06 Mart 2019

Theodore Zeldin



 İster başka insanlar, ister mekanlar söz konusu olsun, sıkıcı rutinlerden kurtulma isteği ve cesaretini, karşılaşmalar ilham eder. İki insanın bir araya gelmesinin hiçbir sonuç doğurmadığı her karşılaşmada, ziyan olmuş fırsat yatar. Çoğu karşılaşmada, temkinli davranma ve gururunu koruma dürtüsü, düşüncelerin içtenlikle dile getirilmesine hala izin vermiyor. Dünyanın gürültüsü sessizliklerden kurulu. 


Ayn Rand "Objektivizm"

Ayn Rand, eserlerinde kendisinin geliştirdiği objektivizmi savunan Amerikalı yazar ve filozoftur. Kendisi de felsefî bir çerçeve olmadan insanın varoluşunun açıklayamayacağını düşündüğünden, kendini roman yazarı olmasının yanında bir filozof olarak da görmüştür. Rand, düşüncesinin hareket noktası olarak bireyi esas alır. Sadece bireyler eylemde bulunabildiğinden ve toplum, halk gibi kolektivist terimlerin kendilerini oluşturan bireyler dışında bir varlıkları olmadığından, objektivist etiğin öznesi bireydir. Bu bakımdan bireyin yaşamı, onun için en birincil değerdir. Rand’ın fikirleri oldukça tartışmalıdır. Çünkü kolektivizmi ve fedakârlığı ahlaksızlık olarak nitelerken, bencilliği ve egoizmi katı bir şekilde savunur. ‘’İnsan ve ahlakı kurtarmak için, kişinin kurtarması gereken şey ‘bencillik’ kavramıdır.’’ (Rand, 2008, s.7). Ona göre her insan kendi hayatından sorumludur ve bu sebeple, iyi yaşamak isteyen her kimse kişisel faydasını maksimize etmelidir. Bunu yaparken de doğal olarak kendisini feda etmekten kaçınmalıdır. Rand, objektivist görüşüne bağlı kalarak siyaset teorisinde iç ve dış güvenliği sağlayacak bir devleti ve bırakınız yapsınlar kapitalizmini savunur. Ona göre devletin tek ahlaki amacı, insan haklarını korumaktır. Bu sebeple başkasının mülkiyetine şiddet kullanarak el atmanın hırsızlık olduğunu savunan Rand, kapitalizm için ahlaki bir zemin inşa eder. Ona göre kapitalizmin savunulma gerekçesi fayda değil ahlaki olmalıdır. ‘’Kapitalizmin ahlaki gerekçesi, insanın rasyonel doğasıyla uyumlu tek sistem olması, yani insanın insan olarak hayatta kalmasını koruması ve egemen ilkesinin adalet olmasıdır.’’ (Rand, 1986, s?). Yazının devamında, Rand’ın objektivist felsefesinin dayanakları olan objektif gerçeklik, akılcılık, bencillik-objektivist ahlak ve kapitalizm açıklanacak daha sonrasında ise Rand hakkında yanlış sorulara cevap verilecektir.

1) Objektif Gerçeklik

‘’Dilemek, gerçekleştirmez.’’

Rand’ın ortaya koyduğu objektivizmin anlaşılması için, adından da görülebileceği gibi objektif gerçekliğin ne olduğu açıklanmalıdır. Objektivizm; varoluş, bilinç ve özdeşlik aksiyomlarını içerir. ‘’Aksiyom dediğimiz şey ise herhangi bir kanıt gerektirmeksizin doğrudan algılanan ve yaşanan şeylerdir.’’ (Alıntılayan Altunya ve Doğan, 2019, s.10).

Rand, objektivizm felsefesine ilk olarak varlığın var olduğunu kabul ederek başlar. Varoluş, diğer aksiyomların içinde en temel olanıdır. A, A’dır. Bunun hiçbir çelişkisi veya istisnası olamaz. Gerçeklik mutlaktır ve değişmezdir. Bu sebeple gerçeklik; esnek veya değişken değil, algılayanın düşüncelerinden bağımsız olarak vardır.

‘’Var olmak belirli bir kimliğe sahip olmak için bir şey olmaktır. …Hiçbir tutkulu dilek, umutsuz özlem ya da umutlu yalvarma, gerçekleri değiştiremez. Gerçekleri görmezden gelmek ya da kaçırmak da onları silmeyecektir: gerçekler değişmez, değişmezdir.’’ (Rand, t.y)

‘’Objektif gerçeklik, insanın duygularından, beklentilerinden ve bilincinden bağımsız olarak var olan bir gerçekliktir.’’ (Saral ve Yetiş, 2014, ss.10-11). Fakat gerçeklik, bize sadece şeylerin var olduğunu gösterirken, onların doğası hakkında bilgi vermez. İnsanlar, akıllarıyla gerçekliği algılayabilirler ki bu da düşünmenin kendisidir. Bu sebeple akıl, gerçekliği anlamanın ve rasyonel olmanın tek ve biricik yoludur. Aklı devre dışı bırakacak olan her şey, irrasyonelliğe sebep olacağından insanın gerçekle olan bağlantısını koparır. Eğer insanın aklı devre dışı kalırsa, gerçekliği kavrayamayacağından, hayatını yönlendirmek için elinde kalan tek şey sezgi olacaktır. Fakat sezgi, gerçekliği anlamamızın bir yolu değildir. Şu durumda Rand; gerçekliği akılda değil, fakat inançta arayanları mistisizme yönelmekle suçlar. Dini, aklın teslimiyeti olarak görür ve doğrudan hesap verilemeyen bir tanrıya inanmanın, insanı gerçeklikten kopardığından irrasyonel olduğunu söyler. Benzer şekilde toplumun ahlakın kaynağı olduğu görüşünü ve fedâkarlığın savunucularını da beden mistiği olarak adlandırır. Objektivizm felsefesine göre, gerçekliği algılamanın tek yolu olan akıl, herhangi bir sebeple feda edilmemelidir.

İkinci aksiyom, bilinç aksiyomudur. Bilinç, var olan şeyleri algılama yeteneğidir. Bir şey algılandığı andan itibaren, onu algılayan tarafından varlığı fark edilmiş olur. İnsanın kendi varlığını ve çevresindeki varlıkları algılamasını sağlayan şey bilincidir. Bilinç aksiyomu da reddedilebilir değildir. Bilinci reddetmek, bilinçli bir insan eylemi gerektirdiğinden, bilincin varlığının kanıtıdır.

