13 Nisan 2020

Koronavirüs tüm dünyayı etkisi altına alırken, virüsün çeşitli planların ürünü olduğu da kimi çevrelerce tartışılıyor.


Beyaz Türkler birbirine bu yazıyı gönderiyor

Türkiye’deki entelektüel “Beyaz Türk” olarak tabir edilen kesimdekilerin, koronavirüsle ilgili “bilimsel, sosyal, iklimsel, dijital planlı bir deney” olarak bahsettiği mesajları paylaştığı ortaya çıktı.

 03.04.2020 

Koronavirüs tüm dünyayı etkisi altına alırken, virüsün çeşitli planların ürünü olduğu da kimi çevrelerce tartışılıyor.

Türkiye’deki entelektüel “Beyaz Türk” olarak tabir edilen kesimdekilerin, koronavirüsle ilgili “bilimsel, sosyal, iklimsel, dijital planlı bir deney” olarak bahsettiği mesajları paylaştığı ortaya çıktı.

"Beyaz Türk" kavramı ilk kez 2007 yılında hayatını kaybeden Ufuk Güldemir tarafından dile getirilmişti. Güldemir, "Beyaz Türk" ile bir dönemin seçkin sınıfını tarif etmişti.

Gazeteci, yazar Soner Yalçın’ın “Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” adlı kitabında da “Beyaz Türk” kavramına değinmiş ve Türkiye’deki bu kesimi deşifre etmişti

İşte o mesajlar:

1. Bu salgın bilimsel, sosyal, iklimsel dijital planlı bir deneydir.

2. Aralık 2015 de Paris de imzalanan Birleşmiş Milletler iklim Değişikliği çerçeve Sözleşmesi gereğince 2020 yılından başlamak üzere 2030 yılına kadar dünyanın soğutulması kararlaştırılmıştır.

3. Trump, Obama tarafından imzalanan bu Sözleşmenin ABD ye karşı bir ekonomik savaş olduğunu söylemiştir.

4. Dünya Meteroloji Örgütü 6 Şubat 2019 da yaptığı açıklama ile 2015, 2016, 2017 ve 2018 yıllarının son 170 yılın en sıcak yılları olduğunu ve yükselme eğrisinin devam ettiğini belirtmiştir.

5. Bu gelişmeler olurken Dünya Sağlık Örgütü tüm dünyaya bir salgına hazırlanılması talimatı vermiştir. Türkiye de 13 Nisan 2019 da yayınlanan pandemi genelgesi ile hazırlıklar başlamış ve Ağustos Eylül 2019 aylarında illerin tamamı hazır hale getirilmiş ve Ulusal Pandemi Planı yayınlanmıştır.

7.
Salgın Pandemi Bill Gates ve John Hopkins Üniversitesi tarafından Newyork da 18 Ekim 2019 tarihinde 3.5 saat süren bir simülasyon ile tüm dünyaya ilan edilmiştir.

8. Halen ABD’deki tüm veriler dünyaya John Hopkins üniversitesi tarafından servis edilmektedir.

9. Salgın pandemi süresinin Dünya için 6 ay olduğu açıklanmıştır. İlk vaka 17 Kasım 2019 da Çin de başlamış olup 6 aylık süre 17 Mayıs 2020 de dolmaktadır. Yani bu salgın Dünyada mayıs sonu itibariyle tamamen bitecektir.

10. Ulusal düzeyde yani Türkiye için ise salgının süresinin 6 hafta olduğu Ulusal Plan da açıkça belirtilmiştir. Türkiye de ilk vaka 19 Şubat 2020 de Rize de tesbit edilmiştir. Buna göre 12 hafta 13 Mayıs 2020 de dolmaktadır.

11. Salgınların başından ve sonundan 3-4 haftasının KULUÇKA ve SÖNME olarak kabul edebiliriz. Buna göre Türkiye de 20 Nisan civarında ölümler bitecektir. Dünya da ise 30 Nisan son diyebiliriz.

12. Rahat olun kendinizi koruyun. Bu salgına sebep olan koronavirüs bulaşıcı virüslerin en yumuşak kalpli en insaflı üyelerinden biridir bu planlı deney için özel olarak seçilmiştir.

