25 Mart 2021

Claude Debussy "İzlenimcilik" (empresyonizm)

19. yüzyıl sanat dallarındaki yenilikler, müzik sanatına da yansımıştır. Kendi çağına kadar süregelen armoni ve form kurallarını aşarak 20. Yüzyıl müziğinin kapısını açan Claude Debussy, 11 yaşında Paris Konservatuvarına girmiş, Marmontel’in piyano, Lavignac’ın solfej, Durand’ın armoni öğrencisi olmuştur. Paris konservatuvarının yetenekli genç bestecilere verdiği Roma Ödülü’nü (Prix de Rome) kazanmak üzere Giraud’nun kompozisyon sınıfına giren Debussy, geleneksel armoninin kurallarıyla bağdaşmayan özel akorlar kullanmaya başlayınca, öğretmeninin “ilginç ama kuramlar yönünden saçma” demesi üzerine, “kuramlar önemli değildir. İşitme temeldir. Asıl kuram sanatçının duyuşlarıdır” karşılığını vermiş, böylece ancak kendisince önemli saydığı şeyler üzerinde duracağını, içinden geldiği gibi yazacağını, başka bir yol tutmak istemediğini belirtmiştir (Say müzik ansiklopedisi). Debussy 1884 yılında Roma Büyük Ödülü’nü l’Enfant Prodigue (Savurgan Çocuk) kantatıyla kazanmıştır. Bunun ardından sembolist şairlerin ve izlenimci ressamların bulunduğu ortamlara girmiş, yaşantısı ve sanatında izlediği yol bakımından bu sanatçıların yaklaşımlarından da etkilenmiş ve yavaş yavaş yolunu çizerek izlenimci müziğin öncülüğünü yapmıştır.

 Debussy, Fransız müziğini Fransızlara veren besteci olarak anılır. Debussy’e ilk büyük başarısını, Fransız edebiyatının ünlü bir sembolist şairi Stéphane Mallarmé’nin aynı adlı eserinden esinlenerek yazdığı “Prelude a l’apres midi d’une faune” (Bir Pan’ın Öğleden Sonrasına Prelüd)adlı orkestra eseri kazandırmıştır. Mallarmé’nin bu şiiri 1876’da ressam Manet’nin resimleriyle yayınlanmıştır. Pierre Boulez’nin “yeni müziğin temel taşlarından biri” diye belirttiği bu eser, sıcak bir öğleden sonrasında orman perilerini kovalamaktan yorgun düşerek uyuyakalan Pan’ın ihtiras ve tutkusunu yansıtmaktadır (Lockspeiser 1936: 130).

 Mallarmé’nin bu şiiri, bir orman perisinin erotik düşlerini anlatır. Debussy bu şiirin uyandırdığı izlenimle, hem kır perisinin yaz sıcağındaki uykulu ortamını yansıtmış hem de şiirin yapısını müziğe aktarmıştır. Giriş ve sonuçtaki düşünceli, uykulu hava, orta bölümdeki tutkulu doku, şiirin anlatım temposuna tıpatıp uyar. Flüt, arabesk üslupta, kromatik bir dizi ile (Pan/ Kır Perisi) Faunus’u simgeleyen temaları çalar. Faunus’lar, Roma mitolojisinde, ormanlarda, dağlarda, su kenarlarında dolaşan Yunan Satirleri’ne benzer, tanrıyla cin arası, kırsal yaratıklardır (İlyasoğlu 1996: 202).

 “Prelude a l’apres midi d’une faune” senfonik eserinin birinci ve onbirinciölçülerde duyulan bu tema Debussy’nin melodik lietmotiflerinden biridir. Bu lietmotifi Nuages (Bulutlar) ve başka eserlerinde de duyurmuştur.

 Debussy’in edebiyat ile olan ilişkisi sadece sembolist şairlerle değildir. Çağın yazarlarından Marcel Proust ile Debussy, oyun yazarı Rene Peter’in evinde tanışmışlardır. 1890 yıllarının ortalarında Debussy’nin müziğine ilgi duymaya başlayan yazar Proust yaşamının son 15 yılında sürdürdüğü romanın a l’a Recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde) yazarıdır. Proust’un rastlantısal olarak karşılaştığı bir insanın, bir peyzajın, elle tutulur bir nesnenin, bir koku, tını ya da tadın, irade dışı bir belleği ve hayal gücünü devinime geçirdiğini gözlemlediğimiz gibi, Debussy’nin de izlenimlerinden kaynaklanan hayal gücünün imgeleri de benzer biçimde oluşmaktadır.

 Debussy’nin piyano eserleri, teknik açıdan yeni piyanistliğin de öncüsüdür. Eserlerinde yorumcunun hem parmak hem de pedal inceliklerini uygulamasını sağlamıştır. Reflets dans l’eau (Sudaki yansımalar), La soireé dans Grenade (Grenade’da Akşam), Poissons d’or (Altın balıklar), ve La Cathédrale Engloutie (Batık Katedral), Prelüdler, Masques(Maskeler) Debussy’nin hayal gücünün ve imgelerinin nereye kadar uzandığını ve zenginliğini sergilemektedir. Debussy’nin eserlerinin başlıkları bile Empresyonist ressamların seçtikleri konuları akla getirir: Nuage (Bulut), Esquisses (Eskizler), Jardins sur la pluie (Yağmur altında bahçeler), La Mer (Deniz), Des pas sur la neige (Kardaki ayak izleri), Voiles (Tüller), Brouillards (Sisler).

 Debussy Images (İmajlar)’ları yayınladığı sırada, “Belki de günün birinde, piyano yapıtlarımın bir bölümünü Schumann’ın, bir bölümünü de Chopin’in yanına dizerler” diye bir öngörüde bulunmuştur. Bu kuşkucu ve nesnel görüşlü sanatçının, kendisiyle ilgili değer yargısı ve müzik dünyasında kendisine bahşettiği yer doğruçıkmıştır. Debussy’nin sanatı gerçekten de her iki romantik ustaya da yakındır. Bir yönüyle, dış etkenlerin kolayca harekete geçirdiği ozansal bir derinliği olan Schumann’a, diğer yönden de daha nesnel ama duyarlı bir zenginliğin ve soyluluğun içindeki Chopin’e (Pamir 1998: 215). 

