Jean-Jacques Rousseau bir özgürlük filozofudur.
Bu bağlamda sivil toplumun çelişkilerini sorgulamış ve bu sorgulamayı
gerçekleştirirken de “insan-yurttaş, doğa-toplum, kır-kent ilişkilerini”
öne çıkarmıştır. Onun felsefesinde insan doğuştan iyidir ama toplum
tarafından asıl doğasından uzaklaştırılmış ve doğal özgürlüğünü yitirmiş
bir konumdadır. Rousseau’nun ereği, toplumda dolayımsız birliğin
yeniden kurulması amacıyla bireylere gerçek bir toplum sözleşmesi
sunarak sivil özgürlüğün sağlanmasıdır.
“18. yüzyılın sonunda Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau sıradan insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır; halk için konuşurken kendisi için konuşmuştur.” O, 18. yy’da “cumhuriyetçi” istemleri köktenci bir biçimde dile getiren ilk düşünürdür ve bu bağlamda reformist nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Goethe’nin dediği gibi, “Voltaire nasıl bir dünyanın sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır.”
Pedagoji üzerine düşünceler ancak bir psikolojiye ya da daha doğrusu bir teolojiyle belirtik bir biçimde doğrulanan bir antropolojiye dayanırlarsa anlam kazanırlar. “insan doğasının romanı” olarak adlandırılan ve mutluluğun yollarının arandığı Emile’in sırrı budur. J.-J. Rousseau, “insanın ilksel iyiliği üzerine bir çalışma” olarak tanımladığı bu yapıtıyla, pedagoji, dinsel duyarlılık tarihi (Savoie’lı Rahibin inanç Açıklaması) ve doğal çevre bilinci konusunda bir çığır açmıştır.
“18. yüzyılın sonunda Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau sıradan insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır; halk için konuşurken kendisi için konuşmuştur.” O, 18. yy’da “cumhuriyetçi” istemleri köktenci bir biçimde dile getiren ilk düşünürdür ve bu bağlamda reformist nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Goethe’nin dediği gibi, “Voltaire nasıl bir dünyanın sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır.”
Pedagoji üzerine düşünceler ancak bir psikolojiye ya da daha doğrusu bir teolojiyle belirtik bir biçimde doğrulanan bir antropolojiye dayanırlarsa anlam kazanırlar. “insan doğasının romanı” olarak adlandırılan ve mutluluğun yollarının arandığı Emile’in sırrı budur. J.-J. Rousseau, “insanın ilksel iyiliği üzerine bir çalışma” olarak tanımladığı bu yapıtıyla, pedagoji, dinsel duyarlılık tarihi (Savoie’lı Rahibin inanç Açıklaması) ve doğal çevre bilinci konusunda bir çığır açmıştır.
- - - - -
Jean-Jacques Rousseau'nun "en iyi ve en önemli kitabım" dediği Emile ya da Eğitim Üzerine, çocukların felsefi açıdan zengin ve düzenli bir yaşam sürebilmeleri için nasıl yetiştirilmeleri gerektiğiyle ilgili okuru yönlendirerek eğitimin ve insanın doğasını inceler. Locke ve Platon gibi düşünürlerle hesaplaşırken dönemine yönelik eleştirel bir bakış da geliştirir. Çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi dikkate alınarak bölümlendirilmiş olan Emile, bir gencin elde edeceği faydaların, değerlerin ve terbiyenin ona nasıl sunulacağına dair bir yol haritası çizer. Çocukların eğitimiyle ilgili olarak anne babaların ve eğitimcilerin sorumluluklarını ve görevlerini anlatır. Rousseau aklı överken, çocukların yalnızca kitaplar aracılığıyla değil, somut dünyayı ve gerçeği keşfederek deneyim sahibi olması gerektiğini vurgular.
"Jean-Jacques Rousseau, insanlar hakkında bildiklerini, mutsuzlukları ve yetenekleri konusunda düşündüklerini, yaşayan kuşağa her zaman umut bağlamak gerektiğine olan inancını Emile'de dile getirmiştir."-Pierre Burgelin
"Jean-Jacques Rousseau, insanlar hakkında bildiklerini, mutsuzlukları ve yetenekleri konusunda düşündüklerini, yaşayan kuşağa her zaman umut bağlamak gerektiğine olan inancını Emile'de dile getirmiştir."-Pierre Burgelin
"Yobazlardan uzak durun. Onlarla ilişki kadar zararlı bir şey yoktur.
Onların o karanlık gururlarının tedavi edilmesi kesinlikle mümkün değildir;
ya egemen olmak isterler ya da zarar verirler.
Dostluklarına güvenilmez,
nefret duyguları kesinlikle yumuşamaz;
açgözlü, hırslı, kıskanç, fırıldaktırlar;
intikam peşinde koşarlar;
her işleri gizli kapaklıdır
ve
sürekli başkalarının yaşamlarını gözlerler.
Ve hoşlarına gitmeyen işler yaptığınızda
kendi aralarında oluşturdukları güçbirliğinin gazabından kurtulmak mümkün değidir.
En doğrusu onlardan uzak durmaktır.
Kendilerinden uzak duranı hor görürler ama onları terk eden korkmalıdır." Jean-Jacques Rousseau
Rousseau Ortaçağ kilisesinin dogmalarına karşı “aklı” öne çıkaran bir “Aydınlanma Çağı” filozofu olduğu kadar, modernitenin getirdiği bozulmalara karşı doğayı, şehre karşı da kırı savunan romantizmin öncü yazarlarından biri olarak da kabul edilmektedir. Kitapları ile zamanının ahlaksal, toplumsal ve siyasal düşüncelerine yön veren Rousseau Fransız Devrimine ideolojik alt yapı hazırlayan düşünürlerin başında gelmektedir.
Rousseau kendinden önceki “Sözleşme Kuramcıları” gibi, sözleşme öncesini durumu “Doğa Durumu” ile izah eder. Hobbes’a göre; Doğa Durumu’nda insanlar birbiri ile kavgalıdır ve bir savaş durumu söz konusudur. Mutlak egemen (Leviathan) gelerek bu duruma son verir ve insanlar sözleşme sonucu bu egemene mutlak olarak itaat ederler. J. Locke’da ise Doğa Durumu’nda insanlar barış içindedir. Sözleşme neticesinde mülkiyetlerini korumak için bir araya gelirler ve egemenliği parlamento ile kısıtlanmış bir hükümdara itaat ederler. Rousseau’da da doğa durumunda insanlar barış içinde olsalar da, mülkiyetin oluşumu kargaşa yaratmıştır. Bu sebeple bir sözleşme ile kendilerinden oluşan bir “Genel İrade”ye özgürlüklerini teslim etme ihtiyacı hissederler.