29 Aralık 2023

ATAM İZİNDEYİZ

 

 💛💙

Büyük Atatürk! Sen bizim gönlümüzde ebedi yaşayacaksın.

 

10 Aralık 2023

Demian

Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır...Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz, ama bir taslak olarak, derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlayabilir, ama kendimizi ancak kendimiz açıklayıp yorumlayabiliriz.
 

24 Kasım 2023

"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet adını almak istidadmı kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.

 
"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet adını almak istidadmı kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki bir heyet-i içtimaiyeyi hakiki millet haline koyarlar. Bizim milletimiz elbette dünyanın takdiratını liyakat kesbetmiş bir heyet-i içtimaiyedir. Fakat onu lâyık olduğu mertebe- şerefe isal edecek sizlersiniz. Millet , memleket, Cumhuriyet sizden yüksek hizmet intizarındadır..." M.Kemal Atatürk
 
Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun! 🌼🌹🌸

24 Kasım mı, 5 Ekim mi?
Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Anadolu halklarının emperyalist devletlere karşı verdiği mücadele sonrasında 1923’te kurulan Türkiye cumhuriyeti ve sonrasında ardı ardına gelen Mustafa Kemal’in devrimleri 24 Kasım’ı da beraberinde getirdi. TBMM’de 1 Kasım 1928’de çıkarılan 1353 sayılı kanunla Arap alfabesinden vazgeçilmiş ve yerine Latin alfabesi kabul edilmişti. 11 Kasım 1928’de bakanlar kurulu Mustafa Kemal’e Millet Mektepleri başöğretmenliği ünvanı vermiş ve 24 Kasım’da da Millet Mektepleri Talimatnamesi yayınlanarak kararı resmileştirmiştir. İşte bu 24 Kasım Mustafa Kemal Atatürk’ün okuma yazma seferberliği başlatılan millet mektepleri başöğretmeni olduğu gündür.

   “Sıradan öğretmen anlatır. İyi öğretmen izah eder. Üstün öğretmen gösterir. Harika öğretmen ilham verir.” W. A. Ward

“Eğitim, insanlara bilmediklerini öğretmek değildir. Eğitim, insanlara davranışlarını geliştirmelerini öğretmektir ve bu da en iyi örnek olarak öğretilir.” John Ruskin

“Kişi parlak öğretmenleri taktirle, ama insanî hislerimize dokunanları minnetle anar. Müfredat belli miktar yeni malzemedir, ama sıcaklık, büyüyen bir bitki ve bir çocuk ruhu için hayatî önemde bir elementtir.” Carl Jung

“İnsanlar, onları ne kadar umursadığınızı bilmedikçe ne kadar bildiğinizi umursamazlar.” J. Maxwell

“İyi öğretmenliğin dörtte biri hazırlık ve dörtte üçü tiyatrodur.” Gail Godwin

“Vardığım kanaat odur ki büyük bir öğretmen büyük bir sanatkardır ve diğer büyük sanatkârlar gibi onlardan da az sayıda vardır. Hatta çalışma sahası insan aklı ve ruhu olduğu için öğretmenlik sanatların en büyüğü bile olabilir.” John Steinbeck

“Eğitici, zor şeyleri kolaylaştırabilen kişidir.” R. W. Emerson

“Eğer bir insanı, sadece akıl yönünden eğitiyor, ahlak yönünden eğitmiyorsanız, toplumun başına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz demektir.” Eski ABD Başkanı Theodore Roosevelt

 “Eğitim, kişi okulda öğrenilen her şeyi unuttuğu zaman kalan şeydir.”Albert Einstein

“Çocuklarım büyüdüğü zaman, dostlarım, sizden rica ediyorum; eğer başka bir şeye faziletten fazla değer veriyorlarsa, onları cezalandırın.” Sokrates

“Bilgisiz doğruluk zayıf ve faydasızdır; doğruluksuz bilgi tehlikeli ve esef vericidir.” Samuel Jackson

“Eğitimin ilk hedefi bilimsellik değil insanlıktır.” Ernest Seton

 “Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer.” Tolstoy

 “Genç bir insanın kötümser olmasından daha kötü bir manzara yoktur.” Mark Twain

“Sen bakmasını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür.” Mevlâna

“Söylediğin şeyi tasvip etmiyorum, ancak onu söyleme hakkını ölünceye kadar müdafaa edeceğim.” Voltaire

“Gençleri bozmanın en kestirme yolu farklı düşünenlere değil benzer düşünenlere değer vermelerini öğretmektir.”  Nietzsche

“Gerçek politikacı, geçen olayların hıncını, intikamını alan kimse değildir. Bu olayların tekerrürüne engel olan kişidir.” Bismarck

“Mide için lokma ne ise, beyin için fikir odur. Hepsi beslemez, bazıları zehirler.” Cenap Şehabettin

“Öğretme sanatı denen şey, daha sonra tatmin etmek amacıyla genç dimağların tabii merakını uyandırma sanatından ibarettir.” Anatole France

“Öğrencide öğrenme arzusunu uyandırmadan öğretmeye kalkan öğretmen soğuk demire çekiç vurmaktadır.” Horace Mann

“ Merak ilmin hocasıdır.” Bediüzzaman

“Benim hiçbir özel kabiliyetim yok; ben sadece ölesiye meraklıyım.” Albert Einstein

“Eğer bir çocuk öğrettiğimiz şekilde öğrenemiyorsa, belki biz onların öğreneceği şekilde öğretmeliyiz.” I. N. Estrada

 “Motivasyon, insan motorunun çalışmaya devam etmesi için gereken yakıttır.” Zig Ziglar

“Motivasyon hemen hemen her zaman yalın kabiliyeti yener.” Norman R. Augustine

“Disiplinin sırrı motivasyondur. Bir kişi yeterince motive edilmişse, disiplin kendi kendine sağlanır.” Sir Alexander Paterson

“Başarının kaynağı motivasyon, gayret ve mükemmelliği amaçlamaktır.” Anonim

“İnsanlar yüksek motivasyonlu oldukları zaman, imkansızı başarmak kolaydır. Öyle olmadıklarında ise kolayı başarmak imkansızdır.” Bob Collings

“Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz.” R. W. Emerson

“Öğretme, öğrenmeden zordur. Gerçek öğretmen, öğrenmeyi öğretmekten başka bir şey öğretmez.” M. Heidegger

“İyi öğretmenlerden öğrenebileceğimiz en iyi şey, kendimize daha iyi nasıl öğretebileceğimizdir.” John Holt

“Eğitimin en büyük gayesi kişiye özgüveni öğretmek ve kendi zihin aleminin zenginliklerini tanımasını sağlamak olmalıdır.” R. W. Emerson

“İnsanlara yapılabilecek en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir.” Molliere