Debussy’nin yazı tekniği kontrpuandır, yani barok stilidir. Debussy bu alanda, orkestralamada Berlioz, piyano yazımında Chopin, melodilerde Massenet ve halk müzikleri; çokseste Mozart gibidir. Adeta bir müzik mozaiği olan bu stilin yeni olan tarafı ise, tonalite dışında kalan akorları,parçaları veya parçacıkları ilk olarak sunması ve ton duygusunu yıkması, akorlarınparelel olarak ilerlemeleri, parelel dörtlü ve beşlilere sıkça yer vermesi, Uzakdoğu ve ortaçağ dizilerini kullanması, atonaliteye ve 12 ton sistemine kapıyı açmasıdır (Kaygısız 2009: 272). 

Debussy için tını ve renk çok önemlidir. Orkestrayı küçültmeyi denemiş, orkestralamadaheyecanlandırıcı güçlü etkiler yerine saf tınıları tercih etmiştir. Çalgı birleşimleri konusunda büyük titizlikle hareket ederek ses renklerinin karışmasını önlemiş, çalgının özgün tınısını korumaya çalışmıştır (Çevik 2007: 106).

 Resimde bazı bölümlerin atlanarak yapıldığı, hikayeye yer verilmediği gibi nitelikler ise izlenimci müzikte orkestranın küçültülmesini, madensel üflemeli çalgılardan kaçınılarak tahta üflemelilerle yetinilmesi, çok kısa cümleli yatay çizgiler kullanılması bestecinin “tını dolgunluğuna” değil, “tını saflığına” yönelmesini simgeler. Debussy, “Müzikçiler tını ayrışımını bilmiyorlar. Tınının safiyetini unutuyorlar. Bense her rengi saf halindevermeyi amaçlıyorum.” demiştir(Say 2003: 456). 

Debussy, gençlik dönemi yapıtlarından başlayarak geleneksel tonal armoninin dışında kalan akorlara yönelmiş, tonal armoninin temeli olan üçlü aralığa tümüyle sırt çevirmiştir. Müzik diline yeni yollar açan besteci, daha sonraki yapıtlarında da, paralel yedili, dörtlü ve beşli akorları uygulamış, tamperdeli dizileri kullanarak hem Güneydoğu Asya müziğinden hem Ortaçağın kilise makamlarından yararlanmıştır (Say 2003: 259).

 Hem zihinsel bir temele oturan, hem de doğayla iç içe kenetlenmiş olan bir müzik anlatımını Debussy, büyük bir kişiliğe sahip olmakla beraber, tek başına gerçekleştiremezdi. Klasik ve Romantik çağlarda olduğu gibi, bu akımda da sanatçılar ve tüm sanat dalları bir kez daha birleşmiştir. Bu dönemde, bir yandan Verlaine ve Baudelaire’in müzikle dolu dizeleri dinlenirken, öte yandan da her türlü geleneği aşan, Hiroshiges ve Hokusais’in gravürlerine büyük hayranlık duyulmaktadır. Sonradan Hokusais’in Büyük Dalga’sı, Debussy’nin ünlü La Mer (Deniz) adlı senfonik şiirinin partisyon kapağını süsleyecektir. 19.yüzyılda Avrupa’nın Japonya ile ticarete başlamasının bir etkisi olarak, yenilikçi ressamların Japon estampları ilgisini çekmiştir (Ayayadın 2015: 93). Bütün sanatçılar bir akımın çevresinde birleşmişlerdir. Claude Monet’nin Su Perileri ile Debussy’nin Reflets Dans l’Eau (Suda Yansımalar) yapıtları, içerdikleri hava bakımından birbirlerine ne kadar yakınsalar, Mallarmé’nin şiirindeki Pan’ın büyüsü de yine, Debussy’nin Bir Pan’ın Öğleden Sonrasına Prelüd adlı senfonik şiirine aynen yansımıştır. Ancak Debussy’e özgü üstün bir duyarlılık ve işitsel incelik, bu dizelerin tüm gizini algılayabilir ve müzik diline çevirebilirdi. İzlenimciliğin bu karşılıklı iletişim örnekleri sayısızdır ve bestecinin her yapıtının doğuşunda böyle bir kaynak gizlidir (Pamir 1998: 215).idildergisi.com

"Pelléas et Mélisande" - Debussy - YouTube 

Müzikte izlenimcilik, resim sanatındaki ışıktan gölgeye, ya da gölgeden ışığa kaymaları, birbirinden kopuk gibi duran lekelerin oluşturduğu bütünselliği, kesin çizgilerden kaçışı ve renk düşkünlüğünü, renk sevgisini bilinçle yansıtmıştır. İzlenimci müzikte ritim ve ölçüm, belirsizliğe eğilim gösterir. Tını renkleri bir tutkudur. İncelikli, uçucu yumuşak renkler, doğa varlıklarının suda yansıması gibidir; hatta biraz da belli belirsizdir. Kimi yerde sessizliktir(Aktaran: Say, 2003)

Claude Debussy için video sonucu

The best of Claude Debussy 


Neyzen Tevfik’in Hicivlerine Yansıyan Toplumsal ve Siyasi Olaylar


1. Neyzen Tevfik ve Hiciv

Neyzen Tevfik, 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğar. Birçok kaynakta doğum tarihi bu şekilde gösterilse de Alpay Kabacalı söz konusu tarihin yanlış hesaplandığını, doğrusunun 14 Haziran olması gerektiğini belirtmektedir. Neyzen Tevfik’in babası Bafralı Hafız Hasan Fehmi Bey, annesi Emine Hanım’dır. Neyzen Tevfik, Bodrum’da geçirdiği yıllarında musikinin yanında Mevleviliğe de yönelmiştir. Hatta bu özelliğinden dolayı Neyzen Tevfik’i Mevlânâ ile ananlar, Mevlânâ “veli” ise Neyzen Tevfik de “deli”dir demişlerdir. Neyzen Tevfik, musikiyle olan gönül bağını “musiki, vicdani isteklerimin kabulü için, ağlıyarak yalvarıştır” diye tarif eder. Sıradan bir mizaca sahip olmayan Neyzen Tevfik’in nevi şahsına münhasır kişiliği hakkında fikir veren olaylardan biri İskenderiye’de eski bir kalede, mağarada kaldığı zamandır. Neyzen, o geceyi kendisi şöyle anlatır 

