30 Ağustos 2017

F.Rıfkı Atay - Çankaya


30 Ağostos Zafer Bayramı'nda, Cumhuriyetimizin Kuracusu Büyük Önder M.Kemal ATATÜRK'ü, silah ve dava Arkadaşlarını, Kurtuluş Savaşı'nın tüm kahramanlarını, kanlarıyla, canlarıyla bu toprakları vatan yapan aziz şehitlerimizi, gazilerimizi Saygı ve Minnetle Anıyoruz.

Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.

Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim. Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. İkdam’daki Yakup Kadri’yi aradım, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim.

Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zafer’ine borçluyuz. 
Zafer Bayramımız Kutlu Olsun! 

28 Ağustos 2017

Melatonin Nedir?

MELATONİN NEDİR?
Melatonin denilen hormon beyinde ve sadece 23:00 ile 05:00 saatleri arasında salgılanan bir hormondur. Hormonun temel görevi vücudun biyolojik saatini koruyup ritmini ayarlamak. Jetlag denilen hadisenin sebebi de bu hormon. Hormon diger aktioksidan tesirlerini de güçlendiriyor, kanserli hücrelere karşı koruma saglıyor, üreme sistemiyle bağlantısından tutun da yorgunluk , isteksizlik gibi durumların nedenlenlerini de oluşturabiliyor. Şu anda bu hormon yaşlanmayı geciktirici etkisinden dolayı da üzerinde önemle durulan bir hormon. İşin can alıcı noktalarından birisi hormonun çocuklar üzerindeki tesiridir. Avrupada lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artmasından ötürü yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden istenen bir hususda çocukların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları. Çünkü melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlı. Deneylerde uyuyan kisinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı , karanlıkta yoğun olarak saldılandığı tesbit edilmiş. Bilimsel bir gerçek. Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın. Unutmayın körlerde kanser olma oranı yok’a yakındır.


Osho -Yaratıcılık - İçindeki Güçleri Sebest Kılmak

Yeni Bir Yaşam Biçimini Kavramak
Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.

Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun. Bunu unutma.

Tanrı, bir nesne değil, bir yaratımdır. Onu ancak yaratanlar bulur. Bence anlamın keşfedilecek bir şey olmaması çok güzel. Aksi halde, insan onu keşfederdi ve sonra başkalarının keşfetmesine gerek kalmazdı.

Neale Donald Walsch

 ANNEM. WALSCH 

Sadece Tanrı'nın varolduğunu değil, Tanrı'nın benim en iyi arkadaşım olduğunu öğreten; bana anne olmaktan öte Tanrı sevgisini içimde doğurtan ilk tanıştığım melek olan annem için. 

ALEX M. WAl_SCH 

Hayatım boyunca, "Hiçbir şey zor değildir: "Hayır diye bir yanıtı kabul etmek zorunda değilsin." "Kendi şansını kendin yaratırsın." "İstediğin her şey dünyada bol miktarda var. gibi sözlerle beni büyüterek bana korkusuz olmayı ilk öğreten kişi olan babam için.

 Sonsuzluğun ötesi içinizdedir

 Olağanüstü bir deneyim yaşamaya hazır olun. Tanrı'yla sohbet etmeye başlayacaksınız. Evet, evet. Biliyorum... bu mümkün değil. Bunun imkansız olduğunu düşünüyorsunuz belki, ya da size böyle öğretildi. İnsan Tanrı'yla konuşabilir elbette ama Tanrı ile değil. Yani Tanrı söylediklerinize yanıt vermez,değil mi? En azından bildiğimiz günlük konuşmalara. 

Ben de sizin gibi düşünüyordum. Ama bu kitap bana geldi. Sözcüğün tam anlamıyla bana geldiğini söylüyorum. Bu kitap benim tarafımdan yazılmadı, bana geldi. Siz okuduğunuzda size de gelecek. Çünkü her birimiz hazır olduğumuz gerçeklere doğru yönlendiriliriz. 

Hayatım büyük olasılıkla, yaşadıklarımdan kimseye söz etmeseydim çok daha kolay olacaktı. Bu kitabın bana getireceği zorluklar ne olursa olsun (kafir, sahtekar, bu gerçekleri geçmişinde yaşamayan bir hipokrat veya daha da kötüsü ; ermiş kişi konumunda görülmek) artık süreci durdurmak imkansız hale geldi. Ayrıca durdurmayı da istemiyorum. Tüm bu olan bitenden uzaklaşma şansım vardı ama uzaklaşmadım. İnsanların (bu kitapta okuyacakları şeyler için) hakkımda söyleyeceklerini dinlemek yerine sezgilerimin bana söylediklerini dinlemeye karar verdim. Sezgilerimin bana söylediği; bu kitabın, spiritüel hayal gücü gelişmiş bir insanın hezeyanları ya da sağlıksız yaşam sürdüren bir insanın öfke dolu bir arayışla kendini haklı çıkarma çabası olmadığı. Oh, tüm bunları ben de düşündüm; her bir karşı çıkışı. Yazdıklarımı, henüz daktilo edilmiş haldeyken birkaç kişiye okumaları için verdim. Duygulanmışlardı... Gözyaşlarına boğulmuşlardı... Gülmüşlerdi... Ve hayatları değişmişti, değişmişlerdi ve güçlenmişlerdi. 

Çoğu temel bir dönüşüm yaşadıklarını söylüyordu. İşte o zaman, bu kitabın herkes için olduğunu anladım. Basılmalıydı; gerçek yanıtları işitmek isteyenler için harikulade bir armağandı ve de soru sormayı bilenler için, açık yürekle, ruh ve zihin açıklığıyla gerçeğin arayışını benimseyenler için. Bu tarif hepimize uymuyor mu? 

Bu kitap, yaşam ve sevgi; amaç ve işlev; insanlar ve ilişkiler; iyi ve kötü; suçluluk duygusu ve günah; affetmek ve kurtarılmak; Tanrı'ya giden yol ve 'Cehennem'e giden yol... hemen her şeyi içeriyor. Seks, güç, para, çocuklar, evlilik, boşanma, yaşam amacı, sağlık, yaşamın öncesi ve sonrası... her şeyi kapsıyor. Savaşı ve barışı; bilmeyi ve bilmemeyi; vermeyi ve almayı; hazzı ve acıyı araştırıyor. Somut ve soyut; görünen ve görünmeyen; gerçek ve gerçek olmayan her şeyi... 

