08 Nisan 2017
Ressam Picasso
Charles Eguone 'Hayat'
Kendin için neler hissettiğindir...
Güven, mutluluk, şefkattir...
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat; kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istediğindir.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat bu seçimden ibarettir...
Hayat sanatın kendisidir...
İnsanların en acizi dost edinemeyen, ondan daha acizi ise dost kaybedendir...
Julio Cortázar - Andres Fava'nın Güncesi
Andrés Fava’nın Güncesi’ni oluşturan rüyalar, notlar, diyaloglar, öyküler ve alıntıları Cortázar 1950’de, Andrés Fava’nın da karakterleri arasında bulunduğu Sınav’ın bir parçası olarak kaleme alsa da daha sonraları bu metni Sınav’dan ayırmaya karar vermişti.
Yazarın sembol ve gizem merakına ışık tuttuğu kadar kendine has mizahını da açığa çıkaran Andrés Fava’nın Güncesi, Cortázar’ın yaşam ve edebiyat yaklaşımının temellerine ilişkin benzersiz bir kaynak.
Andres Fava’nın Güncesi, yazarlık yaşamının ilk yıllarında, genç Cortâzar’ın, roman kişisi Andres Fava aracılığıyla sorduğu sorularla dolu bir kitap. Yazarın işi nedir? Yazar kafasında kurduklarını nasıl dile döker, okura nasıl ulaşır? Metin nedir? Nasıl oluşur? Kitabın içine serpiştirilen metinlerarası göndermeler, bu büyük Arjantinli yazarın çıraklık yıllarında neler okuduğunun, hangi metinlerle, hangi düşijnsel birikimle yoğrularak kendi hamurunu kardığının ipuçlarını veriyor.
Kitabın kurmaca soyağacını izleyince, Cortâzar’ın ilk romanı El Examen ile karşılaşıyorsunuz: Günceyi tutan Andres Fava, kurmaca yaşamını bu romanda sürüyor. Okur günceyi okurken hem Cortâzar’ın kendi yaşamına, hem de bir başka romanına yolculuğa çıkıyor. Cortâzar, Arjantin edebiyatı, dünya edebiyatı, müzik, düşün, sanat, bir kuşağın kültürel geçmişi gibi bilindik bilinmedik bir daldan öbürüne sıçrayarak ardından sürüklüyor.
Pablo Neruda
Didem Madak "Şiirlerin içinden çıkıp gelen kadınlar vardır. Öpse şiir, saçını dağıtsa mısra, gülse kıta olur."
Kayboluşumun beşiğini sallıyorum bu akşam
Büyüyor yavaş yavaş
Sırtında parmak izleriyle zamanın
Bir tekir kedi ile beraber
Seyrediyorum hayatı:
O meleklerin cebinden düşen anahtardı,
Son zikrin halkası
Allah’ın son hatırası
O bizim kaçırdığımız fırsattı
Uğurböcekleriyle parmak uçlarında
Küçümserdi hep ona olan aşkımı
Gözünün yaşına bakmadan şimdi ben
Kovuyorum ihtiyarı
Ardımda kırık bir ayna
Üvey anneleri hayatımın.
Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu...
Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı.
Hüzün neydi sanki o zaman
Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.
Ölüm neydi sanki o zaman
Bir önseziden başka.
Evden kaçabilirsin artık çocuk,
ama kaderden asla!
Babam
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş
Turuncu kulaklı bir makastan başka.
Bir ağaca bakıyorum şimdi
Başladığı yerde bitiyor dünya
Alışıyor dil şimdi
Azı dişin bıraktığı boşluğa.
Bastırıldı nihayet hayatın kadife kalesinde çıkan isyan.
Söküyorum şimdi sözleri birer birer
Kalpten kalbe giden yolu kapayan
Kalbim, anlatılmaktan usanmış,
Yıldızı sönmüş bir komedyendir artık,
Dilencinin önünde kahkahalar atıyor,
Kirli bir mendille çıkınlanmış şimdi dünya.
Hayretle bakıyorum kedinin gözlerindeki çapağa,
Geri vermiş hayata çaldığı şiirleri,
Ne zaman aşkı tersinden okusam
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış bu yokluğa
Sallayıp duruyorum bu akşam kayboluşumun beşiğini,
Gönüllü hemşire birinci sigarasına.
