Debussy, Fransız müziğini Fransızlara veren besteci olarak anılır. Debussy’e ilk büyük başarısını, Fransız edebiyatının ünlü bir sembolist şairi Stéphane Mallarmé’nin aynı adlı eserinden esinlenerek yazdığı “Prelude a l’apres midi d’une faune” (Bir Pan’ın Öğleden Sonrasına Prelüd)adlı orkestra eseri kazandırmıştır. Mallarmé’nin bu şiiri 1876’da ressam Manet’nin resimleriyle yayınlanmıştır. Pierre Boulez’nin “yeni müziğin temel taşlarından biri” diye belirttiği bu eser, sıcak bir öğleden sonrasında orman perilerini kovalamaktan yorgun düşerek uyuyakalan Pan’ın ihtiras ve tutkusunu yansıtmaktadır (Lockspeiser 1936: 130).
Mallarmé’nin bu şiiri, bir orman perisinin erotik düşlerini anlatır. Debussy bu şiirin uyandırdığı izlenimle, hem kır perisinin yaz sıcağındaki uykulu ortamını yansıtmış hem de şiirin yapısını müziğe aktarmıştır. Giriş ve sonuçtaki düşünceli, uykulu hava, orta bölümdeki tutkulu doku, şiirin anlatım temposuna tıpatıp uyar. Flüt, arabesk üslupta, kromatik bir dizi ile (Pan/ Kır Perisi) Faunus’u simgeleyen temaları çalar. Faunus’lar, Roma mitolojisinde, ormanlarda, dağlarda, su kenarlarında dolaşan Yunan Satirleri’ne benzer, tanrıyla cin arası, kırsal yaratıklardır (İlyasoğlu 1996: 202).
“Prelude a l’apres midi d’une faune” senfonik eserinin birinci ve onbirinciölçülerde duyulan bu tema Debussy’nin melodik lietmotiflerinden biridir. Bu lietmotifi Nuages (Bulutlar) ve başka eserlerinde de duyurmuştur.
Debussy’in edebiyat ile olan ilişkisi sadece sembolist şairlerle değildir. Çağın yazarlarından Marcel Proust ile Debussy, oyun yazarı Rene Peter’in evinde tanışmışlardır. 1890 yıllarının ortalarında Debussy’nin müziğine ilgi duymaya başlayan yazar Proust yaşamının son 15 yılında sürdürdüğü romanın a l’a Recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde) yazarıdır. Proust’un rastlantısal olarak karşılaştığı bir insanın, bir peyzajın, elle tutulur bir nesnenin, bir koku, tını ya da tadın, irade dışı bir belleği ve hayal gücünü devinime geçirdiğini gözlemlediğimiz gibi, Debussy’nin de izlenimlerinden kaynaklanan hayal gücünün imgeleri de benzer biçimde oluşmaktadır.
Debussy’nin piyano eserleri, teknik açıdan yeni piyanistliğin de öncüsüdür. Eserlerinde yorumcunun hem parmak hem de pedal inceliklerini uygulamasını sağlamıştır. Reflets dans l’eau (Sudaki yansımalar), La soireé dans Grenade (Grenade’da Akşam), Poissons d’or (Altın balıklar), ve La Cathédrale Engloutie (Batık Katedral), Prelüdler, Masques(Maskeler) Debussy’nin hayal gücünün ve imgelerinin nereye kadar uzandığını ve zenginliğini sergilemektedir. Debussy’nin eserlerinin başlıkları bile Empresyonist ressamların seçtikleri konuları akla getirir: Nuage (Bulut), Esquisses (Eskizler), Jardins sur la pluie (Yağmur altında bahçeler), La Mer (Deniz), Des pas sur la neige (Kardaki ayak izleri), Voiles (Tüller), Brouillards (Sisler).
Debussy Images (İmajlar)’ları yayınladığı sırada, “Belki de günün birinde, piyano yapıtlarımın bir bölümünü Schumann’ın, bir bölümünü de Chopin’in yanına dizerler” diye bir öngörüde bulunmuştur. Bu kuşkucu ve nesnel görüşlü sanatçının, kendisiyle ilgili değer yargısı ve müzik dünyasında kendisine bahşettiği yer doğruçıkmıştır. Debussy’nin sanatı gerçekten de her iki romantik ustaya da yakındır. Bir yönüyle, dış etkenlerin kolayca harekete geçirdiği ozansal bir derinliği olan Schumann’a, diğer yönden de daha nesnel ama duyarlı bir zenginliğin ve soyluluğun içindeki Chopin’e (Pamir 1998: 215).
