16 Haziran 2017

Goethe "İnsanları birleştiren duygular, ayıran fikirlerdir. "

İnsanları birleştiren duygular, ayıran da fikirlerdir. Duygular bizi bir araya getiren basit bir bağdır. Fikirler ise çeşitlilik prensibinin temsilcisidir ve bu yüzden insanları çeşitli gruplara ayırırlar.. Gençliğin dostluğunu meydana getiren duygulardır. Yaşlılığın hiziplerini de yaratan fikirlerdir. Eğer bunun vaktinde farkına varabilir ve başkalarına daha toleranslı bir gözle bakacak şekilde düşüncelerimizi eğitebilirsek daha barışçı bir mizaca sahip olur ve fikirlerin dağıttığı insanları his bağları ile bağlamaya muvaffak oluruz...Goethe
 

Aynı yöne birlikte yol alalım 
Sonbaharda, “V” oluşturarak kış mevsimi için güneye giden kuşları gördüğünüzde, bu şekilde uçmalarının nedenini düşünebilirsiniz.
Bilim bunu keşfetmiştir:
Her kuş kanatlarını çırparken, kendini izleyen kuşu yükselten bir güç yaratır.
Tüm sürü ”V” şeklinde uçarak kuşların ayrı ayrı uçacağı duruma göre %71 daha hızlı uçar.
Ortak bir yön ve birlik duygusunu paylaşan kişiler hedeflerine daha çabuk ve kolay ulaşabilirler, çünkü birbirlerinin kaldırma kuvveti üzerinde yükselirler.
Bir kuş, grubun dışına çıkarsa, yalnız yol almanın sürtünme kuvvetini hemen hisseder ve hızlıca oluşuma döner. Kuşlar gibi biz de aynı doğrultuya yöneldiğimiz kişilerle birlik olup, en uygun grubu yaratırsak, onların yardımına açık ve yardım etmeye istekli olursak, başarı olasılığımız artar. Öncü kuş yorulduğunda, yerini başka bir kuşa bırakarak gruba geri katılır. Kuşlar gibi insanlar da birbirine bağımlıdır.
Arkadaki kuşlar hızlarını yüksek tutmaları için öndekilere seslenerek onları yüreklendirir.
Bizim de arkadan seslenmemizin yüreklendirme niteliğinde olması gerekir; başka bir şey değil...
Bir kuş hastalanıp, oluşumdan çıkıp yere düşerse, iki kuş daha gruptan ayrılarak yanına gelir, yardım ve koruma sağlar. Düşen kuş yeniden uçabilene dek yanında kalırlar.
Biz de, hem güçlü olduğumuz zamanlarda, hem de kara günlerde birbirimize destek olabiliriz.
Bizi güçlü kılacak olan bu büyük birlikteliktir.
Milton Olson

Fransız yazar Albert Camus’nun 1952 yılında dostluğunu bitirdiği eski arkadaşı Jean Paul Sartre’a yazdığı gizemli bir mektup gün yüzüne çıktı.


Fransız yazar Albert Camus’nun 1952 yılında dostluğunu bitirdiği eski arkadaşı Jean Paul Sartre’a yazdığı gizemli bir mektup gün yüzüne çıktı. Fransız yazar Sartre ve Camus’nun dostlukları bittikten sonra birbirlerine yazdıkları tüm mektupları yok ettikleri düşünülüyordu. Camus’nün gizemli mektubu Fransa’nın Orleans şehrindeki bir sahaftan alınan kitabın arasından çıktı.

Üzerinde tarihi yok
Tarih atılmayan mektubun 1943 ila 1948 arasındaki döneme ait olduğu varsayılıyor. Mektupta ise, “Sevgili Sartre, umarım sizin ve Castor’un (Simone de Beauvoir’ın lakabı) çok işiniz vardır. Çünkü biz arkadaşlarımızla kötü bir iş çıkardık. O kadar kötü ki uyuyamıyorum. Döndüğünüzde beni haberdar edin. Rahat bir akşam geçiririz. En iyi dileklerimle. Camus” cümleleri yer alıyor.
ABD’de bulunan Wayne State Üniversitesi’nden Sartre konusunda uzman Ronald Aronson mektupla ilgili, “Bu mektup çok önemli.
Sartre ve Camus’nun arkadaşça bir ilişkisi olduğunu gösteriyor” yorumunu yapıyor. Mektup, 3 ila 8 Eylül tarihleri arasında, Camus’nun 7 Kasım 1913 tarihindeki doğumunun 100. yılını erken kutlamak için Lourmarin kasabasında sergilenecek. Camus’nun mektupta, “Kötü bir iş çıkardık” cümlesini yazdığı oyunlardan birini sahneleyememesi nedeniyle kullandığı düşünülüyor.
Mektup, 3 ila 8 Eylül tarihleri arasında, Camus’nun 7 Kasım 1913 tarihindeki doğumunun 100. yılını erken kutlamak için Lourmarin kasabasında sergilenecek.

