14 Şubat 2021

2021 Dünya Öykü Günü Bildirisi

  

2003 yılından beri Türkiye PEN Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği tarafından kutlanan 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün bildirisi yayınlandı.

Bu yılki bildiriyi 5 kadın yazar kaleme aldı: Burçin Tetik, Eylem Ata Güleç, Gamze Arslan, Mevsim Yenice ve Şengül Can.

Bu seneki Dünya Öykü Günü Bildirisinin başlığı: “Sokağa Taşan Öykü”. Yazarların kadın yazar / erkek yazar kavramlarını ve yazar kimliklerini sorguladıkları bildiri, eşit bir dünyada üretebilmenin ümidi ile sonlanıyor.

2021 Dünya Öykü Günü Bildirisi: “Sokağa Taşan Öykü”

Yazar deyince zihninizde nasıl biri canlanıyor? Kimlerin hikayelerini okuyoruz en çok? İnsanoğlu dendiğinde nasıl bütün insanlığın kastedildiğini anlamamız bekleniyorsa, yazar dendiğinde de sözü edilenin erkek olduğu varsayılıyor. Ola ki bir kadından bahsedersek hemen başına cinsiyetini yapıştırıveriyoruz ki karışıklık olmasın. Sayfa sayfa “kadın yazarlar” listeleri yapılıyor, ama “erkek yazar” listeleri yapmak akıllara gelmiyor. Neden gelsin, onlar sadece yazar değil mi işte? Kadınlar ise bu “sadece yazar” olma lüksüne çoğu kez sahip değil. Saçımızdan giysimize, eğitimimizden işimize, eşimizden çocuğumuza hayatımız didik didik ediliyor, cinsiyetli olduğumuz hiç unutturulmuyor. Yayınevleriyle yapılan konuşmalardan, retlerden, metne yapılan yorumlardan bile bir savaşa girdiğini anlıyor insankızı. Dirayetliyse, düştüğünde elinden tutmaya hazır bir çevresi varsa, biraz da şans ve ayrıcalıkla çıkarıyor kitabını. Tabii artık cinsini de temsil etmek zorunda.

Erkek yazarlara verilen vasat olma hakkı, kadın yazarlara pek sunulmuyor. Kimlikler kesiştikçe ürettiklerimiz iyice görünmez oluyor. Kadın, Kürt, lezbiyen, trans, queer, mülteci, işçi kimliklerimiz katman katman öykülerimize yansıdığında zenginliği kutlanmıyor, aksine, “erkekleşmemiz”, sesimizi, dilimizi saklamamız bekleniyor. Engelleri bir şekilde aşıp da kitabımızı yayınlatırsak da hemen etiketleniyoruz, “kadın edebiyatı”, “göçmen edebiyatı”, “LGBTİ edebiyatı”, “azınlık edebiyatı”. Zaten bu basamakları her kadın da çıkamıyor. Kaç trans kadın öykücü sayabilirsiniz mesela?

Henüz çocukken etrafımızı kuşatan eril hegemonyayı bir kadın olarak yazma sürecinde de hissediyoruz. Kendimizi ve yazdıklarımızı bundan korumak için hem iç sesimizle hem de dışarıdaki dünya ile mücadele ediyoruz. Kadınlığı ya değersiz ya da kutsal olma ikiliğine hapsedenlere inat, yazma sürecimiz, kendi kişiliğimizi bulduğumuz, benliğimize ve varlığımıza sahip çıkabildiğimiz bir keşfe dönüşüyor. Toplumsal normların dışına taşan mürekkebimizi; yazarlığımızı ve kadınlığımızı kendi kurguladığımız gibi yaşayabilmek adına akıtıyoruz.

Çünkü biz kadınlar, dinleri, tarihi, bilimi ve felsefeyi araçsallaştırarak ikna etmeye çalıştığınız gibi eksik doğduğumuza inanmadık. Ezici erkek belirleyiciliğinden geriye kalan sınırlı alanda yazma uğraşı verdik. Nesneleştirme çabalarını, söylem ve pratiklerini içselleştirmedik, yazmaya devam ettik. Eril düzeneğin “büyük” erkek yazarlarının metinlerimizi “bok gibi” bulmasını umursamadık. Yetiştirmek zorunda bırakıldığımız tonlarca ev işini durdurarak yazdık. Kalkıp çocuklara yemek hazırladıktan sonra yine yazdık. Yaşadığımız hayat bizim seçimimizmiş gibi yapmayı bırakıp özgürlüğün önündeki engelleri öyküleştirdik.