13. Bu planlı deneyle insanlar evde tutularak, fabrikalar ve küçük heryer kapatılarak, ulaşım durdurularak hayat bilinçli olarak yavaşlatılmıştır.

14. Salgın sırasında uzaydaki 22000 uydu, bilim adamları ve milyonlarca kamera ve bilgisayarlar ile her türlü bilgi derlenmektedir. Sıcaklık düşüşü, iklim değişikliği, okyanuslar denizler ve göllerdeki yaşam balık artışı, hayvan davranışları, kutuplar, kirlilik düzeyi vs. her şey kayıt altına alınıyor insanlığın geleceği için

15. Salgın sırasında insanlar Çin’de wechat Rusya’da ve ABD2de başka dijital sistemlerle takip edilmekte ve yeni dijital uygulamalar test edilmektedir.

16. Salgın sırasında kapitalistler özellikle Amerikan Merkez Bankası FED öncülüğünde bol miktarda para basarak Dünya varlıklarını borsalar üzerinden yağmalamaktadırlar. Salgın bittiğinde birçok zenginlik el değiştirmiş olacak.

17. Koronavirüse rağmen Çin’de hayat kısmen yavaşlamasına rağmen Ocak 2020 ayı son 170 yılın en sıcak ocak ayı olarak kayıtlara geçmiş olup salgından sonra Dünyada üretim yeniden planlanacak büyük ihtimalle termik santraller yasaklanacak ve Paris iklim anlaşması sayesinde dünyanın ısınması sona erdirilecek ve soğuma başlayacaktır.

18. Salgın sırasında denenen dijital faşizan uygulamalar kalıcı hale gelecek büyük gözaltı daha da kapsamlı hale gelecek nefes alışımız dahi izlenecek her türlü kaçamak imkansız hale gelecektir.

19. SONUÇ: Bu salgın pandemi planlı bir deneydir. Karantinaya ve hayata devam. 20 Nisan’dan itibaren kısmi özgürlük başlıyor.

Odatv.com




Orhan Veli Kanık - Garip

Garip İçin

Güçlüklere, bir başına da olsa, karşı koyan insan kuvvetli insan olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğumu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. Bununla beraber, senelerden beri, o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hale adeta alışır, hatta – kuvvetli olmanın gururunu duyabilmek için – zaman zaman yalnızlığı arar oldum. Şu anda gurur diye isimlendirdiğim bu his başlangıçta bir avunma yolu idi. Hayatlarının, benim gibi, ıstırapla dolu olduğunu sananlar, buna benzer bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. Bu çareler, o yalnız kalmış insanların, yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. Hayatın karşısında, hatta sırasında ölümün karşısında, ancak bu arkadaşların yardımı ile tutunabiliriz. Benim, yukarıda bahsettiğim gurura benzer, birkaç arkadaşım daha var. Vakit olsa da sizinle, onlar hakkında konuşabil-sem. Ne iyi olur! Ama, Garip için yazacağım bir yazıda işi dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız. Onun için, size şimdilik, bunların yalnız bir tanesinden bahsedeyim.

“Hiçbir yaptığımdan pişman olmıyacağım.” diye bir karar vermişliğiniz var mıdır? Benim vardır. Çok da faydasını gördüm. Bundan bir hayli zaman evvel böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı muhakkak ki daha fazla olurdu. Bu arada “1941 senesinde Garip adlı bir kitap neşretmişim” diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada razı olamazdım. Garip yemden basılırken, içimde böylece “yiğitlik bende kalsın” dermişim gibi bir his var. Şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Ama, bundan dolayı kim beni haksız bulabilir? Onları beş sene evvel yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinde 52 yaşında iken ölen Shakespeare’in, 377 yaşında söylemesi lazım gelen sözlerdi. Aynı şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
Bir oluş, bir kendimize geliş devrindeyiz. Dilimizin, günden güne bile, ne kadar değiştiğini farketmiyorsanız benim bir bu yazıma, bir de o zamanlar neşrettiğim Garip’e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin; aynı tecrübeyi, başka muharrirlerin yazıları üzerinde de tekrarlayın; işin, değişen, daha ileriye, daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu anlarsınız. Bu gidişe ayak uyduramamış insanlarla da karşılaşmanız kabil. Ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor, bir sürü fire vermiyor muyuz? Hatta, çok kere, o döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar mı?

