07 Şubat 2013

Maviler Delisi - Nuri Can

bir rüzgar soluğu türkülerdeyim
bir güvercin kanadı göklerde
bulutlar bulutları kovalar
dalgalar dalgaları
durmadan bir deniz çalkalanır gözlerimde
bir yol uzanır
ah nasıl özlem kokuyor uzaklar bir bilsen...

Diyorum ki bir gün
sevdamı yüreğime yüklesem
alıp gölgemi yanıma
dağ deniz çekip gitsem...

dolanır ayaklarıma güz
anamın yanık ninnileri
kor beni çaresiz...
uçurumlar doldurur bakışlarımı
yönümü nereye çevirsem...

kalsam,
sığdıramam bu deli maviyi
ihanet kokan soluguna metropollerin
üşür gözlerimde yediveren tomurcuk
yedigöğün yıldızları
yüreğimde bir maral ağlar
hangi suya eğilsem...

kanayan bir yaradır özlemim
güz kıyılarında
akıp gider sancıyarak mevsimlere
her kirpiğimde bir gül ıslanır
hangi şarkıyı dinlesem...

gözlerimde bilinmiyen adresler
kulağımda uğuldayan sesler
durmadan bir ezgi sarıyor içimi
dudağımı kanatıyor şiirler
ah ben bu sevdayı kime söylesem...

tanrım
nedir bu gecelere sığdıramadığım hüzün
yüreğimi ikiye bölen sancı
nedir bu acemi sevda,
mavilere tutkun yanım
eğer ben şair değilsem...

Canım Sıkıntı Sınırı - Nilgün Marmara

Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim. 

Can Yücel Seçme Sözler

 
“Bir tek insanın bize ''iyi ki varsın'' demesi, var olduğumuz için mutlu olmamızı sağlar.”
 
“Kibar olmak, haklı olmaktan daha önemlidir.”
 
“Hayat şartları bizi ne kadar ciddi görünmeye zorlasa da hepimiz çılgınlıklarımızı paylaşacak birini arıyoruz.”
 
“Parayla ''klas insan'' olunmuyor.”
 
“Gün içinde başımıza gelen küçücük şeyler gün sonunda koca bir mutluluğa dönüşüyor.”
 
“İnkar edip içimizde sakladığımız şeyler gerçekliğini kaybetmiyor.”
 
“Kuzu gibi olun diyorlar: Büyüyüp ortaya çıkınca, Koyun gibi gütmek için sizi.”
 
“Ha gözlerinle müezzini aramışsın boş şerefede Ha Ankara'daki madara yöneticileri! Onlar da bulmuşlar birer Amerikan mikrofonu Oturdukları yerden okuyorlar ezanlarını.”
 
“Ölüm tarafından asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak, dayanıyorum dayanışma kapınıza, 'yaşasın özgürlük' diye haykırarak.”
 
“Ne yaman, zor imiş yonca yolması Bizim memlekette adam olması.”

“İnsanın olabileceği boyuta engel olan ne kadar unsur varsa ben buna öfke duyuyorum..!”
 
“Methetmek gibi olmasın kendimi ama: Yaşamım benim, en güzel şiirim!”
 
“Can Yücel'e sormuşlar; Neden hep babanıza şiir yazıyorsunuz? Üstad vermiş cevabını; anneme olan sevgimi yazacak kadar şair değilim...”
 
“Ah be Dünya sen dönüyorsun onu anladık da bu insanlar senden daha hızlı dönüyor hemde ortada hiçbir yörünge yokken.”
 
“Devrimcilik gibi şairlik de inen darbeyi duyabilmektir, kaslarının liflerinde: İster copların darbesi olsun, ister bilincin...”
 
“Anne karnına sığarken dünyaya neden sığamadığını ve sonunda bir metrekarelik yere sığmak zorunda kalacağını fark etmeli insan.”
 
“Sessizlikten yaratmışsa evreni yaradan; Seslerden sessizlikler yaratmaktır yaratıcılık...”
 
“Memnun olan yok hayatından! Kiminle konuşsam aynı şey.. Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.”
 
