile işadamları ve Hıristiyan Batı’nın işbirliğiyle kotarılmıştır. Batı’nın çıkarlarına uygun ve yabancı istihbarat servisleri tarafından desteklenen yeni bir sömürü modelidir ve dinimize göre şirktir.

Eski CİA ajanı ve Amerikan Devleti görevlisi Graham Fuller; “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitabında “Türklerin Kemalizm’i terk edip Ilımlı İslam’ı benimsemesini öneriyor. Ayrıca, Ilımlı İslam’ın, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrim olduğunu ve bu devrimin karşısındaki tek gücün Türk Ordusu ile Kemalist aydınlar olduğunu ve tasfiye edilmeleri gerektiğini söylüyor.”
Ayrıca, ABD Eski Başkanı George W. Bush ile yeni Başkan Obama, eski ve yeni Dışişleri Bakanları da “ Türkiye’nin ılımlı bir İslam Cumhuriyeti olduğunu” söylüyorlar.

Ayni şekilde, Avrupa birliği yetkilileri de “Türkiye’nin Kemalizm’i terk edip Ilımlı İslam’ı benimsemesinde ısrar ediyorlar.”

 Bütün bunlar size garip gelmiyor mu?

Her şeyden önce, din ile Kemalizm; tamamen birbirinden farklı şeylerdir. Birisini benimserken diğerini terk etme mecburiyeti yoktur.

Din bir inançtır ve Allah ile kul arasında ilişkidir. Ayrıca, Müslüman Türk insanı mensup olduğu gerçek İslam dururken neden Ilımlı İslam’ı benimsesin?
Kemalizm ise din değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan kuruluş felsefesidir. Kemalizm’in özünde; Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğe sahip, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti niteliklerini koruyan tam bağımsız bir Türkiye isteği vardır.

Görüldüğü gibi, bir insan hem Kemalist ve hem de dindar olabilir. İnsanlar hem Kemalist hem de dindar olamaz demek, sanki Allah’mış gibi kulların imanını yargılamaya kalkmak şirke girmektir. Özetle;

             a.     Bir insan hem dindar olabilir ve hem de bu Cumhuriyetin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü isteyebilir.

                b.     Bir insan hem dindar olabilir ve hem de demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti taraftarı olabilir.

                 c.      Bir insan hem dindar olabilir ve hem de tam bağımsız Türkiye özlemi taşıyabilir.

Bir insana; ülkesi ve milletiyle bölünmez Türkiye isteğini terk et, Batı’nın siyasi çıkarlarına uydurulmuş “Ilımlı İslam’ı benimse” demek şirktir, ahlaksızlıktır ve bu milleti aptal yerine koymaktır.

Bir insana; demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti taraftarlığını terk et, Batı’nın siyasi çıkarlarına uydurulmuş “Ilımlı İslam’ı benimse” demek şirktir, ahlaksızlıktır ve bu milleti aptal yerine koymaktır.

Bir insana; tam bağımsız Türkiye özlemini terk et, Batı’nın siyasi çıkarlarına uydurulmuş “Ilımlı İslam’ı benimse” demek şirktir, ahlaksızlıktır ve bu milleti aptal yerine koymaktır.

Bir insana; gerçek İslam yerine Batı’nın siyasi çıkarlarına uydurulmuş “Ilımlı İslam’ı” çaktırmadan kurnazca benimsetmeye çalışmak şirktir, günahtır, Allahtan korkmazlık ve kuldan utanmazlıktır.

Sömürgeci Batı’nın uşağı ey “Ilımlı İslamcılar”; işte bu nedenlerden dolayı “Allah sizi bir gün çarpacak”.