Yazdıkça farkediyorum; Garip’in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. Garip’i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir. “Benden başka bilen yoktur” demiş gibi de olmıyayım; başkalarından kasdım kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Bunların içinde, üzerinde durulmağa değer, bir tek tenkid yazısı hatırlıyorum. O tenkidi yazan zat, fikirlerine gerçekten inandığım bir dostumdu. Cemiyete bağlı bir sanatın, ferdin ruhi hayatile ilgilenemiyeceğini söylüyordu. Ben ferdin ruhi hayatının cemiyetten büsbütün ayrı bir hadise olduğunu ileri sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle telakki ediyor? Etmemesi lazım. Çünkü zıd nazariyelerin benim kadar uzlaştırıcı olmıyan taraftarları bile, sırasında, kendi fikirlerini karşı tarafın iddialarile tamamlıyorlar. Mesela hiçbir Freud’cü yoktur ki şuuraltına itilen temayüllerin oraya cemiyetler tarafından itildiğini, dolayısile şuuraltı dediğimiz alemin meydana gelmesinde cemiyetin pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. O zaman söylememişsem şimdi söyliyeyim; şuuraltı’m bir varlık değil, bir fikrin izah için ileri sürülmüş bir mefhum diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların Allahı kabul etmeleri gibi.

Bu bahsi derinleştirmek isterdim. Ama söyliyeceğim sözlerin alimane olmasından korkuyorum. Şiir hakkında alimane olmadan da söylenebilecek sözler var. Fakat Garip’i yazdığım zaman, daha ziyade, garipliğin nereden geldiğini düşünmüş, şiirin kıymetleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o kıymetleri, o vakitler, pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil. Şiir üzerinde hem tecrübem fazla, hem bilgim. Bununla beraber o tecrübeleri, o bilgileri anlatmak bana, şu anda, o günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu, anlatılmasından ziyade, anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş, böyle olmasa da, söyliyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. Fikir tarihi, bir fikir madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. Ama, gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık, bir arkadaşım “Sanat bahislerinde aksini isbat edemiyeceğim mesele yoktur” demişti. Aksi isbat edile-miyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulmaz bir hastalık mı yoksa?

İstanbul, Nisan 1945

Eduardo Galeano - Ve Günler Yürümeye Başladı



Ve günler yürümeye başladı.
Ve onlar, yani günler, bizi yaptı.
Ve bu şekilde doğduk biz,
yani günlerin çocukları,
sorgulayıcılar,
yaşamı arayanlar.

(Mayalara göre, Yaradılış )


 Seni görmeyi bilemedik (13 Nisan)

2009 yılında, Mani de Yucatán Manastırı’nın avlusunda, kırk iki Fransisken keşişi yerli kültürden özür töreni düzenlediler: 
-Kozmovizyonunu ve dinini anlamadığımız, ilahi güçlerini reddettiğimiz, kültürüne saygı göstermediğimiz, anlamadıkları bir dini asırlarca onlara dayattığımız, dini vecibelerini satanizmle özdeşleştirdiğimiz ve bunların şeytan’ın işi, putlarının da şeytan’ın maddeye dönüşmüş halleri olduğunu söyleyip yazdığımız için Maya halkından özür diliyoruz Dört buçuk asır önce, aynı yerde, bir başka Fransisken keşiş Diego de Landa, sekiz asırlık ortak belleği barındıran Maya kitaplarını yakmıştı.