‘Başkaldıran İnsan’ aralarını bozdu...

Albert Camus ile Jean Paul Sartre 1944’te tanıştılar. O yıllarda Fransa’da Alman işgaline karşı kurulmuş olan Karşı Koyma Hareketi çevresinde toplanan aydınlar arasında Camus ve Sartre da vardır. İkisi arasında 1952’ye kadar sürecek olan bir dostluk kurulur. Ancak dostluklarının bozuluşu, 1951’in sonlarında Camus’nün ‘Başkaldıran İnsan’ adlı eserinin yayımlanmasıyla başlar.

Camus kabul etti Sartre reddetti

Albert Camus, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak, Rudyard Kipling’den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar unvanını alır. Jean Paul Sartre ise Camus’den 7 yıl sonra Nobel’e değer görülür. Ancak Sartre ödülü, “Ben eserimi yaratırken yeterince ödül aldım. Nobel bana bir şey katmaz, tam aksine beni aşağıya çeker. Nobel, tanınma peşinde olanlar içindir. Ben yaptığım her şeyi severek yaptım, en güzel ödül buydu” sözleriyle reddeder.

Camus ve Sartre... Dostlukları kadar kavgalarıyla da edebiyat dünyasına damga vuran ikilinin birbirlerine yazdıkları mektuplardan biri Fransa’daki bir sahaftan alınan bir kitaptan çıktı 


Frank Dicksee (İllustratör)

 
 
 

.... İllüstrasyon, (Fransızca: illustration) resim sanatının abartılı ya da doğada benzeri görülemeyecek ve deneysel olarak kurgulanamayacak kompozisyonlarla resmedilmesi demektir. Gerçekçi resim sanatının bir dalı sayılabilir. Genellikle reklam, eğitim ve fantastik anlatımlara destek olarak çizilir veya bizzat kendisi sanatsal çalışma olarak tasarlanır. 


Jean-Jacques Rousseau - Emile ya da Eğitim Üstüne

 Jean-Jacques Rousseau bir özgürlük filozofudur. Bu bağlamda sivil toplumun çelişkilerini sorgulamış ve bu sorgulamayı gerçekleştirirken de “insan-yurttaş, doğa-toplum, kır-kent ilişkilerini” öne çıkarmıştır. Onun felsefesinde insan doğuştan iyidir ama toplum tarafından asıl doğasından uzaklaştırılmış ve doğal özgürlüğünü yitirmiş bir konumdadır. Rousseau’nun ereği, toplumda dolayımsız birliğin yeniden kurulması amacıyla bireylere gerçek bir toplum sözleşmesi sunarak sivil özgürlüğün sağlanmasıdır.
“18. yüzyılın sonunda Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau sıradan insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır; halk için konuşurken kendisi için konuşmuştur.” O, 18. yy’da “cumhuriyetçi” istemleri köktenci bir biçimde dile getiren ilk düşünürdür ve bu bağlamda reformist nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Goethe’nin dediği gibi, “Voltaire nasıl bir dünyanın sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır.”
Pedagoji üzerine düşünceler ancak bir psikolojiye ya da daha doğrusu bir teolojiyle belirtik bir biçimde doğrulanan bir antropolojiye dayanırlarsa anlam kazanırlar. “insan doğasının romanı” olarak adlandırılan ve mutluluğun yollarının arandığı Emile’in sırrı budur. J.-J. Rousseau, “insanın ilksel iyiliği üzerine bir çalışma” olarak tanımladığı bu yapıtıyla, pedagoji, dinsel duyarlılık tarihi (Savoie’lı Rahibin inanç Açıklaması) ve doğal çevre bilinci konusunda bir çığır açmıştır.
 