Daha ilk gece, elbiselerimle cenaze hasırının üstüne uzandığım dakikadan itibaren hakikaten kalbimi
dinlendirmiş gibi bütün maddî ve manevî yorgunluklardan silkinmiş ve hayalimde başucuma gelen
sual melaikesine, su katılmamış bir zahit tevekkülü ile başımdan geçenlerin hesabını vererek bir
mahiyetini anlayamayacağım esrar âlemine burnumu sokmayacağıma söz vermiştim

Onun sanatının nüvesinin ve karşı çıktıklarının ipuçlarını veren kendine ait bu cümleden sonra 30 Nisan 1315 (1898) tarihli Muktebes dergisinin 18. sayısında “Urla Mekteb-i Rüştiyesi Muallim-i Evveli Hasan Efendi’nin Mahdumu Tevfik” imzasıyla yayımlanan ilk şiiri arasındaki izler “peşine düşülen sevgili” açısından dikkate değer niteliktedir:

GAZEL
Dilşikârım! Sen esîr ettin dil-i nâşâdımı

Şîvekârım! Levha-i hüsnün gönül sayyâdı mı?

Düştüğüm gündenberi gafletle hüsnün dâmına

Eyledin eflâke i'lâ âhımı, feryâdımı

Hançer-i hicrinle cânâ sinemi çâk eyledin

Âşık incitmek acep cânânların mu’tâdı mı?

Gözlerin mir'ât-ı İskender gibi yaktı beni

Tığ-i cevrin etti vîrân hâne-i âbâdımı

Hak seni Tevfik'e mazhar eylesin ey bîvefâ!

Eyledi aşkın perîşân fikr-i isti’dâdımı

*

Neyzen Tevfik, Sultan II. Abdülhamit Döneminin baskısını üzerinde hissetmeye başlayınca Mısır’a gider. Ancak orada da bazı toplumsal olayları ve sebebi olarak gördüğü kişileri hicvetmeden duramaz; Mısır Hidivi aleyhine söylediği sözler nedeniyle hakkında tutuklama kararı çıkarılır. Bundan üç yıl sonra 8 Ağustos 1908’de İstanbul’a döner. 1910 yılında Cemile Hanım’la evlenir, Leman adını verdiği kızı dünyaya gelir ancak evliliği uzun sürmez, eşinden boşanır. 1913 yılında Eşek gazetesinde “Azgın” imzasıyla hicivler yazmaya başlar. 1919 yılında Hiç adlı kitabını yayımlar. İstanbul’a döndükten sonra içkiye olan bağımlılığından dolayı birkaç kez akıl hastanesine yatmak zorunda kalır. İçinde bulunduğu bu durumu yine kendi kalemiyle şöyle dizeleştirir:


Bir buluttum, yıldırım oldum da düştüm pâyine

Meclis-i yârânda çaktım, Toptaşı’nda gürledim.

*

2. Neyzen Tevfik’in Hicivlerinde Muhteva ve Öne Çıkan Üslup Özellikleri

Neyzen Tevfik yaşamı boyunca çıkarcılığa, sahtekârlığa, ikiyüzlülüğe, vurgunculuğa, devlet adamlarının yetkilerini kötüye kullanmalarına, bağnazlığa, dinî duyguların sömürülmesine karşı çıkmış bir ediptir. Bu nedenle hicivlerinin konusunu toplumsal meseleler, toplumdaki aksaklıklar, haksızlıklar, yerli devlet adamlarının yanı sıra yabancı devlet adamları ve yazarlar oluşturmuştur. Örneğin, ideal toplum düzenini temelinden sarsan iki kötü âmile; cahilliğe ve yobazlığa karşı öfkesini şu dizelerle ifade etmiştir:


Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden

Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü

Kara bir kinle taassup pusudan çıkdı

Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü

*

Neyzen’in hicivlerinde siyaset adamlarına sıklıkla rastlanır. Sultan II. Abdülhamit başta olmak üzere, Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa, Mahmut Şevket Paşa gibi Türk devlet adamları ile Alman İmparatoru Wilhelm, Rus Çarı Nikola, Hitler ve Mussolini’yi hicvetmekten çekinmemiştir. Bunun yanı sıra toplumdaki sıkıntıların nedeni olarak gördüğü kurumları da eleştiren Neyzen Tevfik, kızdığı bir olay karşısında rahatsızlığını ifade etmekten geri durmaz. Bir gün ney üflemeye başladığı sırada orada bulunanlardan biri konuşunca dayanamaz ve şu dörtlüğü bir sigara paketi kâğıdının arkasına yazar:

 Sanma ciddiyet ile sarf ederim sanatımı
Ney elimde suyu kurumuş musluk gibidir

Bezm-i meyde süfehânın neye meftun oluşu

Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir.