“İyi öğretmenliğin testi, onun öğrencilerine hemen cevaplayabilecekleri kaç soru sorabildiği değil, öğrencilerine ilham vererek onların kendisine cevap vermekte zorlandığı kaç soru sorabildikleridir.”Alice W. Rollins

“Bir kişi olarak dünyayı değiştiremem, ama bir kişinin dünyasını değiştirebilirim.” Paul Spear 

08 Ekim 2023

Lev Nikolayeviç Tolstoy - Savaşa Karşı Yazılar

Hangi zümreden ve mezhepten olursa olsun gençlere iyi bir insan olmaları ve de yalnız insanlara değil hayvanlara bile vurmanın onları öldürmenin kötü bir şey olduğu öğretilir ayrıca insan onuruna büyük değer verilmesi gerektiği ve bu onurun da insanın vicdanına uygun şekilde davranmasından ileri geldiği söylenir. Bütün bunlar hem Konfiçyusçu Çinlinin hem Şintoist Japonun hem de Müslüman Türkün kafasına sokulur. Ama bütün bu öğretilenlerden sonra gençler askere alınırlar ve burada öğrendiklerinin tam tersini yapmaları istenir kendilerinden: Yalnız hayvanları değil insanları da yaralamaya ve öldürmeye hazırlanmaları tanımadığı insanları öldürme emrine itaat etmek üzere insan onurunu bir yana bırakmaları söylenir. Böyle bir isteğe çağımızın insanı nasıl bir cevap verebilir? Her halde şu tek cevabı: Ben bunu yapmak istemiyorum ve yapamam.

 
Tolstoy Savaşa Karşı Yazılar başlıklı eserinde yöneticiler hakkında şunları söyler: “Hükümetler en seçkin insanlardan meydana gelmiş olsaydılar, tüm halkın birkaç kişiye boyun eğmesi haklı gösterilebilirdi; oysa durum böyle değildir, geçmişte de böyle olmamıştır, gelecekte de olamayacaktır. Halka hükmedenler genellikle en kötü, en değersiz, en acımasız, en ahlâksız ve her şeyden önce en yalancı kimselerdir; ve bu bir rastlantı değildir ”.

30 Eylül 2023

Rav Naftali Haleva 'Sevgi ve Dostluk'

Kavgayı bir ağacın yaprağına yazmak isterdim, sonbahar gelsin yaprak kurusun diye.  

Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdim, yağmur yağsın, Bulut yok olsun diye.  

Nefreti karların üzerine yazmak isterdim, güneş açsın karlar erisin diye.

Ve Dostluk ile Sevgiyi yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yazmak isterdim, onlarla Büyüsün, dünyayı sarsın diye.

 

Sevgi Soysaldan bir öykü

 

Miguel de Cervantes Saavedra - La Mancha'lı Yaratıcı Asilzeda Don Quıjote


1. KİTAP

ÖNSÖZ

Aylak okur: bu kitabın, zihnin, düşünebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak, tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta herşey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş deham da, her türlü rahatsızlığın hakim olduğu, her türlü hazin sesin duyulduğu bir hapishanede doğmuşcasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelere boğulmuş bir evlattan başka ne doğurabilir? Huzur, sakin bir yer, kırların hoşluğu, gökyüzünün duruluğu, pınarların şırıltısı ve ruhun dinginliği, en kısır ilham perilerinin bile verimli olup dünyayı hayranlık ve memnuniyete boğan çocuklar doğurmalarına fırsat verir. Olabilir ki, bir babanın çirkin, sevimsiz bir oğlu olur, ama oğluna karşı sevgisi, gözlerine bir perde çeker; onun kusurlarını kusur olarak görmeyip, akıllılık, güzellik gibi algılar ve dostlarına zeka, zarafet olarak anlatır. Ama Don Quijote’nin babası gibi görünsem de, üvey babası olan ben, adetlere uyup, başkalarının yaptığı gibi, neredeyse gözlerimde yaşlarla, oğlumda göreceğim kusurları affetmen veya görmezden gelmen için sana yalvarmayacağım, sevgili okur. Sen onun ne akrabasısın, ne arkadaşı; ruhun kendi bedeninde; gayet yetenekli, hür bir iraden var; evindesin ve kralın vergilerin efendisi olduğu kadar, sen de evinin efendisisin; bilirsin, herkes kendi evinde kraldır. Bütün bunlar, seni her türlü saygı ve mecburiyetten azade kılıyor; kısacası, hikaye hakkında, kötü söylersen karalanmaktan, iyi söylersen ödüllendirilmekten korkmadan, istediğini söyleyebilirsin.

Ne var ki, sana onu saf ve çıplak halde, bir önsözle, kitapların başına konması adet olan sayısız sone, epigram ve methiyeler listesiyle süslemeden vermek isterdim. Çünkü şunu söyleyebilirim ki, kitabı kitabı yazmak bana epeyce zahmete mâlolduğu halde, şu okumakta olduğun önsözü yazmanın zahmeti kadar fazla olmadı. Bunu yazmak üzere bir çok kez elime kalemi alıp, ne yazacağımı bilmeyerek bıraktım. Bir gün önümde bir kağıt, kalemim kulağımda, dirseğim masanın üstünde, yanağım avucumda, şaşkın bir halde, ne yazacağımı düşünürken, ansızın, çok esprili ve bilgili bir dostum geldi ve beni böyle düşüncelere dalmış görünce, sebebini sordu. Ben de saklamayıp Don Quijote’nin hikayesine yazacağım önsözü düşündüğümü, aslında yazmak istemediğimi, ama böyle soylu bir şövalyenin kahramanlıklarını önsözsüz yayınlamayı arzu etmediğimi söyledim.

