30 Mayıs 2016

Muazzez İlmiye Çığ "Batı’nın 400 yılda yapabildiği aydınlanmayı biz Cumhuriyet Devrimleriyle 80 yılda başardık."

"Benim gençliğimde sizlerin bugün sahip olduklarınızın
hiç biri yoktu,”
“ne göklere yükselen apartmanlar,
ne araba, ne buz dolabı, çamaşır
makinesi, ne TV, ne radyo, ne cep
telefonu, ne de ev telefonu vardı.”

“Bunları hayal bile edemezdik.
O zamanlar bizlerin de ne sanattan,
ne bilimden haberimiz vardı. Müzik,
resim, heykel, tiyatro günahtı.
Devlet memurları dışında okuma yazma
bilen de yoktu”

Devrimimizin bence ana direği olan
sanat ve eğitim alanında yapılanlara önem verdim.
Sözlerimi bitirirken, o onbeş yıl içinde yapılan reformlar sonucunda, bugün dünyada ödüller alan
bilim insanlarımız, eserleri dünyada
çalınan kompozitörlerimiz. kadın
erkek her türlü Batı müziğini çalıp
ödüller alan müzisyenlerimiz, eserleri dünya müzelerine kabul edilen
sanatçılarımız oldu. Batı’nın 400
yılda yapabildiği aydınlanmayı biz
Cumhuriyet Devrimleriyle 80 yılda
başardık.




Melisa Gürpınar’a Mektup - Edip Cansever


Yazmak diyorsun ya, yazmak yani, kolay mı sanıyorsun bunu? Neyi yazmak, niye yazmak, nasıl yazmak? Demiyorum. Yazmak yalnızca. Çok yapay bir şey! Ve yazmak üzerine yazılan her şey, sanki bu yapaylığı gizlemenin bir yolu. Bir şiir yazıyorsun; ne demek şiir yazmak? Bir şeyi duydun, düşündün, bunu başkalarına iletmek istedin. Olacak iş mi bu? Biz güzel bir şey bulduk mu kendimize saklarız onu; kimseye vermek, bölüşmek bile geçmez aklımızdan. Ama şiire gelince… Olmuyor, bir yapaylık var bana kalırsa. 
 
Kendimizi tarif etmekten hoşlanıyor muyuz yoksa? O zaman da sıradan bir insanla ozanı ayıran nitelik ne? 
 
Bence bir anlamı var yazmanın; dünyaya yazmak biçiminde çıkmak. Sanki yazı makinesi gibi. Gördüğün, duyduğun, düşündüğün, vb. durmadan harflerini oynatıyor senin. Kaçınamıyorsun. Ya doğal bir şey bu ya da hastalık. Ne olursa olsun gerçeğin ta kendisi. Bir ıhlamur ağacı gerekir mi dünyaya? Ihlamur ağacı olmasaydı olmaz mıydı? Bilmem. Ama var ıhlamur ağacı. İnsanın bir “yazmak” olarak var olması gibi. Akarsu da var, kayanın içine gömülmüş bir zümrüt de. Yazmak, insan olarak biçimlenmiş bir edim. O kadar ki-ve inan buna-sen yazmasan bir başkası yazacaktı yazılması gerekeni. Bir Dostoyevski olmasaydı bile, Karamazov Kardeşler yazılacaktı gene de. Ben böyle düşünüyorum. Böyle düşündüğüm için de kızmıyorum kendime, yapay bulmuyorum yaptıklarımı ve yazdıklarımı. Hatta yazmasam kötülük yaptığıma inanırdım.Bir ıhlamur ağacı kesmekle, kendimi yazmaktan alıkoymak aynı şey. Ya da ıhlamur ağacının olmasıyla benim olmam anlam bakımından farklı değil. Bundan sonrası ayrıntılar… 
 
"Umutsuzluğumu büyütüyorum" diyorsun, yalan! Var olmak bir umudun sözcüsü olmaktır aynı zamanda. Yazar da olsan böyle, ıhlamur ağacı da. Elinden gelmez ki umutsuz olmak. Yazı makinesinin harfleri oynadığı sürece umut var senin içinde. Değişmez bir yazgı bu. Bilimsel düşünceye de uygunluğu caba. Sıkıntı var, boğuntu var, tedirginlik var, çirkinlik, yalan, her şey var. Ama hep umut var her şeyin içinde. Kısacası, yaşamın gereği, umutlu olmak zorunda insan. 
 
Şiirlerime "güzel" dedikleri zaman ilgilenmiyorum bile. İlgilendiğim tek şey, yazar olduğuma tanıklık yapmaları. Yani sen "yazmak"sın demeleri. O zaman "ha, sahi, demek kendim için düşündüklerim yanlış değilmiş" diyorum. Hepsi bu kadar. Ihlamur ağacı olsaydım, ıhlamurca konuşsaydık,"sen ıhlamur ağacısın" deselerdi, aynı şey olurdu. Böyle işte Meli ya da Lisa. 
 
Dün sabahtan akşama kadar denizin üstündeydim. Bir başıma. Sonra pasajda bira içtim. Sonra pasajda bira içtim. Sonra? 
 
Hava müthiş güzel bugün. Sıcak, aydınlık, saydam. Öyle ki, uyduramıyorum kendimi ona. Benim giysilerim başka bugün: Sıkıntı, suçluluk duygusu, bir tuhaf acı. 
 
Ben bugün bir şey yapacağım. Ama ne? Bir adet sokakla, bir adet kuşla ve sallantılı bir sokak feneriyle.