26 Şubat 2020

Victor Hugo - Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?


victor hugo-dessin

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Şeker Portakalı


Acı dolu bir hayat sürdürmek ve bunu yaşamın olağan seyri gibi kabul etmek, ta ki hayattaki en gerçek ve karşı konulamaz acının ne olduğunu öğrenene kadar… Şeker Portakalı; yoksulluk ve sevgisizlik içinde yaşayan küçük Zeze’nin dünyasını, okuyucusuna yalnızca minik bir çocuğun gözünden değil, evrensel bir hakikat penceresinden sunuyor. 

Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos’un 1968’de yayımlanan Şeker Portakalı adlı eseri, yalın anlatımı ve çarpıcı hikâyesiyle dünya edebiyatının unutulmaz başyapıtları arasında yer alıyor. Yazarının hayatından izler taşıyan eser, bir çocuğun iç dünyasından yola çıkarak tüm insanlığa acıyla yoğrularak olgunlaşmanın ağırlığını duyumsatıyor. 

Gerçekçi anlatımı ve duygu ağırlıklı temasıyla Latin Amerika edebiyatını tüm yönleriyle yansıtan Şeker Portakalı; saflığı, şefkati ve acıyı eksiksiz bir empati ile iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak.

Saflığın Acıyla Yüzleşmesi

Kitabın başkahramanı Zeze, yaramazlıklarıyla meşhur bir afacan. Mahallelinin “şeytan” olarak andığı bu çocuğu, öğretmeni ise bir “melek” olarak görüyor. Günün birinde Zeze ve ailesi, maddi imkansızlıklar nedeniyle oturdukları evden taşınmak zorunda kalıyor. Zeze, önceleri taşınmalarına çok üzülse de bu durumu yeni taşındıkları evin bahçesindeki şeker portakalı fidanıyla telafi ediyor. Fidan, çok geçmeden Zeze’nin en iyi arkadaşı oluveriyor. 

Zeze bir gün, en büyük hayalini, daha doğrusu yapmayı en çok istediği yaramazlıklardan birini gerçekleştiriyor. Bu yaptığının bedelini ise mahallede Portekizli adıyla bilinen bir adamdan fena halde dayak yiyerek ödüyor. 

Küçük kahramanımız, başta bu adamdan nefret etse de sonradan onu çok seviyor. Hatta Portekizliyi o kadar çok seviyor ki bu sayede haylazlığı da bırakıyor. Zamanla ikilinin arasında, baba-oğul ilişkisi gibi bir bağ kuruluyor. Ancak hikayenin sonunda bu bağlılık, Zeze’yi iyileştirdiği kadar onun ömür boyu unutamayacağı bir acıyı da beraberinde getirecek. 

Bunu Biliyor muydunuz?

Yazar Jose Mauro de Vasconcelos, ünlü romanı Şeker Portakalı’nı 12 günde tamamlamıştır.

TIK

 

Hasan Ali Yücel 'Şiirleri'

GÜNEŞ BABA
Sırtında kızıl aba,
Sevgili güneş baba
Yakmış gökte ocağı;
Ateş dolu kucağı.
Hiç durmadan çalışır
Ocağa ateş taşır.
Bizi yaşatan odur.
Onsuz varlık yok olur.
Başağı olduran kim?
Buğdayla dolduran kim?
Gelmese ondan sıcak
Bizi kim ısıtacak?
Günü aydınlatan sen;
Bize ışık vermesen
Karanlıkta kalırız:
Güneşsiz bunalırız.

SEVGİLİYE KOŞMA
Görmesem yüzünü kör olur gözüm
Gözlerim, yüzüne bakmak içündür.
Adında tutuşur en yakın sözüm
Hitabım, kalbini yakmak içündür!..

Ağlarsam, sebebi, arama nedir
Hasretim, ağlayan gözlerinedir.
Bu gidiş, içimden ta içinedir
Gözyaşım, gönlüne akmak içündür!..

Sendeki baharı bulamam gülde
Güzüm bahar olsun, yüzüme gül de,
Bir kızıl çiçektir aşkın gönülde,
O çiçek, göğsüne takmak içündür!..