“ Nasıl endişelenmeyeyim? Bunca yıldır unutuluşun sessizliği içinde uyuduktan sonra, şimdi bütün bu yılların yüküyle, böyle bir hikayeyle karşısına çıktığımda, halk denilen eski kanun koyucu ne diyecek? Saman gibi kupkuru, yenilikten yoksun, üslubu güdük, kavram yoksulu bir hikaye; bilgi ve doktrinden tamamen mahrum; sayfa kenarlarında notlar, kitabın sonunda açıklamalar yok; oysa diğer kitaplar öyle, görüyorum; uydurma ve acemice olsalar bile, okuru hayran bırakan, yazarlarına okumuş, bilgili, belagatli adam şanı kazandıran alıntılarla dolular; Aristoteles’ten, Platon’dan, bütün filozoflar güruhundan. Hele kutsal kitaptan alıntı yaptıklarında! Kimi Aziz Thomas kesilir, kimi Kilise Babası; burada ustaca ciddiyetlerini korurlar, bir satırda dalgın bir aşığı tasvir etmişken, bir başkasında bir Hıristiyan vaazcığı verirler ki, okuması, duyması mutluluk ve zevk verir. Benim kitabım bütün bunlardan yoksun olacak; çünkü ne sayfa kenarına yazılacak notlar var, ne kitabın sonuna yazılacak açıklamam; ne de kitapta hangi yazarları izlediğimi bildiğimden, bunları herkes gibi başına, alfabe sırasına göre dizebiliyorum; Aristoteles’ten, Xenophon’a, Zoilos veya Zeuksis’e – her ne kadar biri dedikoducu, öteki ressam idiyse de… Kitabım, baştaki sonelerden de yoksun olacak; hiç değilse dükler, markiler, kontlar, piskoposlar, çok ünlü hanımefendiler veya şairler tarafından yazılmış olan sonelerden. Gerçi meslekten iki üç dostumdan istesem, biliyorum yazarlar, hem de İspanya’mızın en ünlülerinin rekabet edemeyeceği sonelerden olur. Kısacası, saygıdeğer dostum,” diye devam ettim, “Tanrı, eksikliklerini giderip onu süsleyecek birini ortaya çıkarıncaya kadar, Senor Don Quijote’nin La Mancha’daki arşivlerinde, mezarda kalmasına karar verdim. Çünkü ben yetersizliğimle, cehaletimle, eksikliklerini gideremeyeceğim; mizaç olarak da tembel ve üşengeç olduğum için, benim kendi başıma söyleyebileceğim şeyleri söylesinler diye yazar aramayacağım. İşte beni düşünceli ve dalgın bulmanızın sebebi bu dostum; bu durumda olmam için, anlattıklarım yeterli bir sebep.”
Bunu duyan arkadaşım, alnına bir şaplak atıp kahkahaya boğularak dedi ki:
“Tanrı aşkına, kardeşim, sizi tanımış olduğum uzun süre boyunca içinde bulunduğum yanılgıdan şimdi kurtuldum; ben sizi hep ölçülü, her hareketinizde tedbirli bilirdim. Ama şimdi görüyorum ki, gökyüzü topraktan ne kadar uzaksa, siz de öyle olmaktan o kadar uzaksınız. Nasıl olur da, bu kadar önemsiz, çaresi bu kadar kolay bulunur bir şey, sizinki kadar olgun, daha büyük zorlukları çiğnemeye muktedir bir dehayı şaşırtıp kaygılandırabilir? Emin olun, bunun sebebi yetenek eksikliği değil, aşırı tembellik ve mantık kıtlığı. Söylediğimin doğru olup olmadığını merak ediyor musunuz? Öyleyse dikkat edin, bakın nasıl göz açıp kapayıncaya kadar, bütün zorluklarınızı yeniyorum; sizi şaşırtan ve ürküten, gezgin şövalyeliğin ışığı ve aynası, ünlü Don Quijote’nizin hikayesini, yayınlamaktan vazgeçiren bütün eksiklikleri nasıl gideriyorum.”
Söylediklerini dinleyip, “Anlatın” dedim, “korkumun yarattığı boşluğu nasıl dolduracaksınız; şaşkınlığımın yarattığı kargaşayı nasıl açıklığa kavuşturacaksınız?”
Buna şöyle cevap verdi:
“İlk eksiklik olarak düşündüğünüz. Ciddi ve asalet unvanı taşıyan kişiler tarafından yazılmış, başlangıçta yer alacak, soneler, epigramlar ve methiyelerin eksikliğini, siz biraz uğraşıp yazarak giderebilirsiniz; sonra onlara istediğiniz ismi verirsiniz, ister Hint Kralı keşiş Yohannes’e ithaf edin, ister Trabzon İmparatoru’na; ikisinin de ünlü şairler olduğunu duydum. Onlara ait olmadığını, birkaç ukala geveze, arkanızdan fısıldayıp dedikodu yaparsa da, metelik vermeyin; çünkü yalanınız ortaya çıksa bile, yazdığınız eli kesecek değiller. Sayfa kenarlarına, hikayenize koyduğunuz cümleler ve deyişleri hangi kitap ve yazarlardan aldığınız not etme meselesine gelince, yapılacak tek şey, uygun düşecek yerlere, ezberden bildiğiniz, ya da en azından, fazla uğraşmadan bulabileceğiniz cümleler, Latinceler yerleştirmek; mesela özgürlük ve kölelikten bahsederken:
Non bene pro toto libertas venditur auro (1) -
1(Hiçbir altın özgürlüğün bedelini ödeyemez)
diye yazabilirsiniz, sonra sayfa kenarında Horatius’u, ya da kim söylemişse onu anarsınız. Ölümün gücünden bahsediyorsanız, şunu kullanabilirsiniz:
Pallida mors aequo pulsat pede puaperum tabernas, regumque turres (2)
2(Ha yoksulun kulübesi ha zenginin köşkü, soluk benizli ölüm için farketmez.)
Eğer Tanrı’nın, düşmana beslenmesini emrettiği sevgi ve dostluktan bahsediyorsanız, hemen Kutsal Kitaba başvurun: Ego autem dico vobis: diligite inimicos vestros. (3)
3(Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı seviniz)
Kötü düşüncelerden bahsediyorsanız, İncil’den yararlanın: De corde exunt cogitutiones malae. (4)
4(Kötü düşünceler yürekten çıkar)
Dostların dönekliğinden bahsederken, Cato size şu beyti verecektir:
Donec eris felix, multos numerabis amicos,
Tempora si fuerint nubila, solus eris (5)
5( Talihin iyiyse arkadaşın çok olur,
ama bir bulutlandı mı havalar, kalırsın yapayalnız ortada.)

