İLK perde
, İngiltere'de
açılıyor. Robert ve Jan Cuthbert çiftinin bir tiyatro kumpanyası vardır
ve kızları Olga Cynisthia'da tiyatro dünyasının içinde doğmuştur. Baba
Robert henüz 26 yaşında ölünce, kızı Olga 16 yaşında evlendirilir. Ama
henüz 20 yaşında olan kocası I. Dünya Savaşı'nda askere alınır ve bir
daha geri dönemez. Olga, 17 yaşında, oğlu Jack ile o korkunç savaş
ortamında yalnız kalır...
İkinci perde
Türkiye'de açılıyor. II. Abdülhamit dönemi Ayan Meclisi Azası Mehmet
Galip Bey'in, oğlu Ahmet Naci'yi mühendislik eğitimi alması için
Londra'ya göndermesiyle başlar.
Olga ve Ahmet
Naci, bir arkadaş davetinde karşılaşır ve yakınlaşma Orient Express'le
İstanbul'a uzanır. İngiliz Olga, Türkiye'de Türk ve Müslüman olur.
Hatta, belki de 'Tam Türk görünsün' diye nüfus cüzdanında doğum yerine
Londra değil Bandırma yazılır. İsmi ise, Ahmet Naci Bey ona 'Nadide bir
çiçek gözüyle baktığı' için Nadide olur.
Aşk
büyüktür ama sorun da çoktur. Türk Dışişleri, o zamanki adıyla
Hariciye'deki kurallardan biri de mensuplarının yabancı uyruklularla
evlenmemesidir. Nüfus cüzdanında doğum yeri Bandırma, Türk-Müslüman
yazması da onu yerli yapmaz ve Ahmet Naci Bey'de Hariciye'de Lozan
Görüşmeleri'nde İnönü heyetinde yer almış bir isimdir. Ahmet Bey
Ankara'da, Nadide Hanım İstanbul'da, kayınvalidesi ile birlikte kalır.
Ama sadece Hariciye değil Nuriye Hanım da bu evliliğe,
yabancı, dul, çocuklu ve Hıristiyan bir geline karşıdır. O kadar ki,
Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey öldüğünde İstanbul'daki konağı
satar, yasal hakları olmasına rağmen Ahmet Naci Bey ve Nadide Hanım'a da
bu satıştan pay vermez.
Görünüşte köklü ve
varlıklı bir aileden gelseler de maddi sıkıntı içinde yaşarlar. Nadide
Hanım, İngilizce öğretmeni olarak evlerde ders vererek aile gelirine
katkıya çalışır. Soyadı Kanunu çıkında, 'Kent efendisi' anlamına
gelen Kenter soyadını alırlar. Türk tiyatrosunun iki büyük çınarından
Yıldız Kenter ve kardeşi Müşfik Kenter, işte böyle bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelir. Kenterler hakkında bu çok az bilinen sıra
dışı öyküyü, YKY yayınlarından Dikmen Gürün imzasıyla çıkan
Tiyatro Benim Hayatım/ Yıldız Kenter'in Hayat Hikayesiadlı
kitaptan öğreniyoruz. Kitapta, Kenter ailesinin öyküsünün yanı sıra
Türk tiyatrosuna ve yakın tarihimize dair çok önemli olaylara da
tanıklık ediliyor. Okurları, kitapta sayısız hatıra ve olayla süslü bir
hayat öyküsü bekliyor. Bizse kitabı merak edenler için ipucu olması
amacıyla, arşivlerde ve internette bulunamayacak hatıralardan alıntılar
yapmayı tercih ettik.