Bu kitabı Tanrı'nın son günlerdeki düşünceleri olarak da algılayabilirsiniz. Onun iki bin yıl önce son konuşmasını yapıp sustuğunu düşünenleriniz de olabilir. Tanrı'nın yalnızca bilge insanlar aracılığıyla ya da otuz yıldır meditasyon yapan kişilerle, en azından yaşamlarının son on yılını dürüstçe yaşayan insanlar aracılığıyla iletişim kurabileceğini de düşünebilirsiniz. Bu kategorilerin hiçbirine dahil değilim. 

Gerçek şu ki, Tanrı herkesle konuşuyor. İyiyle de kötüyle de, azizle de hırsızla da. Ve bu tariflerin arasında kalan herkesle. Kendinizi düşünün; yaşamınız boyunca Tanrı sizinle çok kez konuştu. Bu da onlardan biri. Şu deyimi kaç kez işittiniz? "Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen gelir." Bu kitap bizim öğretmenimiz.

 Bu kitabın bilgileri bana geldiğinde Tanrı'yla konuştuğumu biliyordum. Doğrudan öznel olarak. Yanılmasız. Tanrı sorularımı, anlayabilme yeteneğimle doğru orantılı olarak yanıtlıyordu. Yani sorularıma anlayabileceğim kapasitede ve dilde yanıt veriyordu. Artık, yaşamımda bana gönderilen her deneyimin Tanrı'dan geldiğini biliyorum. 

Bütün sorularımın yanıtlarını, harikulade deneyimlerin ve mesajların içinden gelen verilerle aldığımı biliyorum. 

Bu yazı yolculuğunda öyle bir an geldi ki, bir kitap oluştuğunun farkına vardım: yayınlanması gereken bir kitap. Gerçekten de diyaloğun son bölümlerinde üç kitabın oluşacağının bilgisini aldım. 

Birinci kitap, bireysel konuları, bireyin yaşam mücadelesini ve olanaklarını inceleyecekti. 

İkinci kitap, gezegenimizin jeopolitik ve metafizik yaşamı, dünyanın şu anda yüz yüze olduğu sorunlar gibi global konuları içerecekti. 

Üçüncü kitap, üst düzenin evrensel gerçekleri, ruhun dersleri ve gelişim olanaklarını paylaşacaktı. 

Elinizde tuttuğunuz kitap, birinci kitap olarak 1993 Şubatı'nda tamamlandı. Bazı sözcükler ve cümleler farklı tonda geldiğinden daha net anlaşılması için onları italikle belirttim. 

Bu kitaptaki bilgeliği tekrar tekrar okudum. Kendi yaşamımdan utanç duyduğumu itiraf etmeliyim. Yaşamım hatalar ve yanlışlarla dolu. Başkalarının zarar gördüğü seçimler yaptım ve kararlar aldım. Bu kararlardan bazıları toplum tarafından affedilemez nitelikteydi. Verdiğim acılardan anlatılmaz pişmanlıklar duymama rağmen, öğrendiklerim ve öğreneceklerim için şükran duygumu sözcüklerle ifade edebilmem olanaksız. Yaşamıma giren herkesten bir şeyler öğrendim. Bazı derslerde yavaş bir öğrenci olduğum için herkesten özür diliyorum ve hatalarım için özür dilerken, korku ve suçluluk duymak yerine, kendimi affederek daha büyük bir vizyonu yaşama arzusuyla Tanrı'nın teşvikini her an içimde hissediyorum. Hepimiz için Tanrı'nın isteğinin de bu olduğunu biliyorum. Neale Donald Walsch

 PDF  

 

Adorno &Horkheimer - Aydınlanmanın Diyalektiği



Felsefi Fragmanlar'ın yazarları, Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno, Toplumda özgürlükle aydınlatan düşünme'nin birbirinden ayrılamayacağını biliyoruz,  ne var ki, bu düşünme kavramının, somut tarihsel biçimlerden, iç içe geçtiği toplumsal kurumlardan daha az olmamak üzere, bugün her yerde meydana gelen gerilemenin nüvesini kendinde barındırdığını açık seçik görmüş olduğumuza inanıyoruz. Aydınlanma, bu gerileme momenti üzerinde düşünüp taşınmazsa, o zaman kendi kaderini tayin eder.
 

18 Ağustos 2017

Jean Paul Sartre "İnsan olmak çok güç efendim, çok güç."

 
Hayat üç bölümdür: Dünyayı değiştireceğini sandığın, dünyanın değişmeyeceğine inandığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun.

Birini sevmeye, koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister.
Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu.

Kendimi bırakmak, unutmak, uyumak istiyorum.

Dostluk, birisi hakkında hüküm vermek demek değildir, dostluk, inanmaktır.

Her seçiş bir vazgeçiştir.

Düşünüyorum da, diyorum gülerek, hepimiz şurada oturmuşuz, o değerli varoluşumuzu sürdürmek için yiyip içiyoruz. Oysa var olmaya devam etmemiz için hiçbir, ama hiçbir sebep yok.

Oğuz Atay Babasına mektup


Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım. Sana bazı şeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaşasaydın ya da dünyaya dönseydin – kısa bir süre için- her şey başka türlü olurdu sanki. Çaresizlik yüzünden birçok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım. Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, ‘Ne güzel’ diyorlar, ‘Bunu bir yerde kullansana.’ Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım.

Geçen zaman ancak böyle değerleniyormuş; insanın geçmiş yaşantısı ancak böylece anlam kazanıyormuş. Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum. Benzer taraflarımız olduğu bir gerçektir. Sen üstüne başına dikkat etmezdin; bense ne kendime bakıyorum ne de arabama. Uzun yıllarını geçirdiğin büyük şehrin sokaklarında ikimiz de kir içinde dolaşıp duruyoruz.