Bu ve buna benzer Latincelerle, sizi dil alimi bile sanırlar ki, günümüzde oldukça şerefli ve yararlı bir şeydir. Kitabın sonuna açıklamalar koyma meselesine gelince, eminim şu şekilde halledebilirsiniz: Kitabınızda bir devden söz edersiniz, dev Golyat olsun; bu sayede, hemen hiç bir zahmete katlanmadan, önemli bir açıklamanız olur, şöyle diyebilirsiniz: Golyat, çoban Davut’un, Ela Vadisinde sapanla taş atarak öldürdüğü Filistinli devdir; Krallar Kitabında anlatılır. Hangi bölümde bulunduğunu da yazarsınız. Bunun ardından, edebiyatta ve kozmografyada bilgili olduğunuzu göstermek için, hikayenizde Tajo nehrinin adını geçirin, o zaman yine mükemmel bir açıklamanız olur, şöyle dersiniz: Tajo Irmağı, adını bir İspanya kralından alır; falanca yerden doğar, ünlü Lizbon kentinin surlarını yalayıp Atlas Okyanusu’na dökülür, kumlarının altın olduğuna inanılır, vs. Hırsızlardan bahsederseniz. Ben size ezbere bildiğim, Cacus hikayesini anlatırım. Fahişe kadınlardan sözedersiniz; Mondonedo piskoposu size Lamia, Ladia ve Flora’yı verecektir; bu açıklama size büyük değer kazandıracaktır. Zalimlerden bahsederken, Ovidius size Media’yı sunacaktır. Büyücü kadınlardan bahsederseniz, Homeros’un Kalypso’su, Vergilius’un Kirke’si var. Cesur denizcilerden bahsedecekseniz, Julius Caesar’ın kendisi, Yorumlar’ında, kendisini size sunacak, Plutarkhos size bir İskender verecektir. Aşktan bahsedecek olursanız, bildiğiniz iki kelime İtalyanca’yla, Leon Hebreo size geniş bir kaynak olur. Yabancı ülkelere gitmek isterseniz, evinizde Fonseca var; Tanrı Aşkına Dair’de, sizin de, en büyük dahinin de bu konuda isteyebileceği her şey özetlenmiştir. Kısacası, sizin yapacağınız tek şey, söylediğim bu isimleri anmak, veya bu hikayelere hikayenizde değinmek; notları, açıklamaları siz bana bırakın; yemin ederim, sayfa kenarlarını doldururum, kitabın sonunda da dört yaprak harcarım. Gelelim, öteki kitaplarda bulunup sizde eksik olan, yazarların sıralanmasına. Bunun çaresi çok basit; tek yapacağınız şey, dediğiniz şekilde A’dan Z’ye hepsini sıralayan bir kitap bulmak. Aynı alfabeyi siz kendi kitabınıza koyacaksınız; onlardan pek yararlanmayacağınızdan, yalanınız açıkça belli olsa bile, önemli değil. Belki, basit, sade hikayenizde hepsinden yararlandığınıza inanacak saf birisi çıkar., başka bir işe yaramasa da, uzun yazarlar listesi, hiç değilse kitaba beklenmedik bir otorite kazandırır. Zaten, kimseyi ilgilendirmediğinden, kimse onları izleyip izlemediğinizi araştırmaz. Üstelik, yanılmıyorsam, sizin bu kitabınızın, eksik dediğiniz şeylerin hiçbirine ihtiyacı yok; çünkü zaten kitabın kendisi, Aristotales’in aklından bile geçmeyen, Aziz Basileios’un sözünü etmediği, Cicero’nun hiç karşılaşmadığı, şövalyelik kitaplarına karşı bir saldırı. Bunların hayali saçmalıklarında gerçeğin titizliğine, astrolojinin gözlemlerine yer yoktur; geometrik ölçülerin, retorikte yararlanılan önermelerin çürütülmesinin, önemi yoktur; kimseyi kınayacak durumda değildirler, çünkü hiç bir Hıristiyan aklına sığmayacak bir şekilde, dünyevi olanı ilahi olanla karıştırırlar. Önemli olan tek şey, yazılanlarda taklitten yararlanmaktır; taklit ne kadar mükemmel olursa, yazılan da o kadar iyi olacaktır. Sizin bu kitabınızın amacı, şövalyelik kitaplarının dünyadaki ve halk üzerindeki otoritesini, etkisini kırmak olduğuna göre, filozoflardan cümleler, Kutsal kitap’tan nasihatler, şairlerden efsaneler, retorikçilerden söylevler, azizlerden mucizeler dilenmenize gerek yok; aksine, cümlelerinizin, paragraflarınızın, sade bir şekilde anlamlı, açık, yerinde kelimelerle, fikrinizi mümkün olduğunca canlandırması, düzgün ve renkli olması için uğraşın; kavramlarınızı karmaşık, karanlık hale getirmeden anlatın. Ayrıca, hikayenizle hüzünlü kimseleri neşelendirmeye, neşelelerin neşesini artıttırmaya çalışın, saf kimseleri kızdırmayın, zeki kimseleri yeniliğe hayran bırakın, ciddi kimseler küçümsemesin, ihtiyatlı kimseler de övmeyi ihmal etmesin. Kısacası, amacınız, birçok kişinin nefret ettiği, daha da fazla kişinin övdüğü bu şövalyelik kitaplarının temelsiz sanat yapısını yıkmak olsun; bunu başarırsanız, az şey başarmış olmazsınız.”
Dostumun söylediklerini hiç ses çıkarmadan dinledim; sözleri öyle yer etti ki bende, hiç tartışmadan doğruluğunu kabul ettim ve önsöz olarak da bu konuşmayı yazmak istedim. Tatlı okur, bu önsözde, dostumun ne kadar zeki olduğunu; benim, onca ihtiyaç duyduğum bir zamanda böyle bir nasihat veren bulduğum için ne kadar talihli olduğumu: senin de Montiel Ovası civarının bütün sakinlerinin nezdinde, uzun yıllardır buralarda görülmüş en aşık ve en cesur şövalye olan la Mancha’lı ünlü Don Quijote’nin hikayesini böyle içten ve dolambaçsız bulduğun için ne kadar ferahlayacağını göreceksin. Sana böyle soylu ve şerefli bir şövalyeyi tanıtmakla yaptığım iyiliği abartmak istemiyorum; çünkü bence, bütün o kasıntılı şövalye kitapları güruhuna serpiştirilmiş olan silahtarlık meziyetlerini, onun şahsında, özetlenmiş olarak sana veriyorum.
Haydi, tanrı sana sıhhat versin, beni de unutmasın. Vale.
Vale Latince veda sözü

