11 Haziran 2019

Sennur Sezer Özdemir Asaf’a mektup

Merhaba Sevgili Özdemir Asaf,
Seni ne kadar özlediğimi sesini dinlerken anladım. 1981 yılının ocağından bu yana görüşememişiz. Zaten sık sık görüşmez olmuştuk o yıllarda.
Sen ayrılmadan bir yıl kadar önceydi belki... Neredeydi o dükkan, içki içilip, yemek yeniyordu. Yeni açılmış. Herkesler oradaymış. Öyle bir uğramıştık. Bir masaya çökmüştüm. Adnan bir yerlere takılmıştı. Bir başıma kalmıştım. Bir an omzuma dokunulduğunu fark ettim. Döndüm. Gülümsedin. Sırtında bir pelerin vardı, gece yarısıydı. Bir şeyler söylüyordun, şiir olduğunu sonra fark ettim:

“Aralarından geçiyorum,
Hiç kimse el-ele değil.
Herkes kendine dönmüş deyorum.
Bir kaçının içine bakıyorum.
Hiç kimse kendisiyle barışık değil.”

Bir ermiş gibiydin... Kırılacak şişelerden söz ediyordun. Tozlarını sildiğin şişelerin, ampullerin kırılacağını söylüyordun. Kötü bir haber vermenin çaresizliği vardı sesinde. Çevrendeki “bildiğim” dediğin insanların da kırılacağını söylüyordun acıyla. “Bu gecelerden biridir” sözüne beklediğin geceleri ekliyordun. Sonra bir dizeyi hoşça kal yerine mırıldanıp dönüp gittin. Tek kelime söyleyememiştim. O gün söylediğin uyarı dizesini çok sonra buldum:

“Bilir misin, bilir misin sen
Korkmasını, korkuyu, korktuğunu,
Söyleyebilir misin korkmadan.
Kavgadan, aşkdan, umuddan,
Dönüp susabilir misin sen..
Sen, hayvanların en güc’lüsü insan!”

Şiirlerini senin sesinden dinlediğim son geceydi. Bir merhaba, nasılsın gibi bana söylenmişti. Özel bir söz. Nedense mutlu olamadım. Sanki bir “hoşça kal” tınısı vardı sesinde, ya da tavrında.

Sevgili Özdemir Asaf,
Sen kalabalıkları yönetebilirdin sahnede o yüzden o şiir dinletilerinin sonuna doğru çıkardın sahneye, herkesin dikkati dağılmışken. Dinleyiciler birer ikişer dağılmaya başlamışken: “Sana gitme demeyeceğim/Gene de sen bilirsin/Yalanlar isteyorsan yalanlar söyleyeyim/ İncinirsin”. Hepimiz bir anda toparlanırdık.

Sen gittikten bir süre sonra, galiba 1984’lerde birden adın hızla dolaşmaya başladı üniversite kantinlerinde. Adına günler yapılmaya başlandı (Sanırım ilk gerçekleşen günün konuşmacısıydım). Gitar eşliğinde okunmaya başlandı şiirlerin. Kitapların aranmaya başladığı için yeni baskılar yaptı: Benden Sonra Mutluluk (Yayımlanmamış şiirleri 1983), Özdemir Asaf’ça (Denemeler-1988), Dün Yağmur Yağacak (Öyküler-1987), ‘ça Otokopi, (deneme Ölümünden Sonra,1988) , Seçme Şiirler (2001), Çiçek Senfonisi (Toplu şiirler 2008, 2010), Kırılmadık Bir Şey Kalmadı (2010), Dokuza Kadar On (2010). Şimdi de sesinden şiirlerini dinleme olanağını veren Sen Bana Bakma Ben Senin Baktığın Yerde Olurum (2012).

Çoğu okurun sesini ilk kez bu CD’den dinleyecek. Kızın Seda iyi ki sesini kaydetmiş. Memet Fuat senin birden ünlenmeni anlayamamıştı. Kışkırtmasız, reklamsız, ünlü olmamış bir ölü şairin gündeme gelişi, ünlenişi mucize gibiydi.

Biliyordum, gençler senin aforizmalarını sevmişler, kendi yapmak istedikleri uyarıları bulmuşlardı, anlaşılmaz olmanın değeri bilinmemenin alaycı acısını. Memet Fuat şiirlerinin “bütün akımların dışında” olduğunu vurguluyor, şiiri “düşüncelerin, duyguların yoğunlaştırılmasında” aradığını söylüyordu.

Behçet Necatigil’e göre “şairdeki ‘ikinci kişi’ problemini, ikinci kişi ile kendi arasındaki bağıntıları çeşitli yönlerden derinleştir”miş, “davranışları soyutlaştırarak bir düşünce planına yükselt”miştin. Galiba şu dizelerdi başımızı döndüren:

“Ve bazen hayattır sevmek;
Birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek...”
 Evrensel
 

Oktay Rifat "Ozanlar böyledir işte Ya varılmaz umutlar peşindedirler Ya anlaşılmaz bir bekleyişte.

Sessizlik
Bir sessizlik oldu ardında
Dönmedi bakmak için
Yitebilirdi dönse
Kuş mu saz mı yaprak mı
Neyse

Seninle Sensiz

Sen gelince bir mutluluk ülkesiyim,

Cıvıl cıvıl;

Az gelişmiş toplum gibi, sen gidince,

Boynum bükük.
 