Bazen arabayı bir ara sokakta durdurarak küçük ve karanlık meyhanenin birine giriyorum. Senin deyiminle ‘tedrici intihar’. Sağ olsaydın yazdıklarımdan bir satır anlamamakla birlikte gene de benimle öğünürdün sanıyorum. Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik. Aslında yazdıklarım senin deyiminle ‘uydurma’ şeylerdi; annemin seyrederken ağladığı filmler ya da okurken duygulandığı romanlar gibi ‘hepsi uydurma’. Sana yazdığım bu satırların da bir kısmı ‘uydurma’ olabilir; sana açıklamakta zorluk çekeceğim bazı nedenlerle senin anladığın biçimde bir gerçeklikten uzaklaşmak zorundayım.

Senin işin bir bakıma kolaydı babacığım. Birçok şeyi yok sayarak belirli bir düzen içinde yaşadın. Sinemaya gitmedin. Hiç roman okumadın. Zeytinyağlı enginar yemedin. Yabancı ülke özlemi çekmedin. Kimseye hediye almadın. Evde kuşkonmazdan başka bitki yetiştirmedin. Yalnız halk türkülerini sevdin. Basit beğenilerinin yanında beni şaşırtan duyarlıkların vardı…


Paul Éluard - Kimseler Bilemez

Kimseler bilemez beni
Senin bildiğin kadar
İçinde yan yana uyuduğumuz
Gözlerin
Benim insan parıltılarıma
Dünyanın gecelerinden daha iyi bir gelecek hazırladı
İçinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi
Bize belirtilenler
Gözlerindeki sonsuz yalnızlığımızı
Artık kendilerini sandıkları gibi değiller
Kimseler bilemez seni
Benim seni bildiğim kadar 


Osho - Aydınlanmanın Abc'si

  

“Aydınlanma, kişiliğinizin bilinçsiz sınırlarının farkına varma, bu sınırlardan kurtulma sürecidir. Kendi orijinal yüzünüzü keşfetmekten başka bir şey değildir” Öğretileriyle yaşamın bir bütün olarak algılanmasını dileyen Osho’dan kelimelerin dünyasına farklı bir bakış: Çünkü kelimeler sadece kendileri değildir. Tıpkı insanlar gibi onların da ruh halleri, kendilerine has iklimleri vardır.

Osho, bu kitapta “Şimdi ve Burada” olmanın önemine işaret ediyor. Her gün ve her an, çoğu kez farkında olmadan kullandığımız kelimeler, aynı zamanda fiziksel, duygusal, seksüel ve spritüel varlıklar olarak yaşamımızda yer alırlar.

Hırs, öfke, keder, endişe; kabullenme, bağlanma, değişim, can sıkıntısı; kapitalizm, ekoloji, evrim, varoluş, zihin, bilgi, adalet ve özgürlük… Her şey kelimelerde gizlidir. Hangi kelimeleri, hangi anlamda kullandığınız, kelimelerden ne anladığınız yaşamınızı belirler. Aydınlanmanın ABC’si, Osho’nun spritüel hayatı anlattığı, yaşayan ve şaşırtıcı bir sözlük.

 

Özdemir Asaf "Ben çiçeklileri Renklileri Delileri severim, Bir de delilikleri."




15 Ağustos 2017

Atatürk ve Devlet Sosyalizmi

1-) ''... İkincisini de Prof. Dr. Reşat Kaynar kaydetmektedir. Atatürk 1932 yılında bir sohbet sırasında, 'Kemalizm diyorsunuz, ne demek Kemalizm?' sorusunu sormakta ve Kemalizm, Socialisme d'Etat (Devlet sosyalizmi) demektir' diye yanıtlamaktadır...''

2-) Atatürk, 23 yaşında Harp Akademisi öğrencisiyken not defterine şöyle yazar: "Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı"

3-) Atatürk, 1919’da Samsun’da karaya ayak basıp Amasya’ya geçerken Havza’da karşılaştığı bir Sovyet subayıyla söyleşisinde: Sovyet subayının ne yapmayı amaçlıyorsunuz sorusuna karşılık olarak, bizim hedefimiz devlet sosyalizmidir demiştir.

4-) Sabiha Sertel, anılarında 1924 anayasasının hazırlanması sırasında Ağaoğlu Ahmet Bey’in ağzından Mustafa Kemal’in devlet sosyalizmi düşüncesinde olduğunu şöyle anlatıyor:
"Devletçiliğin anayasaya girmesini istiyorlar. Bu şimdiye kadar kabul edilen maddelere zıttır. Mustafa Kemal’le bu konu üzerinde uzun boylu konuştuk. Kızdı, ‘ben Socialisme d’Etat istiyorum‘ dedi."
 
 

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkeye devlet sosyalizmini getirmek istediğini bazı kaynaklar iddia etmektedir.

Bunlardan birisine, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1919'da Samsun'a çıkışının ardından Havza'da, Sovyet heyetinin başında bulunan bir albayla yaptığı görüşmede tanık olunmuştur. Atatürk, Sovyet albayının yönelttiği, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin biçimi konusunda, "Yâni Bolşevikliğin prensipleri üzerine kurulmuş bir cumhuriyet değil mi, Generalim?" sorusuna karşılık, "Öyle olacak, devlet sosyalizmi dersek, daha doğru söylemiş oluruz" yanıtını vermiştir.[10]

Yine Kurtuluş Savaşı döneminde çıkarılan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde, devlet sosyalizmine dair şöyle bir yazı bulunur: "Sosyalizm’in pek çok esaslarını, milli idaremizi bozmadan alır, tatbik ederiz. Şirketleri yavaş yavaş millileştiririz. Hükümet tekelini halk lehine çoğaltırız ve ayrıntısı burada uzun sürecek daha birçok ıslahat yaparız. Özel tabiriyle, bir nevi devlet sosyalisti oluruz. Fakat hakiki vasfımız, Avrupa matbuatının verdiği isimdir: Ulusçu Türk hükümeti!"[11]

Bir diğerini ise Prof. Dr. Reşat Kaynar aktarmıştır:

"1932 yılının Temmuz ayında, Ankara'da Birinci Türk Tarih Kongresine katılmıştım. Atatürk, her oturumu dikkatle izliyordu. Kongrenin sonunda verilen bir çaylı toplantıda, Atatürk'le iki saati aşan bir süre içinde konuşmuştuk. Bu konuşmanın önemli noktalarından biri de, Kemalizm hakkındaki sözleriydi. Atatürk:

'- Kemalizm diyorsunuz. Ne demek Kemalizm? Kemalizm demek (Socialisme d'Etat) demektir.' tarzında konuşarak, kamu teşebbüsünü savunmuştu.