2. KİTAP

OKURA ÖNSÖZ

Aman Tanrım! İster soylu ol, ister halktan, sevgili okur, şu anda bu önsözü kimbilir ne büyük bir hevesle bekliyor, bu önsözde ikinci Don Quijote’nin yazarından, yani Tordesilles’ta filizlenip Tarragona’da doğduğunu söyleyen adamdan, intikam alacağımı, onunla atışacağımı, onu kınayacağımı sanıyorsundur. Doğrusunu istersen, sana bu tatmini vermeyeceğim; çünkü her ne kadar haksızlık, en alçak gönüllü yüreklerde bile öfke uyandırsa da, benimkinde bu kural bir istisnaya uğrayacak. Sen ona eşek, gerizekalı, küstah dememi isterdin; ama benim aklımdan bile geçmiyor böylesi. Onun cezası, günahı olsun; ne hali varsa görsün, benden uzak olsun. Benim yine de üzüldüğüm bir şey oldu; o da bana yaşlı ve çolak demesi; sanki ben zamanı durdurup benim için geçmesini engelleyebilirmişim gibi; sanki çolaklığım, geçmiş yüzyıllarda görülmüş, gelecek yüzyıllarda görülebilecek en yüce savaşta değil de, bir meyhanede olmuş gibi. Yaralarım, bakanların gözünde parlamasa da, hiç değilse nerede alındıklarını bilenler tarafından takdir edilir; savaşta ölen asker görüntüsü, kaçan hür askerden daha iyidir. Bu benim için o kadar doğrudur ki, bana şimdi imkansız bir şeyi teklif edip mümkün kılsalar, o savaşta çarpışmayıp, yaralanmayıp, sağlıklı olmaktansa, o olağanüstü çarpışmada bulunmuş olmayı tercih ederim. Askerin yüzünde, göğsünde, görünen yaralar, başkalarını şeref katına yükselten ve hakettiği övgüye yönelten yıldızlardır. Şunu da unutmamak gerekir ki, insan saçındaki aklarla değil, yıllar geçtikçe gelişen zihniyle yazar.
Ayrıca bana kıskanç demesine ve cahil birine anlatır gibi, bana kıskançlığın ne olduğunu anlatmasına da üzüldüm. İşin tam doğrusu şu ki, ben kıskançlığın değil, kutsal, soylu ve iyi niyetli olan imrenmenin ne olduğunu bilirim. Ve bu sebeple de, benim herhangi bir rahibe, özellikle de Engizisyon rahibine (Lope de vega) saldırmam, söz konusu değildir. Eğer bu sözü tahmin edilen kişi için söylediyse, tamamen yanılıyor; çünkü o kişinin dehasına taparım, eserlerini, kesintisiz ve faziletli çalışmalarını takdir ederim. Bütün bunlara rağmen, hikayelerimin örnek alınacak hikayelerden çok, hicivli olduklarını, ama iyi hikayeler olduklarını söylediği için, sayın yazara teşekkür ederim; içlerinde her şey olmasa, iyi hikayeler olmazlardı.
Bana öyle geliyor ki, kendimi çok kısıtladığımı, alçak gönüllülüğümün sınırları içine hapsettiğimi söylüyorsun, sevgili okur. Ben kederli insanın acısına acı katmamak gerektiğini biliyorum; bu beyefendinin kederi de, şüphesiz çok büyük olmalı; çünkü apaçık ortalığa çıkmaya cesareti yok; asıl adını, memleketini gizliyor; Majestelerine karşı ağır ihanet suçu işlemiş sanki. Tesadüfen onunla karşılaşcak olursan, tarafımdan söyle, kendimi hakarete uğramış saymıyorum; şeytanın kışkırtmalarını çok iyi biliyorum; en büyüklerinden birinin, bir insanın kafasına, kendisine para kadar şöhret, şöhret kadar para kazandırabilecek bir kitap yazıp bastırabileceği fikrine sokmak olduğunu biliyorum. Bunun doğruluğunu göstermek için de, kendisine esprili ve hoş anlatımınla şu hikayeyi anlatmanı istiyorum:
Sevilla’da bir deli varmış, dünyada hiç bir delinin aklına gelmeyecek kadar gülünç ve saçma bir fikre aklını takmış. Kamıştan, bir ucu sivri bir boru yapmış; sokakta veya başka bir yerde bir köpek gördüğünde, bir ayağını köpeğin arka ayaklarından birinin üstüne bastırır, öteki ayağını eliyle tutup kaldırır ve boruyu köpeğin uygun yerine yerleştirip üfleyerek, top gibi yusyuvarlak hale getirirmiş. Ondan sonra da, karnına iki şaplak atıp bırakır, her zaman etrafına biriken çok sayıda seyirciye de, şöyle dermiş:
“Saygıdeğer beyefendiler, bir köpeği şişirmek kolay iş mi sanıyorsunuz yoksa?” Zat-ı aliniz, bir kitabı yazmak kolay iş mi sanıyorsunuz yoksa?
Bu hikayeden hoşlanmazsa, sevgili okur, yine deli ve köpeklerle ilgili olan şu hikayeyi anlatırsın:
Cordoba’da bir başka deli varmış, alışkanlık halinde, kafasının üstünde bir mermer veya ağır bir taş parçası taşırmış. Başıboş bir köpek gördü mü, yanına yanaşır, ağırlığı dimdik üzerine düşürürmüş. Köpek dehşete kapılır, havlayarak, uluyarak, hiç durmadan üç sokak koşarmış. Yükünü boşalttığı köpeklerden bir tanesi, bir şapkacının, sahibi tarafından çok sevilen köpeği çıkmış. Taş düşüp köpeğin kafasına isabet etmiş; canı yanan köpek ulumaya başlamış; sahibi görüp sinirlenerek bir cetvel kapmış; delinin peşine düşmüş ve vücudunda sağlam kemik bırakmamış. Her vuruşta da diyormuş ki:
“Seni haydut, benim spanyelime ha? Gaddar herif, köpeğimin spanyel olduğunu görmedin mi?”
Spanyel kelimesini sık sık tekrarlayıp, deliyi pestili çıkmış halde bırakmış. Deli bu olaydan ders alıp gitmiş ve bir aydan uzun bir süre, hiç ortalığa çıkmamış; ama sonra, daha ağır bir taşla, eski icadına dönmüş. Köpeğin yanına kadar gidip gözünü dikerek bakıyor, taşı düşürmeden, düşürmeye cesaret edemeyerek, diyormuş ki: “Spanyel bu, aman ha!”
Aslında, bütün karşılaştığı köpeklere, danua da olsalar, fino da olsalar, spanyel diyormuş ve bir daha taşını hiç düşürmemiş. Belki böylece bu hikayeci de dehasının yükünü , kötüleri kayadan sert olan kitaplara boşaltma cesareti göstermez. 

Ayrıca kendisine söyle, kitabıyla benim kazancımı elimden alacağına dair tehdidi, hiç umurumda değil. La Perendenga’nın meşhur satırlarıyla cevap veriyor, başkanım, efendim çok yaşasın, huzur herkesin üzerine olsun diyorum. Herkesçe bilinen Hıristiyanlığı ve cömertliğiyle, kara bahtımın bütün sillelerine rağmen beni ayakta tutan yüce Lemos kontu çok yaşasın; Toledo muhterem başpiskoposu Don Bernandode Sandoval y Rojas’ın sonsuz merhameti çok yaşasın; isterse dünyada matbaa kalmasın, isterse aleyhimde Mingo Revulgo’nun mısralarındaki harflerin sayısından çok kitap yazılsın. Bu iki prens, benim iltifatlarımın veya başka bir alkışın ısrarı olmadan, sırf iyiliklerinden, bana lütuf ve yardımda bulunmayı görev edindiler; talih beni olağan yollardan doruğa yükseltse, kendimi bu kadar talihli, bu kadar zengin saymazdım. Yoksul insan şerefli olabilir, kötü insan olmaz; yoksulluk, soyluluğa gölge düşüreblir, ama tamamen karartamaz. Oysa fazilet, yokluğun zorlukları ve dar aralıklarından bile olsa, kendi ışığını gösterdiğinde, yüce ve soylu ruhların takdirini ve dolayısıyla lütfunu kazanır. 