Ömer Hayyam, 800 küsür yıl önce sanki bu din tüccarları için, şöyle yazmış:

İçin temiz olmadıktan sonra,
Hacı hoca olmuşsun kaç para,
Hırka, tespih, post, seccade güzel,
Ama tanrı kanar mı bunlara?

hikmetyavas.wordpress
  

Nietzsche Seçme sözler

"Ecce Homo"  

 Burada artık kişi nasıl kendisi olur sorusuna asıl yanıtı vermeden geçemem. Kendini saklama ve bencillik sanatının başyapıtına değiniyorum böylelikle... Varsayalım ki ödev, ödevin amacı, yazgısı ortalamasının hayli üzerindedir. Bu durumda kendisini de ödeviyle aynı zamanda fark etmek en büyüğü olur tehlikelerin insanın kendisi olmasının koşulu, kim olduğunu hiç mi hiç bilmemesidir. 

 

Aforizmalar

-İnsanın kendisi olmasının koşulu, kim olduğunu hiç mi hiç bilmemesidir.

-İnsan tüm nesneleri bildiği zaman kendini de bilecektir. Nesneler sadece onun kendi sınırlarıdır çünkü.

-Kendini görmezden gelmek iyi görmek için gereklidir.

-Kendini kepaze etme, kendi kendinin soyguncusu olma, kendini yalan dolanla aldatma ve bundan yararlanma eğilimi, bir tanrının insanlar arasında utancı olabilirdi.

-İnsan kendisini sevmeyi öğrenmeli, bunu öğretiyorum ben. İnsan kendisine katlansın ve orada burada sürtmesin diye.

-Kendini sevmek bir hamilelik göstergesidir.

-Kişi “insanı aramaya” çıkmadan önce lambayı bulmuş olmalıdır. Biz yani; idrak edenler, kendimizi tanımıyoruz, kendimiz kendimizi: Bunun da bir sebebi var: Hiçbir zaman kendimizi aramadık kibir gün kendimizi bulabilmemiz nasıl mümkün olsun?

-İnsan ne denli derinine bakarsa yaşamın, o denli derinden görür acıyı.

-Bir insanın yaşadığı çağa karşı direnişi, onu kapısından içeriye sokmayışı, ondan hesap soruşu zorunlu olarak nüfuz yaratır. Fakat o insanın bunu istemesi önemli değildir de, bunu yapabilmesi önemlidir.

-Kimi insanda karakter doruğa ulaşır ama akıl bu doruğun yüksekliğine erişemez. Kimi insanda da bunun tersi olur.

-İnsan bir şeyden uzun zaman için ve tümüyle vazgeçti mi, onu yeniden bulunca sanki keşfetmiş gibi olur... Keşif yapan bir insanın mutluluğu ise çok büyüktür! Aynı güneşin altında çok uzun zaman kalan yılandan daha sağduyulu olalım.

-İnsan aşılması gereken bir nesnedir. Onu aşmak, geçmek için ne yaptınız?

-İnsan, aşılması gereken bir şeydir; işte bu yüzden erdemlerini sevmelisin çünkü onlarda yok olacaksın.

-Doğrusu şu ki, insan kirli bir nehirdir. Kirli bir nehiri, kirlenmeden içine alabilmek için bir deniz olmak gerek.

-İnsandaki güçlü ve ulu olan her şey insanüstü ve dışsal olarak düşünüldü. İnsan kendini çok küçümsedi. Kendindeki iki yanı birbirinden ayrı iki alana böldü insan; değersiz ve güçsüz yanı ile güçlü ve şaşırtıcı yanını. İlkine insan dedi, İkincisine ise Tanrı!

-Bakın, ben yıldırımın habercisiyim ve ağır bir damlayım buluttan düşen; Üstinsan'dır bu yıldırımın adı!

-Siz bugünün yalnızları! Siz ayrı duranlar! Bir gün gelecek, birleşip bir ulus meydana getireceksiniz. Kendi kendinizi seçtiğiniz sizlerden seçkin bir ulus doğacaktır. Bu ulustan da üstün-insan çıkacak.

