11 Ekim 2018

Sesini Dinliyorum - Mehmet Uzun


Sesini dinliyorum haykırış, yakarış. Gözlerim dalgalarında, uğultu, akış. 
Uzak yerlerden, daha uzak yerlere, zamanın derinliklerinde. 
Sesin, rüzgârın, yağmurun ve karın sesine karışan sesin. 
Güneşin ışıkları, ay ve yıldızların şavkıyla sarmalanan endamın, coşkulu akışın. 
Sesini dinliyorum; derin, uzak, aydınlık. 
Her gün, her gece, yukarılarda, aşağılarda, burada, oralarda...






Nasıl Bir Sevdaysa - Attila İlhan


Ay çok mu gecikti nerdeyse çıkar
Sen yalnızlığıma varır varmaz
Az sonra yağmuru durduracaklar
Rüzgarı değiştirdim
Ustura ağzı poyraz
Yok canım yıldızları unutmadık
Mutlaka yerlerinde bulunacaklar
Kenarı yaldızlı mavi bir karanlık
Sütlü çıplaklığını örtecek kadar
Senin için olduğu asla bilinmeyecek
Yapraklarını birden dökecek dutlar
Şafak sökerken sekiz on kadar şimşek
Balkonda işlemeli müstesna bulutlar
Ayak bastığın an şehir de değişebilir
Yoksa Moskova' mı ?
Belki Berlin , belki Dakar
Belki 30' lardan mehtap yorgunluğu İzmir
Körfez' de şerefine donatılmış vapurlar
Nerede ne zaman kaç kere yaşadık
Nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar
Bitirdiğimiz her şeye yeniden başladık
Dudaklarımızda birbirimizden mısralar ...


Tiyatro Benim Hayatım Yıldız Kenter’in Hayat Hikâyesi - Dikmen Gürün


İLK perde, İngiltere'de açılıyor. Robert ve Jan Cuthbert çiftinin bir tiyatro kumpanyası vardır ve kızları Olga Cynisthia'da tiyatro dünyasının içinde doğmuştur. Baba Robert henüz 26 yaşında ölünce, kızı Olga 16 yaşında evlendirilir. Ama henüz 20 yaşında olan kocası I. Dünya Savaşı'nda askere alınır ve bir daha geri dönemez. Olga, 17 yaşında, oğlu Jack ile o korkunç savaş ortamında yalnız kalır...
            İkinci perde Türkiye'de açılıyor. II. Abdülhamit dönemi Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey'in, oğlu Ahmet Naci'yi mühendislik eğitimi alması için Londra'ya göndermesiyle başlar.
            Olga ve Ahmet Naci, bir arkadaş davetinde karşılaşır ve yakınlaşma Orient Express'le İstanbul'a uzanır. İngiliz Olga, Türkiye'de Türk ve Müslüman olur. Hatta, belki de 'Tam Türk görünsün' diye nüfus cüzdanında doğum yerine Londra değil Bandırma yazılır. İsmi ise, Ahmet Naci Bey ona 'Nadide bir çiçek gözüyle baktığı' için Nadide olur.
            Aşk büyüktür ama sorun da çoktur. Türk Dışişleri, o zamanki adıyla Hariciye'deki kurallardan biri de mensuplarının yabancı uyruklularla evlenmemesidir. Nüfus cüzdanında doğum yeri Bandırma, Türk-Müslüman yazması da onu yerli yapmaz ve Ahmet Naci Bey'de Hariciye'de Lozan Görüşmeleri'nde İnönü heyetinde yer almış bir isimdir. Ahmet Bey Ankara'da, Nadide Hanım İstanbul'da, kayınvalidesi ile birlikte kalır.
            Ama sadece Hariciye değil Nuriye Hanım da bu evliliğe, yabancı, dul, çocuklu ve Hıristiyan bir geline karşıdır. O kadar ki, Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey öldüğünde İstanbul'daki konağı satar, yasal hakları olmasına rağmen Ahmet Naci Bey ve Nadide Hanım'a da bu satıştan pay vermez.
            Görünüşte köklü ve varlıklı bir aileden gelseler de maddi sıkıntı içinde yaşarlar. Nadide Hanım, İngilizce öğretmeni olarak evlerde ders vererek aile gelirine katkıya çalışır. Soyadı Kanunu çıkında, 'Kent efendisi' anlamına gelen Kenter soyadını alırlar. Türk tiyatrosunun iki büyük çınarından Yıldız Kenter ve kardeşi Müşfik Kenter, işte böyle bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Kenterler hakkında bu çok az bilinen sıra dışı öyküyü, YKY yayınlarından Dikmen Gürün imzasıyla çıkan Tiyatro Benim Hayatım/ Yıldız Kenter'in Hayat Hikayesiadlı kitaptan öğreniyoruz. Kitapta, Kenter ailesinin öyküsünün yanı sıra Türk tiyatrosuna ve yakın tarihimize dair çok önemli olaylara da tanıklık ediliyor. Okurları, kitapta sayısız hatıra ve olayla süslü bir hayat öyküsü bekliyor. Bizse kitabı merak edenler için ipucu olması amacıyla, arşivlerde ve internette bulunamayacak hatıralardan alıntılar yapmayı tercih ettik.