‘’Rand’a göre insanın algıladığı şey var demektir ve kişi ancak bir bilince sahip olarak var olur, çünkü bilinç var olanı algılayabilme gücüdür. Eğer hiçbir şey var değilse bilinç de var olamaz. Bilinçlendirecek hiçbir şeyi olmayan bir bilinç, içten çelişkili ya da terimler arasında bir çelişmeyi ifade etmektedir. Kendinden başka hiçbir şeyin bilincinde olmayan bir bilinç de terimlerde bir çelişki dile getirir. Kendini bir bilinç olarak tanımlamadan ya da kimliklendirmeden önce, bir şeylerin bilincinde olması şarttır.’’ (İspir,? ,s.510)

Fakat varlık aksiyomuyla karşılaştırıldığında, bilinç aksiyomu onun aşağısındadır. Çünkü varoluş bilinçten önce gelir. ‘’Rand’a göre bilincin olması bir şeylerin varlığı ile mümkün olur. Çünkü bilinç, bilinçlendirilecek şeylere ihtiyaç duyar. Bilincin bilinçlendirilecek hiçbir şeyi olmaması ona göre ortaya bir çelişkiyi çıkarır.’’ (Altunya ve Doğan, 2019, s.18). Bir şeyin algılanması için öncelikle var olması gerekir. Aksi halde olmayan bir şey algılanamaz. Varoluş ise onu algılayandan bağımsız olarak vardır. O halde algılamak için varlığa ihtiyaç duyan bilinç, varoluşa bağımlıdır.

Üçüncü aksiyom, özdeşlik aksiyomudur. Özdeşlik, bir şeyin kendisi olması anlamına geldiğinden, varoluş kendi içinde özdeşliği barındırır. Her şey kendisidir. Yani A, A’dır. ‘’Var olmak bir şey olmaktır, belirli bir kimliğe sahip olmaktır. Bu Özdeşlik Yasasıdır: A, A'dır.’’ (Rand, t.y). Var olmak, şey olmak anlamına geldiğinden, varoluş ve kimlik birbirinden ayrılamazlar. ‘’Rand’ın var oluş ve kimlik aksiyomlarını bütünleştirmesi sonucu yeni bir sonuca ulaşılır. Buna göre “varoluş kimliktir, bilinç de kimliklendirmedir” (Alıntılayan Saral ve Yetiş, 2014 , s.14)

2) Akılcılık

‘’Hem pastam dursun, hem karnım doysun olmaz.’’

Rand’a göre gerçekliği anlamamızı sağlayan tek şey akıldır. O halde doğru bilgiye akıl yoluyla ulaşabilir. Böylelikle insan, eylemlerini ve yaşamını yönlendirebilir. ‘’İnsanın temel hayatta kalma aracı akıl olduğundan, akılcı bir varlığın hayatı için uygun olan şey iyidir. Ona karşı çıkan, onu devre dışı bırakan veya yok eden şey ise, kötüdür.’’ (Rand, 2008, s.28). Fakat insanların hayatta kalmak için hayvanlar gibi otomatik hareketleri yoktur. İnsanın hayatta kalmasını sağlayan akıl, otomatik olarak çalışmaz. Düşünmek için çaba gerekir. Rand’a göre düşünmekten kaçmak, insanın aklına çekilmiş bir sis perdesidir. Düşünmeyi bırakmak realiteyi, yani A’nın A olduğunu değiştirmez. Sadece kişinin, onun yaratacağı sorumluluklara göz yummasını sağlar. Bu yüzden düşünmeyen insan, realiteyi kavramayı reddetmiş, dolayısıyla ahlaksız bir iş yapmıştır. ‘’Ayn Rand için ‘Hem pastam dursun, hem karnım doysun’ demek, özdeşlik ilkesine (A=A) aykırı olduğu için irrasyonel ve dolayısıyla da ahlaksız bir talepte bulunmak demektir. İnsan ancak rasyonalite ile hayatta kalabileceği için, irrasyonel olan yani akla aykırı olan şey aynı zamanda insan için kötüdür.’’ (Demirel, 2021, s.70).

Ahlakın da objektif olduğuna inanan Rand’a göre, dünyayı kavramak için tek aracımız olan aklın feda edilmesi kötüdür ve ahlaksızlıktır. Bu noktadan hareketle objektivizm; dini, bilgiyi duygularla eş değer tutmak olarak gördüğü için bir dine inanmak mantık dışıdır. Aynı sebeple iyiliğin standardını; hesap verilemeyen ve keyfi olarak tanrının iradesine bağlamayı da gerçeklikten kopuk olarak yorumlar. ‘’Kişi akıldan vazgeçip dine yöneldiğinde, realitenin mutlaklığını reddettiğinde, kendi bilincinin mutlaklığına zarar verir ve kişinin beyni kendisinin artık güvenemeyeceği bir organ haline gelir…’’ (Rand, 2008, s.52). Sonuçta Rand, bir dine inananları ruh mistikleri olarak adlandırır. Fakat mistisizmi sadece inançla sınırlı tutmaz. Ona göre, ruh mistiklerinin yerini artık beden mistikleri almıştır. Beden mistiklerine göre, artık iyinin standardını belirleyen şey toplumdur. Toplumcu etik anlayışına göreyse, bir insanın yaşamı kendisine ait değildir. Kişinin yaşama amacı, başkalarına hizmet etmek ve kendisini başkaları adına feda etmektir. Aksine Rand, yaşamı en yüksek değer olarak gördüğünden ve her insanın yaşamının kendisine ait olduğunu savunduğundan, insanın kendisini feda etmesini uygun bulmaz.

3) Bencillik ve Objektivist Ahlak

‘’İnsan kendi içinde amaçtır.’’

Rand’ın, muhtemelen en çok tartışma yaratan düşüncesi bencilliktir. Çünkü ona göre her insanın kendi kişisel çıkarını maksimize etmesi rasyoneldir ve bunu yapmalıdır. ‘’Yani Rand’a göre kişi ahlak hususunda da rasyonel çıkarlarının peşinde olmalı, bu uğurda ahlaki eylemlerde bulunmalıdır. Immanuel Kant’ın deontolojisinin tam aksine, çıkar beklentisi, ahlaki eylemin ana sebebidir.’’ (Demirel, 2021, s.71). Diğer bir deyişle, objektivist ahlak görüşü, kişinin kendi çıkarı için faaliyette bulunmasını ve faaliyette bulunanın daima kendi eyleminin faydalananı olması gerektiğini savunur. Bir insanın kendini feda etmesi, kendi faydasını sıfırlayacağından, böyle bir eylem ahlaken reddedilmelidir.