-İnsana göre maymun nedir? Gülünecek bir şey ya da acı bir utanç. İşte üstinsana göre de insan aynen böyle olacak; Gülünecek bir şey ya da acı bir utanç!

-Şimdiye kadar üstinsan dünyaya hiç gelmedi. En büyük ve en küçük insanı çırılçıplak gördüm. Hala birbirlerine pek fazla benziyorlar. Hakikaten, en büyüklerini bile hala pek insanca buldum.

-İnsan, hayvanla üstün insan arasında bir iptir: uçurumun üstüne gerilmiş bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.

-Çünkü insanlar eşit değildirler. Gerçek budur ve benim istediğim şeyi onlar istemezler. İddia ederim ki: benim “üstinsan"dediğime, siz “şeytan” diyeceksiniz. Panayırda kimse üstinsanlara inanmaz. Orda konuşmak isteseniz, halk tabakası göz kırpar ve “biz hep eşitiz” der.

-Ey üstinsanlar, içten adamlar, açık kalpliler; güvensiz olun! Derinliklerinizi gizli tutun; çünkü bugün halk tabakasının günüdür.

-Bir insanın yüksekliğini görmek istemeyen kimse, kendinden aşağı ve üstünkörü olan her şeye daha dikkatle bakar. Bu bakışla da kendini ele verir.

-İnsan karşılık bulabileceği soruları işitir ancak.

-Her seçkin insan, güdüsel olarak, kalabalıktan, çokluktan, çoğunluktan kurtulduğu, onlardan ayrık biri olarak, kural “adamlarını” unutabildiği, sığınacağı kalesinin ve gizliğinin peşinde koşar.

-Kendinden çok sözetmek kendini gizlemenin de bir yoludur.

-İdrak eden kişinin gözünde insan, kırmızı yanaklı bir hayvandır: İnsan sık sık utanmak zorunda kalmış bir hayvandır.

-İnsan en cesur hayvandır; cesaretiyle yenmiştir her hayvanı zafer çığlıklarıyla yenmiştir her acıyı; ama insanın acısı en derin acıdır.

-İnsan hiç yoktur: çünkü ilk insan yoktu böyle sonuç çıkarır, hayvanlar.

-İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa karanlığına, yok olacaktır.

-Zavallı İnsanlık! Beyindeki kanın bir damla fazla ya da az olması, yaşamımızı tarif edilemeyecek kadar perişan ve zor hale sokabilir. Öyle ki, Prometheus'un akbabadan çektiği acıdan daha fazlasını bu bir damla kandan çekeriz. Ama insan nedenin damla olduğunu bile bilmeyip, “şeytan!” ya da “günah!” diye düşünürse, en korkunç durum işte o zaman ortaya çıkar.

-Yalnız yaşayan insan yüksek sesle konuşmaz, yüksek sesle yazmaz da: Yankıdan, yankının boşluğundan, Yankı Perisinin eleştirisinden korkar. Yalnızlık tüm sesleri değiştirir.

-Yalnızlık kimine göre hasta insanın kaçışıdır, kimine göre de hasta insanlardan kaçış.

-Tanrı öldü, yaşasın üstinsan!

-Yüksek insanı yüksek insan yapan, yüksek duygularının şiddeti değil de süresidir.

-Bir yalnız dedi ki: “Gittim gerçi insanlara, ama hiçbir zaman ulaşamadım!”

-Yalnızlığın içine ne taşırsan, o büyür yalnızlıkta içindeki hayvan da işte böyle. Bu yüzden, birçoklarına tavsiye edilmemelidir yalnızlık.

-Pazaryerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey. Hep pazaryerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan. Yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç! Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öçlerinden kaç! Onlar sana karşı öçten başka bir şey değildirler. Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki.

-Her insan benliğinde entelektüel yüksekliğin ve ahlaksal temizliğin çifte özlemini taşır. Her düşüncede de açılmak eğiliminde olan iki kanat vardır: Deha ile kutsallık.