Sarhoşum kadehlerde biriken tozla
Çekil diyorum kağıda, çekil,
İçer ve zehirlenir
Ne zaman gözlerimden mürekkep damlasa.
Kalbime dokunuyorum bir kelebeğe dokunur gibi
Yetmez mi acaba bu dökülen pullar aşka?
Yoksa şu sızıyı
Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam?
Şu sardunyanın kırmızı çiçek açışına
Yetmez mi acaba ah kör olmuş bir Türk filminde ağlasam?
Ne zaman sorsam,
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış zamana.
Dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam,
Elimde parlak bir harita
Hiçbir atlasta henüz yer almamış.
Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam
Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba?
Şimdiden Bir Hatırasın Şimdiden bir hatırasın
Bulutsa, tozsa, uçarsa
Bütün (aşklar) paranteze alınsın
Rüzgar çanısın, rüzgarın diline dolanırsın
Ne bir şarkısın,
ne de dillerde nağme adın
Artık bazı şarkılar kadar yaralısın
Günler izmarit diplerinde biriksin
O zaman mutlaka bir trenle gelirsin
Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin
istesen suyun tenine bitişirsin
ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın
İçimde iki yaşlı balık varsa,
İçimde biri pulsuz, iki balık varsa
Biri sensen, gelirsen ve yok edersen
Bunu yazmak istiyorum sana
Sonra postalamak istiyorum
Pulsuz bir zarfla
Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata
Bu kırmızı oyalarla saçlarımda
Beyaz bir tülbent gibi kalırsam
tenimde, süzemediğim tortularla
Gün olur sararırsa sayfalarda
Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın
Şimdiden bir hatırasın
Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan
Camsan, saydamsam, beni kırarsan
Simlerimle sevişirim seninle
O süslü sayfaların üzerinde
İçimde iki mutlu yıl varsa,
İçimde biri simli iki kadın varsa
Sen, gelirsen ve yok edersen
Bunu yazmak istiyorum sana
sonra postalamak istiyorum
Simli bir yılbaşı kartıyla
Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata
Şimdiden bir hatırasın
Açmışsa bir sardunya saksıda
Bütün (aşklar) paranteze alınsın
Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın
mektuplar postaya takılırsa...
Ey aşk sen
Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.
Kurbati Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor.
Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf!
Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak.
Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah
Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi,
Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak.
Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma
Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam...
Martılardan duygulanmadım hiç, ne tuhaf!
Ben belki denizden bile eski biriyim.
Başka isimler bulmak isterdim martılara
Kirloş mesela kirloş desem artık onlara.
Kasapların perdeleri boncuktan
Et. Kan. Ve o boncuklu şıkırtılar
Ne tezatlı bir şey, ne tuhaf
Ne tuhaf acıyla hiç konuşmamak.
Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Herşey şimdi itiraf edilmeli:
Kocam bir çingeneydi.
Eşiniz bir çingene mi hanfendi? diye sorarlardı.
Hayır efendim derdim, hayır eşim bir sanatkardır.
Eski yırtık gecelikler, eski yırtık çarşaflar
Eski, yırtık bir sızıyla sevişirdik.
Herşey şimdi itiraf edilmeli:
Bir picaması bile yoktu benim kocamın baylar.
İnsan çingeneyse, yani ruhu çizgiliyse
İnsan acıyla yalnızca sevişebilir baylar!
Soruyorlar. Soruyorlar:
"Ellerin neden titriyor sevgilim"
Bilmiyorlar doğmadan öldürdüğümü üç-beş çingeneyi.
Üç-beş dünya kaldı artık aramda dünyayla
Artık açıklayamam bir türlü.
Ne tuhaf geçmişim kırmızı bir kadın yapıyor beni.
Herşey şimdi itiraf...
Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak
Açıklayamazlar artık beni bin türlü.
Bilmeyecekler, bilmeyecekler bir çingenenin
İsmini vererek kendime öldüğümü.
İsmim...İsmim...İsmim Kurbati.
Aralık '97
Ludingirra 5, Bahar 1998
Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.
Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.
Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi
Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.
Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidiydi
Artık iyice inceldi.
Enkaz Kaldırma Çalışmaları
I-
Bir tezgahtar parçasıyım ben
Üç kuruşluk acıya müdahale edemem
Kanatlarımda sigara yanıkları
Gül diye okşadım onu yıllarca
Sen istersen derdim müşterilerime
Sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun
İnanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur.