Kötü bir şey yok bunda.

Onların kurduğu, asla bize ait olmayan “yuva”ları yıktık. Bizi kapatıp kapatıp gittikleri, harcını etimizle, sıvasını kanımızla yaptıkları yuvaları. O “yuva”lar biz kadınların, LGBTİ+’ların, ötekilerin sözcükleriyle kurulmamıştı zaten. Neyi yazıp neyi yazamayacağımızı koca kalın parmaklarıyla belletmeye çalıştıkları edebiyatın sınırlarını aştık. Öncelikle bedene, sonra aklımıza ettikleri tacizleri ifşa ederken kırılgan erkekliklerine, birleşen ellerimizle darbe indirdik. O eller mutfakta, ev temizliğinde, tecavüze direnmek için tutunduğu zeminlerde ve illaki her şeye rağmen tutmaya çalıştığı kalemlerde güçlendi. Eleştiri adı altında kadınlık deneyimlerimize, sözcüklerimize ve yazma biçimimize yaptıkları “açıklamalara” kulak asmayıp fısıltı halinde başlayan sesimizi güçlendirdik.

Hiç kötü bir şey yok bunda. Kadınların bakış açısı ve üslup farklılıklarını edebiyat için zenginleştirici birer unsur olarak görmek yerine, kendi iktidarlarını sarsan birer tehdit olarak algılamayı seçen, kadın yazarların eserlerini eril beklentiler çerçevesinde hakkaniyetten uzak değerlendiren, bizi ve eserlerimizi yok etmeye programlanmış yaklaşım biçimini kabul etmedik.

Ne var ki bunda?

Yayınevleri, dergiler, edebiyat ödülleri ve edebiyatın her alanında oluşturulmuş ataerkil zihniyetin koyduğu normların içinde sıkışmak ve durmadan besledikleri sınırlı bakış açısıyla ördükleri o pis, yapışkan, ağır ağlara takılıp kalmak istemedik. Yıldırıcı tüm zorluklara rağmen, bu ağları aşıp ilerledik. Hem iç dünyamızda hem de erkek egemen düşünce yapısı karşısında kendimize bir yer açabildik. Girdiğimiz mücadeleyi görmezden gelip başarımızın arkasındaki emeği yok sayan kötü fısıltıları duymayı reddettik sadece. Hepsi bu!

Biz yazmanın, yazar ve kadın olmanın tüm reçetelerine inat bir varoluşla, artık kendi hikayelerimizi, istediğimiz gibi anlatmak istiyoruz. Ayrımcılığın, yok sayılmanın, tüm baskı ve tacizlerin, yaşamımızın ve yazımızın önündeki tüm engellerin ortadan kalkacağı bir dünyaya uyanmak için yazıyoruz. Artık öykü, yuvasını terk edip sokağa taşıyor. Tıpkı Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kâğıdı” öyküsünde odaya hapsedilmiş kadın anlatıcının da dediği gibi “Sana ve Jennie’ye rağmen nihayet dışarı çıkabildim. Kâğıdın çoğunu da yırttım, beni yeniden oraya kapatamayacaksınız.”

14 Şubat Dünya Öykü Gününü edebiyatın özgürleştiği, sınırların ortadan kalktığı, eşit bir dünyada üretebilmek ümidiyle karşılıyoruz.

Burçin Tetik, Eylem Ata Güleç, Gamze Arslan, Mevsim Yenice, Şengül Can 

 dinozor.org

 

Furuğ Ferruhzad - O Günler


O günler geçip gitti
O güzel, o sağlıklı; yaşam dolu mutlu günler
O berrak pırıl pırıl gökyüzü
O kiraz yüklü dallar
Sarmaşıkların yeşil sığınağında
birbirine yaslanmış evler
O haylaz uçurtma damları
Ve akasya kokusundan
başı dönmüş o sokaklar geçip gitti...