*

 “İstiklal Şairi” Mehmet Âkif Ersoy, Neyzen’in hem hocası hem de dostudur. Bundan dolayıdır ki Neyzen’in eserlerinde Âkif’e rastlamak mümkündür. Tercüme-i Hâlde Mehmet Âkif’ten hayranlıkla bahseden Neyzen, Âkif’in yaptığı iyilikleri şöyle anlatır:

Âdem etmek çün beni pek çok yorulmuştu bu zât
Kalmışım ruhumla minnetdârı mâdâmel hayat (Neyzen Tevfik, 1919: 45)

*

Bu övgü sözlerinin yanında Neyzen’in dostu Âkif’e kızdığı zamanlar da olmuştur. Bunlardan biri ise Âkif’in baytarlığına tarizle birlikte şöyle dizeleşmiştir:

 
O! rütbe çalış ey har-ı danâ-yı belâhet;

Eşşekliğe kaftan biç Efendi güderiden

Fikrinde senin varsa eğer millete hizmet

Hemcinsini kurtar şu vebâ-yı bakarîden

*

 Görüldüğü üzere Neyzen Tevfik sadece uzak çevresinden insanları değil, çok yakınından sevdiği dostlarını dahi hicvetmiştir. Öyle ki kimi zaman Allah ile olan münasebetinde dahi hicve başvurmuştur. Bu şiirlerinde Allah sevgisini anlattığı mısralarında derin bir imanın izleri görmek mümkündür:

Serserinim, düştüm aşkınla meye,
Nasıl girdin elimdeki şu neye?

Hem seversin beni Neyzen’im deye,

Hem de sarhoş diye destan edersin!

*

 Neyzen Tevfik’in dizeleri muhteva açısından incelendiğinde duygu ve düşüncelerinin Yunus Emre’ye yakın bir tasavvuf görüşüyle biçimlendiği ve bunların Allah’ı bulma düşüncesinin ürünleri olduğu söylenebilir. Mutasavvıfane duyuşlarla yazdığı bir şiirinde topraktan yaratılan bir varlık olarak kendisini, Tanrı kitabındaki her bir yaprağa benzetir:

 
Öz tenim değil mi bu toprak benim,

Tanrı kitabında her yaprak benim.

*

 Neyzen Tevfik’in hicivlerindeki söz konusu muhteva genellikle sivri dilli bir üslupla birleşir. Bu durumu yansıtması açısından nâcât başlıklı şiiri dikkate değerdir. Klasik anlamda münacaat türünde yazılan şiirlerde Allah’a karşı yakarış üslubu öne çıkarılıp kulun düşkün hâli vasfedilirken Neyzen Tevfik’in eserinde âdeta Tanrı’ya kafa tutan, onunla “senli-benli” konuşup hesap soran bir söyleyicinin sesi duyulur:

 
Ey bana kendini büyük tanıtan

Hâlime bak da varlığından utan

Sen kerîm ü ganiyy ü mutlaktın

Sahibü’l-cûd ü zülkeremdi adın

Hani nerede o şanlı saltanatın?

Benden olsun sıkılmıyor suratın.

Vâd-i ferdayı başka kullarına

Çırak et de benim işimi yarına

Kalmasın, çünkü yüz yüze bakacak

Çâre varsa budur bugün ancak.

*

 Münâcât’ından alınan yukarıdaki parçada şair, bir arkadaşına hitap eder gibi Tanrı’ya kızar. Ancak onun Allah’a olan iman noktasında son nefesinde söylediği şu mısralar dikkatten uzak tutulmamalıdır:
 

Felsefemde yok ötem, ben çünkü sırr-ı vâhidim,
Cem-i kesrette, yekûnen sıfr-ı mutlak olmuşum.

Yokluğunla âşikârım, ehl-i beyte âidim

Secdemin şeklindeki ism-i Muhammed şâhidim!

*

 3.1. Abdülhamit dönemi hicivleri

 Neyzen Tevfik’in gençliği ve sanatının başlangıç yılları yukarıda genel hatlarıyla tasvir edilen II. Abdülhamit Dönemine, dolayısıyla siyasi açıdan buhran seviyesi yüksek bir döneme denk gelir. Birçok aydın gibi kendisi de bu dönemin baskısını üzerinde hisseder hatta bir ara tutuklanır;serbest kaldıktan sonra takip edildiğini fark edince kendisinden dolayı arkadaşlarına bir zarar gelmemesi için onlardan uzak durur. Sonunda bu gibi baskılardan kurtulmak için Mısır’a gider. Bu yaşadıklarını Tercüme-i Hâlimde şöyle anlatır:


Bâb-ı Zaptiyye’de bir haylice müddet yattım,

Lutf-ı Yezdan’la başımdan bunu da atlattım.

Çıktım amma tanıdıklar bana vermezdi selâm,

Nerde olsam iki câsus-ı lâin subh ile şâm.

Reh-i ta’kîb ü tecessüste güderdi izimi,

Ben de ihvânı görünce çevirirdim yüzümü.

Anladım ki yaşamak burda benimçün müşkîl

Olacaktır, sonu zindanda zarûretle sefil

Bir ölüm, başka çıkar yol olamaz terk-i vatan. (Neyzen Tevfik, 1919: 51)

*

 1906 yılında Mısır’dayken Abdülhamit’i hicvettiği ve tutuklanmasına neden olan “Abdülhamit’in Ağzından Bir Nutk-ı Hümayun” başlıklı gazelini yazmıştır. Bu şiirinde Abdülhamit’i; Timur’a, Hülâgü’ye, Zâlim Haccac’a, Nemrûd’a ve başka zalim hükümdarlara benzeterek onun yaptığı baskıyı ve kötülükleri yermiştir:

 
Ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin

İltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm.

 
Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac u Yezid,

Nerde Timur, Hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm.

 
Nerdedir Şeddâd u Nemrûd, nerdedir Ad u Semûd,

Her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm.

*

13 Nisan 1909’da meydana gelen ve “Otuz Bir Mart Vak’ası” olarak anılan ayaklanmadan sonra II. Abdülhamit tahttan indirilir, yerine Sultan Reşat tahta çıkar. Birkaç yıl sonra Bağdatlı Mahmut Şevket Paşa da serasker olur. Neyzen Tevfik onun için şöyle der:

 
Sorulsun Sadrazam’dan, bizimçün varsa lûtfetsin

Hududa tahta perde çekmenin imkân-ı icâdı.