Gül tutan bir adam aradım yıllarca
Rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
Vazgeçtim, vazgeçtim sonra
Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim! Neden ben?
Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.
II-
Bir tezgahtar parçasıyım ben
Kendime alıştım bodrum katlarında
Geceleri yokluğum karşıladı beni
Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
Viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim
Ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden.
Büyülendim Sibel Can çalınan taksilerden
Büyülendiğin şeyler,
Büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem.
Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
Kendime alıştım bodrum katlarında
Artık bir karanlık bağımlısıyım.
Kezzap attı yüzüme sokak lambaları
Tenekeden bir aydınlıkla kestim
Hayatla ilgili bütün bağlarımı
Hazırım ben
Bir anne ismine bağlamayı her şeyi:
Füsun...
III-
Acıklı sözler kraliçesiyim ben
Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
Hızlı daha hızlı
Fazla vaktim kalmadı
Artık ifadem alınmalı.
Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
Beni bir sutyen lastiğiyle asın.
İnanın kendimin
“Yokluğunda çok kitap okudum”
Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
Kalbim neden ben?
Sırf sevinsin diye seni bir kere bile
Elinden tutup parka götürmedim.
IV-
Melankoli ve kolonya şişesi
Kalbim ile İzmir aynı şey mi?
Boyunlarında simsiyah birer halka
Kumruların hepsi de dişi mi?
Gugukguk yusufçuk
Nerdesin? Burdayım.
Bekleyin, bekleyin geliyorum!
Melankoli ve kolonya şişesi
Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.
V-
Kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda
Kanatlarımda hep böyle yalnız başıma
Son şiirimi de kaybettim.
Kalbim! Neden ben?
Son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim.
Yüzüm Güvercinlere EmanetGecenin vitrinine konulmuş
Büyük bir yakut parçasıydı sabah
Mahalle kahvelerinde
Sıcak çaydan adamların
Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla
Gençlerin güzellerinin makbul olduğu
Tek ülkeydi ülkem
Benimse yüreğim
Koltuk altına sıkıştırılmış,
Yenik bir tavla maçı ertesiydi.
Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah
Akşamdan kalma titrek ellerini
Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde
Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi
Açardım gözlerimi birden
Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım
Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı
Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri
Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım
Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı
Herşey açıklığa kavuşurdu
Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde
Acemi ve pazartesi olurdu
Kara sürmeler çekerdim gözlerime
İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya
Tartıl be abla! derlerdi
Karınca gibi ince belli çocuklar
Güvercinlere yem at
Sevgiline bir gül hediye et
Bulvar yolundan geçen otobüslere
Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi
Üzümlerden ayrı bir üzümdüm
Bilmezlerdi
Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:
Tartın beni derdim
Tartardı çocuklardan biri
Binalar eğilir bakardı iç çekerek
Camları ışıldardı.
Küçük, nasırlı bir avuçtan
Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir
Alır yüzüme sürer
Güvercinlere emanet ederdim yüzümü
Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım
Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana,
Çeyrek geçmişiyle övünen o topal.
Bir gül uzatırdı çocuklardan biri
Ellerimden güle yalnızlık batardı
İçi bulanırdı yalnızlığımın
Kusardı serseriliğini en görkemli meydana.
Mutsuza Kim Bakacak?
Müjde Bilir'e
İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne
İki muhabbet kuşum.
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim, biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
Dünyaya bile bir dünya anne lazım.
Biri sen ol maviş anne, biri ben.
Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da
birlikte gidelim maviş anne
Bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt,
Şefkate söyle o da gelsin.
Özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun
Bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür
Temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası...
Hepsi, hepsi ninniyle büyür.
Bilir misin maviş anne?
Ben çekildiğim her fotoğrafta
Defolu bir kelebek gibi çıkarım.
Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı
Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı
Sanırım ben assolist oldum maviş anne
Şimdi mutluyum
Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran
Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum
Babama söyle, o gelmesin maviş anne
Birileri mutsuzsa, mutsuzlara nergis yolla,
Bir kırmızı battaniye,
onlara bir mutluluk çadırı yolla
sonra belki, ben de gelirim
Kuşlarımı da bırakayım gitsinler
Dışarıda ölürler mi sence
Postacı mektup bile getirmezse onlardan
Ben bir anne gibi ağlarım sonra
Bırakmayayım, gitmesinler bari maviş anne
Ölürler yazık dışarıda!