26 Ağustos günü, İş bankasının kuruluş yıldönümünde de, özel teşebbüs hürriyetinin, iktisat siyasetindeki olumlu mevkiine işaret etti. Böylece Türkiye'nin ekonomik yapısına uygun bir iktisat siyaseti arayan Atatürk'ün, çeşitli şartlar altında, çeşitli davranışlarını görmüştük" [12] Reşat Kaynar bu anısında, aslında bu söylemlerin Atatürk'ün pragmatizminden kaynaklandığını söylemiştir.[kaynak belirtilmeli]

Mahmut Esat Bozkurt ise devlet sosyalizmini şöyle tanımlar: "Devlet Sosyalizmi, özel mülkiyeti tanıyan, fakat insanın insan tarafından sömürülmesini önlemek ve milli kalkınmayı başarmak için devlete ekonomik işlerde kontrol ve teşebbüs hak ve yetkilerini kabul eden bir sistemdir."[13] Lakin bu tanım, devlet sosyalizminin teorisyeni olan Lassalle'nin tanımıyla çelişmektedir.

Erich Von Daniken - Tanrıların Şoku



 "TANRILARIN ARABALARI" yazarından...

Çok eski çağlardan kalma efsaneler, yazıtlar vearkeolojik bulgular, insanların binlerce, onbinlerce yıl öncesinde de dünya dışından gelenyaratıklarla temas kurduğunu işaret ediyor. Yeni Çağ'ın büyük kâşifleri, çoğu kez "vahşiler"tarafından bir zamanlar atalarını da ziyaret etmiş "Tanrılar" olarak karşılandıklarınıkaydetmişlerdir. Günümüzde de, uzaydan gelenkonuklarla ilgili sayısız tanık ifadesi vardır. Erich von Däniken, bu kitabında bir dizi metin veresimle bu karşılaşmaların nasıl cereyan etmişolabileceğini, "Tanrıların Şoku'na uğrayandünyalıların nasıl tepki gösterdiklerini, gelecekkuşaklara ne gibi aktarımlarda bulunduklarınıbelgelemeye çalışıyor.

Yeni şeyleri kafalan kanştınnak için değil, aksine onlan açıklalmak için getiriyoruz.(Galileo Galilei)
*
Bilgi ağacı gelecekte duruyor ve "her ilerleme sadece ütopyalann gerçekleşmesidir." (Oscar Wilde 1854-1900)


Tamamı burada...Erich Von Daniken - Tanrıların Şoku - Scribd



Mevlana Sanat



Senin ışığında öğrendim sevmeyi.
Senin güzelliğinde şiirler yaratmayı.

Dans edersin göğsümün içinde,
herkesten saklı,

fakat, görürüm seni ben bazen,
işte bu sanat o manzara.


Çeviri: Vehbi Taşar

 
 
  “In your light I learn how to love.
In your beauty, how to make poems.
You dance inside my chest,
where no one sees you.”
but sometimes I do,
and that sight becomes this art.

Mevlana Jalal ad-Din Rumi

Paul Auster - Ay Sarayı

Uçurumdan atlamıştım ve son anda bir şey uzandı, beni havada yakaladı. O bir şeyin adına sevgi diyorum. İnsanı düşmekten alıkoyacak tek şey, yerçekimi yasalarını yok edecek kadar güçlü tek şey sevgidir.

Yaşamını rüzgarın esintisine bıraktığın zaman, daha önce hiç bilmediğin, başka koşullarda öğrenilemeyecek şeyleri keşfediyorsun. 



Nikos Kazancakis - Zorba 'İnsanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu.'

 
Mutluluğun, basit ve açık bir şey olup, bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. 
Yalnız, bütün bunların, mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu.

Nahit Ulvi Akgün - Birisi




 
Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir.
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda.


13 Ağustos 2017

Atatürk "Bilim ve Teknoloji"


Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır. 1923

Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur. 1922

Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. 1923

Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. 1923

Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş, olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupa'ya, Amerika'ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye ok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur. 1923

İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.

İlerlemek yolunda yapılacak her önemli teşebbüsün, kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en az dereceye indirilmesi için tedbir ve teşebbüslerde hata yapmamak lazımdır. 1927(2-600)

İnsanların hayatına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.  1930(15-262)

Manevî kuvvet ise özellikle ilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.  1922 (4-223)

Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzu edilmekle beraber, yolun kabul edilebilir;
mantıki ve özellikle ilmi olması şarttır.  (13)

Her yeni yetişen kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse o zaman, ancak o zaman gelecek nesiller birbirinden kademe kademe yüksek seviyede bir yükselme grafiği meydana getirebilir ki, insanlığın ilerlemesinin amacı da budur.  1918(40)

Bir millet için mutluluk olan birşey diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim, ancak unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam, dürüst bir görüşle görmeliyiz.  1923 (5-141)

Hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de uygun bir yol ile veya zor ile anlatarak amacımıza yürüyeceğiz... Bizi o amaca varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman çıkmaz. İçimizde böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya memleketini sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz zaman mutlaka okula gitmemiş olanları kasdetmiyoruz. Kastettiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek bilginler çıkar.  1923 (5-132)

Sanayileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve mutlu Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zorunluluktur.  1937 (4-381)

Memleket için kaçınılmaz olan sanayiinin kurulması bitmedikçe her yönden kalp huzuru duymamıza
imkân yoktur. Bu sebeple, memleketin sanayiye ait donanımını tamamlamak için, bütün gayret ve dikkatinizi çekmeyi yerinde buluyorum.  1933 (4-359)