Debussy’nin yazı tekniği kontrpuandır, yani barok stilidir. Debussy bu alanda, orkestralamada Berlioz, piyano yazımında Chopin, melodilerde Massenet ve halk müzikleri; çokseste Mozart gibidir. Adeta bir müzik mozaiği olan bu stilin yeni olan tarafı ise, tonalite dışında kalan akorları,parçaları veya parçacıkları ilk olarak sunması ve ton duygusunu yıkması, akorlarınparelel olarak ilerlemeleri, parelel dörtlü ve beşlilere sıkça yer vermesi, Uzakdoğu ve ortaçağ dizilerini kullanması, atonaliteye ve 12 ton sistemine kapıyı açmasıdır (Kaygısız 2009: 272).
Debussy için tını ve renk çok önemlidir. Orkestrayı küçültmeyi denemiş, orkestralamadaheyecanlandırıcı güçlü etkiler yerine saf tınıları tercih etmiştir. Çalgı birleşimleri konusunda büyük titizlikle hareket ederek ses renklerinin karışmasını önlemiş, çalgının özgün tınısını korumaya çalışmıştır (Çevik 2007: 106).
Resimde bazı bölümlerin atlanarak yapıldığı, hikayeye yer verilmediği gibi nitelikler ise izlenimci müzikte orkestranın küçültülmesini, madensel üflemeli çalgılardan kaçınılarak tahta üflemelilerle yetinilmesi, çok kısa cümleli yatay çizgiler kullanılması bestecinin “tını dolgunluğuna” değil, “tını saflığına” yönelmesini simgeler. Debussy, “Müzikçiler tını ayrışımını bilmiyorlar. Tınının safiyetini unutuyorlar. Bense her rengi saf halindevermeyi amaçlıyorum.” demiştir(Say 2003: 456).
Debussy, gençlik dönemi yapıtlarından başlayarak geleneksel tonal armoninin dışında kalan akorlara yönelmiş, tonal armoninin temeli olan üçlü aralığa tümüyle sırt çevirmiştir. Müzik diline yeni yollar açan besteci, daha sonraki yapıtlarında da, paralel yedili, dörtlü ve beşli akorları uygulamış, tamperdeli dizileri kullanarak hem Güneydoğu Asya müziğinden hem Ortaçağın kilise makamlarından yararlanmıştır (Say 2003: 259).
Hem zihinsel bir temele oturan, hem de doğayla iç içe kenetlenmiş olan bir müzik anlatımını Debussy, büyük bir kişiliğe sahip olmakla beraber, tek başına gerçekleştiremezdi. Klasik ve Romantik çağlarda olduğu gibi, bu akımda da sanatçılar ve tüm sanat dalları bir kez daha birleşmiştir. Bu dönemde, bir yandan Verlaine ve Baudelaire’in müzikle dolu dizeleri dinlenirken, öte yandan da her türlü geleneği aşan, Hiroshiges ve Hokusais’in gravürlerine büyük hayranlık duyulmaktadır. Sonradan Hokusais’in Büyük Dalga’sı, Debussy’nin ünlü La Mer (Deniz) adlı senfonik şiirinin partisyon kapağını süsleyecektir. 19.yüzyılda Avrupa’nın Japonya ile ticarete başlamasının bir etkisi olarak, yenilikçi ressamların Japon estampları ilgisini çekmiştir (Ayayadın 2015: 93). Bütün sanatçılar bir akımın çevresinde birleşmişlerdir. Claude Monet’nin Su Perileri ile Debussy’nin Reflets Dans l’Eau (Suda Yansımalar) yapıtları, içerdikleri hava bakımından birbirlerine ne kadar yakınsalar, Mallarmé’nin şiirindeki Pan’ın büyüsü de yine, Debussy’nin Bir Pan’ın Öğleden Sonrasına Prelüd adlı senfonik şiirine aynen yansımıştır. Ancak Debussy’e özgü üstün bir duyarlılık ve işitsel incelik, bu dizelerin tüm gizini algılayabilir ve müzik diline çevirebilirdi. İzlenimciliğin bu karşılıklı iletişim örnekleri sayısızdır ve bestecinin her yapıtının doğuşunda böyle bir kaynak gizlidir (Pamir 1998: 215).idildergisi.com