Onlar birer yıldız olursa
Biri mavi, biri yeşil
Ben onlara bakarım maviş anne.
Kalbimi de büyüttüm sonunda
Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
Kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
Kalbim sanırım büyüyünce
Sokaklarda ağlayan biri olacak
Rezillik yani maviş anne!
Kalbim komik kaçacak
Kaçmaması için sen en iyisi kalbime de
Benim serüvenimden bir yer ayırt
Aman, mutsuz bir yer olmasın!
İki sigaram kaldı bu gece için
Yüzyıl yetecek çocukluğum,
İki muhabbet kuşum,
Biraz da ateşim var.
Dua ediyorum ateşe
Vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
Aman umutsuz bir yer olmasın!
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
Dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
Ben ölürsem mutsuza iyi bak! "Grapon Kâğıtları"
Annemle İlgili Şeyler
Sevgili Anneciğim
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.
Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Muc'un ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
Duvarlara hep senin resmini çiziyor
Dili geçmiş zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun
Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında
Durmadan soluyormuş gibi.
Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur gölünü
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü
Vişne bahçeleriyle dolu,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin.
Bazen ölmek istiyorum.
Beni yeniden doğurman için
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi
Kışbaşında bir ton kömür yığarlardı kapıya
Bazen görülen rüyalar gibi kapkara
Bir ton rüya çıtırdarken
Sen kar yağmadan önce başkaydın,
Kar yağdıktan sonra bambaşka.
Sanki hep buluğ çağındaydın.
Kuşlar zaptederdi sonra her yeri, sabahları
Binlerce kez söylerlerdi, söyleyeceklerini.
Bizim hiç anlamayacağımız bir şeyi.
Senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı.
Kediler yusyuvarlak dururdu karın ortasında
Kar manzaralı bir resmin ortasında durur gibi
Gri kediler sarmıştı etrafımızı, gri dağlar...
Bir tek senin çocuklar üşüyecek rengi saçların vardı.
Ben bu eve Muc'un ucuz evi diyorum.
Yokluğunda böyle oldum.
Mucize öldükten sonra, buraya taşındım.
Ve inan
Muc bu evi bana ucuza verdi.
Yaşasaydın, hayatının ortasına
Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.
Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.
Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu
Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri
diye başlayan bir çocuk romanında...
Şalına sarınırdın, toprağa sarınır gibi
Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için,
bu acımasız ölü anne sesini.
Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burda
Ve çok ağır ilerliyor.
Yüzümdeki çillerden başka
İsyan eden biri yok hayatımda.
NOT: Ölen her kadın için bir şiir yazdım.
Onları Muc'a evin karşılığında verdim
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
Anne.
Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım?
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmay
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Samson ve Dalila
Heceleme beni artık Allah’ım
Bırak okunaksız kalayım
Kaderimin hepsi pek iyi olmasın varsın
Bak, ömrüm eriyor işte
Çocukluk fotoğrafımdaki kardan adam gibi yanı başımda
Bak, ilkokul talebesi kalbimden
Yine karne parası istiyorlar
Bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa
Yağmur yağdıkça
Bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor
Saçlarımda dolunay taneleri eriyor
Saçlarımda bir kızılderili reisi
Oturmuş barış çubuğu tüttürüyor
İsmi: Mehtapta öpüşen iki sevgili
Kalbim küs oysa, kalbim yalnız bir kovboy
Nedense şimdi evinden çok uzakta
Saçlarım düşler görüyor
Rengarenk uçan balonlar havalanıyor her telinden
Saçlarımda kiraz bahçeleri
Salıncak kuruyor dallarına çocuklar
Hep ben düşüyorum, hep ben,
Ben:
İsmim kara bereli iki çocuktan biri
Ben çocuklardan biri,
Fazla yaramaz.
Ne zaman ağlasa
İskambil kupası damlıyor gözlerinden
Rest diyor hep, rest. Ne demekse?
Ben çocuklardan biri,
Fazla yaşamaz
Ne bir sarmanı var okşayacak
Ne zamanı.
Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah’ım
Bırak okşayayım.
Esirge ve bağışla beni gerçekten
Bırak düşlerimde kaybolayım.
Bir boş beşik hikayesinin olmayan çocuğuyum.
Kanadı kırılan kartal da benim beddua etsem.
