Merhaba Sevgili Özdemir Asaf,
Seni ne kadar özlediğimi sesini dinlerken anladım. 1981 yılının ocağından bu yana görüşememişiz. Zaten sık sık görüşmez olmuştuk o yıllarda.
Sen ayrılmadan bir yıl kadar önceydi belki... Neredeydi o dükkan, içki içilip, yemek yeniyordu. Yeni açılmış. Herkesler oradaymış. Öyle bir uğramıştık. Bir masaya çökmüştüm. Adnan bir yerlere takılmıştı. Bir başıma kalmıştım. Bir an omzuma dokunulduğunu fark ettim. Döndüm. Gülümsedin. Sırtında bir pelerin vardı, gece yarısıydı. Bir şeyler söylüyordun, şiir olduğunu sonra fark ettim:
“Aralarından geçiyorum,
Hiç kimse el-ele değil.
Herkes kendine dönmüş deyorum.
Bir kaçının içine bakıyorum.
Hiç kimse kendisiyle barışık değil.”
Bir ermiş gibiydin... Kırılacak şişelerden söz ediyordun. Tozlarını sildiğin şişelerin, ampullerin kırılacağını söylüyordun. Kötü bir haber vermenin çaresizliği vardı sesinde. Çevrendeki “bildiğim” dediğin insanların da kırılacağını söylüyordun acıyla. “Bu gecelerden biridir” sözüne beklediğin geceleri ekliyordun. Sonra bir dizeyi hoşça kal yerine mırıldanıp dönüp gittin. Tek kelime söyleyememiştim. O gün söylediğin uyarı dizesini çok sonra buldum:
“Bilir misin, bilir misin sen
Korkmasını, korkuyu, korktuğunu,
Söyleyebilir misin korkmadan.
Kavgadan, aşkdan, umuddan,
Dönüp susabilir misin sen..
Sen, hayvanların en güc’lüsü insan!”
Şiirlerini senin sesinden dinlediğim son geceydi. Bir merhaba, nasılsın gibi bana söylenmişti. Özel bir söz. Nedense mutlu olamadım. Sanki bir “hoşça kal” tınısı vardı sesinde, ya da tavrında.
Sevgili Özdemir Asaf,
Sen kalabalıkları yönetebilirdin sahnede o yüzden o şiir dinletilerinin sonuna doğru çıkardın sahneye, herkesin dikkati dağılmışken. Dinleyiciler birer ikişer dağılmaya başlamışken: “Sana gitme demeyeceğim/Gene de sen bilirsin/Yalanlar isteyorsan yalanlar söyleyeyim/ İncinirsin”. Hepimiz bir anda toparlanırdık.
Sen gittikten bir süre sonra, galiba 1984’lerde birden adın hızla dolaşmaya başladı üniversite kantinlerinde. Adına günler yapılmaya başlandı (Sanırım ilk gerçekleşen günün konuşmacısıydım). Gitar eşliğinde okunmaya başlandı şiirlerin. Kitapların aranmaya başladığı için yeni baskılar yaptı: Benden Sonra Mutluluk (Yayımlanmamış şiirleri 1983), Özdemir Asaf’ça (Denemeler-1988), Dün Yağmur Yağacak (Öyküler-1987), ‘ça Otokopi, (deneme Ölümünden Sonra,1988) , Seçme Şiirler (2001), Çiçek Senfonisi (Toplu şiirler 2008, 2010), Kırılmadık Bir Şey Kalmadı (2010), Dokuza Kadar On (2010). Şimdi de sesinden şiirlerini dinleme olanağını veren Sen Bana Bakma Ben Senin Baktığın Yerde Olurum (2012).
Çoğu okurun sesini ilk kez bu CD’den dinleyecek. Kızın Seda iyi ki sesini kaydetmiş. Memet Fuat senin birden ünlenmeni anlayamamıştı. Kışkırtmasız, reklamsız, ünlü olmamış bir ölü şairin gündeme gelişi, ünlenişi mucize gibiydi.
Biliyordum, gençler senin aforizmalarını sevmişler, kendi yapmak istedikleri uyarıları bulmuşlardı, anlaşılmaz olmanın değeri bilinmemenin alaycı acısını. Memet Fuat şiirlerinin “bütün akımların dışında” olduğunu vurguluyor, şiiri “düşüncelerin, duyguların yoğunlaştırılmasında” aradığını söylüyordu.
Behçet Necatigil’e göre “şairdeki ‘ikinci kişi’ problemini, ikinci kişi ile kendi arasındaki bağıntıları çeşitli yönlerden derinleştir”miş, “davranışları soyutlaştırarak bir düşünce planına yükselt”miştin. Galiba şu dizelerdi başımızı döndüren:
“Ve bazen hayattır sevmek;
Birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek...”