-İnsanda en çok gelişmiş olan onun kudret iradesidir.

-İnsanoğlu hayatta o kadar acı çeker ki, canlılar arasında yalnız o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır.

-İnsan da ağaca benzer, ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlıklara, derinliğe, kötülüğe.

kaynak...aymavisi

05 Temmuz 2014

Edip Cansever - Aşklar İçinde

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor
Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi. 
Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
Istavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.
Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum

Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla
Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar

Ama bak
Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.

Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan
korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkınn bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.

Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka
Coskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu
Ve onlar
Onlar, diyorum sadece
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın
Bilmeden ne yapacaklarını
Anlayacaklar ne kadar güçsüz
Ne kadar zavallı olduklarını
Vakit öğleyi geçti çoktan.

Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından
Baştanbaşa gül rengi
Kimseler görünmüyor içinde
Neden görünmüyor, bilmiyorum
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var:utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.

Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök
buğulanacak
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir
Neler olabilir birazdan
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz birakarak
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de
Çabuk geçiyor
Nerede okumustum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyani
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.

Edip Cansever - İçerikler - II

Konuşuyoruz desem konuşmuyoruz da 
Ayrı ayrı şeyler düşünüyoruz üstelik 
Birbirimize bakarak 
Ne seviyoruz ne de sevmiyoruz birbirimizi 
Ne varız ne de yokuz gerçekte 
İki lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden 
Aydınlatan odayı 
Değilsek de yakın birbirimize 
Uzak da sayılmayız büsbütün 
Gökyüzünde iki uçurtma başıboş 
Yan yanayızdır sadece. 
Her çiçek bir çoğulluktur gününe göre 
Yalnızlık çoğulluktur. 
Sanırım bir giz de yok bu beraberlikte. 

Afşar Timuçin Şiirleri

  Akşam Sezgileri
Akşamın binbir rengi
Deli bir tekne olur yüreğimde
Nerede gül beyazı balıklarım

Deli bir tekne olur yüreğimde
Bütün yaşadıklarım
Ve bütün yaşamadıklarım
Alır başını açılır

Kuşlar gibi ne varsa içimde
Yasalarını bile duymadığım
Alır götürür beni
Adını ve yerini bilmediğim
Uzaklara bırakır

Bir akşam vakti sana sarılışım
Deli bir tekne olur yüreğimde
Haydi gidiyoruz der
Derken buluşur dudaklarımız
Birden papatyalar açar içimde

Akşamın Yansıları

Toplarız yansılarımızı sulardan
Akşamlar kilitlerken suları karanlığa

Akşamlar karanlığa kilitleyince suları
Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa

Umutsuzluk bile iyidir
Ardından sen gelirsin, umut gelir

Ellerin sessizce uzanır bana
Ovada tomurcuklar patlarken birere birer

Her dokunuşun beni değiştirir
Akşam pembeliğini yayar sulara

Ben seni hep umuda benzetirim
Ben seni benzetemem yalnızlığa... 



Dan Brown - Kayıp Sembol

undefined
  Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binas'na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?..

Federico Garcia Lorca'ya Yanık Şiir

Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaşlı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve,
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler:
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için,
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için,
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz sperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri düşürülmüş serenler,
Kirazlar da,
Dönüveriyorlar ossaat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar saatları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melil mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye:
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebé,
Molinari, Rosales, Concha Méndez,
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra,
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirlerde n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için,
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır,
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki..

Bir ölen var,
Onların evlerinde;
Bürolarda, hastanelerde belki,
Belki asansör ve madenlerde,
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları,
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Göz yaşıyla dolu,
Aşınmış eşikler,
Göz yaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Göz yaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşça kalları görüyorsun,
İstasyonlardaki..

Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
Öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var;
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.

Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
İşte bunlar..
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.

Çeviri: Enver Gökçe