O iki elin çıkardığı ses
Sanatçıları sahneye bağlayan unsurlardan biri de perde kapanırken, seyircinin 'alkışları', yani eserin ve performansın tebrik edilmesi, seyirci ile sanatçı arasındaki o paylaşımdır. “Gün oldu komşu evlere bile gittim temizlik yapmak için. İki elin çıkardığı sesi duymaya o zamandan alıştırdılar beni: ‘Öyle temiz yıkıyorsun ki bulaşıkları, bravo!' (…) O iki elin çıkardığı sesi duymak benim zaafım oldu. Bana bakılsın, ben sevileyim, ben beğenileyim"
Anne İngiliz, anneanne ve dedesi de tiyatrocudur ama Yıldız Kenter'in konservatuara girmesine pek öyle kolay izin verilmez. Hatta, 'dayakla' bile ikna edilmeye çalışılır: "Nasıl -girdim bu mesleğe? Dayak yiyerek. (...) Annem, 'kızlarla erkekler aynı yatakhanede yatıyorlar, seni asla göndermem' diyordu. İngiliz olduğu halde tutucuydu. "
Yıldız Kenter, Ekim 1944 yılında Devlet Konservatuavarı'na parasız yatılı olarak kabul edilir, mezun olduktan sonra sekiz yıl mecburi hizmet yapmak kaydıyla. "Son derece heyecanlı idim.
Kalabalık bir jüri heyetinin huzurundan çıktından sonra ağlıyordum. Bütün tesellilere, Markovitch'in iyi idi demesine rağmen ağlamam bitmiyordu. İşte tek silinmez hatıram"

Fevkalade yetenek ama… 
Boyu 1.64 kilo 46'dır. Öğretmeni Carl Ebert, müthiş yeteneği keşfeder ama 1947 yılındaki not defterinde 'Yıldız Kenter'in duruşundaki soruna' dikkat çeker: "435 Yıldız Kenter. İstidadı: Fevkalade. Devlet Konservatuarının bugüne kadar yetiştirdiği en kuvvetli elemandır. Gerçek, tabii, intezif bir şekilde en kuvvetli dramatik havayı yaratmağa muktedirdir. Bedeni durumu: Fena değilse de kambur ve göğsünü kısarak yürümesi, ciğerlerinde hastalık doğurabilir. Olağanüstü bir istidada sahip olması dolayısıyla gereken her şeyin yapılması ve hastalıktan korunmasını tavsiye ederim. Derhal sıhhi muayene tabi tutulması, sanatoriuma yollanması, iyi gıdalandırılması, pek önemli olmayan derslerden affedilmesi gerekir"

Çok yakışıklı ama çapkındı 
1948'de Shakespeare'in Onikinci Gecesi’ndeki başrolle sahne alır. 1951'de
Vatan İçinfilminin başrol oyuncusu olur. Yıldız Kenter'in hayat öyküsü okunurken, Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlar ve yöneticiler değiştikçe tiyatroda yaşanan tartışmaların da bir rutin olduğu görülüyor. Örneğin 50'li yıllarda Muhsin Ertuğrul'un görevden alınması ve istifa furyası ya da Karacan ve Kent tiyatrosu oyuncuları arasındaki sorunlar gibi. 50'li yıllarda, Nihat Akçan ile evliliği ve ayrılığı vardır. 1965 yılında ise Şükran Güngör ile evlenir.
O günleri "Konservatuar bitti, evlilik geldi. Şimşek gibi çaktı, parladı, söndü. İkimizde büyümemiştik daha çünkü. Ama 1952'nin 29 Mart'ında, evliliğin en güzel ödülünü aldım kucağıma. Leyla. Değerdi be, değerdi her şeye. değerdi. (...) "Çok iyi bir insandı, çok zarifti, çok yakışıklıydı ama hep çocuk kaldı. Biraz da çapkındı. Zaten benim bir öğrencimle evlendi. Her şeye rağmen kutsarım o evliliğimi çünkü kızımız Leyla dünyaya geldi"