O iki elin çıkardığı ses
Sanatçıları sahneye bağlayan unsurlardan biri de perde kapanırken,
seyircinin 'alkışları', yani eserin ve performansın tebrik edilmesi,
seyirci ile sanatçı arasındaki o paylaşımdır. “Gün oldu komşu evlere
bile gittim temizlik yapmak için. İki elin çıkardığı sesi duymaya o
zamandan alıştırdılar beni: ‘Öyle temiz yıkıyorsun ki bulaşıkları,
bravo!' (…) O iki elin çıkardığı sesi duymak benim zaafım oldu. Bana
bakılsın, ben sevileyim, ben beğenileyim"
Anne İngiliz,
anneanne ve dedesi de tiyatrocudur ama Yıldız Kenter'in konservatuara
girmesine pek öyle kolay izin verilmez. Hatta, 'dayakla' bile ikna
edilmeye çalışılır: "Nasıl -girdim bu mesleğe? Dayak yiyerek. (...)
Annem, 'kızlarla erkekler aynı yatakhanede yatıyorlar, seni asla
göndermem' diyordu. İngiliz olduğu halde tutucuydu. "
Yıldız Kenter, Ekim 1944 yılında Devlet Konservatuavarı'na parasız
yatılı olarak kabul edilir, mezun olduktan sonra sekiz yıl mecburi
hizmet yapmak kaydıyla. "Son derece heyecanlı idim.
Kalabalık bir jüri heyetinin huzurundan çıktından sonra ağlıyordum.
Bütün tesellilere, Markovitch'in iyi idi demesine rağmen ağlamam
bitmiyordu. İşte tek silinmez hatıram"
Fevkalade yetenek ama…
Boyu 1.64 kilo 46'dır. Öğretmeni Carl Ebert, müthiş yeteneği keşfeder
ama 1947 yılındaki not defterinde 'Yıldız Kenter'in duruşundaki soruna'
dikkat çeker: "435 Yıldız Kenter. İstidadı: Fevkalade.
Devlet Konservatuarının bugüne kadar yetiştirdiği en kuvvetli elemandır.
Gerçek, tabii, intezif bir şekilde en kuvvetli dramatik havayı
yaratmağa muktedirdir. Bedeni durumu: Fena değilse de kambur ve göğsünü
kısarak yürümesi, ciğerlerinde hastalık doğurabilir. Olağanüstü bir
istidada sahip olması dolayısıyla gereken her şeyin yapılması ve
hastalıktan korunmasını tavsiye ederim. Derhal sıhhi muayene tabi
tutulması, sanatoriuma yollanması, iyi gıdalandırılması, pek önemli
olmayan derslerden affedilmesi gerekir"
Çok yakışıklı ama çapkındı
1948'de Shakespeare'in
Onikinci Gecesi’ndeki başrolle sahne alır. 1951'de
Vatan İçinfilminin
başrol oyuncusu olur. Yıldız Kenter'in hayat öyküsü okunurken,
Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlar ve yöneticiler değiştikçe tiyatroda
yaşanan tartışmaların da bir rutin olduğu görülüyor. Örneğin 50'li
yıllarda Muhsin Ertuğrul'un görevden alınması ve istifa furyası ya da
Karacan ve Kent tiyatrosu oyuncuları arasındaki sorunlar gibi. 50'li
yıllarda, Nihat Akçan ile evliliği ve ayrılığı vardır. 1965 yılında ise
Şükran Güngör ile evlenir.
O günleri "Konservatuar bitti,
evlilik geldi. Şimşek gibi çaktı, parladı, söndü.
İkimizde büyümemiştik daha çünkü. Ama 1952'nin 29 Mart'ında, evliliğin
en güzel ödülünü aldım kucağıma. Leyla. Değerdi be, değerdi her şeye.
değerdi. (...) "Çok iyi bir insandı, çok zarifti, çok yakışıklıydı ama
hep çocuk kaldı. Biraz da çapkındı. Zaten benim bir öğrencimle evlendi.