“Küfür burjuvazinin ağzında lağım çukurudur, işçi sınıfının ağzında açan çiçektir...”

“Almanlar yere sağlam basar derler Aslında yere değil köpek bokuna basarlar Bu köpek cennetinde...”

“Dünya öküzün boynuzlarında dururmuş. Her kıpırdayışında deprem olurmuş. Oysa dünya,halkların omzu üstünde durur. Kıpırdasın da gör.”
 
“Ülkenin, farklı şehirleriydik. ben sürgün yeri, sen başkent. İlk isyan hep sende başlardı. Cezasını çekmek hep bana kalırdı.”
 
“Bir deniz anasıdır umut taa suların ortasında, açılır kapanır, açılır kapanır, kapanır kapanır açılır.”

“Ülke Bölünsün İstiyorum: Yandaş, yalaka ve yavşaklar bir tarafa. Onurlu, şerefli, üreten emekçi insanlar bir tarafa.”
 
“İlkin ELİFBA'ydı, Sonra ALFABE oldu, Derken ABeCe, Şimdi de A.B.D.”
 
“Kan yasası bu insanın: Üzümden şarap yapacaksın, çakmak taşından ateş ve öpücüklerden insan!”
 
“Benim halim memleketin hali.”
 
“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”
 
“Gidiyorum ben boş çakallar, sıçmışım ortalık yerinize. Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık.”
 
“Kart sensin, postal sana girsin.”
 
“Körfezdeki dalgın suya bir bak; göreceksin Nato' nun kablosu durmakta derinde.”
 

Hermann Hesse - Siddhartha

 
Genel olarak herkesçe kabullenilmiş Buddha imgesini aşan bir Buddha yaratmak, daha önce eşine rastlanmamış büyük bir başarıdır. Siddhartha, benim gözümde, Kutsal Kitap'tan kat kat üstün bir ilaçtır..." XX. yüzyılın en önemli romancılarından Henry Miller'a bu sözleri söyleten Siddhartha, 1946 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Hermann Hesse'nin başyapıtıdır. Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda insanları yaşamlarını yeniden kurmaya çağıran, Doğu gizemciliğini yücelten Siddhartha, kuşaklar boyunca bir kılavuz kitap olma özelliğini korumuştur. Siddhartha'da, Buddha'nın yaşamının ilk yıllarını şiirsel bir üslupla anlatan Hesse, insanın öz benliğini bularak uygarlığın yerleşik biçimlerinden kurtulmaya çalışmasını işler. "Bu kitapta," der Hesse, "tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalıştım."
 
------
 
Bazen yüreğinin derinliklerinden can çekişen hafif bir ses geliyordu kulağına; ses öyle hafiften yankılanıyordu ki, Siddhartha zor işitebiliyordu. Her defasında garip bir ömür sürdürdüğünü, tümü de yalnızca oyun olan pek çok şey yaptığını, neşe ve bazen haz içinde vakit geçirmesine karşın gerçek hayatın ona hiç dokunmaksızın yanı başından akıp gittiğini düşünüyor, bir saat kadar bunun bilinci içinde yaşıyordu. Bir top oyuncusu nasıl toplarla oynarsa, o da işleriyle ve çevresindeki insanlarla oynuyor, bu insanları seyrediyor, onlarla eğleniyordu; gelgelelim, bütün yüreğiyle ve varlığının derinliklerinden kaynayan pınarla işin içinde değildi. Söz konusu pınar adeta kendisinden uzak bir yerlerde akıp gidiyor, göze görünmeden boyuna sürdürüyordu akışını, onun yaşamıyla hiçbir alıp vereceği kalmamıştı. Böyle düşünceler karşısında birkaç kez irkildi Siddhartha, günlük yaşamın bütün o çocuksu uğraşlarına ben de kendimi vererek bütün kalbimle katılsam, ben de gerçekten yaşasam, gerçekten bir şeyler yapsam, gerçekten yaşayıp hayattan keyif alsam, böyle bir seyirci gibi hayatın yanı başında durup dikilmesem diye geçirdi içinden.