 
Alır ibret bugün enkâz-ı devletten nazar ehli,

Çıkınca Padişah tahta, Serasker oldu Bağdâdî! (Neyzen Tevfik, 1919: 11)

*

 Neyzen Tevfik, II. Abdülhamit’in iktidarda olduğu yıllarda sadece yönetimi eleştirmemiş, aynı zamanda toplumda ve devlet kurumlarında gördüğü aksaklıkları da hicvetmiştir. Örneğin o yıllarda mahkemede yalan söylemeyi meslek hâline getirmiş yalancı şahitleri yermek amacıyla şu dörtlüğü yazmıştır:

Reâdetle şena’at tavr u şeklile nümâyandır,
Bu ehl-i sünnet, arzın çehresinde kanlı bir taçdır,

Değilse râsıd ü fâcir, Muhammed Ümmetinden sayma

Yalanla başlamazsa her söze billâh kâfirdir.

*

3.2. II. Meşrutiyet dönemi hicivleri
II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de otuz yıl aradan sonra anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan eder. Tarihimize II. Meşrutiyet adıyla kaydolan bu siyasi olay; devlet adamları, aydınlar ve halkın büyük çoğunluğu tarafından seviçle karşılanır. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte geldiğine inanılan “hürriyet”, toplumun önemli bir kesiminde büyük beklentiler doğurur. Neyzen Tevfik ise bu gelişmeler yaşandığı sırada Mısır’dadır. O an yaşadığı sevinci:

 
İnkılâba ayak uydurmayanın

Çektirirler ipini çingeneye!

 
mısraları ile ifade eder (Usta, 1985: 294). Ancak Meşrutiyet’in dördüncü senesinde yazdığı
Zafernâme-i Meşrutiyyet şiirinde eski düzene nispetle değişen bir şey olmadığından yakınır:

 
Toplanır haftada üç kerre gürûh-ı vükelâ,

Sakın Ashâb-ı Kehef sanma uyurlarsa daha,

Kimi Mernûş u Debernûş, kimisi Yemlîha,

İşte bunlar ile bâ izn-i Cenâb-ı Mevlâ

Bâb-ı Âli koca bir dâr-ı siyaset gibidir.

*

 İttihat ve Terakkî Fırkasının temeli 1889 yılında Askerî Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan İttihâd-ı Osmanî Cemiyetine dayanır. Cemiyet, başlangıçta düzensiz bir toplulaşmayken sonraları III. Ordu çevresinde gördüğü ilgiden dolayı yayılarak disiplinli bir örgüt hâline dönüşür

İlerleyen zaman içinde İttihat ve Terakkî, 1914-1918 yılları arasında ülkede her kuruma hâkim olduğu gibi savaş siyasetini de belirlemede etkili olur. II. Meşrutiyet Döneminde başlayan çalışmaları, Mahmud Şevket Paşa suikastının ardından tek parti iktidarına dönüşür. Saray ve Bâbıâli, İttihat ve Terakkî hâkimiyeti altına girer. İttihat ve Terakkînin kendine muhalefet edenleri vatan hainliğiyle suçlaması, II. Abdülhamit Döneminde görülen baskının devamı niteliğindedir. Ancak bu dönemde iktidara geçen İttihat ve Terakki Fırkasıyla beliren umut ve bunun yok oluşu, Neyzen Tevfik’te de dönemin birçok edibi gibi hayal kırıklığı yaratır. Yeni idarenin Abdülhamit yönetiminden farklı olmadığını düşündüğü için;

 
Şimdi de kalmadı nakdin nazarımda kadri,

Kirli ellerde görünce, paradan iğrendim. (Neyzen Tevfik, 1919: 11)

 
mısralarında bu dönemde haksız kazanç elde eden ve buna göz yuman yöneticileri hicveder.

*

Neyzen Tevfik’in II. Meşrutiyet Döneminde hicvettiği devlet adamlarından biri de dönemin sadrazamı Talât Paşa’dır. O dönem kamuoyunda Talât Paşa’nın Çingene olduğuna dair bir söylenti çıkarılır, bu şayia üzerine Talât Paşa, ailesinin geçmişiyle ilgili açıklama yaparak söz konusu bilginin doğru olmadığını kanıtlar. Ancak Talat Paşa yine de çeşitli sebeplerden dolayı kendisine zgın olan Neyzen Tevfik’in hicvinden kurtulamaz. Şairin, Paşa’ya bu söylenti üzerinden fırtlattığı hiciv okları şöyle dizeleşir:

 
Fırka parti diye halkın boğazından sıkarak

Milletin on senedir olmuş idi mengenesi

Kazdığı çâh-ı belâya yine kendi düştü

Örsünü, kıskacını s... çingenesi.

*

Neyzen Tevfik, II. Meşrutiyet Döneminin Türk devlet adamlarının yanı sıra o dönemde görevde olan yabancı devlet adamlarını da hicveder. I. Dünya Savaşı’nın tüm acımasızlığıyla devam ettiği 1916’da Alman imparatoru Kayser’e hitaben yazdığı şu dizeler dikkate değer içeriktedir:

 
Anlaşıldı hal-ü tavrından Yahudi olduğun!.

Vaz-ı yed ettin cihanın garbına hem şarkına.

Tilki bilmez, bilmiş ol, âlemde dehrin bildiğin,

Pek güvenme Kayser’in Bismark’ına, pis markına.
 

*

3.3. Mütareke dönemi hicivleri

I. Dünya Savaşı’nın sona ermesini sağlayan ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından İttihat ve Terakki, 1 Kasım 1918 tarihinde son kongresini toplar. Talât, Enver, Cemal Paşalarla Bedri, Azmi, Bahâeddin Şâkir, Dr. Nazım, Dr. Rüsûhi Beylerin yurt dışına firar ettikleri haberi üzerine 11 Kasım 1918’de Teceddüt Fırkası kurularak İttihat ve Terakkînin ülke yönetimindeki etkisi ortadan kalkar. I. Dünya Savaşı sonunda yapılan bu ateşkesin sonuçları karşısında devlet yöneticilerinin vurdumduymaz tavırlarından dolayı Neyzen Tevfik, aşağıdaki dörtlüğü yazar:

 
Kan taşından eşiği, laht-ı ciğerden temeli

Bâb-ı Âli vatanın bir delinen şiryânıdır.