Ah geçip gitti o günler
Geçip gitti kirpiklerimin arasından
Şarkılarımın hava kabarcıkları gibi uçuştuğu
Gözlerimin üzerine kaydığı her şeyi
taze su gibi içtiği o günler
Geçip gitti...

Kabına sığmayan neşeli bir tavşan vardı sanki
Gözbebeklerimin ortasında.
Yaşlı güneşle birlikte her sabah kalkıp giderdi
Merakın ve arayışın o bilinmeyen kırlarına
Ve geceleyin
Karanlığına ormanların.

O günler geçip gitti
O karlı, o suskun günler...
Yalnız benim olan o temiz kar
Usulca yağardı ahşap merdivenlere
Gevşek çamaşır ipine
Ve bahçedeki ihtiyar çamın saçlarına
Usulca ve yumuşacık bir yün gibi yağardı.
Ve ben pencere camlarına dalıp gider
Yarını düşünürdüm.
Ah!..
Yarın...

O kaygan ve beyaz uzam yarın;
Büyükannenin giydiği çarşafın hışırtısında başlardı.
Kapı aralığında beliren ve ansızın
Işığın soğuk gerçeğiyle yüzleşen karmaşık gölgesinde
Ve pencerelerin renkli camlarında uçuşan güvercinlerin
O başı boş desenlerinde...
Sıcak odanın rehavetiyle uyuklayan
annemin bakışlarından uzak
Çabucak ve hiç sakınmadan
Öğretmenin o anlamsız iptal çizgilerini silerdim
Eski okul defterlerindeki ödevlerin.
Ve kar dindiğinde
Çıkar hüzünle dolaşırdım bahçeyi;
Ve ölü serçeleri gömerdim
Kurumuş yasemin saksılarının dibine.

Ah... Geçip gitti o günler
O şaşkın, o cazibeli
O uyku ve uyanıklık günleri...
Her gölgenin bir gizemi vardı.
Ve bir hazine saklardı bütün kapalı kutular
Her bir köşesi sandık odasının
Başka bir dünyaydı sanki o öğlen sessizliğinde.
Ve karanlıkta korkusuz olan
Bir kahramandı benim gözümde...

O günler geçip gitti
O bayram günleri
O güneş ve çiçek özlemi...
Ve kışın son sabahında
Kente gelen ziyaretçilerin
Utangaç ve suskun kalabalığında titreşen
O hoş kokusu dağ nergislerinin;
Ve yeşil lekelerin uzun caddesindeki
seyyar satıcı sesleri.
Avare kokular içinde yüzerdi kapalı çarşı;
Keskin kahve ve balık kokusu.
Çarşı, ayaklar altında ezildikçe yayılır, genişler
Ve kuşatırdı yolun bütün anlarını;
Ve çarşı uyuklardı oyuncak bebeklerin
camdan gözleri dibinde.

Çarşı anneydi...
Hediye paketleri ve dolu torbalarla
Renkli, akıcı derinliklere doğru hızla giden
Ve geri dönen...
Anne...
Yağan yağmurdu çarşı
Durmadan yağan, yağan, yağan...

Geçip gitti o günler
Bedenin sırlarını keşfetme günleri
Ve güzelliğini vücudun mavi damarlarının...
Geçip gitti o mahcup tanışma anları...
Duvarın ardındaki bir el
Çağırırdı tek bir çiçekle öteki eli;
Bu heyecanlı, ürkek elin üzerindeki
Karmakarışık mürekkep lekeleri
Aşkını anlatırdı;
Mahcup bir selamla...
Kendini anlatırdı.
Sokağın tozu toprağına yazılmış aşkımızı okurduk
O sıcak günün ortasında...
Ve havada uçuşan pisilerin
yalın diliyle tanışık kalplerimizi
O masum, sevecen parklara götürür
Ağaçlara borç verirdik.

Ve top
Gidip dönerken ellerimizde...
Gidip dönerdi öpücükler
Gidip dönerdi.

Aşktı...
Avlunun alacakaranlığındaki o karmaşık duygu
Ansızın bizi kuşatan
Ve kalp atışlarının,
Nefeslerin ve gizli gülümsemelerin
yakıcı harmanına çekiveren.
 