Bir ağıt olarak yak beni Allah’ım
Parmaklarına kına olayım hayatın.
Affet bu siyah ve transparan duayı.
Ben zaten gecenin arka cebinde falçatayım.
İyi niyetli ve sevimli bir kızdan kalanlar
Sallanıyor durmadan boş salıncaklarda
'Üzgünüm' diyor,
Bir mutluluk şiiri daha yazamam bu saatten sonra! ..Ah'lar Ağacı
Müsveddeler
“Tekirdir tekerlenir bir saranı bulunmaz”
diyen o adama…
1-
Anlatarak bitiriyorum hayatımı
Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat
Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma
İsmini herşey koydum.
Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan.
Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım
Yıldızlı bir gecenin.
Yıl 2000
Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin
Tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında
Bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı.
Kuşların şarkılarından anlarım.
Kimse hayra yormaz beni
Kuşbaz ve uçmaya meraklı,
Ütüsüz giyerim karabasanlarımı
Sakarım, sık sık çarpar deviririm yazgımı
İçimdeki suyu döktükten sonra işte, ondan sonra
Şikayetim yok, rahatım.
Taşralı ve safım.
Yağmurda unutulmuş bir Tanrı’yla ahbabım
Balkonda asılı kalır günlerce gökkuşağım,
Deterjan reklamına çıkacağız biz ikimiz Tanrı’yla
Ben böğürtlen lekeli çocuğu oynayacağım,
O kirli beyaz gömleğim.
Ah bir de şu gömleğe, göynek diyecek kadar
Cesur olaydım.
Teyzem öldü.
Kırkı yeni çıktı
En iyi hikayeleri ölüler anlatır
Ölülerin anlattığı hikayeler
İnşirah suresi gibi insanı ayartır
Kırmızı günleriyim ben takvimlerin
Okullar tatil oluyor ben söz konusu olduğumda
Şeker istemeye geliyor çocuklar.
Oyun oynuyoruz,
Sağlam bir halatla çekiyorum acıyı kendime doğru.
Siyah iş günleri müdahale ediyor hayatıma
Mor bir köşe yastığı gibi isyankar oturmak istiyorum,
Ben oysa divanın en ucunda.
Çorba pişirmek istiyorum,
Sonra kalkıp ekmek kızartmak,
Bıçağın ucuyla kazımak aşkı fazla kızardığında.
Söyleyin ateşe,
Ruhunu üflemesin benden gayrısına.
Çiçek silindi bu sabah ellerimi yıkadığımda
“Ellerim bomboş…”
Kötü şiirlerden koru beni Tanrım
Amin!
2-
Bir şaşkınlık şarkısı olarak besteliyorum aşkı
Kaprisli notalar, huysuz sololarla
Bekçisi olmayan geceler denk geliyor bana,
Çaresiz bekliyorum,
Düdük çalıyorum,
İki el ateş ediyorum havaya.
Gecenin bir yarısı oturup ağlıyorum bir çocuk parkında
Ulumak gibi ağlıyorum
Köpekler koşuyor sağımda solumda
Tanrım!
Diyorum sadece
Başka bir şey diyemiyorum zaten o an.
İyi niyetli ve sevimli bir kızdan kalanlar
Sallanıyor durmadan boş salıncaklarda
“Üzgünüm” diyor,
Bir mutluluk şiiri yazamam bu saatten sonra!
Yoksul çocuğuydun sen benim 23 Nisan sabahımın
Şiir okutmadım sana, folklor oynatmadım.
Yoksulluk diyorum,
O an,
Ucuz lafların çalılarına takılıyor şiirimin elbiseleri.
Sen tuz ol en iyisi sevgilim
Ben ekmekle duruma müdahale edeyim.
Bırak hazır soyunmuşken
Kuru öksürüğüne elma kabuğu ve tarçın tavsiye edeyim.
Tasfiye ettiler beni kediler aralarından
Yar olmaz bundan sonra sarmandan sana.
Beni tasfiye ve tavsiye arasındaki karışıklıkta
Müsait bir yerde bırak sevgilim.
Hem otuzumu geçtim azıcık
Gerisini ben yürürüm artık.
Çizgili olsun, buruşsun yüzü,
Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım.
Yokuş aşağı şarkımı söylerdim, sarhoş
“Kanatlarım vardır benim uçarım”
Koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı
Ne çok ısıttın beni,
Ne çok ısıttım seni,
Buruştu ve kirlendi
23 Nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım
Kurtulamadım, üstümde kaldı.