Âdeta pıhtı gibi kırmızı koltuktakiler,

Dökülen yüzsuyu sanki fukaranın kanıdır.

*

Neyzen Tevfik, “Sözüm Ona Efendim Sensin” başlıklı şiirinde yine Mütareke şartlarında yaşanan sıkıntıların sorumlusu olarak devleti yönetenleri gösterir:

 
Memleketi altüst edip yıktılar,

Bir takım pankuduz efendim sensin!

Taşındılar, kaşındılar, on üç yıl
Başı, ... uyuz efendim sensin!

*

Neyzen Tevfik, bu dönemde toplumsal aksaklıkları, kişileri, şair ve yazarları hicvetmeye devam eder. 

I. Dünya Savaşı’nda halkın buğday ekmeği bulamaması, sürekli mısır ve mısır koçanı unundan yapılan ekmekleri yemesi karşısında hissettikleri ona şu dörtlüğü söyletir:

 
Kimse ta’yip edemez biz kafa göz yarsak da,

Döğüşe, kavgaya var milletin elbet hakkı.

Yatalı beş senedir sade mısır ekmeğine

Kalmadı halkımızın Hind horozundan farkı!

*

1918 sonlarına doğru I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan mütarekenin ağır sonuçları karşısında devlet yöneticileri yeterli fedakârlıkta bulunmayıp ülke yönetimide başıbozukluğa neden olurlar, bu duyarsızlığın devam ettiği üçüncü yılda yani 1921’de Neyzen yazdığı hicivlerle dönemin yöneticilerini yerer. Mütareke Döneminde yaşadığı rahatsızlıktan dolayı Tıp Fakültesi Hastanesinde yatmaktayken yazdığı şiirlerinden biri olan Havalede, devleti ve milleti bu hâle düşüren sorumluları Allah’a şöyle havale eder:

 
Düzelmeyen şu âlemin işini

Ulu Tanrı’m olan nûra bıraktım,

Sabreyledim, kırk yıl sıktım dişimi,

Gün görmeyi Nefh-i Sûra bıraktım.

 
Avrupa’yı, siyâseti, plânı,

Devletlerce, uydurulan yalanı,

İngiliz’'i, Fransız’ı, Yunan’ı,

Felek denen şu kambura bıraktım.

 
Enver’ini, Topal’ını, Şaşı’yı,

Sakallı’yı bizim Çeribaşı’yı

Malta'daki tavşanlara aşıyı

Vurmak için bir doktora bıraktım.

*

Yine aynı dönemde hastanedeyken yazdığı “Çok Şükür” başlıklı şiirinde memleketin içinde bulunduğu durumu, devlet adamlarının umursamazlığını hicvederken dönemin edebiyatçılarına da yer verir:

 
İspermeçet-zâde, Kirpi, Pehlivan

Yanaşması, o bayraklı Kahraman.

Sadrazamlar içinde en düztaban

İmzacılarbaşı Mervan’ın mı var?

*

Neyzen Tevfik, mütareke yıllarında ülkenin içinde bulunduğu durumu ve kişileri yukarıda değinildiği ve şiirlerinden örnekler verildiği gibi hicvederken kendi iç dünyasına da farklı biçimde yönelir:
 

Bende varsa eğer o kalb-i selîm,
Arş-ı a’lâna kör kütük gelirim.

 
Kim ne der? Enbiyâ mı yan bakacak?

Beni hangi cehennemin yakacak?

Mütareke Döneminin sonlarına doğru 1921 yılında Tıp Fakültesi Hastanesinde kalırken yazdığı Münâcâtından alınan bu beyitler, yukarıda bahsedilen tasavvuf şiirlerindeki mistisizmden uzak, laubali bir tavırla yazılmıştır. Cahit Tanyol’un değerlendirmesine göre Allah’a alışılmamış ifadelerle seslendiği bu şiirinde, vahdet inancına farklı bir üslupla ulaşmaya çalıştığı görülür.

*

3.4. Cumhuriyet ve tek partili dönem hicivleri
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla Türkiye’de Tek Partili Dönem başlar. 1923-1945 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidardaki tek siyasal parti olarak ülkeyi yönetir. Neyzen Tevfik, Kurtuluş Savaşı yıllarında Millî Mücadele’yi ve Mustafa Kemal Paşa’yı destekler ve şiirlerinde bunu dile getirir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından devrimlerin hayata geçirildiği süreçte bunlara karşı çıkan, dini istismar edenlere tanıklık eder. Neyzen, bu süreçte de Atatürk’ün destekçisidir öyle ki Harf İnkılabı’nın hayata geçirilmesiyle birlikte kendisi de “Türk’e İkinci Öğüt” adlı şiirini yeni harflerle yayımlatır.

 
Bu eserler inkılâbın ekmeliydi şüphesiz,

Türk’ün istikbâli ondan münceliydi şüphesiz,

Tuttuğun el Gâzi-i müncî eliydi şüphesiz,

Âkıl-ı ferdâne-bîna meş’aleydi şüphesiz,

Secde eyler âsmânlar şemsini ikrâra Türk!