 - - - - -
 
Jean-Jacques Rousseau'nun "en iyi ve en önemli kitabım" dediği Emile ya da Eğitim Üzerine, çocukların felsefi açıdan zengin ve düzenli bir yaşam sürebilmeleri için nasıl yetiştirilmeleri gerektiğiyle ilgili okuru yönlendirerek eğitimin ve insanın doğasını inceler. Locke ve Platon gibi düşünürlerle hesaplaşırken dönemine yönelik eleştirel bir bakış da geliştirir. Çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi dikkate alınarak bölümlendirilmiş olan Emile, bir gencin elde edeceği faydaların, değerlerin ve terbiyenin ona nasıl sunulacağına dair bir yol haritası çizer. Çocukların eğitimiyle ilgili olarak anne babaların ve eğitimcilerin sorumluluklarını ve görevlerini anlatır. Rousseau aklı överken, çocukların yalnızca kitaplar aracılığıyla değil, somut dünyayı ve gerçeği keşfederek deneyim sahibi olması gerektiğini vurgular.
"Jean-Jacques Rousseau, insanlar hakkında bildiklerini, mutsuzlukları ve yetenekleri konusunda düşündüklerini, yaşayan kuşağa her zaman umut bağlamak gerektiğine olan inancını Emile'de dile getirmiştir."-Pierre Burgelin
 
 
"Yobazlardan uzak durun. Onlarla ilişki kadar zararlı bir şey yoktur. Onların o karanlık gururlarının tedavi edilmesi kesinlikle mümkün değildir; ya egemen olmak isterler ya da zarar verirler. Dostluklarına güvenilmez, nefret duyguları kesinlikle yumuşamaz; açgözlü, hırslı, kıskanç, fırıldaktırlar; intikam peşinde koşarlar; her işleri gizli kapaklıdır ve sürekli başkalarının yaşamlarını gözlerler. Ve hoşlarına gitmeyen işler yaptığınızda kendi aralarında oluşturdukları güçbirliğinin gazabından kurtulmak mümkün değidir. En doğrusu onlardan uzak durmaktır. Kendilerinden uzak duranı hor görürler ama onları terk eden korkmalıdır." Jean-Jacques Rousseau

Rousseau Ortaçağ kilisesinin dogmalarına karşı “aklı” öne çıkaran bir “Aydınlanma Çağı” filozofu olduğu kadar, modernitenin getirdiği bozulmalara karşı doğayı, şehre karşı da kırı savunan romantizmin öncü yazarlarından biri olarak da kabul edilmektedir. Kitapları ile zamanının ahlaksal, toplumsal ve siyasal düşüncelerine yön veren Rousseau Fransız Devrimine ideolojik alt yapı hazırlayan düşünürlerin başında gelmektedir.

Rousseau kendinden önceki “Sözleşme Kuramcıları” gibi, sözleşme öncesini durumu “Doğa Durumu” ile izah eder. Hobbes’a göre; Doğa Durumu’nda insanlar birbiri ile kavgalıdır ve bir savaş durumu söz konusudur. Mutlak egemen (Leviathan) gelerek bu duruma son verir ve insanlar sözleşme sonucu bu egemene mutlak olarak itaat ederler. J. Locke’da ise Doğa Durumu’nda insanlar barış içindedir. Sözleşme neticesinde mülkiyetlerini korumak için bir araya gelirler ve egemenliği parlamento ile kısıtlanmış bir hükümdara itaat ederler. Rousseau’da da doğa durumunda insanlar barış içinde olsalar da, mülkiyetin oluşumu kargaşa yaratmıştır. Bu sebeple bir sözleşme ile kendilerinden oluşan bir “Genel İrade”ye özgürlüklerini teslim etme ihtiyacı hissederler.


