12 Şubat 2020

Soyadı Kanunu ve "Altay" soyadı

1966 yılında Fahrettin Altay Paşa, Altay kulübünü ziyaretinde Altay soyadını nasıl aldığını şöyle anlattı: “ Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa ile mütareke yıllarında İzmir’i ziyaretimizde Altay bir İngiliz donanma karması ile Alsancak’ta oynuyordu. Maçı beraber izledik. Altay çok güzel bir oyundan sonra İngilizleri yenince Ulu Önder çok duygulandı, gururlandı ve Altay için takdirlerini belirtti. Aradan epey zaman geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, İran ile bir sınır anlaşmazlığını halletmek üzere beni görevlendirdi ve Tebriz’e gittim. Tebriz’de bulunduğum sırada; Meclis'te soyadı kanunu müzakere edilmiş ve ittifakla Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadı verilmişti. Bütün yurt kendisini yeni soyadından dolayı tebrik ediyordu. Ben de hemen bir telgraf çekmiş ve kendilerini kutlamıştım. Atatürk’ten ertesi gün gelen cevab-ı telgraf şöyle idi: Sayın Fahrettin Altay Paşa, Ben de seni tebrik eder Altay gibi şanlı şerefli günler dilerim. Telgrafı aldığım zaman gözlerim dolu idi. Atatürk çok mutehassıs olduğu ve beraberce izlediğimiz Altay maçının hatırasına izafeten bana Altay soyadını layık görmüştü. „ —Fahrettin Altay

Zamane – Engin Geçtan

Yetmişli yıllarda bir arayış vardı, artık sıkmaya başlayan bir kabuğu çatlatmak istercesine. Askeri yönetim bunu engellemekle yetinmedi, gençliği politikadan uzak tutmak için özel bir çaba gösterdi ve izleri bugüne kadar taşınan bir ölçüde başarılı da oldu. Çağdaş bir insan için politik tavır kimliğinin doğal bir boyutudur. Bu boyutun oluşumu ketlendiğinde politik inançların yerini, yarattığı regresyondan ötürü, körü körüen bir kitlesel fanatizm alabilir. Kimlik boşluğunun bir ideoloji ya da inanç sistemiyle giderilmeye çalışmasının içeriği, 1980 sonrasında farklı alanlara yönelerek varlığını sürdürmekte. Toplumun bir kesimi İslami inançlarını ideolojik boyuta taşırken, bir diğer kesimi aynı boşluğu milliyetçi görüşlerle dengelemeye çalıştı. Bir diğer kesim ise cumhuriyetin başlangıcındaki ilkelere eskisinden daha katı ve kararlı bir biçimde tutundu. Dolayısıyla gelinen aşamada, demokrasi yolunda ilerleyişi ketleyici etkisi olan kolektif bir kitlenme söz konusu. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık sorusunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
 


Askeri darbenin ardından otorite figürlerine ve kurumlarına karşı tepkiler sindirilmişti, ama daha uzun vadede bunun yerini farklı ve çoklu dinamikler aldı. Artık siyasi ya da toplumsal bir kutuplaşma olduğunda, şaşırtıcı bir hızla karşıt bir kutup odağı oluşmakta. Bu bir bakıma yoğun bir dinamizmin de ifadesi, tabii beraberinde bir soruyla birlikte. Bu dinamikler bizi ileriye doğru mu taşıyor, yoksa kısırdöngüye kapılıp sürüklenmemize mi neden oluyor? Yönetilen ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini ileriye taşıyan bir başka ülke de var gibi. Psikoterapide de zaman zaman mehteran yürüyüşüne benzer bir süreç yaşandığından benim için oldukça bildik. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık sorusunun cevabını ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz."

Engin Geçtan geniş bir zaman aralığında, Türkiye'de yaşanan süreçlere uzmanlık alanı olan psikiyatri perspektifinden bakıyor, toplumun ve bireylerin değişmesine dair değerlendirmeler ve yorumlarda bulunuyor.

Otorite, öfke, sıkışmış kızgınlıklar, persona ve gölge, özerklik, kimlik sorunları, çocuk yalnızlığı gibi konularda söz alırken aynı zamanda klinik deneyimlerinden gözlemler de aktaran Geçtan'dan zamane hallerine yılların birikiminden bir bakış.


