25 Kasım 2012

Birhan Keskin - Arka Bahçe

Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?

Boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir! Kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
 
Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız, hayalleri dik tutmak gerekir ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın sen çatıyı kur. Sırları soracağım ben, sen hayatın anlamını ara. Yazın yönünü değiştireceğim ben sen yolculuğa çık. Ben arka bahçeyi özleyeceğim sen inat et…

Sylvia Plath - Boyunayım

 
ama enine olmayı tercih ederdim.
ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
taşları ve o ana sevgisini emen
bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,
pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.
benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,
bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.
bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
ben de onlar gibiyim aslında -
düşüncelerim bulanır sonra.
uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.
sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.
ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:
o gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Turgut Uyar - Şehirden Biri

 
denize bakıyorum, tersine bir yaşamanın tadsızlığı bir hüzün olarak alıyor içimde yerini
bu yüzden meyve suyu içiyorum durmadan ve galiba bu yüzden
durmadan seçimlere gidiyorum
ayı oynatanları seyrediyorum, dağın dizginlerini, bilmeden
satın alıyorum salon çiçeklerini
ve sanırım bu ilk bende olmuyor, çünkü denize bulaştım.
bunu ellerimin maviliğinden anlıyorum.
aşk filimlerine ve röngten filimlerine ve her ırktan ve her çeşit
gemi tayfasına alıştığımdan
diyorum.
o da derdi.

birtakım adamlar ki elleri ceplerinde ve artık gözleri patlamış uygarlıktan
mavilik ve hendese ve gemilerin gidip gelmesi bir tutku olarak yer alıyor yaşamalarında
denize bakıyorum, ve bir eski kralın düşüne girdiğimi iyice biliyorum sabaha karşı
bir otelin onuncu katından atılan bir aşk mektubu usulca önüme düşüyor kıyıda
artık okunmaz mı güllerin eski yasası, geçerli değil mi tiyatroda öğe olan bir merdiven
diyorum
o da derdi.

denize bakıyorum, başımız dönüyor her şeyden, imkandan ve
kullanılmamış sınırsızlıktan
atıyorum sinema biletlerini, matinenin de suarenin de ve satın aldığım bütün çiçekleri
uzun uzun soluduğum bu akşam bir başkasının eskiden yaşadığı bir akşamı andırıyor
sevmenin, umudun, mutluluğun bir ağustos perşembesi olduğu gibi köşe başlarında
diyorum
o da diyor.

şimdi bir köşede bir bakkalda biliyorum
o, bir kadına bir savaşı anlatıyordur
hüznün bir cephe olarak kullanıldığı
ve yoksulluğun bir silah olarak.

Arkadaş Z. Özger - Beyaz Ölüm Kuşları


Sonra bir gün anneler de ölür
Böcekler ve kertenkeleler ölür
Boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
Sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür
Sonra o gün çocuklar da ölür
Biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk
Sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
Balçıktan bir külçe olan dölleri
En iri elleriyle kepçeliyen
Ve biçimliyen
Ve hep önce kendidiyle biçimliyen
O dehşetli yontucuyu
Doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
Sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
Anneyi o usta nakkaşı
Unutmadık
Önce anne doğurdu çocuğu acıya
Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
Sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu
Geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
İçti ağulu sütünü hayat denen annenin
Sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
Hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
Acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri
Böyle vardı bir ırmak kıyısına
Anne bir tedirginliktir nerede olsa
Bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
- bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günay
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya
ama bir gün anneyle de hesaplaşılır
çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah baba
niye baba
ve bir gün babalar ölür
tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı
böylece o gün tanrı da ölür
şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da
sonra bir gün anneler de ölür
gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek
işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan
yanlarını
kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek
sen iyilikler ve güzellikler uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat canbazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır

bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren
güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.
Sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı
Var kılan umut
Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
Can canı sever ötesi yok bunun çocuk
Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
Ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
Bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı
Hayır’lara evet’lerle direten
Çirkini öptüren kötüyü sevdiren
Aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
Kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
O saygın bir insandır
Herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
Böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
Böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
Elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
Ama elbette her aşk kendine sorumlu
olunca
bir gün aşk da ölür

ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur
boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
işte o gün her şey ölür
şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara
ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.

Birhan Keskin - Arta kalan

Ağır aksak
Kıpırdayan
Uzak uzak
Bu sızlayan
Şimdi seni
Uyutmayan
Tül tül olmuş
Hatıran

İki kışın
Arasından
Şu kopkoyu
Haziran
Vahşi hazin
Zamanlardan
Arta kalan
Yarandan 

Yıkıldın doğruldun tekrar 
Bir avuç külde uyandın 
Ateşin tam ortasında 
Soğukla yıkandın

Rüzgar kadar
Çıplak duran
Koyu yeşil
Bu ormandan
Bize kalan
Bir yalanmış
Hiçbir yere
Sığmayan

Çınla cismim
Her nerede
Bu mecalsiz
Kesik hece
Varmıyor ki
Hiçbir yere
Aklı kalbe
Bağlayan

Güneş Doğuyor - Füruğ Ferruhzad


Bak nasıl içinde gözlerimin
Eriyor damla damla keder
Karanlık ve isyancı gölgem nasıl
Tutsağı oluyor güneşin
Bak
Yokoluyor tüm varlığım ve beni
İçine alıyor bir kıvılcım
Fırlatıyor taa doruklara
Bak nasıl
Sayısız yıldızla
Doluyor gökyüzüm benim.

Uzaklardan geldin sen ve uzaklardan
Ve kokular ve ışıklar ülkesinden
Şimdi bir teknedeyim seninle birlikte
Fildişi, bulut ve kristal
Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum
Götür şiirlerin ve coşkuların kentine.

Yıldızlarla dolu bir yol beni götürdüğün
Çıkardığın yer yıldızlardan daha yüksek
Bak
Nasıl yandım ben bu yıldızlarla
Ateşli yıldızlarla doldum ağzıma kadar
Durgun sularından gecenin saf ve kırmızı balıklar gibi
Yıldızlar topladım.

Eskiden ne kadar uzaktı toprak
Gökyüzünün mor köşelerine
Yeniden duyuyorum şimdi
Senin sesini
Karlı kanatlı sesini meleklerin
Bak nerelere ulaştım sonunda ben
Samanyoluna, ölümsüzlüğe, bir sonsuzluğa
Birlikte çıktığımız doruklarda şimdi.

Yıka beni dalgaların şarabıyla
İpeğine sar beni öpüşlerinin
İste beni yeniden bitmeyen gecelerde
Bırakma artık beni
Beni yıldızlardan ayırma.

Bak tam karşımızda gecenin mumu
Damla damla nasıl eriyor
Nasıl doluyor ağzına kadar uyku şarabıyla
Gözlerimin simsiyah kadehi
Senin ninnilerini dinlerken
Ve bak nasıl
Şiirlerimin beşiğine
Sen doğuyorsun, güneş doğuyor…

 

Çeviri: Onat Kutlar – Celal Hüsrevşahi