Her şeye rağmen kutsarım o evliliğimi çünkü kızımız Leyla dünyaya geldi"
Sahnede gerçek silah patlayınca
1965 yılında Pembe Kadın'daki oyunculuğuyla Yıldız Kenter adeta
efsaneleşir. Tiyatronun biletleri haftalar öncesinden tükenir. Ama oyun
sürecinde bir facianın da eşiğinden dönülür.
Sema Özcan, o
anı şöyle anlatıyor: "Oyunun sonunda Pembe Kadın, Kezban'a yani bana
tüfeği doğrultur ve ateş eder. Provadayız.
Yıldız Hoca tüfeği doğrulttu, tetiği çekti ve ben, daha öncekilere
benzemeyen korkunç bir 'Ahh' sesi ile yere düştüm. Göğsümün üst
tarafından kan akıyor ve müthiş bir acı hissediyorum. Vurulmuşum. Derhal
ambulans çağrıldı, hastaneye kaldırıldım. Yıldız hocam gerçekten de iki
elinde yanık vaziyette birer sigara sedyenin peşinden koşuyor. O
sahneyi hiç unutmam. Neyse saçmalar çıkarıldı, yara sarıldı ve işte
gördüğünüz gibi hayattayım. Sahne gerisindeki teknik
sorumlu arkadaş yanlışlıkla dolu olan tüfeği vermiş. Oyunda sahne
arkasında ve önünde aynı anda patlıyor silah. İçerde patlayanda efekt
gereği saçma var, Yıldız hanımın silahı ise boş. Daha doğrusu ise boş
olması lazımdı"
İnönü: Ben bir koltuğu elimde zor tutuyorum
Yıldız Kenter, bugün sessizliğe gömülen Kenter Tiyatrosu için büyük
bir mücadele verir. Olmayan tiyatronun önce koltuklarını, hem de o
dönemin ünlü isimlerine satar. Dönemin medya patronu Erol Simavi on
koltuk alır. Ama sıradaki İsmet İnönü ve Vehbi Koç gibi isimlerden hiç
ummadığı yanıtlar gelir. 'En az 30 koltuk satarız' düşüncesiyle
gittikleri Koç, sadece kendisi ve eşi için iki koltuk alır. "Tanesi 3
bin liradan koltuk satıyoruz. Koltukların arkasına satın
alanların isimlerini yazacağız. (...) Az değil, 278 koltuk sattık. Bu
arada İsmet İnönü'ye de gittim; ne garip, tek bir koltuk bile almadı.
'Ben bir koltuğu zor tutuyorum elimde' diye espri yaparak, geri çevirdi"
Demirel'e aşk mektubu
Büyük emeklerle kurulan Kenter Tiyatrosu, bir sigorta primi sorunu
yüzünden icradan satılmakla karşı karşıya kalır. Sorunu aşmak için Sakıp
Sabancı'yla konuşmak isteyen Kenter, Sabancı'ya ulaşamaz. Son çare
gittiği dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e durumu anlatır ve sigorta
şirketi anında icrayı kaldırıp, borcu senetlendirir. Yıllar sonra
1991'de Demirel'le yapılan bir söyleşide 'Hiç aşk mektubu almadığı'
yönünde bir cümle okuyunca, Yıldız Hanım harekete geçer. "Hoş bir
röportajdı. Süleyman Bey'in o rahat, insancıl tavrını yansıtıyordu.
Birden içinden ona bir mektup yazmak ve 'Ben size bir aşk mektubu
gönderiyorum' demek geldi. Yazdım. Tiyatromuzu hacizden nasıl
kurtardığını hatırlattım ve bu nedenle ona duyduğum sevgiden bu sevginin
hiç bir zaman sarsılmayacağından söz ettim. Bir kaç gün sonra telefonla
aradı ve teşekkür etti. İnsan ister istemez bugün içinden nice oyunlar,
nice sanatçılar geçmiş olan Kenter Tiyatrosunun büründüğü garip
sessizliği bu olayı biraz buruk düşünmeden edemiyor"
07.11.2015