Bu noktada, bencillikten neyin anlaşılması gerektiği önemlidir. Bencillik tam anlamıyla, kişinin kendi çıkarlarıyla ilgilenmesi anlamına gelir. Fakat bu içeriği tamamen boş olan, yani hiçbir ahlaki değerlendirme içermeyen bir tanımlamadır. Açmak gerekirse, bencillik; kişinin kendi çıkarlarıyla ilgilenmesini ifade ederken, bunun iyi veya kötü bir davranış olduğunu belirtmez. Her insanın hayatı kendisine ait olduğundan, dünyayı anlamasında ve hayatını devam ettirmesinde tüm sorumluluğu kendisine aittir. Bu sorumluluğu da akıl yoluyla alır. Durum böyleyken, bir insanın kendi çıkarlarıyla ilgilenmesi olması gereken doğal durumdur. ‘’…insanın hayatta kalmayı kendi çabasıyla becermesi gerektiği için, bir insanın kendi çıkarının peşinde koşmasının kötü olduğu düşüncesi insanın yaşama arzusunun da kötü olduğu, yani insanın hayatının da kendi başına kötü olduğu anlamına gelir. Hiçbir düşünce bundan daha kötü olamaz.’’ (Rand, 2008, s.6). Eğer kendi hayatının ve aklının sahibi kişi, kendi çıkarlarıyla ilgilenmeyecekse, kimin çıkarlarıyla ilgilenecektir?

Rand, bencilce ve kendine fayda sağlayan davranışları, ahlak kavramının dışında tutanlara ve ahlak kavramını, kişinin eylemine değil de faydalanana göre belirlenmesine karşı çıkar. Kişi, kendi hayatının sahibi olduğundan ve hayatını devam ettirmek için eylemde bulunma zorunluluğu olduğundan, yapacağı eylemde bir yol göstericiye muhtaçtır. Bu yüzden Rand, bir yol gösterici olan ahlakın, eylemi yapanın kendisine fayda sağladığı durumları da kapsadığını savunur.

‘’Ahlakın bu faydalanan kriterinin bir insanın hayatını ne hale getirdiğine bir bakalım. İnsanın öğrendiği ilk şey, ahlakın onun düşmanı olduğudur; insanın ahlaktan kazanacağı hiçbir şey yoktur, sadece kaybedeceği şeyler vardır… (kolektivizmin savunucularına göre) Bir feragat davranışında bulunduğu zamanlar dışında, bu kişi hiçbir ahlaki öneme sahip değildir. Ahlak onu kapsamaz ve hayatıyla ilgili önemli konularda rehberlik etmesi için ahlakın ona söyleyeceği hiçbir şey yoktur; bu onun şahsi ‘bencil’ hayatıdır ve bu haliyle bu hayat, kötü veya en iyi ihtimalle ahlakla ilgisiz kabul edilir.’’ (Rand, 2008, s.6)

Bencilliğin karşısında olan alturizm, insanın kendisi için yaşamasına karşıdır. ‘’Alturizm, nihai amacı ve değer standardı olarak ölümü görür ve kendini mahvetmek, feragat etme, vazgeçme, kendini yalanlama ve diğer tüm ıstırap şekillerinin alturizmin tavsiye ettiği erdemler olması mantıklıdır.’’ (Rand, 2008, s.46). Alturizmin temel öğüdü şudur ki her insan, daha değerli bir şeyi, daha değersiz bir şey uğruna feda etmelidir. Buna kişinin kendi hayatını, kolektifin hayatına feda etmesi de dâhildir. Eğer kişi, bir isteği kendisi için değil fakat karşısındaki istiyor diye yapıyorsa ve eylemden hiçbir çıkarı yoksa kendisini feda ediyor demektir. İşte bu noktada fedakârlığın savunucuları, insanı adeta kurbanlık bir koyun olarak görerek, hayatın amacını kendini bir başkasına feda etmekte görür.

Alturizmin tamamen karşısında olan Rand, bu görüşün kabul görmesinden oldukça rahatsızdır. Çünkü en ahlaksız talepler ve eylemler, ‘’kendini feda etmek’’ altında meşrulaştırılabilmektedir. ‘’Bir diktatör de ahlaklı görülmektedir, çünkü o tarifi mümkün olmayan gaddarlıkları kendisi için değil de ‘halk’ın çıkarı için yapmıştır.’’ (Rand, 2008, s.5). Dünya, kendisini bir dava uğruna feda ettiğini ileri süren kurtarıcılar(!) tarafından hep kana bulandı. Komünistler, işçileri; Hitler, Almanları; Stalin işçileri; Mao, köylüleri kurtarmak için milyonlarca insanı öldürdü. Bu katliamlar yapılırken kullanılan kelime hep ‘’biz’’ olmuştur. Devlet, ülke, halk, millet vb. için fedakârlık talep edenler, dünya üzerinde görülmemiş katliamlara yol açmıştır. Bu bakımdan her diktatörlük, insanlardan kendilerini daha büyük bir amaç uğruna feda etmesini talep ettiğinden, alturizme dayanır. Rand, eğer insanlar kendilerini bir başkası/ devlet/ toplum için feda edilecek hayvanlar olarak görmeseydi ve her insan kendi yaşamını bir değer olarak görseydi, milyonlarca insanın diktatörleri takip edip etmeyeceğini ve katliamların yaşanıp yaşanmayacağını kendimize sormamızı söylüyor. Bu sebeple Rand, alturizmin fedakârlığı övüşüne ve kolektivizme karşı asla hoş görülü davranmaz.

‘’Rand, Kant’ın yanında her şeyin idea olduğunu iddia eden Hegel’e, aklın olmadığını ve her şeyin madde olduğunu söyleyen ve herkesin feda edildiği bir düzeni savunan Marx’a, alturizm terimini icat eden Comte’a, bir eylemi gerçekleştirmeden önce ondan etkilenebilecek insanları düşünerek davranılması gerektiğini söyleyen Bentham’a, mutluluğun toplum refahında aranması gerektiğini iddia eden Spencer’a savaş açmıştır. Bunlardan Hayek de nasibini almıştır.’’ (Yaman ve Tarhan, 2021, s.203).

Rand, kolektivizmin getirdiği medeniyetsizleşme ve katliamlardan, tüm kolektivist filozofları sorumlu tutar.

‘’Medeni dünyayı yok etme tehdidinde bulunan çöküşten sorumlu olan şey, insanın ahlaksızlığı değildir, fakat insandan uygulaması istenen ahlakın tipidir. Sorumluluk alturizmin filozoflarına aittir. Kendi başarılarının oluşturduğu görüntüye şaşırmaları için ve insanın doğasını suçlamak için hiçbir sebep yoktur: insanlar onlara itaat etmişlerdir ve onların ahlaki idealleri tam olarak gerçekleştirilmiştir.’’ (Rand, 2008, s.48)

Ona göre, bireycilik ve toplumculuk veya bencillik ve kolektivizm arasındaki farklar basit bir fikir ayrılığı olarak görülemez. Aralarındaki fark, yaşamla ölüm arasındaki fark kadar keskindir.