Geçip gitti o günler ah...
Geçip gitti güneşte kavrulan bitkiler gibi;
Akasya kokusuyla sarhoş olan o sokaklar
Kaybolup gittiler.
Dönüşü olmayan yolların o parıltılı kalabalığında,
Ve yanaklarını sardunya çiçeği yapraklarıyla süsleyen o kız
Yalnız bir kadın şimdi;
Yalnız bir kadın.
Yalnız...
Yalnız...
 
 
 

“Dünyayla yaralı” şair, yazar ve kadın Nilgün Marmara


 

Anı şişesi...Duvar rengi sağanağa tutsak herkes, kendi delilik ağının altında. Ölgün ülkenin canlandırılması olanaksız; burada. (2008)
   
Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok. Bıçaksız bıçaklıları, çölsüz çöllüleri, kumsuz kumluları…Çocuğun ilk hecesi: Acı, sonraki çift hece: Doyum. Yanılsama. Yanılsama! ? ! Bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. Hep karanlıkta düşünürler. (2000)

Burada daha ne kadar öleceğim? Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde? Ben size alışamam. Tehdit: koltuğunuzun bedeninizle dolmaması Tehdit: bir merdivenin uygunsuz konumu, gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yok oluşu. (1990)

Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor. Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı
bilinmeyen gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak  bir acıyla. Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak, tanımlanabilir gün ve gecelere mal edilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay, saygısını bulsun içkin dünyasında belirsiz “ Ben” in. (1990)
 

Ah! Ya benim ele geçirilemez coşkularım, var olmamış henüz biçimleyemediğim. Neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçlere varılamaz yengisinden sonra ulaşılır esriklik alanları? (2008)

Dünyamsın benim, zorbam, düzenim, Bundan gözlerim göğe çevrili, Hiç katılmadan sende yaşıyorum, dirimimsin benim, doğarken öldüğüm.(2008)

Sağlık dolu bir kış çorbası tarifi

 Kış sebze ve meyvelerinin faydaları neler? - Beslenme 

Kış geldi, vitamin deposu sebzeler pazarlarda tezgahları doldurdu... Brokoli, kereviz, havuç derken hepsinin karışımı bir çorba çok güzel olur bu soğuk havalarda... İşte size her tür sebzenin içine konabileceği bir sebze çorbası... Belki bu tarifi çocuklar çok sevmeyebilir ama onları da kandırmak sizin elinizde...

Bu çorbaya her türlü sebzeyi eklemek mümkün. Hatta dilerseniz göbek salata bile ekleyebilirsiniz. Ancak tek dikkat etmeniz gereken nokta sebzelerin tencereye eklenme sırası.


Malzemeler:

1 soğan
1 havuç
1/2 kereviz
4 baş sarmısak
5-6 tane mantar
5-6 baş brokoli
1 avuç mercimek (önceden ıslatılmış)
1 avuç nohut (önceden ıslatılmış)
2 çorba kaşığı zeytinyağı, ya da 1 çorba kaşığı tereyağı
1 avuç maydanoz
arzuya göre dereotu, nane, fesleğen, kekik, pul biber, vs.

İşte çorbanın aşama aşama yapımı:

Soğanı ince halka şeklinde doğrayın. Kerevizi ve havucu jülyen kesin. Sarmısakları sadece soyun.
Soğanları yağda kavurun. Kerevizi, havucu ve 4 baş sarımsağı ekleyip 2-3 dakika çevirin. Mercimeği ve nohudu ekleyerek 1-2 dakika daha kavurun. Tuzunu ve 1 litre kaynamış suyu ekleyin. 8 dakika kaynatın. Mantarları ve brokolileri ince dilimleyin. Tencereye ekleyin. 6-7 dakika daha kaynatın. Tencereyi ateşten alın, içine birer tutam kuru nane, dereotu, pulbiber, karabiber, soya sosu, vs. ekleyin. 1 avuç maydanozu çorbanın içine doğrayın ve hemen servis yapın.

Mercimek ve nohudun pişme süresi uzun olduğu için önceden suda bekletip biraz haşlamak gerekebilir.

Eğer çorbaya ıspanak, semizotu, göbek salata gibi yapraklı sebzeler ekleyecekseniz, 4. basamakta ekleyip bir taşım kaynatacaksınız.

Afiyet olsun!