Başka da bir söyleme kendisine; ben de sana başka bir şey söylemeyip sadece şuna dikkatini çekmek istiyorum: Sana sunduğum Don Quijote’nin bu ikinci kısmı, birincisiyle aynı kumaştan, aynı zanaatkar tarafından kesilmiştir ve bu kısımda sana don Quijote’yi daha geniş biçimde ve sonunda ölü, mezarında sunuyorum ki, hiç kimse kendisine yeni olaylar atfetmeye kalkmasın; geçmiştekiler yeterli çünkü. Şerefli bir insanın bu dahiyane çılgınlıkları aktarmış olması da yeterli; bir daha bu konuya girmek istemiyorum; çünkü bir şey, iyi de olsa, bol oldu mu, değer verilmez; oysa kötü şeylerin bile kıtlığı, değerini arttırır. Unutmadan söyleyeyim, bitimekte olduğum Persiles’i ve La Galatea’nın ikinci kısmını bekle.

Miguel de CERVANTES SAAVEDRA

LA MANCHA’LI
YARATICI ASİLZEDA
DON QUIJOTE
I
Çeviren: Roza Hakmen

Cervantes'in ünlü romanı Don Quijote, tam adıyla La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote.

Kitabın sunuş yazısını yazan Prof. Jale Parla'nın sözleriyle: "Birinci kısmının basıldığı 1605 yılından beri en çok okunan, en çok sevilen, en çok yorumlanan ve yeniden en çok yazılan La Mancha'lı Şövalye Don Quijote ve silahtarı Sancho Panza'nın serüvenleri", bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgiyle karşılanmış, ancak dilimize daha çok İngilizce ve Fransızca gibi ikinci dillerde çocuklar için hazırlanmış baskılarından yapılan çevirileriyle girmişti. Yine de, ancak bir iki tane ve ikinci dillerden de olsa, tam metin çevirileri de yapıldı. Şimdi ise, Jale Parla'nın yerinde saptamalarıyla: "Shakespeare'le birlikte belki de ilk kez modern okuru düşleyen" ve sadece "şövalye romanları"nın değil, "Rönesans'ta kullanılan bütün (yazınsal) türlerin otoritesini dyıkan" bu önce yazarın belki postmodern anlatıyı bile nerdeyse dört yüzyıl önceden haber veren bu öncü romanı ilk kez tam anlamıyla Türkçeye kazandırılmış oluyor.

‘İnsanlık yalanı ve adaletsizliği kılıçla değil, kitapla yenecektir.’ Emile Zola

 
Zola romanın sonunda sosyalist ve yenilikçi görüşlere yönelik bir umut verir: 
“Şimdi bulutsuz gökyüzünde gururla parlayan nisan güneşi doğurmaya hazırlanan toprağı ısıtıyordu. Toprak ananın besleyici sinesinden yaşam fışkırıyor, tomurcuklar patlayarak yeşil yapraklara dönüşüyor, tarlalar boy veren otlarla ürperiyordu. Her yanda tohumlar şişiyor, yukarı doğru uzanıyor, sıcağa ve ışığa ulaşma ihtiyacıyla toprağı çatlatıyordu. Taşan özsular fısıltılar çıkararak akıyor, çatlayan tohumlardan öpücük sesleri yayılıyordu. Arkadaşların kazma sesleri sanki yüzeye iyice yaklaşmışlar gibi giderek daha da belirginleşiyordu. Bu taptaze sabah vaktinde, güneşin yakıcı ışıkları altında, toprak işte bu uğultuya gebeydi. İnsanlar bitiyordu topraktan; karıkların arasında ağır ağır filizlenen, gelecek yüzyılın hasadı için boy atan ve yakında toprağı çatlatacak olan, intikamcı, kapkara bir ordu yetişiyordu.”
 
Germinal-Volkan Yalçınoklu çevirisi 

17 Eylül 2023

Cumhuriyet’te Angarya Yoktur


Atatürk -Yaver Muzaffer Kılıç ve Kazım Karabekir 
 
Cumhuriyetin ilanından sonra idi. Karadeniz’de bir seyahate çıkmıştı. Kendisine refakat edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik (17 Eylül 1924). Yolların düzlüğü nazarı dikkatini çekmişti. 
Valiye: “Yollarınızı nasıl bu hale getirdiniz?” diye sordu. Vali de anlattı. Bütün civar köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol tamirinde çalıştırmış. Atatürk’ün kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille: 
“Vali Bey! Corve nedir bilir misiniz? Ben söyleyeyim. Angarya demektir. Ve şunu da bilmeniz gerekli ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işgal edemez, onu mesaiye zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.” 
Muzaffer Kılıç

12 Eylül 2023

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu – 12 Eylül – Karşı Devrim

 

12 Eylül 1980'de silahlı kuvvetlerce, Genelkurmay Başkanı'nın önderliğinde ve dört kuvvet komutanının eşliğinde, emir-komuta zinciri içinde devlet yönetimine el konulması, Kemalist Devrim'e yönelik tam bir karşı-devrim süreci getirdi ülkemize.
 
Kemalist Devrim'in temel ilkesi, başta belirttiğim gibi, ulusal güçleri etkin ve ulusal istenci egemen kılmak idi. 12 Eylül darbesinin icraatı gösterdi ki, onların ilkesi parasal güçleri etkin ve ulusal istenci edilgin kılmaktır. Bu durum karşı-devrimden başka bir sözle nitelenemez. Üstelik laiklik ilkesine bu süreçte vurulan darbe, karşı-devrim'in öteki büyük göstergesidir. En acı olanı da, bütün bu karşı-devrim hareketinin Atatürk diye diye, Atatürkçülük adına yapılmış olmasıdır. Atatürk'ün oluşturduğu bütün çağdaş kurum ve kuruluşların kapatılması, öğrenim birliğinin kaldırılması, güya komünizmi önlemek amacı ile Kuran Kursları adını taşıyan irtica yuvalarının çoğalmasına göz yumulması, dinsel gereksinmeler için aydın din adamı yetiştirmek amacıyla açılmış olan ve sonradan adları Liseye dönüştürülen ve sayıları gereğinden fazla çoğaltılan İmam Hatip Okulu mezunlarına -Harbiye dışında- bütün üniversite ve yüksekokul kapılanını açılmasının sürdürülmesi, bu karşı devrim hareketinin belirgin icraatındadır.
 