Rand, günümüzde çoğunlukla ahlakın kriteri olarak kabul görülen çoğunluk/halk görüşünü reddeder. Ona göre, ahlakı dinde arayan mistiklerin yerini, ahlakı toplumda arayan beden mistikleri almıştır. ‘’Sosyal etik teorisi tanrının yerine toplumu koyar ve her ne kadar asıl ilgisinin dünyadaki yaşam olduğunu iddia etse de, amacı insanın yaşamı değildir, bir bireyin yaşamı değildir; fakat vücudu olmayan bir varlığın, kişisinin kendisi hariç herkesi içeren kolektifin yaşamıdır. Birey açısından, onun ahlaki görevi, kendini düşünmeyen, sessiz, hakları olmayan, başkalarının ihtiyaçlarının, taleplerinin ve isteklerinin bir kölesi olmaktır.’’ (Rand, 2008, s.47). Bu, toplumun veya sıklıkla olduğu gibi toplumun temsilcisi olduğunu iddia eden kişilerin, gerekli sayıyı topladığı takdirde dilediği her şeyi yapabildiği anlamına gelir. Fakat çoğunluğun görüşü, A’nın A olduğunu, yani gerçekliği değiştirmez. Çoğunluğun, azınlığın katledilmesine rıza göstermesi, bu eylemin bir cinayet olduğunu değiştirmez. Bu yüzden sosyal-etik teorisi, hiçbir şekilde bir ahlak ölçüsü veya standardı olduğu kabul edilmemelidir. Aksi halde bu etik teorisinin varacağı nokta katliam veya daha iyimser bir şekilde soygunculuk olacaktır. Sosyal-etik teorisinin varlık abideleri ise Komünist Çin, Komünist Rusya ve Hitler dönemi Almanya’dır. Bu bakımdan Rand, ahlakı çoğunluğun faydasına göre hesaplayanlara iyi niyetle bakılmaması gerektiğini söyler (Alıntılayan Biddle, 2012):

“En büyük sayı için en büyük fayda, insanlığa yutturulmuş, gelmiş geçmiş en ahlaksız sloganlardan biridir. Bu sloganın somut ve spesifik bir anlamı yoktur. Onu iyi niyetli bir şekilde yorumlamanın bir yolu yoktur, fakat en felaket eylemleri haklı çıkarmak için kullanılabileceği birçok yolu vardır. Bu slogandaki faydanın tanımı nedir? En büyük sayı için iyi olan neyse o, bunun dışında hiçbir şey. Herhangi bir konuda, en büyük sayı için neyin iyi olduğuna kim karar verir? Neden en büyük sayı? Bunu ahlaki olarak kabul ederseniz, pratikte bu sloganın uygulamaları olan şu örnekleri kabul etmek zorunda kalacaksınız: İnsanlığın %51’i, geri kalan %49’unu köleleştirebilir; dokuz aç yamyam aralarındaki onuncuyu yiyebilir; bir çete, topluluk için tehlikeli olduğunu düşündükleri bir insanı linç ederek öldürebilir. Almanya’da, 70 milyon Alman ve 600 bin Yahudi vardı. En büyük sayı (Almanlar) Nazi hükümetini destekledi. Bu da onlara en büyük faydanın daha küçük sayıyı (Yahudiler) yok ederek ve mülkiyetlerine el koyarak sağlanabileceğini söyledi. Teoride kabul edilen rezalet sloganın pratikteki yansıması dehşetti. Yine de diyebilirsiniz ki, tüm bu örneklerdeki çoğunluk kendileri için de doğru dürüst bir fayda elde etmedi ki? Hayır, etmediler. Çünkü fayda ne sayı hesabıyla belirlenir, ne de birini diğerine feda etmekle elde edilir.’’

Ahlaki göreceliliği de reddeden Rand’a göre (2008) ‘’Hiçbir şey bir kültürü veya bir insanın karakterini ahlaki agnostisizm kadar mükemmel şekilde yozlaştıramaz. Ahlaki agnostisizm, insanın ahlak yargısını başkalarına asla aktarmaması gerektiği, kişinin ahlak olarak her şeye karşı hoşgörülü olması gerektiği, ‘iyi’nin iyi-kötü ayrımını yapmamayı da içerdiği fikridir.’’ (s.105). Böyle bir ilkeden adalet veya eşit muamele görmek beklenmemelidir, bu ilkenin zarar görenleri açıktır. ‘’Sübjektivist etik teorisi kesinlikle bir teori değildir, fakat etiğin devre dışı bırakılmasıdır.’’ (Rand, 2008, s.47). Ona göre, insanları ahlaki agnostisizmi benimseye iten şey sorumluluk duygusundan kaçmaktır. Yukarıda da açıklandığı üzere düşünmeyi reddetmek A’nın A olduğunu değiştirmez. Sorumluluktan kaçan kişiyse gerçekliği değiştirmemekte, sadece ona gözlerini yummaktadır. Fakat insanlar hayatlarını devam ettirebilmek için eylemde bulunmak zorundadırlar. Eylemler var olduğu müddetçe ahlaki değerlerden kaçış yoktur. İnsanın, ahlaki değerlerini karşı tarafa aktarmaktan çekinmemesini söyleyen Rand’a göre (2008):

‘’Eğer insanlar aşağılık bir yalancının, iyi bir şey kastettiği; aylak bir serserinin, kendine engel olamadığı; genç bir suçlunun, sevgiye ihtiyaç duyduğu; bir suçlunun, daha iyisini bilmediği; bir güç düşkünü politikacının, kamu yararı yurtsever amacı ile yönlendirildiği; komünistlerin sadece tarım reformcuları oldukları iddialarında olduğu gibi aşağılık kaçınmacılıklara yüz vermeselerdi, geçen birkaç on yılın veya birkaç yüzyılın tarihi farklı olurdu.’’ (s.109).

Rand, kolektivistlerin aksine, bencil ve kendi çıkarları peşinden koşan insanların medeniyetin kurucuları olduğunu savunur. Bu yüzden aklını kullanıp düşünenleri, bir şeyler üretenleri ki Rand bunlardan çoğunlukla iş adamlarını ve patronlarını kasteder, dünyanın itici güçleri olarak görür. ‘’…az bulunan deha ve yetenek sahibini, her yerde bulunan kas ve beden işçisiyle eşit duruma çekmeye çalışmak, deha ve yetenek sahibinin aşağı çekilmesi, dolayısıyla sömürülmesi ve başarısından dolayı cezalandırılması anlamına gelir.’’ (Alıntılayan Demirel, 2021, s.71). Rand’a göre, örneğin bir fabrikada çalışan kişinin ücreti, sadece onun çalışması için değil fakat o fabrikayı kuran tüm üretici deha için verilir. Bu dehalar; fabrikayı kuran sanayici, parasını biriktirip risk alan yatırımcı, makineleri çizip tasarlayan mühendis, zamanını harcayıp bir şey icat eden mucit… Eğer bu dehalar olmasaydı, bir işçinin kazanacağı tek şey günlerce çalışıp üretebildiği bir parça eşyanın değeri kadar olurdu. Fakat bu duruma rağmen Rand, patronların her türlü hakarete uğramasını, vasıfsızlığın ve aklı kullanmamanın yüceltilmesini eleştirir.