Seni ne kadar özlediğimi sesini dinlerken anladım. 1981 yılının ocağından bu yana görüşememişiz. Zaten sık sık görüşmez olmuştuk o yıllarda.
Sen ayrılmadan bir yıl kadar önceydi belki... Neredeydi o dükkan, içki içilip, yemek yeniyordu. Yeni açılmış. Herkesler oradaymış. Öyle bir uğramıştık. Bir masaya çökmüştüm. Adnan bir yerlere takılmıştı. Bir başıma kalmıştım. Bir an omzuma dokunulduğunu fark ettim. Döndüm. Gülümsedin. Sırtında bir pelerin vardı, gece yarısıydı. Bir şeyler söylüyordun, şiir olduğunu sonra fark ettim:
“Aralarından geçiyorum,
Hiç kimse el-ele değil.
Herkes kendine dönmüş deyorum.
Bir kaçının içine bakıyorum.
Hiç kimse kendisiyle barışık değil.”
Bir ermiş gibiydin... Kırılacak şişelerden söz ediyordun. Tozlarını sildiğin şişelerin, ampullerin kırılacağını söylüyordun. Kötü bir haber vermenin çaresizliği vardı sesinde. Çevrendeki “bildiğim” dediğin insanların da kırılacağını söylüyordun acıyla. “Bu gecelerden biridir” sözüne beklediğin geceleri ekliyordun. Sonra bir dizeyi hoşça kal yerine mırıldanıp dönüp gittin. Tek kelime söyleyememiştim. O gün söylediğin uyarı dizesini çok sonra buldum:
“Bilir misin, bilir misin sen
Korkmasını, korkuyu, korktuğunu,
Söyleyebilir misin korkmadan.
Kavgadan, aşkdan, umuddan,
Dönüp susabilir misin sen..
Sen, hayvanların en güc’lüsü insan!”
Şiirlerini senin sesinden dinlediğim son geceydi. Bir merhaba, nasılsın gibi bana söylenmişti. Özel bir söz. Nedense mutlu olamadım. Sanki bir “hoşça kal” tınısı vardı sesinde, ya da tavrında.
Sevgili Özdemir Asaf,
Sen kalabalıkları yönetebilirdin sahnede o yüzden o şiir dinletilerinin sonuna doğru çıkardın sahneye, herkesin dikkati dağılmışken. Dinleyiciler birer ikişer dağılmaya başlamışken: “Sana gitme demeyeceğim/Gene de sen bilirsin/Yalanlar isteyorsan yalanlar söyleyeyim/ İncinirsin”. Hepimiz bir anda toparlanırdık.
Sen gittikten bir süre sonra, galiba 1984’lerde birden adın hızla dolaşmaya başladı üniversite kantinlerinde. Adına günler yapılmaya başlandı (Sanırım ilk gerçekleşen günün konuşmacısıydım). Gitar eşliğinde okunmaya başlandı şiirlerin. Kitapların aranmaya başladığı için yeni baskılar yaptı: Benden Sonra Mutluluk (Yayımlanmamış şiirleri 1983), Özdemir Asaf’ça (Denemeler-1988), Dün Yağmur Yağacak (Öyküler-1987), ‘ça Otokopi, (deneme Ölümünden Sonra,1988) , Seçme Şiirler (2001), Çiçek Senfonisi (Toplu şiirler 2008, 2010), Kırılmadık Bir Şey Kalmadı (2010), Dokuza Kadar On (2010). Şimdi de sesinden şiirlerini dinleme olanağını veren Sen Bana Bakma Ben Senin Baktığın Yerde Olurum (2012).
Çoğu okurun sesini ilk kez bu CD’den dinleyecek. Kızın Seda iyi ki sesini kaydetmiş. Memet Fuat senin birden ünlenmeni anlayamamıştı. Kışkırtmasız, reklamsız, ünlü olmamış bir ölü şairin gündeme gelişi, ünlenişi mucize gibiydi.
Biliyordum, gençler senin aforizmalarını sevmişler, kendi yapmak istedikleri uyarıları bulmuşlardı, anlaşılmaz olmanın değeri bilinmemenin alaycı acısını. Memet Fuat şiirlerinin “bütün akımların dışında” olduğunu vurguluyor, şiiri “düşüncelerin, duyguların yoğunlaştırılmasında” aradığını söylüyordu.
Behçet Necatigil’e göre “şairdeki ‘ikinci kişi’ problemini, ikinci kişi ile kendi arasındaki bağıntıları çeşitli yönlerden derinleştir”miş, “davranışları soyutlaştırarak bir düşünce planına yükselt”miştin. Galiba şu dizelerdi başımızı döndüren:
“Ve bazen hayattır sevmek;
Birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek...”
Evrensel