 TIK
12 Mart ve 12 Eylül’ü hem karşıdevrim, hem de “faşizm” olarak niteleyen Velidedeoğlu, o karanlık
günlerde “İşkencenin bitmesi için yazılar kaleme alıyor, İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması ve
güvence altına alınması gerekir” diyordu. Pek çok ödül alan Velidedeoğlu, yine bir ödül töreni
sırasında, 1990 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nün Kenan Evren’e verilmesi üzerine, “Bana
verilen bu ödül, halk ödülüdür. Oysa Evren’e ödülü devlet veriyor. O Ödül bana verilseydi kabul
etmezdim.”
diyordu.
 
 
*
 
12 Eylül Karşı - Devrim sürecini anlatan bu kitap kısa sürede tükendiği için 2. Basımını yapmak zorunda kaldık. Velidedeoğlu'nun usta kalemiyle anlatılan bu süreç günümüze kadar sürmektedir. İkinci basının bir özelliği de kitabın başına devrim ve karşı devrim kavramlarını anlatan bir bölümün eklenmiş olmasıdır. Kitabın sonunda ise 12 Eylül sürecinin günümüzdeki durumunu gösteren yazılar yer almıştır.Yayınevimiz okurlarına ülkemizin çok önemli bir tarih parçasını günce gibi adım adım, gün güz izleyen yazılardan oluşan bu kitabın ikinci basısını sunmakla onur duyar.
 
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu – 12 Eylül – Karşı Devrim
12 Eylül’ün 10. Yılı 1980 - 1990
Evrim Yayınları / İstanbul / 395 Sayfa
 
 

09 Eylül 2023

Ulu Önder M.Kemal Atatürk liderliğinde başlattığı kurtuluş mücadelesi destanının zirvesi olan 9 eylül İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 101'nci yıl dönümü kutlu olsun.


DOKUZ EYLÜL NEDİR?
DOKUZ EYLÜL HER TÜRK VATANDAŞI İÇİN UNUTULMAZ
BİR TARİHTİR, BİR KURTULUŞ SİMGESİDİR.

Biz tarihçiler için 9 Eylül

İlk bakışta: 1912’de başlayan on yıllık savaş sürecinin sonudur. Trablusgarp, Balkan Savaşları ve nihayet I. Dünya Savaşı’nın sonunda girişilen İstiklal mücadelesinin savaş meydanlarındaki kısmını bitiren tarihtir. Şark meselesinin batının istediği gibi halledilmeyeceğinin dünyaya gösterildiği tarihtir.

Her şeyin başı saydığı, ebet müddet olması için canını hiçe saydığı devletini yaşatmak için cepheden cepheye koşarak verdiği mücadelenin başarıyla bitiş tarihidir.

Kadını erkeği, genci yaşlısı, kızı oğlu, dağ başlarındaki yörükleri, efeleri, kızanları, düzdeki köylüsü ile giriştiği hayat mücadelesini kazandığı tarihtir.

Türk milleti için 9 Eylül

Kağnısında taşıdığı cephane “millet malıdır” ıslanmasın diye bebesinin örtüsünü taşıdığı cephanenin üstüne örterek gösterdiği sahiplenmenin başarı günüdür. Kışın balçığa dönüşen tozlu, ham toprak yollarda hayvanı yetmediğinde kendini koşarak öküz arabalarıyla çektiği çilenin, taşıdığı cephanenin hedefine ulaştığı gündür.

Türk milleti için 9 Eylül

Daha düzenli ordular kurulmadan efeleriyle, milis kuvvetleriyle giriştiği, Urfa’da şahlanıp şan aldığı, Maraş’ta kahramanlaştığı, Antep’te gazi olarak üzerine düşeni yaptığı, Büyük Millet Meclisinin düzenli orduları bayrağı devralana kadar toprağını, dinini, mukaddesatını başarıyla savunduğu mücadelenin vuslat günüdür.

Devletin ihtiyaç duydukça istediği bedenini, canını son on yıldır cepheden cepheye koşarak heder etmesinin üstüne bu defa Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle kendi boğazını doyurmaya zor yeten malının, hayvanının da %20 - %40’ını verdiği, hiçbir şey veremeyenin bir kat çamaşır verdiği Millî Mücadelenin son noktasıdır.

Bağımsızlık için savaşmak gerektiğini savunarak milleti yeniden savaşa çağıran, ülkeyi savaşa sokan İttihatçılardan olmakla suçlanan, ihtiyaçlarını bazen zorla alan, Padişah iradesi, hükûmet beyannamesi, şeyhülislam fetvası ile katli vacip ilan edilen Millî Mücadeleciler ile; “mecburi şeriat, ulu’l emr’e itaat” düsturuyla inandıkları hükûmet arasında kaldıkları sıkıntılı günlerin bittiği tarihtir.

Tanzimat ile başlayıp Meşrutiyet ile hayata geçen halkın memnuniyeti ve hakimiyet hakkı iddiasıyla padişahların taht ve hayatlarını kaybettiği; muhassıllık seçimleri ile başlayıp vilayet meclisleri ve nihayet Meclis seçimleri ile gelişen sürecin hayat-memat meselesine evrildiği son aşamasında iradesini eline aldığı, yurdunu emperyalist oyuncağı işgalcilerden temizlediği tarihin simgesidir.

Mondros mütarekesinin imzasından sonra uluslararası ve savaş hukukuna aykırı işgallerin başladığı andan itibaren Türk milletinin giriştiği bölge bölge kurtuluş mücadelesini Yunan askerinin 15 Mayıs’ta çıkarılmasıyla top yekün mücadeleye dönüştürdüğü kurtuluş sembolü İzmir’in bayram günüdür. İnönü Savaşlarıyla sınanan kendine güven duygusunun Kütahya-Altıntaş’ta tereddütler uyanmasına karşın “Sakarya Melhame-i Kübrası”yla ordunun bütün birimlerinin yanı sıra tüm millete yerleştiği; milletin bütün gücünün TBMM ordularının etrafında, başkomutanının etrafında toplanmasına mukabil harekete geçmek için bir yıl hazırlık yapmak zorunda kalınan nihai hamlenin simgesidir.


26 Ağustos sabahı gün ağarmadan topçu ateşi ile başlayan büyük taarruz, piyade ve süvarilerin büyük kahramanlıklarıyla gelişmiş, ilk iki gün içinde Yunan cephesi yarılarak Afyon ve çevresi kurtarılmıştı.30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesinde ana kuvvetleri imha edilen Yunan kuvvetleri hızla İzmir’e doğru çekilmeye başladığında 15 Mayıs 1919’dan beri görülen rüyanın gerçekleştiği tarihtir.