Gothic bir yaşam tarzıdır


Gothic; “preppie” ve “jock” gibi ayrı bir sınıfa ve hizipe sahiptir
Gothic; kendini küçümseyen bir kültürdür Çok onurlu, görkemli ve kibirli olmakla ilgilidir ve aynı zamanda senin kendini beğenmişiliğine de güler
Gothic; karanlık ışığı yaratır…ve karanlığın ışığını yayar
Gothic; mevcudiyetin ihtişamıdır
Gothic; anlak ve aklın bedenidir
Gothic; bir yaşam tarzıdır
Gothic; örecelidir
Her Goth’un Goth nedir üzerine bir görüşü vardır ve her görüş, her biri için doğru bir görüştür - (buraya dıkkat)
Gothic; bir paradokstur Her biri birbirinden farklı insanlardan oluşan bir gruptursenin gibi!!
Gothic; hayata, aşka ve güzelliğe alternatif bir bakıştır
Gothic; hiç kimsenin kabul etmediği yönlerinizi tamamiyle kabul eder ve korur
Gothic; diğer insanların bakmaya çok korktuğu şeylerde güzelliği ve gizemi görür
Gothic; stediğin yolda istediğin gibi hayatını yaşamaktır
Gothic; herhangi bir insandan farklı olabilmedir
Gothic; eskimez, yaşlanmaz
Gothic; gizemdir
Gothic; sizin kusurlarınızı, diğerlerinin kusurlarını ve tüm insanlığın kusurlarını kabullenir
Gothic; karanlıkla birlikte Tek olablmek için herşeyi tüken bir ihtiyaçtır
Gothic; Diğerlerinin “çarpık algı ve kavrayış” dedikleri ile dünyaya bakar ve sizin herşeyi net bir şekilde gören TEK kişi olduğunuzu bilir
Gothic; acı içindeki tutkuyu, ihtirası ve öfkeyi; güzelliğin içindeki iticiliği; umutsuzluk içindeki rahatlığı ve teselliyi bulur
Gothic; karanlık ve şehvetlidir
Gothic; uçtadır Toplumun «evet, toplumun» uç noktasındadır… kabulenişin uç noktasındadır… ve deliliğin, çılgınlığın uç noktasındır !!
Gothic; gerçek dediklerimizin yüzü üzerine düşen karanlık bir gölgedir Yani temel olarak,
Gothic; neyin ne şekilde olacağını istemektir

Gotik sözcüğü herkeste genellikle güzel çağrışımlar uyandırır: katedraller kiliseler sivri kuleler eski tarz bir dekorasyon. Oysa bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları için Gotik terimi oldukça değişik bir anlam taşımış ve klâsik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli barbarların özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak geçerlik bulmuştur.

Gotik sözcüğü ilk önceleri Rönesans olgusunun dışında kalan tüm barbar kültürü ifade etmek için kullanılmıştı Ancak sonradan bu kültür daha iyi anlaşılıp takdir edilmeye başlanınca daha dar bir anlamda yalnızca mimari bir biçimi belirtmek amacıyla kullanılır oldu Daha yakın dönemlerde ise halk dilindeki anlamıyla tümüyle dinsel yapılarla özellikle katedraller ile bağdaştırılan bir terim haline geldi "New English Dictionary" (Yeni İngilizce Sözlük) Gotik sözcüğü için şu tanımı vermektedir: "Batı Avrupa’da XII yüz yıldan XVI yüz yıla kadar yaygın olan mimari stil için kullanılan terim Stilin temel özelliği sivri kemerlerdir Aynı zamanda mimari ayrıntılarda ve süslemede de uygulanmıştır"

Aslında bu tanım yeterince kesin değildir Mimarlık tarihi uzmanlarından bir çoğu Gotik stilin temel özelliğinin sivri kemerler olduğunu kabul etmeyip farklı kuramlar ileri sürebilirler Ayrıca Gotik stili yalnızca mimarlığa özgü olarak kullanmak da pek doğru değildir Zira Gotik yalnız yapılar için değil; mobilyalar giysiler süslemeler hatta mutfak aletleri ve davranış biçimleri için bile geçerli bir kavramdı Ne var ki günümüzde kilise yapılarının dışında Gotik stilden geriye hemen hiç bir şey kalmamıştır.