Penceremde

Sen benim penceremde olmasan.

Geçmesen önümdeki sokaktan,

İnan ki bitmişti. Bir toz duman,

Bir atlı dağlara doğru giden.

Ama şimdi bıraktığın yerden

Yeniden başlıyorsun, yeniden

Suda Güneş

Suda güneş ışımaya başladı mı,

Suyun yüreği çarpmaya başladı mı,

Bir aşk mektubu gibi gelir, kırlangıç,

Uzaktaki sevgiliden,

Bir elinde çiçeklenmiş badem dalı,

Bir elinde çayır çimen.

Kuş Dili

Param olsa satar mıydım

Kahve rengi elbisemi

Damalı gömleği giyerdim

Alaca mendili takardım

Kuş dilinden geçerdim

Param olsa satar mıydım

Kahve rengi elbisemi

Fatih'in Resmi
Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,
Baktım, gitti gider. Balrengi tesbihim
Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,
Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm.

Eski Zaman
Eski zamanda
Büyükler henüz küçük
Ölüler ölmemişti daha
Altmış para şekerin okkası
Portakalın sandığı bir mecidiye
Meyva sebil
Kiler dolu

Kaf

Bezdik yüzlerini görmekten, gözlerine bakmaktan gece gündüz.

Bizi de götür, Keloğlan, padişah sarayının olduğu o kente,

ayağımızda demir çarık, elimizde demir asa, kırk gün kırk gece,

kimi yollarda yayan yapıldak, kimi Anka'nın sırtında,

gak deyince su, guk deyince et.


Evlerinin önü mersin.


Bıktık gölgelerinde yaşamaktan, kırıntılarıyla geçinmekten,

patlangaç kesekâğıtları gibi yozlaşmış sözler duymaktan.

Bir onların ellerine bak, bir bizimkine, bizimkiler yarık.

Nicedir kazarız toprağı, toprak bize, bereket onlara,

gak deyince su, guk deyince et.


Evlerinin önü nane.

Pencere

Sarı bir zambak açtı

Karanlığın bahçesinde pencerem

Geceyi odamdan geçirmek için

Bir ağaç cama vuruyor


Üşüdün mü dışarda narin ağaç

Yoksa hırsızlardan mı korkuyorsun

Nafile çoktan bağladılar ellerimi

Kırk haramiler


Ve gafil köpeğim kapımda habersiz

Bir tavşan kovalıyor rüyasında

Bulutlar şimdi insanların koynunda

Sabahleyin savuşurlar bacadan

Telli Telefon

Ne ettim de bâd-ı saba ile yolladım

Gurbet elden nazlı yâra selâmı

Yetiş imdadıma telli telefon

Ayağına düştüm posta tatarı

Vazife
Rengi üzümden kara
Beli iğneden ince
Bu yükle çıkılır mı
Yokuşlardan karınca
Nedir bu dünya hali
Nedir bu bozuk düzen
Dün çıktı yumurtadan
Bugün sevdalı kumru
Kaşla göz arasında
Şahin kapar kırlangıcı
Ceylân kanına girer
Su başında canavar
Bütün yük benim üstümde
Düşünmek lâzım hepsini ayrı ayrı

Dünyasından habersiz
Dünyaya gelen yavru 
Güneşin şarktan doğmasını sağlamalı
Şaşırmaya gelmez
Sonra bana düşer tasası
Çocuğu soksa arı
Ayağı kanasa tilkinin
Bir hal olsa kuzuya
Oktay şu kurdun kuşun
Sana lâzım mı derdi
 
Evvel Zaman İçinde
Her ağacın arkasından karşıma siz çıktınız
öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan
Her köşebaşından karşıma siz çıktınız
öylesine yoktunuz ki ağladım deliye döndüm
 
Akşam Balığın Karnında Bekliyor
Bir yağmurla çıkıyor rıhtımına
sıkıntının, büyük kayıkların
dönüşünü gözlüyordu,
akşam balığın karnında bekliyor.
Fitili tütüyordu servilerin
ve yazılar dallar arasında.
 
Ben Maksada Bakarım  
Mademki maksat barış
Yurtta barış
Cihanda barış
Salla gitsin atom bombasını
Mister Fısfıs
İnsan dedigin nedir
Abur cubur
Olsa da olur
Olmasa da olur
Maksat barış
Yurtta barış cihanda barış
Kendi savaş
Adı barış
Ama yanarmış yıkılırmış
Boş veeer
Maksat barış...

Kıyıda
Bu gölün kıyısında ne söğüt dalı         
Ne suda ışıldayan çakıl                        
Ne sarı çiçekler açan çalı                     
Uzaktaki sazlara bakıyorum                
Kilitlenmiş akşamla kapalı.                   

Bir kuş mu kalkacak ordan yabanıl      
Bir sandal mı çıkacak yarım                 
Yoksa geceye dönüşen gizden           
Saklı bir ay mı doğacak bizden.           

Ozanlar böyledir işte                           
Ya varılmaz umutlar peşindedirler       
Ya anlaşılmaz bir bekleyişte.