Türkiye'de devlet madenciliği, milli kalkınma hareketiyle yakından ilgili, önemli konulardan biridir. Genel sanayileşme düşüncemizden başka, maden arama ve işletme işine, her şeyden önce dış ödeme vasıtalarımızı, döviz gelirimizi artırabilmek için devam etmeye ve özel bir önem vermeye mecburuz. Maden Tetkik ve Arama Dairesinin çalışmalarına en yüksek gelişme hızım vermesini ve bulunacak madenlerin, verimlilik hesapları yapıldıktan sonra planlı şekilde hemen İşletmeye konulmasını temin etmemiz lazımdır. Elde bulunan madenlerin en önemlileri için, üç yıllık bir plan yapılmalıdır. 1937 (4-382)

İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak
demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.  1923 (5-91)

Harp sanayi kuruluşlarımızı, daha çok geliştirme ve genişletme için alınan tedbirlere devam edilmeli ve sanayileşme çalışmamızda da ordu ihtiyacı ayrıca göz önünde tutulmalıdır...Bütün uçaklarımızın ve motorlarının memleketimizde yapılması ve hava harp sanayimizin de bu esasa göre geliştirilmesi gerekir. Hava Kuvvetlerinin kazandığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmayı planlaştırmak ve bu konuyu layık olduğu önemle milletin görüşünde canlı tutmak lazımdır. 1937 (4-387)

İlim, tercüme ile olmaz, inceleme ile olur. (70-167)

Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiç bir dogma, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları biledeğişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (eksen) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.  (129-18)

 

Hermann Hesse - Boncuk Oyunu






Her yaşantının kendine özgü bir büyüsü vardır işte; benim yaşantım da, bastıkça içe gömülen çayır kaplı toprak üzerinde yürüyüp toprağın ve tomurcukların kokusunu solurken, yaklaşan baharın bir mutluluk duygusuyla tarafımdan belirgin olarak algılanması, ardından kokunun mürver dalının fortissimo'sunda yoğunlaşıp güçlenerek duyusal simgeye ve büyüye dönüşmesiydi. 


Mina Urgan - Bir Dinozorun Anıları

 Zaten insanlar gülümseyerek mutsuzluklarını hem gizlemesini, hem de biraz yenmesini öğrenirler. Gülümsemeyi, gülmeyi, gülmece yeteneğini, “humour” denilen şeyi, yani başkalarının halinden çok kendi haline gülebilmeyi işte bu yüzden önemserim. Bu gülmece yeteneğinden yoksun olanlar, kendilerini hafiften alaya alamayanlar, tam insan değildirler benim gözümde.

Tek ölümsüzler sanatçılardır, şairlerdir, yazarlardır, düşünürlerdir. Şimdi ünlü olmasalar bile, ileride değerleri anlaşılacaktır. Çamurlu bir su birikintisine, bembeyaz, ışıl ışıl ışıldayan çok güzel bir çakıltaşı atmışlardır onlar. Çamurlu sular nasıl olsa bir gün çekilecek, o güzel çakıltaşı gün ışığına çıkacaktır.

Ben tarafsız değilim. Açık seçik taraf tutuyorum. Yobazlığa karşıyım, ırkçılığa karşıyım, gericiliğe karşıyım. İnsanların sömürülmesine ve savaşa karşıyım. Sosyalizmden, sevgiden, kardeşlikten, aydınlıktan yanayım.

Belleğim de hiç güçlü değildir. Bunun nedeni, birçok şeyi kafamdan tamamiyle silmek istememdir belki de. Çünkü bizi derinden yaralayan olayları hiç anmamak, tümüyle unutmak, daha doğrusu unutmuş gibi davranmak zorundayız yaşamaya devam edebilmek için.

Anılarıma başlarken, her şeyden önce, gençliğin bir mutluluk, yaşlılığın ise bir mutsuzluk dönemi olduğu mitosunu yıkmak istiyorum. Gençliğin mutluluğu, gençlerin kendileri dışında neredeyse herkesin inandığı koca bir yalandır. Hiçbir gencin "genç olduğum için aman ne mutluyum" dediği duyulmamıştır. Ama her nedense ihtiyarlar "Ah! Gençken ne mutluydum!" diyerek kendilerini avutup dururlar.

I am an atheist still thank God...Luis Buñuel

Bir dostluğun devamı için az çok aynı çizgide fikir birliği olduğu sürece, ayrı kentlerde ya da ayrı ülkelerde yaşamanız, yıllarca birbirinizi görmemeniz dostluğu hiç zedelemez. Buluşur buluşmaz, iletişim yeniden kuruluverir dakikasında.

İstanbul büyümesine büyüdü; ama çirkinleşerek büyüdü.

Kafa işi yapanlarla kol işi yapanlar arasında ekonomik uçurumların açılmasına katlanamıyorum. Çünkü, kendi suçu olmadan, salt ailesinin ekonomik durumundan ötürü, kol işçisi Ahmet Efendiden kafasını işletmek olasılıklarının esirgendiği için, onun benim gibi profesör değil de çöpçü kaldığını düşünüyorum ve bu yüzden de ömrü boyunca benden daha az para kazanarak cezalandırılmasına gönlüm râzı değil.

Sürekli olarak kişisel mutluluk peşinde koşmak, bir kepazelikten başka bir şey değildir.
Böyle bir dünyada, bunca felaket, bunca yoksulluk, bunca haksızlık ortasında,
gerçekten insan sayılamayacak yaratıklar mutlu olabilirler.
‘’Bana ne dünyanın şurasında burasında, hatta kendi ülkemde kanlı savaşlar varsa;
benim evimde yok ya’’ derler böyleleri.
Başkalarını sokan yılanın günün birinde onları da sokabileceğini hiç düşünmezler bu geri zekalı ‘’bana ne’’ciler.

5 Mayıs 1972’de Deniz’lerin sabaha karşı asıldıklarını duyduğum gün çok yoğun bir utanç yaşamıştım. O üç çocuk kan dökmemişlerdi, kimseyi öldürmemişlerdi ve henüz yirmi beş yaşına basmamışlardı.
Başka bir utanç günüm, Kasım 1982’de faşist anayasasının neredeyse bütün memleket tarafından kabul edildiği gündü.
Bütün Türkler adına utanç duydum.