*

1927 yılına gelindiğinde ise Neyzen Tevfik’in Topbaşı Hastanesine yattığı günlerde hastanede içki içtiğine dair Akşam gazetesinde yazılar çıkar. Yaşanan bu hadise üzerine Neyzen, gazeteyi yermek için aşağıdaki dörtlüğü yazar:

 
İçmişim bâde-i zıkkımı otuz yıl nâçar

Bu zehir beşeri bir tehlikeye dâvet eder

İçen elbet olur maskara-i matbûat

Okuyan Akşam’ı akşamcılardan nefret eder

*

Millî Mücadele’ye muhalefet eden ve Kurtuluş Savaşı yaşanırken muarız tavır takınan bazı kimseler Meclis kararıyla 1924’te Türk vatandaşlığından ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından çıkarılırlar. Tarihimize “Yüzellilikler” adıyla geçen bu kişilerden bazıları 1938’de yayınlanan af kanunuyla yurda dönerler. Ancak kanuna rağmen dönmeyenler de vardır. Neyzen Tevfik, “Neredeler?” başlıklı şiirinde bu olayı anar ve dönenleri hicvetmekten geri durmaz. Hatta eski arkadaşlarından biri olmasına karşın yurda dönen Yüzellikler’den Refi Cevat Ulunay’ı dahi bu şiirinde ifşa eder:

 
O arkadaşları sormuştu: Nerdeler? Ulunay,

Bunun cevabını Neyzen verir misin?

“Hay hay!

Hâyâ edenleri gurbette, dönmedi yurda,
Utanmayanları döndü ve hepsi de burda!”

*

Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olması üzerine;

 
Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti!

Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!


diyerek değişen bir şey olmadığını ifade eder

*

Cumhuriyet’in ilanından sonra 1945’e kadar Tek Partili Dönem yaşanmıştır. Neyzen Tevfik bu süreçte devlet adamlarını yermeye devam eder. Tek Partili Dönemin vurguncu ve soyguncuları Neyzen Tevfik’in sık sık eleştirdiği kişilerdir.


Hangi ıslahata başvursan, düzelmez memleket

Bir giderse fışkırır bir mürtekip, bin muhtelis

Kanlı hendekler kazar devletle millet beynine

Saltanatın yâdigâr-ı mel’anettir herkese

*

Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ döneminde İstanbul Belediye Konservatuvarı kadrosunda gösterilmiş ve kendisine 40 lira aylık bağlanmıştır. Atatürk Döneminin son İstanbul valisi ve belediye başkanı Muhittin Üstündağ, İnönü’nün cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra görevinden alınır, yerine Lütfi Kırdar göreve getirilir. 1943 yılında Lütfi Kırdar yönetiminde Neyzen Tevfik’in maaşı kesilir. Bu değişiklikten sonra içinde soyadlarındaki “dağ” ile “kır” kelimeleri geçen Şair Hüseyin Rifat’ın yazdığı;

 
Deme, İstanbul ahâlisi neden,

Düşdü, bin derde, yürekler deldi.

Çünkü vali olarak her gelenin,

Kimi dağdan, kimi kırdan geldi...

 
kıtası Neyzen Tevfik imzası ile dağıtılır. Bunun üzerine valinin haberi olmadan konservatuvar
müdürü Sadettin Bey tarafından 40 lira olan aylığı kesilir. Neyzen, durumu anlamak için Vali Lütfi
Kırdar’ı görmek ister ancak görevliler valinin odasına girmesine müsaade etmezler. Uğradığı bu
haksızlıkdan dolayı fenâ hâlde sinirlenen Neyzen, kıt’a hâlinde hicivlerini yazar ve etrafa yayar:

 
Kalbimin üstüne bir çifte savurdu Vâli

Acısından, ahır, avlu, ders, kır dar geldi

Koşacakdım oradan mahkemeye doğru fakat

Bu teşebbüs yüce milliyetime ağır geldi.

 
Refik Ahmet Sevengil meseleyi araştırır ve Vali Lütfi Kırdar’ın maaş kesiminden haberi
olmadığını, Konservatuvar Müdürlüğüne tayin olunan Sadettin adlı kişinin sorumlu olduğunu
öğrenir. Ancak Lütfi Kırdar gibi kibar ve temiz bir zât bu hicivlere maruz kalmıştır.

*

Neyzen Tevfik, para ve şöhrete kıymet vermemekle birlikte içinde bulunduğu durumdan şikâyet ederken sık sık “felek”e kızar. “Bayram” başlıklı şiirinde yine fakirliğini, feleği hicveder.

 
Pantolonumu döndü billâh eleğe

Ne söyleyeyim o utanmaz feleğe

Sanatkârlar ibret ile bakınız

Sırtımdaki şu ceketle yeleğe.

 
Ben “Ney”imi üfleyerek giderim;

Kader kısmet böyle ise ne derim?

Bayram bana bu külâhı giydirdi

 Fakîr O’nu yine tebrik ederim!

*

 Neyzen Tevfik, rahatsızlığı ve alkol krizleri nedeniyle sık sık hastaneye yattığı olmuştur, böylesi günlerde onun hicivlerinden doktorları da nasibini almıştır. Örneğin 1932’de Neyzen Tevfik’in kardeşi Şefik Kolaylı, müdürü olduğu Pendik Bakterioloji Enstitüsünden, arkadaşı Doktor Mazhar Osman’ın evinin bahçesine gübre göndermiştir. Bu durum maliyeye ihbar edilir ve olayın araştırılması için müfettişler görevlendirilir. Şefik Kolaylı; “Tevfik, senin yüzünden neler oldu” diyerek olayı anlatır. Birkaç saat sonra Neyzen Tevfik, kardeşine şu kıtayı verir:

 
Ser tabîbin bilirim kudret-i ilmiyyesini,

Kimi hakkında, şöyle, kimi böyle dedi.

Mîrîden çalma rüşvet olarak Pendik’ten,

Mazhar Osman tam beş araba gübre yedi.

*

Neyzen Tevfik, 1933 yılında mide rahatsızlığı sebebiyle hastaneye yatırıldığı zaman çektiği ıztırabı ve tedavinin işe yaramadığını anlatan bir şiir yazar ve bu hicviyesinde de doktorları böceğe benzetmekten geri durmaz:

 
Bir hazâkatzedeyim mîdemi tıp tepti benim,

rk katır tepse yıkılmazdı şu âciz bedenim.

Kapladı her yanımı sancı, elem, ağrı, bere,

Bir mezar oldu cihân, sanki etibba haşere!

Hastahane sanarak çok yere girdim çıktım,

İbret aldım oralardan ve canımdan bıktım.