Müthiş Tuhaf Bir Kadın: Leyla Erbil


Muhalif ve uyumsuz, eleştirel ve dili uzun, farklı ve cesur, özgün ve hayali geniş. Üstüne üstelik de kadın! Kısaca, zeki ve atak, ayrıca güzel bir kadın. Fakat dikkat, bu özellikler bir kadını tehlikeli yapmak için yeter de artar. (Kimler için tehlikeli?) İşte bu tehlikeli kadınlar eğer bir de yazmaya başlarlarsa, artık dünyanın en sıkı, etkileyici ve güzel edebiyat eserleri bizi bekliyor demektir.

Leyla Erbil, böylesi müthiş kadın yazarlarımızdan biridir ve edebiyatımızın ışığı her daim çakan deniz fenerlerindendir. Eserleri üzerine birçok makale, tez ve deneme yazılan Leyla Erbil’i asıl işi edebiyat araştırmacılığı olanlara emanet ederken, bendeniz, onu ilk gençlik yıllarında okuyan ve eserlerinden etkilenmiş kadın yazarlardan biri olarak, olsa olsa naçizane bendeki izleriyle Leyla Erbil’den bahsedebilirim, onun da adı: “Tuhaf Bir Kadın”dır. Bilenler bilir, ben hayatta tek bir mucizeye inanırım, o da, genç yaşta iyi öğretmen veya müthiş yazar ve sanatçılara (sağlam deniz fenerine) rastlamaktır!

Leyla Erbil, 2002 ve 2004 yıllarında Türkiye PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel’e aday gösterildiğinde, iyi okur olmayı yalnızca popüler edebiyatın peşinde koşmak sananları adamakıllı şaşırtmıştı. O zaten şaşırtmayı hep sever! Dille oynamak, dili yeniden kurmak, kendi gerçeğinin izini sürmek konusunda kıyasıya cesur olmak, bedelleri ödemede cömert kalmak… Elbette anladınız: Leyla Erbil bizzat ‘unutuş’a kafa tutan yazardır. Öyle ki, yıllar boyu biyografisi ‘hiçbir edebiyat ödülüne katılmamıştır’ diye başlar ve şöyle devam eder: “Yazar Leyla Erbil, kendinden önce yerleşmiş bir okula bağlı kalmadı. Yazınsal niteliklerden ödün vermeden toplum tabularıyla, baskı gruplarıyla sürekli mücadele etmek zorunda bırakıldı. Dilin oturmuş kelime hazinesini değiştirerek yazınımıza yeni bir bakış açısı getirdi. Leylâ Erbil, 1970 Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 Türkiye Yazarlar Sendikası kurucularından olup PEN Yazarlar Derneği üyesidir.

1961’de TİP üyesi olan yazar, bir süre TİP’in sanat ve kültür bürosunda görev aldı. 1979 yılında ABD Iowa Üniversitesi yazara onur üyeliği verdi. Leyla Erbil’in “Hallaç” (1959), “Gecede” (1968), “Eski Sevgili” (1977) adlı öykü kitapları, “Tuhaf Bir Kadın” (1971), “Karanlığın Günü” (1985), “Mektup Aşkları” (1988) adlı romanları ve “Zihin Kuşları” (1998) adlı “metinler”i bulunuyor. “Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar”ı da (1995)’de yayımlanmıştır.”

“CEZALARIN EN KÖTÜSÜ, EN ZARARLISI BAĞIŞLAMAKTIR! ”

İyi yazar tanımı çeşitlidir, her kültürde ve zamanda bazı farklılık ve sapmalar olsa da benim için iyi yazar, eserleriyle kendi kültüründeki edebiyatçılara düşünsel, sanatsal yollar açan ve dünya edebiyatına katkıda bulunan edebiyatçıdır. Leyla Erbil’i iyi yazar yapan özelliklerin bazılarına yukarıda değindim ama beni ilkgençliğimde ilk çarpan yanı, edebiyatçılarda olmazsa olmaz saydığım kışkırtıcı dili ve cesur estetik arayışlarıydı. Benim favorilerimden “Tuhaf Bir Kadın” romanı kadar “Cüce” ve “Mektup Aşkları”nda da sık sık okuru sarsıp, duyduklarını yeniden düşünmesine neden olan yazar, bağışlamanın en büyük erdem sayıldığını söyleyen kadim bilgilere kafa tutarak, bağışlamanın aslında cezaların en kötüsü, en zararlısı olduğunu söylemek için söz alır. Bağışlayanın mı bağışlananın mı cezalandırıldığını açıklamayacak kadar da okuruna güvenir, saygı duyar Leyla Erbil. Onun eserlerinde kadınlık durumları kimsenin gözünün yaşına bakmadan cinsellik ve aşk bağlamında didik didik ele alınır.