KELEBEK
Yel estikçe uçuşan
Yapraklara benziyor.
Durmadan, yorulmadan
Daldan dala geziyor.

Kanatları ipektir,
Bozulur dokununca.
Sanki canlı çiçektir
Açar bahar olunca.

Üstündeki renkleri
Seyretmeğe doyamam.
Yapamaz böylesini
Benim diyen her ressam.

Ben onu çok severim,
Koşup tutmak isterim.
Fakat kaçar yaramaz,
Uçmadan yaşayamaz.

ŞARKI
İlham arayan gözlerle bir pembe şafaksın
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın.
Bir ufuk olayım ben sana, sihrin bana aksın
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın.

Kurtar beni artık sonu gelmez gecelerden
Bilsen ki bu sevda bana geçtir, sana erken
Ruhumda bütün başka emeller sönüyorken
Elbet doğacaksın, yanacaksın, yakacaksın

ÖYLE Mİ BÖYLE Mİ
Hasretten usandı, vuslat darına,
Uçmasan bir türlü, uçsan bir türlü.
Halkın arasından hak diyarına,
Kaçmasan bir türlü, kaçsan bir türlü.

Hilkatın sırrını gönlümden aldım,
Erdikçe gününe hayrete daldım,
Hilkatın kapısın “Hu” deyüp çaldım
Açmasam bir türlü, açsan bir türlü.

Hey Ali uygundur özüme sözün
Doğmadan açılmış hakikat gözün.
Ummandan topladın incidir sözün,
Saçmasan bir türlü, saçsan bir türlü.

DERE
Nerden alır suyunu,
Kardan mı, yağmurdan mı?
Şu nazlı dereciğin
Yatağı çamurdan mı?

Bilmez durup dinlenmek.
Kış, yaz demeyip akar.
Ovanın her yerini
Sular ile o yıkar.

Haz duyar ağaçlardan
Serinlik döküldükçe.
Hayat saçar her yana
Kıvrılıp büküldükçe.

Duyulur türkülerin
En coşkunu sesinden.
Ferah veren bir hava
Yayılır nefesinden.

Durma gez, dolaş yurdu
Ak dere, berrak dere!
Gezdiğin topraklara
Bolluklar bırak dere!..

YUNUS EMRE’YE
Hakikat aşkına ermek diledim,
“Hayret şarabından iç” dedin bana.
Senden duyduğumu sana söyledim,
“Bu kuru sözlerden geç” dedin bana.

Varlığı, yokluğu sordum özüne,
Sustun, bir damla yaş geldi gözüne.
Ölüm nedir dedim bakıp yüzüne
Yüzüme bakıp da “Hiç” dedin bana.

EKMEK
Çiftçi sürer tarlayı
Sonra eker buğdayı
Boy verir azar azar
Saplar gittikçe uzar
Başaklar olgunlaşır
İçleri dolgunlaşır

Yazın artınca sıcak
Sararır her bir başak
Biçerler ekinleri
Şenlenir harman yeri
Olup bitince harman
Ayrılır buğday saptan

Güzel kokulu ekmek
Olmaz seni sevmemek
Sensin yemeklere baş
Her yemeğe arkadaş

Bağrımda yadını dağlıyorum, bak.
Ben de senin gibi ağlıyorum, bak.
Eriyip izinde çağlıyorum, bek.
“Eğil göz yaşından iç” dedin bana.

SAATİM
Kara gözlü saatim,
Ak yüzün yusyuvarlak.
Uyanınca erkenden
İlk işim sana bakmak.

Geç mi kaldım okula
Sen olmasan bilemem.
Saati, benim gibi,
Senden öğrenir annem.

Ben daha uykudayken
Sen çın, çın, çın edersin.
“Kalk artık, yeter uyku,
“Yediye geldim” dersin.

On ikiyi çalarken
Gösterirsin öğleyi.
Sanki dersin bize sen:
İşte öğle yemeği!