Egoizmi güçlü bir şekilde savunan Rand, insan ilişkilerinde de objektivizme göre hareket edilmesini söyler. Akılcı çıkarın birbiriyle çatışmayacağını, kazanılmamış bir şeyi istemeyen, kurban etme içermeyen, diğer bir insanla karşılıklı değer değişimi yaparak alışverişe dayalı ilişki kurulması gerektiğini savunur. Bu bakımdan sadece maddi değil, manevi konularda da alışveriş prensibi takip edilmelidir. Rand’a göre bir kişinin sevebilmesi için öncelikle kendisini sevmesi, kendisine değer vermesi gerekir. Kendisine değer vermeyen kişi, tek sahibi olduğu hayata önem vermiyor, dolayısıyla aklını potansiyelinde kullanmıyor demektir. Bu sebeple değer verme mekanizmasını kullanmamayı seçen kişi, başka bir şeyi de sevemez. ‘’Sevmek değer vermektir. Sadece akılcı ve bencil, kendisine saygısı olan bir kişi sevebilir. …Kendisine değer vermeyen bir kişi hiçbir şeye veya hiçbir kimseye değer veremez.’’ (Rand, 2008, s.43). Manevi konularda kullanılan para birimi farklı olmasına rağmen, alışveriş prensibi hala geçerlidir. ‘’Sevgi, arkadaşlık, saygı, hayran olma bir kişinin bir başkasının erdemlerine verdiği karşılıktır, bir kişinin diğer bir kişinin karakterinden elde ettiği kişisel, bencil memnuniyete karşılık olarak yapılan manevi ödemedir.’’ (Rand, 2008, s.42). Bu sebeple sevgi ve arkadaşlık tamamen bencil değerlerdir. Sevgi, bir insanın, sevdiği kişinin sırf mevcudiyetinden dolayı kişisel, bencil bir zevk duymasıdır. Bu bakımdan kişinin sevdiği kişilerle ilişki kurması veya paylaşım yapması bir fedakârlık değil, ödemedir. Eğer kişi, bu ödemeyi yapmıyorsa, karşısındakiyle herhangi bir ilişkisi olduğu söylenemez. ‘’Örneğin, eğer kişinin arkadaşı aç ise, kendisine gereksiz bazı eşyalar almak yerine yiyecek alması için arkadaşına para vermesi bir fedakârlık değil bir dürüstlüktür, çünkü arkadaşının esenliği kişinin kendi kişisel değerleri bakımından önemlidir. Eğer bu gereksiz eşyalar arkadaşının ıstırabından daha değerli ise, bu kişi aç kişinin arkadaşı olduğunu iddia edemez.’’ (Rand, 2008, s.66). Rand’ın bahsettiği bencillik ve bireycilik, hiçbir kimseyle ilişkiye girmeyen veya sadece maddi kâr hesabı yapan kişi değildir. Tam aksine kendi bencil değerleriyle uyuşan ve aynı zamanda manevi yarar hesabı yapan kişidir. Daha farklı bir duruma, örneğin boğulan bir kişinin hayatını kurtarıp, kurtarmama eylemine bakalım. Objektivist ahlaka göre, eğer kurtarılacak kişi bir yabancıysa, ancak kişinin kendi hayatına yönelik risk az düzeyde ise, boğulanı kurtarma ahlaken uygundur. Eğer tehlike büyükse, kurtarma eylemine kalkışmak ahlaka uygun değildir. Eğer kurtarılacak kişi bir yabancı değilse, o halde kişinin boğulmak için alacağı risk, sevdiği kişi için taşıdığı değer ile doğru orantılı olmalıdır. ‘’…karısının boğulmasına izin verirse, bu durumda hayatını yalnızlık ve sefalet içinde geçirirse, bu kişiye bencil denemeyecektir; bu kişi kendisine ve karısına ihanetten dolayı, yani kendi mutluluğu için şart olan bir değerin korunması mücadelesindeki başarısızlığından dolayı ahlaken kınanacaktır.’’ (Rand, 2008, s.65).

Objektivizme göre kişi, yapılan eylemde her zaman kendisini en ön plana koymalıdır. Bu sebeple mutluluğun kaynağı kişinin bencil çıkarları olmalıdır. Kişi, mutlu olmak için ne kendini başkalarına feda etmelidir ne de başkalarından kendisini feda etmesini beklemelidir. Duygusal ilişkilerde de prensibin değişmeyeceğini savunan, Rand (2008) aşkı şöyle tanımlar:

İnsanın kendisine sunabileceği çeşitli zevkler arasında en muhteşem olanı gururdur- kendi başarılarından ve kendi karakterinin yarattıklarından aldığı hazdır. Kişinin bir başka insanın karakteri ve başarılarından aldığı zevk hayranlıktır. Bu iki kavramın (gurur ve hayranlık) birleşmesinin en yüksek ifadesi romantik aşktır. …Bir kişi kendi değerlerini en iyi yansıtan kişiye aşık olur ve onu arzular.’’ (s.98).

Rand, bir eşin diğer eşi sevmekte hiçbir bencil çıkarının olmadığını söylemek ahlaksızca olacağını ve bunun da ötesinde imkânsız olacağını söyler. ‘’Bencil olmayan, kişisel duygularla ilgili olmayan bir sevgi, kavramsal bir çelişkidir ve kişinin değer verdiği şeylere kayıtsız olduğu anlamına gelir.’’ (Rand, 2008, s.63). Eğer eşlerden biri diğerine ‘’ Seninle, sadece senin iyiliğin için evleniyorum. Bundan hiçbir çıkarım yok. Bencillikten o kadar uzağım ki sırf senin iyiliğin için seninle evleniyorum.’’ deseydi, burada yanlış bir şeyin olduğu ortada olurdu. Bu durumda yanlış olan şey şudur ki, bencilce olmayan bir sevgi, kendini feda etmek olacağından, irrasyoneldir. O halde aşk da adeta bir iş sözleşmesi olarak görülmeli ve kendi değerlerinde ödeme yapılmalıdır. Sevgide bu değer erdemdir. Rand’a göre, insanları onlar için neler yaptığınız veya onların sizin için neler yaptıkları yüzünden sevmezsiniz. Onları erdem ve değerleri için seversiniz. Bu bakımdan sadece sevgiyi hak edenler sevilmelidir. Eğer biri sevilmek istiyorsa, yanlışlarını düzeltmeli ve bunu hak etmelidir.

4) Kapitalizm

‘’Bana ya özgürlüğümü verin ya da ölümü.’’

Objektivizm felsefesinin pratikteki görünüşü kapitalizmdir. Bu sebeple Rand için kapitalizm bir başlangıç değil, ahlak felsefesinin bir sonucudur. Rand’a göre kapitalizm; özel mülkiyet, gönüllü mübadele ve serbest piyasaya dayanan bir ekonomik sistemi ifade eder. Kapitalizm, ahlak ve adaleti birlikte sağladığından meşrulaştırılabilecek tek ekonomi modelidir. Çünkü kapitalizm, barışçıl bir mübadele ve aklını kullanan insanların sonuçlarını görme imkanı verir. Rand’ın kapitalizmden kastettiği, regülasyonsuz, tamamen bir laissez faire kapitalizmidir. Kilisenin devletten ayrılması gibi, ekonominin de devletten ayrılmasını savunur. Bu bakımdan Amerika’nın, bedava(!) sağlık, bedava(!) eğitim gibi sosyalist devlet programlarını eleştirir.