Freudyen bazen de karşı-Freudyen’dir, psikanalizden bir dil kurar. Bunları yaparken daha çok orta sınıf kentli kadınlar ve orta sınıf aydınlarının (biz ‘burjuva entellektüelleri’ derdik) hayatları üzerinden bize kendimizi gösterir. Marksisttir, ama solcuları da eleştirir. Yarayla ilgilidir, yaralıyı yarasıyla beraber anlatır; hepimizin yaralarına merhem yerine büyüteç uzatır. Leyla Erbil, pürüzlü, kritik, gergin duygu durum ve ilişkileri ustalıkla işleyen pervasız, bıçkın diliyle edebiyatta, cesur duruşuyla da edebiyat çevremizin en yoğun erkek egemen dönemlerinde yazarlık yolundan hiç geri dönmemiştir. Belki de en çok bu nedenlerle, bir kez onun kitaplarından haz duymayı öğrenenler artık seçici okur olmuşlardır, kolay kolay kandırılamazlar. Teşekkürler Leyla Erbil, iyi ki yazdınız ve yazmaktasınız!
Buket Uzuner
(10.04.2011, Vatan Kitap)

Tiyatrobilimci, oyuncu, yazar, eleştirmen ve yönetmen Prof Dr. Özdemir Nutku


Özdemir Nutku, ile ilgili görsel sonucu

Başlıca yapıtları

    Modern Tiyatro Akımları (1963),
    Darülbedayi'nin Elli Yılı (1969),
    Dünya Tiyatrosu Tarihi (2 cilt 1971-72),
    Tiyatro Yönetmeninin Çalışması (1973),
    Meddahlık ve Meddah Hikayeleri (1977),
    Sahne Bilgisi (1980),
    Dram Sanatı (1983),
    Gösterim Terimleri Sözlüğü (1983),
    Duvardaki Mavi Muş (1994 ve 1999),
    Oyunculuk Tarihi (1995),
    Kültür Tarihimizden Manzaralar (1995),
    Oyun Çocuk Tiyatro (1998),
    Bana William Deyin (2010),
    Zaman içinde zaman (2014, OpusKitap)


Sahnelediği bazı oyunlar

Haldun Taner, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, TBDS, 1999.
    
Anton Çekhov - Neil Simon, Sevgili Doktor, Izmir Kent Tiyatrosu, 1998.
   
 John Patrick, Çayhane, Izmir Devlet Tiyatrosu, 1997.
  
  A.H.Tanpınar-Ahmet Çakır, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, TBDS, 1996/1997.
  
  Güngör Dilmen, Midas¹ın Kulakları, Adana Devlet Tiyatrosu, 1996/1997.
  
  Neil Simon, Ikinci Bölüm, Izmir Repertuvar Tiyatrosu, 1995/1996.
  
  Aristofanes-Nutku, Eşek Arıları , TBDS,1995/1996
  
  Michael Frayn, Oyunun Oyunu , Trabzon Devlet Tiyatrosu, 1995/1996
  
  N.Gogol - Ö.Nutku, Müfettiş , TBDS, 1994/1995-
  
  Patrick Haley, Van Gogh, International Theatre Company, 1994.
   Haldun Taner, Gözlerimi kaparım, Adana Devlet Tiyatrosu, 1993/1994.
   
 Carl Zuckmayer, Bir Alman Masalı, TBDS, 1993/1994
   
 Samuel Beckett, Godot'yu Beklerken, Izmir Devlet Tiyatrosu, 1992/93.
   
 Federico Garcia Lorca, Kanlı Düğün, TBDS, 1992/93.
  