Yarı gece olunca
Yirmi dörde gelirsin.
Bir gün süren yolunu
Sevinçle bitirirsin.

Sonra gene, “bir!…..deyip
Başlarsın yeni güne.
Durmadan, yorulmadan
İşlersin döne döne.

Sana benzerim ben de.
Bıkmadan çalışırım.
Vaktinde iş yapmaya
Küçükten alışırım…

Pico della Mirandola - Entelektüel Şahsiyeti

Pico‟nun bu yeni felsefesinin otodidaktik bir tanrı bilgisi özelliği de vardır. Örneğin  Savonarola‟nın  Floransa  vaazlarının  ardından  Angelo  Politian‟a  yazdığı  bir mektubunda şöyle demektedir:“Tanrı‟yı bilmek zor değildir, yeter ki kişi kendisini O‟nu tanımlamaya  zorlamasın”  Pico  der  ki:  “Tanrı‟yı  sevin.  İnsanlar  sevgiyle  sahip olmaktansa,  ve  sevgi  olmadıkça  elde  edilse  bile  bir  şey  ifade  etmeyeceği  halde, arzuladıkları  şeyleri  bulmalarına  asla  yardımcı  olmayacak  bir  bilgiyle  armaya  çok heveslidirler.”

Pico için gerçek Amor  Dei(Tanrı sevgisi), Amor  Dei  intellectualis. (entelektüelin  Tanrı  sevgisidir)  Çünkü  ancak  entelektüel  için  evrenin  hakikatleri açılmaktadır. Bu da Tanrının varlığının gerçek bir işareti ve zorunlu varlığına delalet eder. Bu nedenle Pico, Tanrıyı  “intellectus agens” (faal akıl)  olarak tanımlar. Pico için “visio  intellectualis”  (entelektüel  müşahede)  mistik  “his”  ile  aynı  anlama gelmemektedir. Bunun tamamen farklı bir içeriği ve anlamı vardır.

Pico, manevî dünyasındakideğişime rağmen eski pagan dinî inançlarındaki iddiaları  da  ciddi  bir  şekilde  ele  alır.  Pico  bu  inançların  en  kesif  ve  karanlık problemlerini çözmede son derece titiz davranmıştır.Cassirer‟e göre Pico‟nun tanrısal bilgi tasavvuru bağlamında otodidaktik bir felsefe çizgisi vardır. Cassirer,  bu  anlamda adeta Hayy b. Yakzan metniyle ilgili bir takım tazammunlar ortaya koyarcasına şöyle demektedir:  “Tanrının  insan  ruhunun  derinliklerinde  bulunabileceği  kanaatindedir. İnsanın ulaşabileceği bilgi türlerinden en  yücesi “scientia abdita”(gizli bir bilgi)‟dir. Pico  için  bilginin  doğal  bir  yönü  vardır.  Bu  da  dış  dünyayı  gözlemleyerek  onları suretler, algılar ve hayal şeklinde kavramaktır. Bu kavrayışlar muhtelif şekillerde olur ve belirli türlere indirgenir. Ama tanrıya ve ruha ilişkin bilgimiz farklıdır. Burada duyu bilgisinden  farklı  bir  bilgi  vardır. Pater,  onun  bu  çizgisini  değerlendirirken  şöyle der:”Onu bu istikamete yönlendirmiş birçok düşünce ve birçok tesirle birlikte bir keşiş olmadı”.

Pater‟e  göre  Pico,  Hıristiyanlığa  dönmekle  birlikte  içindeki  çoğulcu  dinî söylemi  yitirmemiştir.  Bu  durum  onun  entelektüel  faaliyetlerine  de  yansıtmıştır  ve yahudi  bilgeliğini  merakla  incelemiştir.  Yahudi  mistisizmine  ilgi  duyan  bir  grupla bağlantı  kurmuştur.  Bu  grup,  kabala,  kutsal  kitap  hermönotiğinde  uzman  olan  bazı kişileri içerisinde barındırmaktaydı. Bunların arasında Yahudilerden Elias Del Medigo, Flavius Mithridates, Jochanan Alemanno yer almaktadır.