Rand, politik açıdan her ne kadar liberteryen bir devlet anlayışını savunsa da, adının liberteryenlerle beraber değil, kendi görüşü olan objektivizmle anılmasını ister. Walter Block (2000), Rand’ın liberteryenler hakkında şöyle düşündüğünü aktarıyor: ‘’ Rand, Liberteryen Parti adayı Hospers’a karşı Cumhuriyetçi Nixon’ı tercih etti. Hatta bir liberteryene oy vermektense, bir komüniste oy vereceğini söyleyecek kadar ileri gitti. Sadece bu kadar da değil, bizi hayatı boyunca göz ardı etti. Liberteryenler hakkında, şu kısa cümle dışında hiçbir şey yazmadı: ‘Hippiler.’’ (s.44). Fakat buna rağmen Rand, politik açıdan şu an bile liberteryenlerle beraber anılmaktadır. Politik açıdan objektivist görüş, liberteryenler gibi devleti katlanılması gereken bir kötülük olarak görür. Bu sebeple devleti olabildiğinde sınırlı tutmaya çalışan Rand’a göre, devletin tek görevi hukuk ve güvenliktir. Rand, tamamen özgür bir toplumda, devletin vergilendirmeyi gönüllülük esasına göre yapmasını savunur. Bu hizmetlere ihtiyaç duyanlar tıpkı sigorta için ödeme yapar gibi vergilerini ödeyecektir. Ödememeyi seçenlerse hukuk ve güvenlik hizmetinden faydalanamayacaktır. Ona göre zorunlu vergilendirme, hükümetin her şeye gücü yeten yönetici olarak görüldüğü zamanlardan bir kalıntıdır. Bu sebeple Rand, devletin varlığını kabul etmekle beraber, zorunlu vergilendirme yaptığı müddetçe devlete soyguncu demekten çekinmez. Devletin aşırı minimal olması gerektiğini savunan Rand’a göre, ‘’Bir hükümetin tek haklı ahlaki amacı insan haklarını korumaktır; yani insanı fiziksel şiddetten korumaktır- insanın kendi hayatı, kendi bağımsızlığı, kendi mülkiyeti, kendi mutluluğu peşinden koşma hakkını korumaktır. Mülkiyet hakları olmaksızın, başka hiçbir hakkın pratikte bir mana ifade etmesi mümkün değildir.’’ (Rand, 2008, s.45).

Hakların ahlak prensibi olduğunu düşünen Rand’a göre, bireysel haklar terimi gereksizdir. Çünkü sadece bireyler var olabileceğinden, herhangi bir kolektif grubun kendine ait varlığı olamayacağından, birey dışında hak sahibi olacak kimse yoktur. Sadece negatif haklar ‘’hak’’ statüsünde olabilir. Bu haklar, diğer insanların fiziksel zorlaması veya müdahalesinden bağımsız olma anlamına gelir. Negatif haklar birbiriyle çatışma içinde olmadan var olabilirler. Eğer birinin hak olarak öne sürdüğü şey, başka haklarla çelişiyorsa, bu bir bak değildir ve olamaz. . ‘’…eğer bir insanın pozitif bir hak olarak sağlık hizmeti almaya, bir doktorun da negatif bir hak olarak kendi emeğine sahip olmaya hakkı varsa, bir çatışma çıkacaktır.’’ (Alıntılayan Yaman ve Tarhan, 2021, s.140). Bazı taleplerin başına ‘’hak’’ sözcüğünün eklenmesi, o talebi hak kılmaz. Bu bakımdan ekonomik haklar, eğitim hakkı veya sağlık hakkı, bir başkasının özgürlüğü ve mülkiyetiyle çelişeceğinden meşru değildir. Bunlar gibi iyi niyet arkasına saklanarak, ahlaksız taleplerde bulunulamaz. Özgürlük, hiç kimseye hayatını devam ettirmede vaatte bulunmadığı gibi, çalışmasının karşılığını alacağını garanti etmez. Bu bakımdan özgür bir insan, bir diğer insanın zor durumda kalması halinde ona ipotek değildir.

‘’Özgür bir toplumda yoksullar ve özürlüler konusunda ne yapılmalıdır? Bu sorunun altında yatan alturist-kolektivist fikriyat, insanların kardeşlerinin koruyucusu oldukları ve bazılarının talihsizliklerinin diğerleri üzerinde ipotek olduğudur. …Onun ‘Herhangi bir şey yapılmalı mıdır?’ şeklinde değil fakat ‘Ne yapılmalıdır?’ şeklinde sorduğuna dikkat edin. Güya bu kolektivist fikir kabul edilmiştir de tek problem bu fikri gerçekleştirmekte kullanılacak araçların neler olduğudur. Bir defasında Barbara Branden’a bir öğrenic tarafından ’Objektivist bir toplumda yoksullar ne olacaktır?’ sorusu sorulmuş ve o, bu soruyu şöyle cevaplamıştır: ‘Eğer siz onlara yardım etmek isterseniz, kimse size engel olmayacaktır.’ …Başkalarına ne zaman yardım edecekleri ve yardım edip etmeyeceklerine münferit olarak insanlar karar verme hakkına sahiptir; organize bir politik sistem olarak toplum, bu konuda hiçbir hakka sahip değildir. (Rand, 2008, s.120)

Yoksullar hakkında ‘’toplumun’’ ne yapması gerektiğinin sorulması, şunun ön kabulüdür: Hiç kimse kendi hayatının sahibi değildir, toplum istediği talepleri ve kaprisleri zor kullanarak elde edebilir, ahlakın toplumun çoğunluğunun dışında hiçbir anlamı yoktur. ‘’…faydalananların sayısı davranışın niteliğini değiştirmez, sadece kurbanların sayısını artırır. Aslında, serserinin küçük bir ahlaki üstünlüğü vardır: Onun tüm bir ulusu mahvetme gücü bulunmamaktadır ve kurbanları da yasayla silahsızlandırılmış değildir.’’ (Rand, 2008, s.124). Ahlakın kaynağının toplum olduğunu kabul eden, ahlaksız ve saçma teoriyi uygulayan sosyalist ülkelerde insan hayatı hiçe sayılmıştır. Oysaki Rand’ın takip ettiği ahlaki ilke çok basittir: Herkes kendisinin sahibidir ve bir başkasının malına el atmak hırsızlıktır.