Yurtseverlikle milliyetçilik kavramları birbirlerine karışır genellikle. Oysa bu ikisi
arasında dünyalar kadar fark vardır.
Yurtsever, doğduğu büyüdüğü toprakları sever; kendi milletinin insanlarına yakınlık
duyar.
Oysa milliyetçi, kendi memleketini yeryüzünün en üstün ülkesi, bu ülkenin insanlarını dünyanın en üstün soyu sayar. ...Böylece faşizme yönelir.

Gelgelelim, "gençlik yanılgılarıdır, olur böyle şeyler" diyerek hoşgörebileceğimiz yaşı çoktan geçmiş, neredeyse kırkına gelmiş bir adam, hala ırkçıysa, hala faşistse; liberal ekonomiyi sömürüp, dalavereyle muazzam servetler yığıyorsa; her gün yalan söylemeyi hakkı sanıyor ve her gün ağız değiştiriyorsa; hala köktendinci bir yobazsa; kadınlara toplumda yer vermeye yanaşmıyorsa; 1400 yıl önceki yaşam biçimini özlüyorsa; kendi dininden ve soyundan olmayanları kıtır kıtır kesmeye hazırsa; asıl amacı demokrasiden işine geldiği kadarı yararlanıp sonra demokrasiyi ortadan kaldırmaksa; bizler demokrasi adına neden böyle bir adama hoşgörü gösterelim.?

Bir insan ne denli üstün zekalı ve bilgili olursa olsun, eğer duyarlılıktan yoksunsa; kafa açısından görkemli bir dev, duygu açısından zavallı bir cüceyse, ben neyleyim böyle bir adamın dostluğunu?

Ancak kadınlara özgü bilinen niteliklerle erkeklere özgü bilinen nitelikleri kendi benliklerinde uyumla kaynaştıranlar gerçek insanlardır. Cinsel açıdan değil, ama ruhsal açıdan biraz hermafrodit olmak gerekir, gerçek bir insan sayılabilmek için.

Psikolojik açıdan kadın erkek ayrımını tamamiyle yanlış buluyorum. Çünkü gerçek bir insan kadın ve erkeğin uyumlu bir karışımıdır.


Delikanlı ihtiyarlar vardır.
Deli kanları dört nala koşar
Çatladı çatlayacak damarlarında.
O deli kanlarını artık pompalayamayan 
Bir et parçası değildir yürekleri. 
Çırpınan bir kızıl güvercindir
Göğüs kafeslerinde.

Umberto Eco - Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti




Her ne olursa olsun, kurmaca yapıtlar okumaktan vazgeçmeyeceğiz, çünkü onlarda yaşamımıza bir anlam verecek formülü aramaktayız. Sonuçta, yaşamımız süresince, bize neden dünyaya geldiğimizi ve yaşadığımızı söyleyecek bir ilk öykünün arayışı içindeyiz. Kimi zaman kozmik bir öykü arıyoruz, evrenin öyküsünü, kimi zaman da kendi bireysel öykümüzü. Kimi zaman kendi bireysel öykümüzü evrenin öyküsüyle çakıştırmayı umuyoruz.


Emily Dickinson - Şiir ve Kadın

Doğa sarıyı daha az kullanır
Diğer renklerden;
Günbatımlarına sakla hepsini
Saçıp savurarak maviyi

Bir kadın gibi harcar kızılı
Oysa çok az kullanır sarıyı
Ve ancak geldiğinde yeri
Bir aşığın sözcükleri gibi.

Tanrı konusunu işlerken şüphecilikten de ayrılmadı. Bunu aşağıdaki dizelerinde görebiliriz:
Cenneti yukarıda hiç bulamaz
Aşağıda bulamayan.
Tanrı'nın konutu benimkiyle yanyana
Eşyası aşktan.


 Bir çok şiirinde umutsuz olan meçhul aşk ilişkisinden bahsediyor:
“Bana, tatlım, iki miras bıraktın,-/ Aşk mirasıydı biri/ Gökteki Tanrı sevinirdi,/ O’na sunulsaydı eğer; / Bana acının sınırlarını bıraktın/ Engin deniz gibi;/ Sonsuzluk ve zaman arasında,/ Senin bilincin ve benimki.“

“Kalbim, unutacağız onu,/ Bu gece, sen ve ben./Ben ışığı unutayım,/Onun sıcaklığını sen. /Unuttuğun vakit, söyle bana,/ Ola ki düşüncem donar./Acele et, oyalanırken sen,/Hatırlayabilirim tekrar.“ 

Agorafobik Kadınlar....
 Agorafobi kavramına gerçekten kadın perspektifinden bakmak için, tarihin en ünlü münzevilerinden biri olan Amerikalı kadın şair Emily Dickinson'ın yaşantısına bakmak gerek. Dickinson, bir şiirin de şöyle der:

"Yazgıysa neden bütün bunlara
Diyarı yok erkek akrabanın
Bir zindandan başka
Hapsettiği –Yalnızca Ev"

Tık...http://www.gnoxis.com/agorafobik-kadinlar-18949.html


12 Ağustos 2017

Can Yücel "Dünyada Can’ın yaşadığını hatırlamak için Şerefinize "



A n ı s ı n a
Benim halim memleketin hali/ Üç gündür kabızım dışarıya çıkamıyorum/ Ne geğirebiliyor ne osurabiliyorum/ İçim gırtlağıma kadar bok/ Her zamanki gündelikçi kadın/ İki kız yollamış yerine/ Acemi şeyler/ Etrafımda dolanıp duruyorlar/ Zaten başım dönüyor/ yemekten içmekten kesildim/ Boyuna lavman yaptırıyorum/ Götüme fitil sokuyorum.
***
Datça’da duruyorum yatıyorum Sabah kalkıp kapıları açıyorum Bütün herkes geliyor Serçeler kumrular İsa çiçekleri Bulutları çağırıyorum geliyorlar Gökyüzü çok fena mav Yürüyemiyorum ayaklarım yok Sanki bir ruhum Sanki bir bademağ’cıyım Benim çağlalarımı yiyin Bir kadeh rakıyla Dünyada Can’ın yaşadığını hatırlamak için Şerefinize 

10 Ağustos 2017

Edip Cansever - İzmir’in Akşamları

Denizlerin rüzgârı denizlerin,
Gelir vurur kızların bacaklarına.
İzmir’in akşamları İzmir’in,
Herkes saadetini düşünür.