Ben sevgilim…
Bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı
Cezaya kaldım.
Bir mutluluk şiiri yazamamaktan dolayı
İmlamı iyice bozsam da farketmez artık.
Kime ne “de-da”ları ayırmasam?
Noktalarda durmasam,
Bir ünleme koşsam yalnızca,
Sonu uçmak olan çığlığa.
Kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
Ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık.
3-
Bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
Yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
Anna Karenina’yı taklit ediyor zaman,
Atıyor kendini raylara.
Neden her aşk
Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.
Sevdiğim adamlar çarpıyor camlarıma
Bir kelebek gibi kocaman, kara
Pervazlarımda kuruyorlar sonra
Begonya tozlanıyor,
Unutmanın gözyaşları sanki bu tozlar.
Annemin temizlik günleri gibiyim
Yorgun, solgun ve beyaz.
Kardeşim ayağını sallıyor sevdiği şarkılarda
Birini çok sevmek gibiyim
Sütle siliyor tozlarımı kardeşim.
Kestane pişiririz diyoruz sobada
Hayallerimiz çatlıyor sonra, çıtırdıyor, kızarıyoruz.
Bu şiirden bir bölümü attım
Kilometrelerce uzağa
Tavşanlı pijamalarımla balkona çıkıp el salladım ardından
Havaya uçuracaktı şiirimi az daha,
Attım.
Lokum getirmişti ve kitap,
Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa.
Onu da tam buradan attım.
Ben ne de olsa yakıp yıkanlar listesinde
Ölü yada diri arananlardanım.
Bir Doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma:
“Aramızda uçurumlar söz konusuyken”
Uçurumlarda tenzilat varken hazır
Uçalım, hadi uçalım
Ben nasıl olsa
Bu müsveddelerin ortasında yalnızım.
Karınca Kumu
Işıl’a....
Yine gittin o karanlık odaya
Karanlık uykularına.
Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin
Bir bakardım eğilmiş su içiyor
Gamzelerinden kuşlar.
Bir bakardım gözlerinde
Güneşli ve sıcak iki hurma.
Bir bakardım hayata dikleniyor
Diktiğin horoz ibikleri saksılarda.
Biriciğim, kardeşim ne oldu sana?
Karşıyaka vapurunda alıştı dilim en çok acıya
Acı çaylar içer ve bakardım karanlık sulara
Bir balığın uykusunu düşlerdim
Karanlık sularda kaybettiği rüyaları,
Sigaramdan kopup giden iki kıvılcım
Merak ederdim ne konuşurlar aralarında?
Sen beni hep merak ederdin,
Sen beni hep yemeğe beklerdin,
Seni sıcacık evimizde bulduğumda
İki kıvılcım buluşmuş gibi olurdu
Balığın karanlık uykusuyla.
Bir kesmeşeker koymuş gibi olurdun sanki
Dilimin ucuna.
Berekettir diye hani geçen hıdrellezde
Karınca kumu toplayıp getirmiştin
Kimse bereketi öyle getirmedi bana
Küçük, küçücük bir torbada
Az gerçi cüzdanımda hala kağıtlar,
Ama bozuklar harmandalı oynuyor,
Zil oluyor parmağımın ucunda,
Küçücük insanlar şimdi cüzdanıma her bakışımda
Neşeli bir ateşin üstünden atlıyor.
Kardeşim, biriciğim, kimse yoksulluğu benim için
Böyle sevimli kılmadı şimdiye kadar.
Kötü rüyalar görürdüm durmadan
Bağırırdı bir yaşlı kadın:
“Mavi alevlerin ortasına,
Bu kırmızı elbise giymiş kadın yakışır.”
Sanırım birileri beni yakacak
diye tuttururdum sabahları.
Ateş iyidir derdin sen, başarıdır,
Çok şeyler başaracaksın.
Kardeşim, biriciğim sen olmasan,
Ablanın kabuslarını kim hayra yorardı?
Yine gülsen, gülüversen,
Ben böyle saymazdım
çarşafımdaki kırmızı gülleri o zaman,
Sayıyorum, sayıyorum
Hiç bitmiyor güller,
sensiz hiç bitmiyor zaman.
Çıksan o karanlık uykudan,
Kilerde fazla güneşimiz kalmış mı bir baksan.
