06 Ocak 2019

Halil Cibran - Gezgin "Asa"


Bir kral, karısına dedi, "Madame, siz hakiki bir kraliçe değilsiniz. Eşim olamayacak kadar kaba ve zerafetten uzaksınız." 

Karısı dedi, "Efendim kendiniz kral sayıyorsunuz. Oysa gerçekte zavallı bir soytarıdan ibaretsiniz." 

Bu sözcükler kralı öfkelendirdi ve asasını eline alarak som altından yapılma bu kütleyi kraliçenin alnına indirdi. 

O anda içeri, başmabeyinci girdi ve dedi, "Aman, aman, Haşmetli! O asa ülkenin en büyük sanatçısının ese-ridir. Yazık! Bir gün siz de kraliçe de unutulacaksınız; ama o asa bir güzellik anıtı olarak kuşaktan kuşağa aktarılacak. Ama şimdi siz Majesteleri'nin başını kanattığınız içindir ki, efendim, bu asa daha da fazla dikkat toplayacak ve anılacak."



Münir Özkul "Tanıdığım ve hayran olduğum ilk kadın annemdir."


Hayatına giren kadınlar için  Münir Özkul:

“Öncelikle şunu belirteyim ki kadınları çok akıllı bulurum ve çok severim. Kadınsız erkeği yarım sayıyorum. Hayatım boyunca hep bir kadın aramışımdır. Tanıdığım kadınların beğendiğim yönlerini bir araya getiren bir kadın. Ama böyle bir kadın var mı yok mu onu bilemiyorum. Tanıdığım ve hayran olduğum ilk kadın annemdir. Ona aşık oldum diyebilirim. Bence dünyanın en iyi kadını odur.” diyor.


Füruğ Ferruhzad - Pencere


Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana

Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
Bir resimli kitap bahçesinde
Kâğıt ağaçların gölgesi altından
Toprak yollarında geçip giden
Kurum mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
Sıralarında veremli okulların
Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
Ve karatahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
Uçup gittikleri
O andan
Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
Ve hâlâ başım
Dopdolu
Bir deftere toplu iğnelerle
Çakılan
O kelebeğin yabancı sesiyle

Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
Ve bütün kentte
Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
Aşkımın çocuksu gözlerini
Ve isteğimin acı şakaklarından
Fışkırdığında kan
Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin
        tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka

Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art arda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Aya vardığınızda!

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
Eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca
Ve soruyorum saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak olan o kadın
        gençliğim miydi benim?
Çıkabilecek miyim yeniden o merak merdivenlerinden?
Merhaba diyebilecek miyim o iyi Tanrı'ya çatılarda dolaşan?

Seziyorum zaman geçip gitti artık
Seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
Seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında

Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda...


Umberto Eco - Gülün Adı


 İnsan kendine özgü şekilde olağandışı bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı. Ama aynı zamanda hemcinslerine savaş açmaktan, çevresini yok etmek gibi yanılgılara düşmekten bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine aptallığı koyduğunuzda neredeyse dengede kalır.

Bilgi, en iğrenç işlemlerden sonra bile fizik bütünlüğünü koruyan bir madeni paraya benzemez; kullanıla kullanıla epriyen çok güzel bir giysiye benzer daha çok. Gerçekten kitabın kendisi de böyle değil midir?

Gençler artık hiçbir şey öğrenmek istemiyorlar, bilim geriliyor. Tüm dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma sürüklüyorlar. Kuşlar, daha uçmayı öğrenmeden yuvadan ayrılıyor, eşekler çalıyor, öküzler oynuyor…

Deliler ve çocuklar her zaman doğruyu söylerler.

Şimdi, kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyordum... Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.

Gülmenin kötü olan yanı nedir? Gülmek korkuyu öldürür ve korku olmadan inanç olmaz. Şeytan korkusu yoksa, Tanrıya ihtiyaç kalmaz.

Kitaplar inanmak için değil, araştırmak için yazılır. Bir kitap karşısında onun ne dediğini değil, ne demek istediğini sormalıyız kendi kendimize; kutsal kitapların eski yorumcuları bu düşünceye açık seçik sahiptiler.

Kitabın iyiliği okunmasındadır. Bir kitap imlerden oluşur, bu imler başka imlerden söz ederler; onlar da nesnelerden söz ederler. Onu okuyan gözler olmazsa, bir kitap kavramlar üretmeyen imler taşır; bu nedenle de dilsizdir.

 Çok bilgelikte çok acı vardır; bilgisini arttıran acısını da arttırır.

  Ulbertino söze karıştı: Yaşamını tehlikeye attığını biliyor musun?
‘Olsun’ diye yanıtladı Michele, ‘Ruhumu tehlikeye atmaktan iyidir.’ “

   Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; gerçeği güldürmektir; çünkü biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.

 İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir.

 İyiyi istemekle kötüyü istemek arasında küçük bir adım vardır; çünkü söz konusu olan hep aynı isteği yönlendirmektir.

 Bazı şeyler yürekle sezilir. Bırak yüreğin konuşsun; yüzleri sorguya çek, dilleri dinleme.

Biliyorum biliyorum ama hayal kurmak bedava.

Eski sevgiliyle yeniden başlamak, ev tişörtüyle dışarıya çıkmak gibi. Rahat, bildik ama özel değil. Hep bir huzursuzluk ve keşke giymeseydim hissi...

Bir akımın sunduğu inancın önemi yoktur; önemli olan sunduğu umuttur.

Bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini, ama belki de yapmaması gerekenin bilinmesini de içerir.

Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; gerçeği güldürmektir; çünkü biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.”

Bir yazar kendi yapıtı üstüne yorum yapmamalıdır, yoksa bir roman yazmamış olur, çünkü roman yorumlar üreten bir makinedir. Yazar yorumlamamalıdır. Ama niçin ve nasıl yazdığını anlatabilir.
Ya siz?” dedim çocukça bir küstahlıkla. “Hiç yanlış yapmaz mısınız?
Bizler cüceleriz,” diye onayladı William, “ama bu devlerin omuzlarına çıkmış cüceler. Küçüğüz, ama kimi zaman ufukta onlardan daha uzağı görebiliyoruz. 

 Gerçeğin gücü öyledir; tıpkı iyilik gibi kendiliğinden yayılır.

Gerçek bilim, imlerden başka bir şey olmayan kavramlarla yetinmemeli, nesneleri kendilerine özgü gerçekleri içinde ortaya çıkarmalıdır.

Eskilerin bilgisine sahip değiliz biz; devlerin çağı geçti.
Çeviren: Şadan Karadeniz