*

Söz konusu dönem II. Dünya Savaşı’nın dünyayı kasıp kavurduğu yıllardır. Dünya genelinde meydana gelen bu olumsuz durumlar karşısında kayıtsız kalamayan Neyzen Tevfik, yabancı devlet adamlarını da farklı biçimlerde hicveder. Bunlar içinde öne çıkan bir dörtlüğünde Hitler ve Mussolini’nin müttefikliğini şöyle yerer:

 
Çobanın ismi Führer’dir, kasabın ismi Duçe,

Defter-i zulmünü garbın yed-i kudret dürüyor.

Asgari on yedi milyon sığırı, bir sığıra

Rabbimin kudretine bak ki nasıl güttürüyor.

*

 20 Temmuz 1944’te Hitler’e yönelik Siyah Orkestra8 üyelerince yapılan suikast ve darbe teşebbüsünün ardından yazdığı dörtlükte, onunla ilgili daha önceki düşüncelerinin değiştiği görülür:

 
Bay Hitler’e yaralandı, dediler.

Menhus yıldız çabuk doğar dulunur;

Sen köpeğe kuduz de de geçiver,

Nasıl olsa bir öldüren bulunur.

*

3.5. 1945 sonrası hicivleri:

7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla Tek Parti Dönemi sona erer. Neyzen Tevfik ise geçen bu zaman içinde sanatçı kimliğini kabul ettirerek adeta “toplumsal bir dokunulmazlık” kazanır. Bu dokunulmazlığın hakkını veren şair, 1940’larda yani çok partili demokratik hayata geçilmeye çalışılan yıllarda kızdığı bir siyasiyi yermek için şu dörtlüğü yazar:

 
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.

Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us! dediler.

*

Neyzen Tevfik özellikle 1945’ten sonra Demokrat Partinin isminin aksine demokrasiyi daha çok kısıtladığını fark etmiş ve yeni dönemin devlet adamlarını eleştirmiştir. Öyle ki 1946’da Cumhuriyet Halk Partisinden Demokrat Partiye geçişler başlayınca kalemi hiciv vadisinde yine çalışır:

 
Türedizâde olan yahu şu kahramanı,

Görmüştük bir hayli zaman göğsü okla donalı,

Halk şimdi Demokrat diye alkışlıyor, amma,

Mazisini andık da der: Geçmişi kınalı.

*

Çok partili hayata alışmaya çalışan Türkiye 50’li yıllara yaklaşılırken bazı toplumsal acılar yaşar, bunlara dünya genelinde yaşanan acılar da eknenince Neyzen dünyanın ve memleketin derdini, ıztırabını hisseden bir sanatçıdır. Nikaragua’da gemicilerimiz, Doğu’da 33 vatandaşımız öldürülür. Sütlüce’de silâh fabrikası infilak eder, Çorum vapuru yangınında ve zelzelede ölen ölen üstünedir. Neyzen “Fikrim birkaç gündenberi bunlara takılıp duruyor.” sözleriyle hislerini ifade ettikten sonra gelen ilhamla aşağıdaki kıtayı söyler:

 
Zelzele, yangın, dayak, kurşun, musallat olsa da,

Şu saadet günleri hakkında hâlâ şekdeyiz.

Sulh içindeyken bile icab-ı devr-i iktidar,

Biz yine harb varmış gibi her gün şehit gömmekteyiz.

*

Yine aynı yıllarda Beşiktaş İskele Meydanı’ndaki Barbaros Hayrettin Paşa Heykeli’nin arkasında Yahya Kemal’in bir şiiri yazdırılır. Neyzen Tevfik ise bu şiiri beğenmez. Barbaros’un eliyle eteğini tutan hâline ve şiirin heykelin arkasında olmasına göndermek yaparak Yahya Kemal’i hicveden şu dörtlüğünü kaleme alır:


Edebî bilgini Hayrettin Kaptan,

Beş asır önceden biliyor gibi.

Ikına ıkına yazdığın şi’re

Barbaros k... siliyor gibi.

*

Neyzen Tevfik, Türkiye’nin çok partili hayata adım attığı zamanlara denk gelen II. Dünya Savaşı karşısında da duyarsız kalmaz. 1940’lı yıllarda dünyada ve ülkesinde yaşanan olumsuzlukları yermek için şu dörtlüğü yazar:

 
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır,

Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır

Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca

Kürsî-i liyakat p..., p... olanındır.

*

Nezen Tevfik, II. Dünya Savaşı devam ederken Türkiye’nin en önemli sosyal sorunlarından biri olan vesika ve karne ile erzak dağıtımını da gündeminden uzak tutmaz ve bu durumu hicveder:


Şu vesikayla sana verdiği zeytinyağını al!

Yine sal kendini râh-ı hayatın dikine

Bir kilo zeytinyağı ile geçinmek mümkün mü iki ay?

*

Ömrünün son yıllarına yaklaşan Neyzen’in şiirlerini kendisine haber vermeden para kazanmak için toplayıp bastıranlar hem şaire para vermezler hem de birçok hata ile şiirlerini bozarlar. Şair bu durum karşısında çok öfkelenir ve aşağıdaki dizeler onun sivri dilinden dökülür:


Sokağa düşmüş olan bir iki parça eserim,
Kaybolunca bana gönlüm suratı asmıştır.
Bittesadüf iki eşek geçiyormuş oradan,
Birisi üstüne ... öteki basmıştır!

Neyzen Tevfik’in son dönem şiirleri değerlendirildiğinde ülke meselelerinin yanı sıra toplumsal sorunlarla ilgili yazdığı hicivlerin sayısının fazla olduğu görülmektedir. Bu toplumsal sorunlardan öne en çok çıkanlar ise vergilere yapılan zamlar, karaborsacılığın hızla artması, her türlü ahlaksızlığı yapıp dindar görünmeye çalışanlar şeklinde sıralanabilir. Şair bu toplumsal meselelerin merkezini oluşturduğu birçok konuda hiciv yazmıştır.

  A.U Üstten