‘’İnsanlar birbirleriyle olan özel işlerinde bireysel haklara saygının zerresini anlıyorsa bile, bu zerre, insanlar kamusal konulara yöneldiğinde ortadan yok olmakta ve politik arenada kabilenin talepleri doğrultusunda herhangi bir bireyin kafasının niçin kıramayacağına dair herhangi bir açıklamayı algılayamayan bir mağara adamı ortaya çıkmaktadır. Bu gibi kabile zihniyetinin ayırt edici özelliği, insan yaşamını herhangi bir kamusal proje için bir saman, yakıt veya araç olarak görme şeklindeki tartışılmaz görüştür.’’(Rand, 2008, s.124-125)

Rand’ın acımasız görünen fikri, ahlakın ve mantığın en temel ilkelerine bağlı kaldığından, burada endişelenecek bir durum yoktur.

İş adamlarını dünyanın ‘’Atlas’’ları olarak gören Rand, çalışıp üreten insanların aşağılanmasından memnuniyet duymaz. Kalabalıkların, kendi servetini yaratmış kişilerin parasını, devlet eliyle yağmalamasını ve bu paranın yeniden dağıtılmasını meşru görmez. Bireysel hakların mutlak olduğunu savunan Rand’a göre, kişinin hakları toplum veya devlete değil, kendisine aittir. Bu sebeple haklar, oylamaya sunulamayacağı için zengin birinden para talep edilemez.

‘’Alturizm, beceriklilerin görevinin beceriksizlere hizmet etmek ve kendilerini, başkalarının ihtiyaçları için feda etmek olduğunu iddia ederek zekanın ödüllerini çalma peşindeyken, kabile fikri bir adım daha öteye gitmektedir: zekanın varlığını ve servet üretimindeki rolünü yalanlamaktadır. Serveti anonim bir kabile ürünü olarak görmek ve onun ‘yeniden dağıtımından bahsetmek ahlaken iğrençtir. Zenginliğin ayrım gözetmeyen, ortak bir işlemin sonucu olduğu, hepimizin bir şeyler yaptığı ve kimin ne yaptığını söylemenin imkansız olduğu ve bu nedenle bir tür eşitçi ‘dağıtımın’ gerekli olduğu görüşü, bir vahşiler sürüsünün sadece fiziksel güç ile kayaları hareket ettirdiği ilkel bir orman için geçerli olabilirdi.’’ (Rand, 2005, s.181).

İş adamlarının kâr peşinde koşmasını normal ve ahlaklı gören Rand, bencilliğin saklanmaması gerektiğini savunur. ‘’İşçileriniz gururlu bir şekilde ayağa kalkıp, ‘Hayatımızı kazanmak için çalışıyoruz. Ödülü hak ediyoruz ve elbette bunu almayı umuyoruz!’ diyorlar. …Peki o halde, neden işadamlarının köle olmaları bekleniyor?’’ (Rand, 2009, s.8).

Türkçeye ‘’Atlas Silkindi’’ olarak çevrilen kitabında Rand, Marx’ın ütopyasının aksine işçileri değil, Atlas’a benzettiği işverenleri greve çıkartır. Atlas ise mitolojide Zeus’a karşı geldiği için dünyayı sırtında taşımakla cezalandırılan bir tanrıdır. Ayn Rand’ın görüşüne göre, işveren sömürücü, işçi sömürülen değildir. Hatta çoğu zaman işveren, devlet tarafından yüksek vergiler, ruhsatlandırma yasaları ve regülasyonlarla sömürülür veya önü kapanır.

“Dünyaya gelmiş herkesin hiç çalışmadan yaşama hakkı olduğunu söylüyorlar, bunun tersini açıkça gösteren kanunlara aldırmaksızın her insanın asgari geçim standartlarına sahip olma hakkı olduğunu, kendisine yiyeceğini, giyeceğini, barınağını vermek gerektiğini ileri sürüyorlar. Bunun için hiçbir çaba göstermesi gerekmez, bu onun doğal ve doğuştan hakkıdır diyorlar. Vermek… Ama kimden alınarak vermek? Boşluk! Her insan, dünyada yaratılan teknolojik yararlarda eşit hakka sahiptir diyorlar. Yaratılan… Ama kimin tarafından? Boşluk! Sanayicilerin savunucusu pozunda gözükmüş korkaklar şimdi ekonomiyi şöyle tarif ediyorlar: ‘İnsanların sınırsız arzularıyla, sınırlı miktarda sunulan mallar arasında bir ayarlama.’ Sunulan… Ama kimin tarafından? Boşluk!” (Alıntılayan Demirel, 2021, s.70).

Romanın devamında, işyerlerine "kapalı" levhasını asıp giden Atlaslar, sömürülmek istemeyen bütün işverenler, ülkelerinden çekilir ve sadece laissez faire kapitalizminin hüküm sürdüğü bir ülke kurarlar. Kendisi için çalışıp, niyetlenmese bile başkalarının da hayat standartlarını yükselten Atlaslar olmadan dünya hiç iyi bir noktaya gitmez. İşverenlerinin onları sömürdüğünü iddia edenler, şikayet edecek kimseyi bulamadıkları o gün acı sonla yüzleşirler.

Rand Hakkımda Yanlış Sorular

1) Rand fakirlerden nefret mi ediyor?

Hayır. Bir konuşmasında, daha önce hiçbir kimsenin böyle saçma bir soru sormaya kalkışmadığını söyleyen Rand, fakirlerden nefret etmediğini fakat onların yaşayabilecekleri potansiyelde bir hayat yaşamadıklarını söylüyor. Benzer şekilde de aklın kullanılmamasının ve fakir olmanın övünülecek bir şey olmadığını belirtiyor. Konuşmasını Reverend Ike’tan alıntı yaparak bitiren Rand, sözünü şöyle tamamlıyor: ‘’Fakir birine yardım etmenin en iyi yolu, fakir biri olmamaktır.’’

2) Rand işçilerden nefret mi ediyor?

Hayır. Sahip-köle ilişkisinin aksine, işçi ve işveren arasındaki ilişki gönüllü olduğundan burada yanlış olan hiçbir şey yoktur. Rand’ın karşı çıktığı nokta, işverenlerin sömürücü olduğunun iddia edilmesi ve aklını kullanan insanların başarılarından dolayı aşağıya çekilmesidir. Yine Rand, hem işçinin hem de işverenin aralarında yaptıkları gönüllü sözleşmenin her iki taraf için de eşit derecede bağlayıcı olduğunu söyler.

3) Rand anarko-kapitalist mi?