Gotik ortaya çıkana dek Batı Avrupa’daki tüm yapı biçimlerinin temelini oluşturan "Romanesk" mimarlık oldukça basit bir ilkeye bağlıydı ve özünü eski bazilika inşaatlarından almıştı Bu ilke dört duvar üzerine oturtulan düz bir çatıdan ibaretti Eğer çatı kubbeli ya da çıkıntılı olursa yan ağırlıkları taşımaları için duvarların kalınlaştırılması gerekliydi Bu nedenle geniş iç mekânlar gerektiren büyük yapılarda duvarlar fazlasıyla kalın yapılıyordu Duvarların yeterince sağlam olması için ise pencerelerin pek küçük olmaları gerekiyordu Sonuç olarak Romanesk yapılar bodur ve hantal görünümlü iç mekânları karanlık ve hüzünlü yapılardı.

Gotik mimarlar iç mekânlarda yeterli genişliği sağlayan sivri ve yüksek kemerler kullanarak Romanesk yapıların uygunsuz koşullarından kurtulma çaresini bulmuşlardı Üstelik kemerli payandalar kullanarak yan ağırlıkları desteklemesini de biliyorlardı Bu sayede duvarların üzerindeki büyük yük azaltılmış oluyordu Açılan büyük pencereler ve kullanılan renkli camlar iç mekânların tatsız karanlığını ve hüznünü yok ediyordu Zamanla yapıyı oluşturan çeşitli öğeler; kemerler payandalar sütunlar ve duvarlar tıpkı bir makinenin gerekli parçaları gibi bütün halinde uyumlu bir sistem biçimine dönüştü Yapının çeşitli öğelerini uyumlu bir biçimde örgütleyen bu bütüncül sistem Gotik stilin özünü ve Romanesk stilden ayrılmasını sağlayan ana niteliğini oluşturdu Kemerler payandalar sütunlar gibi teknik özellikler stili belirlemede ikinci plana düştü.

Violet-le-Duc’ün ünlü Gotik tanımına göre; "tümüyle Romanesk stilden ayrı evrimleşmiş olan Gotik stilin ayırt edici özelliği yapının tüm karakter ve görkeminin titizlikle örgütlenmiş ve içtenlikle uygulanmış bir sisteme bağlı olmasındadır"

Moore’un tanımlamasına göre; "Gotik mimari kısaca payandalar ve ayaklar tarafından taşınan bağımsız bir kemerler ağı ile bunların üzerine oturtulmuş bir çatının oluşturduğu bir yapı sistemidir Yapının tüm dengesi ağırlık ve karşı-ağırlıklar sayesinde sağlanmıştır Tüm sistem mimari koşullara ve sanatsal formlara uygun konularını doğadan alan yontularla bezenmittir Gotik dinsel inanç ile esinlenmiş ulusal ya da yöresel tutkularla uyarılmış laik zanaatkârların ürünü olan yaygın bir kilise mimarisidir"

Moore Gotik’in anahtarını payandalarda bulur Diğer uzmanlar farklı kuramlar sunarlar Porter’a göre temel nitelik kemerli çatıdır Phillips sivri kemerlerin tüm sistemin özü olduğunu ileri sürer Gould için en üstün değer taş çatılardadır Oysa Lethaby Gotik stilin özünü bu tür teknik özelliklerden çok yapının genel Orta Çağ karakterinde bulmaktadır.


Richard Dawkins "İlk İnsan Hiç Var Olmadı"




Richard Dawkins gençlere yönelik olarak Evren, Dünya, canlılar ve diğer birçok konuya ilişkin sorulara bilimle cevap verdiği son kitabı The Magic of Reality'deki "İlk İnsan Kimdi?" adlı bölümde bahsi geçen, gözle görülemeyen evrimi (diğer bir deyişle bakteri ve virüslerdeki kadar hızlı görülmeyen) kavrayabilmemiz için bir düşünce deneyi gerçekleştiriyor. Evrim sürekli devam eden bir süreç. Bu yüzden milyonlarca yıllık bir ağaç üzerinde sadece belli duraklardaki dallara bakarak çeşitli isimler veriyoruz: Homo sapiens (modern insan), Homo erectus, Homo neanderthalensis gibi... Hepsi bu zincirin bir devamı olduğundan ilk insan kimdi sorusu da anlamını yitiriyor. Önce bebek, sonra çocuk, sonra yetişkin, en sonunda da yaşlanmamız gibi bu kesintisiz süreç hep devam ediyor ve bebeklik, çocukluk vs. diye adlandırdığımız, ancak kendimizde göremediğimiz bu aşamaları fotoğraf karelerine aldığımızda bir ayrım yapabiliyoruz ancak.