  Turgut Özakman, Resimli Osmanlı Tarihi, Izmir Şehir Tiyatroları,
    
Ülkü Ayvaz,Yaşasın Gökkuşağı (çocuk oyunu),Kamyon Tiyatro,Izmir 1991.
   
 Anton Çekhov, Kül Altındaki Kor (Düzenleme) TBDS, 1990/1991.
   
 T.Özakman, Fehim Paşa Konağı , TBDS, 1989/1990
   
 Shakespeare,Geceler ve Gündüzler (Düzenl.),TBDS.1988/1989.
    
Aristofanes,Lysistrata,Tiyatro Bölümü Deneme Sahnesi,1988/1989.
    
HaldunTaner,Ay Işığında Şamata,T.B.D.S.1987/1988.
   
 Julius Hay,At, Tiyatro Bölümü Deneme Sahnesi,1986/7.
   
 Turgut Özakman,Resimli Osmanlı Tarihi,T.B.D.S.,1985/1986.
   
 Carl Zuckmayer, Bir Alman Masalı, T.B.D.S., 1984/1985.
   
 Güngör Dilmen,Midas'ın Kulakları,T.B.D.S.,1983/4.
   
 Arthur Miller,Hepsi Oğullarımdı,T.B.D. Sahnesi,1981/2.
    
Önder Paker, Biraz Daha Işık, T.B. Deneme Sahnesi, 1981/2.
   
 Turgut Özakman,Ocak,Tiyatro Bölümü Deneme Sahnesi, 1980/1981
   
 Haldun Taner, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, TBDS, 1980/1981.
    
Heinrich von Kleist,Kırık Testi, T.B. Deneme Sahnesi, 1979/1980.
    
Carl Zuckmayer,Köpenick Yüzbaşısı,Tiyatro K.Topl.1975/1976.
   
 Özdemir Nutku, Söylev, Tiyatro Kürsüsü Topluluğu, 1973/1974.
    
Adalet Ağaoğlu, Evcilik Oyunu, T.K. Topluluğu, 1971/1972.
    
Sermet Çağan, Ayak-Bacak Fabrikası, T.K. Topluluğu, 1970/1.
    
Julius Hay, At, Tiyatro Kürsüsü Topluluğu, 1969/1970.
    
Şinasi-Suat-Özakman-Duru,Türk Usulü Evlenme,T.K.T.,1968/1969
    
Michael Hastings,Lee Harvey Oswald,YenişehirTiyatrosu1967/1968
    
Musahipzade Celal, Balaban Ağa, T. Kürsüsü Topluluğu, 1967/8.
    
Güngör Dilmen,Midas'ın Kulakları,T K.Topluluğu, 1966/1967.
    
Jean Tardieu, La Serrure, La Sonate, Monsieur Moi,Institut d'Etudes Françaises., 1965.
    
Sermet Çağan-Özdemir Nutku, Savaş Oyunu, T.K.Topluluğu, 1965.
    
Özdemir Nutku, Köprü, Tiyatro Kürsüsü Topluluğu, 1964/5.
   
 [Anonim] , Pabuççu Ahmet'in Maceraları, T.K.T., 1964/5.
   
 [Anonim], Arlekino'nun Cambazlıkları,Ankara Den. Sahnesi, 1962.
    
Turgut Özakman, Hastahane, Eskişehir Oda Tiyatrosu, 1961/1962.
    
Anton Çekhov, Teklif, Eskişehir Oda Tiyatrosu, 1961/2.
   
 Güngör Dilmen, Avcı Karkap, Ankara Ankara Koleji, 1960.
   
 Jean Giraudoux, Bellac Apollonu, Ankara Koleji, 1960.
    
Jean Giraudoux, Der Apoll von Bellac, Nansenbühne, Göttingen, Almanya 1958.
    
Christopher Fry, Ein Schlaf Gefangener, Nansenbühne, Göttingen, Almanya, 1958.
    
Jean Anouilh, Leocadia, Junges Theater, Göttingen, Almanya 1957.