Türkçesi: Süleyman Doğru

Samuel Beckett - Ötede

ötede
bir uzak ses
bir için
çok küçük
güzelim fulyalar
git öyleyse

işte orada
işte orada
işte oradan
fulyalar
yeniden
git öyleyse
bir uzak ses
yeniden
biri için
çok küçük
Çeviren:İsmail Haydar Aksoy

Jean de La Fontaine'in Fablları

Fransız şair de, Ezop’un yapıtlarına esin verdiğini tasdik eder ve bu durumu açık bir şekilde dile getirir: “Düşenlerle alay etmemeli hiçbir zaman;Kim emindir daima mesut olacağından? Hâkim Aesopus kıssalarındaTürlü misaller verir buna dair;Benim burada anlatacağım daTıpkı onun kıssaları gibidir.”

“Arslanla Fare” isimli metinde aslanın bir fareye zarar vermekten kaçındığı ve günün birinde aynı fareden yardım gördüğü anlatılır:“Pencesi dibinde bir arslanın,Dalgınlıkla bir fare topraktan çıkıverdi.Bu fırsatı kullanmadı sultanı ormanın;Fareye dokunmayıp bir büyüklük gösterdi.

La Fontaine bu masalı ile güç ve iktidar sahibi insanların günün birinde sıkıntıya düşebileceğini ve hiç ummadığı insanlardan yardım görebileceğini anlatmak ister:“Kimin aklına gelir ki bir an,Fareye işi düşer arslanın?Ama o da bir gün dışarı çıktı ormandan.Gitti tutuldu bir ağa.Ne çırpınma, ne kükreme... Kâr etmez tuzağa.Bay fare koştu; dişiyle arslanın ağınıÖyle bir kemirdi ki ağ söküldü nihayet.”

“Arslanla Eşek Avda” isimli masalda iyi bir av yakalama çabası içinde olan aslanın eşekle işbirliği yapması buna örnektir. “Hayvanların şahı bir gün avlanmaya kalktı:Şöyle güzel bir bayram yapacaktı.Arslan kısmının avı da serçe olamaz ya;Semiz danalar, geyikler olmalı mutlaka.Bu işi hakkıyla başarmak için,Bay arslan, davudi sesli eşeğin Yardımından faydalanmak istedi.– ‘Yardımından bağırmaktan ibarettir. ’ Dedi.

La Fontaine “aslan” karakteri ile asıl olanın güç sahibi olmak değil; bunu doğru kullanmak olduğunu dile getirmek ister. Nitekim eşeğin sesinden faydalanan aslan avını bir bir ele geçirir.“Gerçekten de ormandakilerin hiçbirisiAlışık değildi eşek sesine.Altı üstüne geliyordu sanki havanın;Bir korkudur aldı sakinlerini ormanın;Kaçmaya başladılar. Arslanın pençesineDüşüyorlardı hepsi, akın akın”

Aşağıda yer alan dizelerde, evini doğurmak üzere olan arkadaşına açan bir zağarın düştüğü müşküliyet anlatılır:“O müddet de bitti, yeniden geldi seninki,Evini barkını istemeye.Öbürü dişlerini göstererek dedi ki:– ‘Biz varız senin kulübeni terk etmeye;Elindeyse at bizi dışarı. ’Büyümüştü çünkü çocukları.Soysuza bir şey verme, sonra pişman olursun;Alamazsın verdiğini geri;Çekişirsiniz, ileri geri;Hâkimlere gider, yorulursun.Yüz versen astarını da ister,Elini uzatsan kolun gider.”

Güvercin, iyiliğin ve yardımlaşmanın göstergesi olarak yer alır. Fiziksel unsurları bakımından sevimli bir varlık olan güvercinin güzel değerleri temsil etmesi yazarın iç ve dış bütünlük arasındaki ilişkiye dikkat çekmek istediğini vurgular. “Güvercinle Karınca” adlı masalda güvercinin merhameti ve karıncaya yardım etmesi anlatılır: “Dere başında su içecekti bir güvercin.Tam eğiliyordu, bir karınca düştü suya. Bir koskoca ummanın ortasında, boş yere,Çırpınıyordu tekrar kıyıya çıkmak için.Güvercin de merhamete geldi birdenbire;Suyun üzerine bir çöp parçası bıraktı.Karınca da o çöpe tutunup kurtulacaktı.Kurtuldu da. İşte tam o sırada...”
 