Sahnede gerçek silah patlayınca
1965 yılında Pembe Kadın'daki oyunculuğuyla Yıldız Kenter adeta efsaneleşir. Tiyatronun biletleri haftalar öncesinden tükenir. Ama oyun sürecinde bir facianın da eşiğinden dönülür.
Sema Özcan, o anı şöyle anlatıyor: "Oyunun sonunda Pembe Kadın, Kezban'a yani bana tüfeği doğrultur ve ateş eder. Provadayız. Yıldız Hoca tüfeği doğrulttu, tetiği çekti ve ben, daha öncekilere benzemeyen korkunç bir 'Ahh' sesi ile yere düştüm. Göğsümün üst tarafından kan akıyor ve müthiş bir acı hissediyorum. Vurulmuşum. Derhal ambulans çağrıldı, hastaneye kaldırıldım. Yıldız hocam gerçekten de iki elinde yanık vaziyette birer sigara sedyenin peşinden koşuyor. O sahneyi hiç unutmam. Neyse saçmalar çıkarıldı, yara sarıldı ve işte gördüğünüz gibi hayattayım. Sahne gerisindeki teknik sorumlu arkadaş yanlışlıkla dolu olan tüfeği vermiş. Oyunda sahne arkasında ve önünde aynı anda patlıyor silah. İçerde patlayanda efekt gereği saçma var, Yıldız hanımın silahı ise boş. Daha doğrusu ise boş olması lazımdı"

İnönü: Ben bir koltuğu elimde zor tutuyorum 
Yıldız Kenter, bugün sessizliğe gömülen Kenter Tiyatrosu için büyük bir mücadele verir. Olmayan tiyatronun önce koltuklarını, hem de o dönemin ünlü isimlerine satar. Dönemin medya patronu Erol Simavi on koltuk alır. Ama sıradaki İsmet İnönü ve Vehbi Koç gibi isimlerden hiç ummadığı yanıtlar gelir. 'En az 30 koltuk satarız' düşüncesiyle gittikleri Koç, sadece kendisi ve eşi için iki koltuk alır. "Tanesi 3 bin liradan koltuk satıyoruz. Koltukların arkasına satın alanların isimlerini yazacağız. (...) Az değil, 278 koltuk sattık. Bu arada İsmet İnönü'ye de gittim; ne garip, tek bir koltuk bile almadı. 'Ben bir koltuğu zor tutuyorum elimde' diye espri yaparak, geri çevirdi"

Demirel'e aşk mektubu
Büyük emeklerle kurulan Kenter Tiyatrosu, bir sigorta primi sorunu yüzünden icradan satılmakla karşı karşıya kalır. Sorunu aşmak için Sakıp Sabancı'yla konuşmak isteyen Kenter, Sabancı'ya ulaşamaz. Son çare gittiği dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e durumu anlatır ve sigorta şirketi anında icrayı kaldırıp, borcu senetlendirir. Yıllar sonra 1991'de Demirel'le yapılan bir söyleşide 'Hiç aşk mektubu almadığı' yönünde bir cümle okuyunca, Yıldız Hanım harekete geçer. "Hoş bir röportajdı. Süleyman Bey'in o rahat, insancıl tavrını yansıtıyordu. Birden içinden ona bir mektup yazmak ve 'Ben size bir aşk mektubu gönderiyorum' demek geldi. Yazdım. Tiyatromuzu hacizden nasıl kurtardığını hatırlattım ve bu nedenle ona duyduğum sevgiden bu sevginin hiç bir zaman sarsılmayacağından söz ettim. Bir kaç gün sonra telefonla aradı ve teşekkür etti. İnsan ister istemez bugün içinden nice oyunlar, nice sanatçılar geçmiş olan Kenter Tiyatrosunun büründüğü garip sessizliği bu olayı biraz buruk düşünmeden edemiyor"

07.11.2015