Meryem ve Hilal - Aytunç Altındal

Meryem ve Hilal - Aytunç Altındal ile ilgili görsel sonucu
işte yanlış özlemlerin, işte karabasanlı düşlerin,
işte verdiğin sözler, işte tutabildiklerin.

işte önceler, sonralar ve muhtemel sevişmeler,
işte biriktirilmiş güzellikler, işte gizler.

işte gizli ürpertiler, işte karanlık serüvenler,
işte kurutulmuş güller ve bir anı-defteri dolusu ben.

işte aykırı tanrılar ve binlerce yıllık örgütlü yalanları
işte boyunları vurulmuş yatırlar, işte ermişler, işte mezarları.

işte mehdi, işte deccal, işte sen ve sensizlik,
işte alâmetler, işte tufanlar, işte kıyametler.

işte tam şurada bulutların ardında,
işte beklediğin beyaz atlı mesih.

işte "o benim" diyen tanrı'nın oğlu,
işte tanrı'dan çok tanrı olmak isteyen adam

işte istavroz, işte palvus ve aldattıkları,
işte ihanet, işte palvus'un anlatmadıkları.

işte inanmak istediğin masallar,
işte tam yanlarında, biraz bana doğru, meryem ve hilal.
biyografi.net 

Anna Pavlova

19. yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın başlarına damgasını vurmuş bir Rus balerindir. Pavlova klasik bale tarihinin en iyi balerinlerinden olarak gösterilir, Rus İmparatorluk Balesi'nin ve Sergei Diaghilev'ın kurduğu Rus Balerinler'in en çok tanınmış baş balerinidir. Pavlova en çok Ölen Kuğu balesindeki rolüyle tanınır. Ayrıca ekiyle birlikte ilk defa dünya turnesine çıkan balerindir.  


Can Sıkıntısı - Sylvia Plath

Çay yaprakları engelliyor felakete meydan verenleri,
Hiçbir şeyin olmayacağı gelecekleri tasarlayanları;
Çingenenin avucunu gözden geçiren ve esneyen o kız,
Halen fethedilecek hiçbir tehlikenin kalmadığı kehanetinde bulunacak.
Tehlike artık yavan demek: saf şövalye
Zamanı geçmiş devler ile duyulmamış ejderhalar bul
Bıkkın prenseslerin suçlarken,
Terörle savaşmanın tam bir saçmalık olduğunu.

Jamesian korusundaki canavar hiç sıçramayacak,
Kahramanın donuk kariyerini krize zorlayacak;
Ve kaygısız melekler Tanrı’nın borusunu çaldıklarında,
Sıkılmış arena izleyicileri bir defalık istekli gözüktükleri anda,
Ne ödüller nede yalvarmalar olmadan yıkıma ümit eden;
Tatlı dille bir hanımefendi ya da bir kaplan dilemeliler, kaderin boş kapısından…

Çev: Müfit Yılmaz Gökmen

Rene Descartes - Metot Üzerine Konuşma


Her şeyin yanlış olduğunu düşünmek istediğim sırada, hunu düşünen benim zorunlu olarak bulunan bir şey olmam gerektiğini farkettim. Ve şu: "Düşünüyorum öyleyse varım " hakikatinin kuşkucuların en acayip varsayımlarının bile sarsmaya gücü yetmeyecek derecede güvenilir ve sağlattı olduğunu görerek, bu hakikati aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz karar"verdim. Sonra ne olduğumu dikkatle inceledim ve hiç bir bedenim olmadığını, içinde bulunduğum ne bir dünya, nebir yer olmadığını varsayabildiğim halde, hu yüzden kendimin olmadığını farzedemediğimi; tersine sırf başka şeylerin doğruluğundan şüphe etmeyi düşünmemden, kendimin varolduğum sonucunun pek açık ve pek kesin bir şekilde çıktığını: oysa düşünmekten kesilsevdim, hayal ettiğim bütün şeyler doğru olsalar bile, var olduğuma inanmak için elimde hiç bir neden kalmayacağını görerek anladım ki: ben, bütün özü (mahiyeti) ve doğası düşünmek olan ve var olmak için hiç biryer'e ihtivacı bulunmayan ve maddi hiç bir şeve bağlı olmayan bir cevherim. Öyle ki, bu ben, yani kendisiyle ne isem o olduğum ruh, bedenden tamamiyle farklıdır. Hatta bilinmesi onu bilmekten daha kolaydır ve beden var olmadığı halde bile, ne ise o olmakta geri kalmaz.