denize bakıyorum, tersine bir yaşamanın tadsızlığı bir hüzün olarak alıyor içimde yerini
bu yüzden meyve suyu içiyorum durmadan ve galiba bu yüzden
durmadan seçimlere gidiyorum
ayı oynatanları seyrediyorum, dağın dizginlerini, bilmeden
satın alıyorum salon çiçeklerini
ve sanırım bu ilk bende olmuyor, çünkü denize bulaştım.
bunu ellerimin maviliğinden anlıyorum.
aşk filimlerine ve röngten filimlerine ve her ırktan ve her çeşit
gemi tayfasına alıştığımdan
diyorum.
o da derdi.
birtakım adamlar ki elleri ceplerinde ve artık gözleri patlamış uygarlıktan
mavilik ve hendese ve gemilerin gidip gelmesi bir tutku olarak yer alıyor yaşamalarında
denize bakıyorum, ve bir eski kralın düşüne girdiğimi iyice biliyorum sabaha karşı
bir otelin onuncu katından atılan bir aşk mektubu usulca önüme düşüyor kıyıda
artık okunmaz mı güllerin eski yasası, geçerli değil mi tiyatroda öğe olan bir merdiven
diyorum
o da derdi.
denize bakıyorum, başımız dönüyor her şeyden, imkandan ve
kullanılmamış sınırsızlıktan
atıyorum sinema biletlerini, matinenin de suarenin de ve satın aldığım bütün çiçekleri
uzun uzun soluduğum bu akşam bir başkasının eskiden yaşadığı bir akşamı andırıyor
sevmenin, umudun, mutluluğun bir ağustos perşembesi olduğu gibi köşe başlarında
diyorum
o da diyor.
şimdi bir köşede bir bakkalda biliyorum
o, bir kadına bir savaşı anlatıyordur
hüznün bir cephe olarak kullanıldığı
ve yoksulluğun bir silah olarak.