Yazmak diyorsun ya, yazmak yani, kolay mı sanıyorsun bunu? Neyi yazmak,
niye yazmak, nasıl yazmak? Demiyorum. Yazmak yalnızca. Çok yapay bir şey!
Ve yazmak üzerine yazılan her şey, sanki bu yapaylığı gizlemenin bir yolu.
Bir şiir yazıyorsun; ne demek şiir yazmak? Bir şeyi duydun, düşündün,
bunu başkalarına iletmek istedin. Olacak iş mi bu? Biz güzel bir şey bulduk
mu kendimize saklarız onu; kimseye vermek, bölüşmek bile geçmez aklımızdan.
Ama şiire gelince… Olmuyor, bir yapaylık var bana kalırsa.
Kendimizi tarif etmekten hoşlanıyor muyuz yoksa? O zaman da sıradan bir
insanla ozanı ayıran nitelik ne?
Bence bir anlamı var yazmanın; dünyaya yazmak biçiminde çıkmak. Sanki yazı
makinesi gibi. Gördüğün, duyduğun, düşündüğün, vb. durmadan harflerini oynatıyor
senin. Kaçınamıyorsun. Ya doğal bir şey bu ya da hastalık. Ne olursa olsun
gerçeğin ta kendisi. Bir ıhlamur ağacı gerekir mi dünyaya? Ihlamur ağacı
olmasaydı olmaz mıydı? Bilmem. Ama var ıhlamur ağacı. İnsanın bir “yazmak”
olarak var olması gibi. Akarsu da var, kayanın içine gömülmüş bir zümrüt de.
Yazmak, insan olarak biçimlenmiş bir edim. O kadar ki-ve inan buna-sen yazmasan
bir başkası yazacaktı yazılması gerekeni. Bir Dostoyevski olmasaydı bile,
Karamazov Kardeşler yazılacaktı gene de. Ben böyle düşünüyorum. Böyle düşündüğüm
için de kızmıyorum kendime, yapay bulmuyorum yaptıklarımı ve yazdıklarımı.
Hatta yazmasam kötülük yaptığıma inanırdım.Bir ıhlamur ağacı kesmekle, kendimi
yazmaktan alıkoymak aynı şey. Ya da ıhlamur ağacının olmasıyla benim olmam anlam
bakımından farklı değil. Bundan sonrası ayrıntılar…
"Umutsuzluğumu büyütüyorum" diyorsun, yalan! Var olmak bir umudun sözcüsü
olmaktır aynı zamanda. Yazar da olsan böyle, ıhlamur ağacı da. Elinden gelmez
ki umutsuz olmak. Yazı makinesinin harfleri oynadığı sürece umut var senin
içinde. Değişmez bir yazgı bu. Bilimsel düşünceye de uygunluğu caba. Sıkıntı var,
boğuntu var, tedirginlik var, çirkinlik, yalan, her şey var. Ama hep umut var her
şeyin içinde. Kısacası, yaşamın gereği, umutlu olmak zorunda insan.
Şiirlerime "güzel" dedikleri zaman ilgilenmiyorum bile. İlgilendiğim tek şey,
yazar olduğuma tanıklık yapmaları. Yani sen "yazmak"sın demeleri. O zaman "ha,
sahi, demek kendim için düşündüklerim yanlış değilmiş" diyorum. Hepsi bu kadar.
Ihlamur ağacı olsaydım, ıhlamurca konuşsaydık,"sen ıhlamur ağacısın" deselerdi,
aynı şey olurdu. Böyle işte Meli ya da Lisa.
Dün sabahtan akşama kadar denizin üstündeydim. Bir başıma. Sonra pasajda bira
içtim. Sonra pasajda bira içtim. Sonra?
Hava müthiş güzel bugün. Sıcak, aydınlık, saydam. Öyle ki, uyduramıyorum kendimi
ona. Benim giysilerim başka bugün: Sıkıntı, suçluluk duygusu, bir tuhaf acı.
Ben bugün bir şey yapacağım. Ama ne? Bir adet sokakla, bir adet kuşla ve sallantılı
bir sokak feneriyle.