La Fontaine “Horozla İnci” masalında değerli bir inci bulan ve bunu biraz darı karşılığında satan horozun hikâyesine yer verir. Bu anlatıdan çıkarılacak dersi cahile miras kalan kitap örneği ile daha da somutlaştırır:“Bir cahile bir kitap miras kalır;Cahil de hemen, bu kitabı alır,Yol üstündeki kitapçıya uğrar;Der ki:– ‘Bu kitabı vereyim sana,Yerine üç beş kuruş ver bana;O benim daha çok işime yarar. ’

Ayrıca, dünyada her canlının bir önem arz ettiğini belirtmekle beraber, insanoğlunun başarıyı yalnızca kendine mal etmesini ve ukala tavırlar içine girmesini açık bir dille eleştirir. La Fontaine’i üzen bir diğer nokta ise; bu tip kişilerin sayısının azımsanmayacak derecede olduğudur: “Dünyada işte böyle işgüzarlar doludur.Her şeye burunlarını sokarlar.Sanki onlarsız bütün işler durur.Türlü ukalalıklar ederek can sıkarlar.”

Kurbağa, masallarda sıklıkla geçen hayvanlardan biridir. Yazar, onun bedensel özelliklerini ustaca gözlemleyerek, karakter özellikleriyle ilişkilendirmeye çalışır. Bilindiği gibi kurbağaların gözleri diğer hayvanlara oranla biraz daha yukarıdadır. Bu fiziksel özellikten hareketle La Fontaine “kurbağa” figürü ile yeteneklerini küçümseyen ve gözü yükseklerde olan kişileri eleştirmek ister. “Dünya böyle budalalarla doludur işte;Nicelerin gözü asilzadeliktedir.Kimininki ağalık, beylikte,Kimininki şehzadeliktedir.”

Nitekim demokrat bir şekilde yaşayan kurbağalar bu durumdan sıkılıp Tanrı’dan bir kral isterler. Halim selim bir insan olan kraldan da şikâyet eden kurbağalar bu kez zalim bir turnanın hükmü altına girerler. Kanaatkâr olmamanın neden olduğu durumu La Fontaine şu sözlerle açıklar:“O vakit Tanrıları der ki: – ‘Siz çok oldunuz!Hep keyfinizle mi iş göreceğiz?Pekala bir hükümet kurmuştunuz;Onu muhafaza edecektiniz;Etmediniz. Hiç olmazsa ilk kralınızla–Ne halim selim kraldı!– yetinseydiniz ya!Düşmemek için daha beterine. ’

“Balıkçıl” kuşu ile kibirli olmanın ve müşkülpesentliğin eleştirisi yapılır. Yazar aynı adı taşıyan fablı ile acıkmasına rağmen önüne çıkan her yemeği beğenmeyen, kendine daha lezzetli yemekleri layık gören; fakat sonunda bir sümüklüböceğe razı olan kahramanın düştüğü durumu gözler önüne serer. Bu eserden çıkarılacak iletiyi ise oldukça açık ifade eder:“Pek o kadar müşkülpesent olmayın.Bu dünyada, en fazla, uysallar rahat eder.Aç gözlülük ederseniz, eldeki de gider;Hiçbir şeyi küçük görmeyin sakın.”

“Gelincik” masallarda; yarınını düşünmeyen ve dünya nimetlerine düşkün insanları temsil eder. Anlatılanlara göre günlerden bir gün hasta ve zayıf bir gelincik daracık bir delikten geçerek ambara girer. Buradaki buğdaydan gerektiğince istifade eder. İyice semirince dışarı çıkmak ister; fakat bu, mümkün değildir. Yazar, bu işin çözümünü ise farenin ağzından şu sözlerle anlatır:“Zayıf girdiğiniz zayıf çıkmanız gerek yine.Başkalarına da söyleyebilirim bunu;Korkum şu ki çapanoğlu çıkar işin sonu;Bırakalım hepsini hallerine.”