Öpülmez ki denizlerin rüzgârı,
Kolay kolay öpülmez ki.
Bir kaçar bir de durur
Kadınlar gibi.

Denizlerin rüzgârı denizlerin,
İnsan unutur yalnızlığını.
Gemiler yelken açar uzaklarda,
Kim sevmez bu saatlerde yolculuğu.

İzmir’in denizleri koskocaman
Çocuklar uzatır ayaklarını denize.
Midye keser ayaklarını kaçarlar
Sevine sevine.

İzmir’in akşamları İzmir’in,
Nasıl sevilmez
böyle akşamlar.
Bir yanar bir söner Karşıyaka’nın ışıkları,
Gün olur insanı deli eder.

İzmir’in ışıkları İzmir’in,
Barların, vitrinlerin önünde
Gemiler gelir rüzgârla dolu,
Gemiler gider ışıklar içinde.


Mevlana - Gitme Bensiz

A canımın canı, ne de hoş, ne de güzel salına salına gidiyorsun; gitme bensiz.
A dostların yaşayışı, gül bahçesine gitme bensiz.
A gök, dönme bensiz; a ay, parlama bensiz; a toprak, göverme bensiz; a zaman, geçme bensiz.
Bu dünya seninle hoş, o dünya seninle güzel; bu dünyada kalma bensiz, o dünyaya gitme bensiz.

A iz’an, bilme bensiz; a dil, söyleme bensiz; a göz, görme bensiz; a can, gitme bensiz.
Gece, ay ışığında gösterir yüzünü; ben geceyim, sen aysın bana; a can gitme bensiz.
Diken güle sığındı da öyle korundu ateşten; sen gülsün, ben dikeninim senin, gül bahçesine girme bensiz.
Gözün üzerimdeyken, senin kıvrık kamçının emrinde koşar dururum.
Sen yine hep bak bana böyle, hep sür beni; gitme bensiz.
A neşe, padişahın meclisine girip de içme bensiz.
A bekçi, varıp da padişahın damına çıkma bensiz.
Eyvahlar olsun bu yola iz bilmeden düşene.
İzini izlediğim sensin benim, a yol-iz bilen, gitme bensiz.
Başkaları aşk diyorlar; ben, aşkın da padişahı diyorum sana.
Ey şunun, bunun aklına, vehmine bile gelmeyen, gelmeyecek kadar yüce olan, gitme bensiz.


07 Ağustos 2017

Rabindranath Tagore - Duam budur

 
Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde Sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde Berrak aklın nehrinin, ölmüş adetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde Zekanın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde Tanrım, sen benim memleketimi, işte bu özgürlük cennetinde uyandır.

Çeviri: Bülent Ecevit 
 

Marilyn Monroe "Her şeyin bir nedeni olduğuna inanırım."

İnsanlar değişir ve siz de umursamamayı öğrenirsiniz, bir şeyler ters gider ve böylelikle her şey yolundayken bunun kıymetini anlayabilirsiniz, yalanlara inanırsınız ve sonunda kendinizden başka kimseye güvenmemeniz gerektiğini anlarsınız; ve bazen iyi şeyler biter ki daha iyileri başlayabilsin.


Çiçekler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


04 Ağustos 2017

Atatürk "Uyuyan Milletler ya ölür, ya da Köle olarak Uyanır."



Turgut Özakman - Şu Çılgın Türkler


Sevgili gençler! İstiklál Savaşı, dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni, çağdaş bir devlet kurmayı başaran atalarınızla gurur duyun, şehit ve gazi atalarınızın onurunu yalancılara çiğnetmeyin.

MÜRETTEP KOLORDU...
Ağır yaralıları ilk bakımlarını yapıp bulabildiği her taşıtla Eskişehir'e yolluyordu...Hastane kan ve yara kokmaktaydı...Koridor yeni gelen yaralıların yattığı sedyelerle dolmuştu...Gencecik bir er "anacığım" diye inliyordu...Halide Hanım "Savaş denilen ziyafetin mutfağındayız..." dedi,"...Nasıl? Dayanabilecek misin?"Nesrin içi çekilerek,"Çalışacağım efendim" dedi...Ameliyattan çıkmış hastaların koğuşuna doğru ilerlediler...Şu Çılgın Türkler


Tamamı burada... Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler  



Che Guevara ile Fidel Castro arasındaki diyalog

Küba’da devrim yapılmış,  yürütülen mücadelenin ekonomik atak safhasına geçme gereği doğmuştur. Devlet bakanlıklarına ve ekonomik gidişata ilişkin toplantıda Fidel kürsüden:

"ekonomiyi düzeltmeliyiz, kaynakları etkin kullanmalıyız"

yönünde söylev verirken

"aranızda iyi bir ekonomist var mıdır?"


der. Koca salonda bir tek Che'nin eli havadadır. Fidel bunun üzerinde Che ye

"senin ekonomiden anladığını bilmiyordum"

der. Che tarihi yanıtını verir

"ben senin: aranızda iyi bir komünist var mı? dediğini sanmıştım..."


    NOT: Burada püf nokta İspanyolca'da "economista" ile "comunista" arasındaki okunuş benzerliğidir.

    Meksikada Castro ile Che'in bir dostlarının evinde yediği yemek sonrasında geçtiği diyalog:

(Asıl konu şudur; Castro Kübada yapmak istediklerini anlatır. Sonra Ernesto'ya "Sen de benim ile bu yola çıkacak mısın?"dır)

Castro: "Ernesto, Şimdi benimle Kübaya gelip devrimi yapacak mısın?"

Ernesto: "Sen biraz delisin! Devrimi yapacağız halkı kurtaracağız."