Bütün serotonin geri kalım inhibitörleri birleşseler
Geri alamazlar çünkü,
hayra yorulmuş bir rüya kadar sevinen hayatı,
geri alamazlar bir avuç karınca kumunun huzurunu.
Ağlayan Kaya
Ben şiirin nefer taşı
Büyük bir Amerika keşfettim ruhunuzda
Ben başarıların Kristof Kolomb’u
Ne duruyorsunuz hadi alkışlayın!
Cennete gitmek isterdim otostopla,
Cinnete kadardı tüm yollar oysa,
Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında
Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak.
İlk sevgilimle bir kilisenin bahçesinde buluşurduk.
Bir mezarlıkta öpüştük ilk defa,
Rengarenk boncuklar saçılmıştı benden her tarafa,
Kapkaraydı ama toprak.
Binlerce ruhu taciz etmiş bir ilk aşk
Tanrım sorarım sana neye yarar?
İpek yolunda ipektim o zaman
Baharat yolunda baharat.
Aşk kırmızı atlastı,
Ten Greenwich başlangıç meridyeni
Yağmur yağardı, durmadan yağmur
Coğrafyadan da anlarım, hadi alkışlayın!
Keşke aşk şiiri yazsam
Ne güzel,
Aktarlara tarçın diye satardım
Ticareti de öğrendim bakın,
Hadi alkışlayın.
Cesaret sanırım bir çeşit esaretti,
Iskat edilmekti mirastan
Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak
Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak
Korkuyorum ama artık
Hadi alkışlayın!
Cesaretim bir süredir gözaltında
İhzar müzekkeremi kendim yazdım
Tehlikeli sayılmam artık.
Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum
Onu orada
Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.
Kalbim!
Şiirimin Hacer’ül esved taşı
Hadi ama baylar,
Bakın kaldıramıyorum,
Yardım edin de şunu yerine koyalım.
Hay!
Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım.
Ters Pinokyo olmak istiyorum Gepetto Usta
Kötülüklere boğulup
İnsanlıktan çıkmak istiyorum artık!
Kafam karışık ama
Yetişir!
Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık.
Camdan papuçlarım kırık..
Prens de bulamaz beni artık.
Hayata söyleyin bundan sonra gitsin
Anlamını masallarda arasın
Hay!
Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım
Da çiçekler açsın ruhunuz.
Hadi alkışlayın!
Biliyorum hala biraz safım.
Keşfettim
Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika’yı
Hadi alkışlayın!
Bu Sizin Başarınız.
Ahmet Erhan "Gölgesi güzel insanlar olsun etrafınızda. Gülüşlerinde dinleneceğiniz, belki de asılı kalacağınız."
Kitap sevgisi diye bir sevgi var sanırım.
Ana sevgisi, kardeş, yar sevgisi gibi bir sevgi!...Fakir Baykurt
İlhan Berk - Kötü günlere rağmen
şimdi bir ormanda bir kuşun yüreciği küt küt atıyorsa
bir ağaç karanlıkta büyüyorsa yavaş yavaş
onun şarkılarındadır muhakkak
uyanır uyanmaz aradığı bir badem ağacıdır
bir gökyüzü çıldırtacak gibi durur
düşünmeden çıkarır verir yüreğini
istemeye kalksa badem ağacı, mavi gökyüzü
yani nasıl söylemeli bilmem ki
öyle pırıl pırıl bir yüreği var ki
sizin için geldim der dünyaya
şu bildiğimiz karıncalara, hanımellerine
o gelmeden önce de dünyada
bugün bildiğimiz şeyler vardı
zengin yine vardı mesela
fakir desen vardı
bir sabah el değmedik şarkılarla
öyle bir geliş gelmiş ki dünyaya
o kadar macera
insanca yaşamak adına olmuştur
sen bu toprak bu dünya bu insanlar içinsin
biz bütün senden öğrendik
daha bir sevmeyi yaşamayı
daima şart koşmayı hürriyeti
hayata karşı bu kadar saygı
bu kadar büyük bir aşk bilmek hayatı
gözü yaşlı neslime senden kalmıştır
Cemal Süreya - Hüznün Kuşları
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli
kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat
sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa
şanssızım diyemem kendi payıma
hain bir aşk bu kökü dışarda
olur böyle şeyler ara sıra
olur ara sıra