“Kurtla Köpek” adlı fablda kurdun farklı bir yönü; özgürlüğe olan düşkünlüğü konu edinilir. Kurt; güzel, besili, tüyleri tertemiz bir köpek gibi bağlı yaşamaktansa; çiroz kalmayı ve serbestçe dolaşmayı tercih eder; çünkü hürriyeti onun en değerli varlığıdır:“ – ‘Bağlamak mı, serbestçe dolaşamaz mısınız? –Pek dolaşamayız, ama ne çıkar? –Ne mi çıkar? Yerinde dursun saltanatınız. Hani hazineler bağışlasalar Zerre bile feda edemem hürriyetimden, ’ Diyip bizim kurt oradan uzaklaştı hemen.”

La Fontaine “Karga ile Tilki” masalında karganın ağzından bir parça peyniri koparmak için iltifatlar eden (!) tilkinin samimiyetsizliğine yer verir:“Bir dala konmuştu karga cenapları;Ağzında bir parça peynir vardı.Sayın tilki kokuyu almış olmalı,Ona nağme yapmaya başladı:– ‘Oooo! Karga cenapları, merhaba!Ne kadar güzelsiniz, ne kadar şirinsiniz!Gözüm kör olsun yalanım varsa,Tüyleriniz gibiyse sesiniz,Sultanı sayılırsınız bu ormanın. ’

“Horozla Tilki” masalında ise yine hile ve entrikayla avını ele geçirmek isteyen tilkinin oyununa yer verir:“Görmüş geçirmiş, anasının gözü bir horozTünemiş bir ağacın dalına.Kurnaz tilki, sesini yumuşatarak, onaDedi ki:–‘Kardeşçiğim, artık dostuz;Barış oldu hayvanlar arasında.Müjde getirdim sana in de bir öpüşelim;Ama Allah aşkına oyalanma;Çünkü bilirsin ya, başımdan aşkın işlerim. ’

At; bencil, saygısız, kibirli ve merhametsiz kişilerin sembolüdür. Yazar “Atla Eşek” masalında insanlığı olmayan bu tür kişileri yerden yere vurur. Yine aynı masalda adı geçen eşek ise; yardıma muhtaç düşkün kimselerin temsilcisidir. Zayıf ve aciz görünümünün yanı sıra bu varlığın kimi zaman kaba insanları, kimi zaman gösteriş budalalarını kimi zaman da ucuz kahramanlıklara soyunan ahmak kişileri anlatmaya çalıştığı gözlerden kaçmaz. Yazar bu tür insanların sayısının oldukça çok olduğunu şu sözlerle dile getirir:“Dünyada bir sürü kalpazan vardır;Doğrusu pek benzerler buradaki eşeğe.Aslında hepsi uydurma bahadır,Adları çıkmıştır kahraman diye.”

Köpek; rahat yaşamak uğruna özgürlüğünü bile feda etmekten çekin-ğruna özgürlüğünü bile feda etmekten çekin-kten çekin-meyen maddiyatçı insanları temsil eder. Dünya nimetlerinden mahrum olmama sadakat ve birlikteliğe esin olacaktır.  “ – ‘Hiç! Dedi köpek, sadece adam kovalamak.Vazifeniz yabancılara şiddet,Evdekilere hürmet göstermekten ibaret.Ama karşılığında neler, neler!Sizindir artık evin sayısız yemekleri.O ne piliç, o ne kuş yemekleri!O ne sonsuz okşanıp sevilmeler! ’

Masallarda geçen keklik kimi zaman kolay elde edilen kazancın kimi zaman da başkalarıyla alay etmenin göstergesi olur. “Güvercinle Karınca” ve Tavşanla Keklik” masalları bu değerlerin ele alındığı bölümlerdir. Şair kolay elde edilen kazancı “çantada keklik”  ibaresiyle dile getirirken;  baş-kalarıyla alay eden kişileri de bu varlığın şahsında aynı akıbetle cezalandırır. “Keklik işte o zaman geldi dile:– ‘Hani siz pek süratli koşardınız?Nasıl tutuldunuz ne oldu bacaklarınız?Gülüyordu ama, kendine gelmişti sıra,Biraz fazla güveniyordu kanatlarına.Hesaba katmamıştı atmacayı.Hazret de kurtaramadı paçayı. ’

Bahar Şiiri - Ataol Behramoğlu

 
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünki kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanı başıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyliyelim bir ağızdan