(Birbirlerine bakıp gülerler)

Castro: "Evet Ernesto, cevabını bekliyorum "

Ernesto: "Tamam geleceğim ama bir şartım var; Küba'dan sonra Bütün Latin Amerikada sonrada dünyada yapacağız bu devrimi!"

Castro (Gülümseyerek): "Ben biraz deliyim; fakat dostum, sen zır delisin!"

tr.wikiquote.org 


Albert Einstein 10 Maddelik HAYAT Dersi

1- Merakınızın peşinden gidin!

“Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.”

Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız

    2- Azim paha biçilmezdir!

“Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.”

Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.

    3- Bugüne odaklanın!

“Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.”

İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.

    4- Hayal gücü güç verir!

“Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.”

Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: “Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil”. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.

    5- Hata yapın!

“Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.”

Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.

    6- Anı yaşayın!

“Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.”

Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.

    7- Değer yaratın!

“Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.”

Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.

    8- Farklı sonuçlar beklemeyin!

“Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.”

Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.

    9- Bilgi deneyimden gelir!

“Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.”

Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.

    10 - Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın!

“Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.”

Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
 



Babanız Yaşasaydı Ona Ne Söylerdiniz?


Cenetteki babalara mektup var...Babaları vefat etmiş ünlülere 'Babanız yaşasaydı ona ne söylerdiniz?' diye sordu. Kimi yarım kalan şeyleri tamamladı, kimi babasına nasıl layık olduğunu söyledi ama hepsinin ortak duygusu özlemdi..

Yağmur Kızılok (Fikret Kızılok)
"Baba, emin ol, hiçbir şey kaçırmadın. Türkiye aynı Türkiye... İnsanlar gittikçe daha da aynılaşıyor ve kalabalıklaşıyor. Belki kaçırdığın tek şey, senin teknende seni anarak yediğim güzel balıklar ve içtiğim şaraplar. Bir de, 30'una yaslanmış oğlunun gittikçe sana benzeyen hali... Üstelik fotoğrafına bakınca beni fotoğrafçılık yapmaya iten nedeni daha da iyi anlıyorum. Ne güzel bakmışsın be baba!"

Teoman (Hasan Basri Yakupoğlu)
"Bir çocuk iki yaşındayken babası ölmüşse, onunla ilgili anıları varlığıyla değil, yokluğuyla ilgili oluyor. Yine de iki tane anı parçacığı kalmış bende. Birinde, ben gece yarısı uyanmışım, sen koşup kucağına alıyorsun... Diğerindeyse, salonda hazırlanmış bir yatakta bitkin yatıyor ve sürekli öksürüyorsun. İkişer saniyelik iki hatıra... Resimlerine baktım hep. Şimdi benim boy- larımda aynı boydaymışız zaten esmer, zayıf, güleç, zarif bir adam. Evde senden bahsedildiği ve ağlanıldığı zamanlarda içeriye kaçtıysam da bir kulağım orada oldu hep. Mavi gömlekleri sevdiğini, günde iki kere tıraş olduğunu, inatçılığını, zekiliğini ve nasıl tüm ailenin gözbebeği olduğunu öğrendim yan odadan. Adımı koyarken de zorlanmışsın. Hatta adım önce Alper'miş, nüfus cüzdanımı çıkarttıktan sonra Teoman ismini çok beğenip değiştirmişsin ismimi. Adımı çok sevişim ondan. Seni tanıyan herkesin, geçen onca yıla karşın adını söylerken sesleri titriyor ve gözlerinde hep bir sevgi ve buğu var. Azıcık zamanda herkesin kalbine girmiş ve çıkmamışsın. Ölerek beni çok üzdün; ama böyle bir adam olduğun için hep gurur duydum seninle. Beni tanısan, sen de gurur duyardın, eminim..."

Kerem Alışık (Sadri Alışık)
"Günaydın babacığım. Nasıl iyi uyudun mu? Ben pek uyuyamadım. Tuhaf bir rüya gördüm. Göz gözü görmez bir güz gecesinde uzaklara; çok uzaklara giden bir gemiye biniyorsun. Bütün dostlar, seni sevenler, hayranların orada. Hepsiyle teker teker vedalaşıyorsun. En sonunda sıra bana geliyor. Sen rüzgara doğru durmuşsun. Sarılıyoruz birbirimize; hiç bırakmamacasına... Nefesinle, kokunla, sıcaklığınla, yüreğinle; bütün varlığınla kucaklıyorsun beni. Yorgun ellerinde bir kez daha tanışıyorum sevgiyle. Sonra göz göze geliyoruz. 'Bu bir veda değil, bir merhabadır' diyorsun, 'Annene, sana ve hayata...' Sonra ayrılıyoruz. Ben rıhtımda kalıyorum. Sen gemiye çıkıp bana el sallıyorsun. Ben teşekkür ediyorum sana. Bana; güvenmeyi, sevmeyi, inanmayı ve hayatı öğrettiğin için. İşte böyle bir rüyaydı babacığım. Ne denir? Hayırlı olsun inşallah."

Kenan Doğulu (Yurdaer Doğulu)
"Bugünüm sensiz geçti Cehennemde bir asırdı sanki Gözlerim iflas etti Çığırından çıktı gözyaşlarım Hani her şeyindim bensiz sen yoktun Ayrılamazdık ya Gül dudaklım sihir gözlüm dön... Karabulutları sensizliğin Çöküyor üstüme yavaş yavaş Çiçeğimin renkleri bir bir soluyor Sensiz günlerde pembeler nerde? Yanarım ben sensizliğime Doyamam senin sevgine Bağlarım kopar uçarım gökyüzüne Umutlar gelip geçer Mutluluklar bir an sürer Sensizlik canım ölümden beter

Emrah Karaca (Cem Karaca)
"Sürekli, tekrar tekrar senin geldiğini görüyorum rüyalarımda ve konuşuyoruz... Ben hep hesap soruyorum, 'Neden bırakıp gittin, neden böyle, nasıl?' diye... Ama gerçekten gelsen, herhalde konuşmadan sadece özlemle, hasretle ve daha önce hiç sarılmadığım gibi sarılır öperdim seni; sözcüklere, cümlelere gerek duymadan... Seni seviyorum baba ve teşekkür ederim sana; bana bu kadar güzel bir isim bıraktığın için..."