Hayır. Her ne kadar Atlas Silkindi romanında patronların kurduğu ülke anarko-kapitalist bir toplum olduğu iddia edilse de ‘’William Thomas bu ütopyanın anarko kapitalist bir ütopya olduğunu belirtmektedir. Çünkü bir hakem vardır ama polis yoktur; bir lider vardır ama başbakan/bakan/cumhurbaşkanı yoktur; korsanlara sığınak olmaktadır ama askeri gücü yoktur.’’ (Yaman ve Tarhan, 2021, s.199), Rand, devletin meşruiyetini ve zorlama gücünün varlığını kabul eder. Bu yüzden Rand’ın siyasi teorisi, anarko-kapitalist olan Rothbard’ın siyasi teorisinden tamamen farklıdır. Rothbard, devleti soyguncu ve katil çetesi olarak adlandırır ve devamında hukuk ve güvenlik hizmetlerinin özelleşmesi gerektiğini savunur. Rand’a göreyse devlet, belirli topraklar üstünde hukuk ve güvenlik tekeli olmak zorundadır. ‘’Anarşi teorisinin son zamanlarda ortaya çıkan …versiyonu ‘rakip hükümetler’ olarak adlandırılan tuhaf bir saçmalıktır. …Bunlar, tekelci tek bir hükümet yerine aynı coğrafyada, bireysel vatandaşların yönetimi için rekabet eden …belli sayıda hükümet olması gerektiğini söylerler. İnsanların güce dayalı olarak engellenmesinin hükümetin vermek zorunda olduğu tek hizmet olduğunu unutmayın.’’ (Rand, 2008, s.171).

4) Rand, başkalarına yardım etmememiz gerektiğini mi öğütlüyor?

Hayır. Objektivizme göre, yardımı kendi tercihinle yapıyorsan ve hayattaki temel amacın bu değilse, başkalarına yardım edilebilirsin. Fakat Rand, yardımın ahlaki erdem olarak görülmesine karşı çıkar. Aksi takdirde bu, alturizmi desteklemek, bir yardım değil fakat bir fedakârlık yapmak olacaktır. Bu, diğer insanların refahını, kendisininkinden daha üstün tuttuğu, onlara yardım etmek için yaşadığı anlamına gelir. Bu durum, objektivist ahlaka uygun değildir.

Sonuç

Toparlamak gerekirse, Ayn Rand yazılarında; bencillik, rasyonalizm ve kapitalizm temellerine dayanan objektivizm görüşünü savunur. İnsanın yaşamını devam ettirmede ve gerçekliği algılamamız için tek aracımız olan akıl, ona göre en yüksek değerdir. İnsanlar yaşamlarını sürdürmeleri için edinecekleri bilgileri düşünmek zorundadır. Her insan kendi yaşamının sahibi olduğu ve kendi aklıyla düşünebildiği için, hayatta sadece kendi üzerinde sorumluluk vardır. O yüzden bencillik her ne kadar yaygın kullanımda kötülük olarak ifade edilse de, insanın hayatını devam ettirmede ilk düşünmesi gereken şey kendi çıkarlarıdır. Kendi çıkarları için hareket eden insanların hayatın her anlamında ticaret yapması gerekir. İş hayatında bir hizmetin karşılığı olarak para verilirken, insan ilişkilerinde ödeme şekli erdem olarak değişir. Ahlakın objektivist olarak var olduğunu gösteren Rand, ahlakı tanrıda arayanları ruh mistiği, toplumda veya çoğunlukta arayanları ise beden mistiği olarak adlandırır. Objektivist görüşünden hareketle bir başkasının malını zor kullanarak el atılmasını ahlaksız olarak nitelendiren Rand, devletin gönüllü olarak finanse edilmesini ve sadece hukuk ve güvenlik hizmetleri verecek kadar büyüyebileceğini ifade eder. Böylelikle kapitalizm için ahlaki bir temel inşa eder. Bu bakımdan Rand, dünyanın iyi niyet tüccarları tarafından yönlendirilmemesi; ahlaktan yoksun kişilerin iyi insanların erdemine ve düşünen insanların mallarına el atmaması için güçlü bir felsefe ve siyaset teorisi inşa etmiş filozof-yazardır.

Yazar - Can Kilercioglu

Kaynakça

ALTUNYA, H. & Doğan, N. Ayn Rand’ın Objektivizm Felsefesinde Araç Olarak Mantık ve Mantık İlkeleri. Mantık Araştırmaları Dergisi, 1(1), 6-35.

Block, W. E. (2000). Libertarianism vs. Objectivism: A Response to Peter Schwartz. Reason Paper, 26, 39-62.

Demirel, C. (2021). Ayn Rand’ın Egoizminde Ahlakın Temellendirilmesi ve Bağlayıcılığı Problemi. Felsefe Arkivi, (54), 63-80.

İSPİR, N. AYN RAND’IN SİYASET FELSEFESİNDE BİREYSEL HAKLARIN MUTLAKLIĞI SORUNU. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2), 509-521.

Rand, A. (t.y) ‘’Reality’’ Erişim Tarihi: 23 Ağustos 2021, https://aynrand.org/ideas/philosophy/

Rand, A. Branden, N., Greenspan, A. & Hessen, R. (1986). Capitalism: The unknown ideal. Penguin.

Rand, A.(2008). Bencilliğin Erdemi. Plato Film Yayınları: İstanbul

Rand, A., & Yayla, A. (2005). Kapitalizm nedir?. (Çev. N. Kandemir). Liberal Düşünce Dergisi, 37, 165-184.

Saral, T. Y. ve Yetiş, M. T. D. (2014). Kapitalizmin etik temeli: Ayn Rand ve Murray Rothbard’da serbest piyasa ideali (Doctoral dissertation, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı).

Yaman, S. ve Tarhan B. (2021). Liberteryenizmin Felsefi Temelleri. Liberus: İstanbul


Gabriel Garcia Marquez " İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır."



"Anlatmak İçin Yaşamak"


Michelangelo " Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuşturuncaya dek mermeri oydum."





A Kadir - Her şeye rağmen

Birden bakılınca
herkese benzer şeklin şemâilin,
bir kafa, iki kol, iki ayak
ve bir gövdeden müteşekkilsin.
Bir de yüreğin var ama
güneş renginde!
Ne bulutlarla dostluğun var,
ne yıldızlarla konuşmuşluğun,
ne de girdiğin var aynalardan içeri.
Kendi kendini nasıl seyreder insan, unutmuşsun,
görünce muazzam büyüklüğünü yeryüzünün
ve toprağın bereketini.
Yeryüzü büyüklüğüne büyüktür, evet,
ekmeği, yumurtası, tereyağı, üzümü,
balı, inciri, karpuzu,
–hulâsa bütün zevkler–
bir çocuk türküsü gibi fışkırıyor topraktan.
Nasıl hayran kalmaz onlara,
hepsinden mahrum bırakılmış
ve bir dost bakışından gayrı
verecek şeyi olmayan insan!
Gece yarısını vurur saatler.
Sen makina başındasın,
ben masa başında.
Uzaktayız birbirimizden demek.
Halbuki aynı şeylerdir düşündüğümüz:
Bütün şarkılardan güzel
bir parça peynir,
bir salkım üzüm,
bir dilim ekmek.
Ve yaşamak her şeye rağmen en önde!
 

1942, İstanbul