1 Eylül’de Başkomutanından aldığı “ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, İleri!” emrini yerine getirmek için harikalar yarattığı tarihtir. Günümüz şartlarında karayolu ile 327 km olan Afyonkarahisar- İzmir arasındaki yolu, kaçan düşmanı takip edip artçılarıyla savaşarak 10 günde aldığı yoldur. 9 Eylül Türk askerinin kurtuluş özleminin sembolüdür.

“Her safhasıyla düşündüğü, hazırladığı, hazırlandığı ve yönettiği, sonunda zaferle taçlandırdığı İstiklal Harbi’nin simgesidir.

Yetkileri ve görev süresi hakkındaki eleştirilerden yılmadan Başkomutan olarak Büyük Millet Meclisinin kendisine verdiği görevi yerine getirdiğini göstergesidir.


Yaveri Salih Bozok’un anlatımıyla, Ordu ile beraber İzmir’e giderken Nif ’(sonradan Kemalpaşa)te askerlere su vermek için yol kenarında bekleşen köylüler gördük. Paşa, sigarasını yakmak için gözündeki toz gözlüklerini kaldırdığında yaşlı bir köylü elindeki kartpostaldan kendisini tanımıştı. Diğer köylülerle beraber kimisi elini, kimisi pelerinini öper, kimisi arabasının tozunu gözüne sürme diye çekerken milletinden mükafatını alan başkomutanın Milletine verdiği sözü tuttuğunun simgesidir.

Sadece karşısındaki düşmanla değil, arkasındaki emperyalist dünya desteğiyle, sağlık sorunlarıyla, maddi yoklukla, silah ve cephane eksiğiyle, uğraştığı bir savaşın nihai hedefidir.

Büyük Millet Meclisi içinde başkomutanlık yetkilerini uzatmak istemeyen, ordunun saldırı kabiliyeti olmadığını iddia eden muhalefetle de uğraştığı bir süreçtir.

4 Ekim 1922’de Büyük Millet Meclisinde millet temsilcilerine bilgi verirken “topçusu, piyadesi, süvarisi, zabiti ve kumandanıyla bütün kadrosunun kahramanlığını tespit eden; genelkurmay başkanı, cephe komutanı, maliye bakanı, hükûmet ve nihayet ordu saldıramaz dedikleri için belki düşmanın gevşemesine vesile olmuşlardır diyerek muhaliflere de teşekkür edecek kadar espritüelliği gösteren başkomutanın zafer günüdür.

Elde edilen başarının “milletin tek bir adam gibi, gösterdiği sarsılmaz vahdet ve gayret sayesinde” olduğunu belirterek milletin bütün cihana karşı en yüksek hürmet ve izzet mevkiini kazandığını ilan eden başkomutan “kahramanlık meydanlarında rahmet-i rahmana kavuşan şehitlerimizin muazzez ruhlarına hep beraber Fatihalar ithaf ederek bizlere örnek olmuştur.

Buyrunuz.

Savaşı her zaman için en son çare olarak gören başkomutan savaş biter bitmez barış ortamı kurmaya çalışmıştır.

Öyle ki Yunan Başbakanı Venizelos Türkiye ile 1934 Balkan Paktı’na giden iyi ilişkiler kurmaya başladığında karşılaştığı eleştirileri “hali hazırda dostumuz olan Türkler, müstevli olmak itibarıyla yaptığımız bütün bu tahribatı unuttularsa benim ihtiyar ettiğimiz fedakarlıkları unutmamaklığıma ne sebep vardır?” diyerek karşılayacaktır.

Bununla yetinmeyen Venizelos, 12 Ocak 1934 tarihli mektubuyla Nobel Barış Ödülüne aday gösterirken “Anadolu faciasının hemen akabinde kendini yenileyen Türkiye’ye bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık, O bu uzanan eli samimiyetle kabul etti…Barışın medyun olduğu bu kıymetli katkının sahibi kişi” olarak Mustafa Kemal Paşa’yı takdim etmiştir.

Hakimiyet anlayışında, devlet rejiminde, siyasi düşünce yapısında, kültür-sanat anlayışında hülasa Türk tarihinde dönüm noktası oluşturacak yeni bir safhanın da başlangıç tarihidir. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı hedefleyen bir değişim ve dönüşüm hareketinin dönüm noktasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolu açmıştır.

26 Ağustos-9 Eylül 1922 sürecinde ortaya konan başarı Türk Milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin ölümsüz abidesidir.

26 Ağustos 1071’de Anadolu topraklarına vurulan Türk mührünün hiçbir güç ve ittifak tarafından çözülemeyeceğini 850 yıl sonra bütün dünyaya ilan eden bir derstir, bir bağımsızlık simgesidir.

Bu dersten 90 sene sonra benzer hayallere kapılanlara 9 Eylül 1922’yi iyi okumalarını tavsiye ederiz.


Prof. Dr. Cezmi ERASLAN

 

 

 

 

30 Ağustos 2023

Atatürk “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

 

30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında, bizzat Zafertepe’den idare ettiği savaşta, tamamen yok edilmiş veya esir edilmiştir. Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edilmiş, kalan bölümü ise üç grup halinde çekilmiştir. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Mustafa Kemal Paşa, Yunan ordusunu takip etmesi için Türk ordusuna o tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vermiştir.

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutan Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer’in önemini şu şekilde ifade etmiştir. “... Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır...”

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün engin ileri görüşlülüğüyle kurulan Cumhuriyet, ulusal egemenliğe dayanan yönetim biçimi olmasının yanı sıra kapsamlı bir aydınlanma ve çağdaşlaşma atılımıdır. Cumhuriyet’le birlikte hayata geçirilen devrimler, ulusumuza çağdaş bir yaşamın kapılarını açmış; laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip olmanın onurunu yaşatmıştır.

 

11 Ağustos 2023

Atatürk ve Demokratik Türkiye - Halil İnalcık

Atatürkçülüğü yorumlarken, günlük siyasi ve sosyal akımların etkisiyle onaylama veya bağnaz tepkilerle karşılaşmak olanaklıdır. Toplumumuzu, uzlaşmaz iki kitle halinde karşı karşıya getiren derin anlaşmazlığın, felaketli sonuçlar getireceğini daima hatırda tutarak karşıtlığı çözmek, uzlaşma yollarını bulmak zorundayız. Yurdun geleceği için iki taraf da bağnaz, uzlaşmaz tavrından kurtulmak zorundadır. Demokrasi, toplumda barışı güvence altına almak için uzlaşma ve denge zeminidir. Halil İnalcık

 

Atatürk, Anadolu coğrafyasında kültürel ve tarihsel değerler üzerinden Türkiye toplumunu bir değişim, yenileşme, gelişim sürecine taşıyan büyük bir düşünür ve eşsiz bir yeniden yapılanmanın mimarıdır.

Çöken Osmanlı Devleti’nin yerine, Türkiye insanının katılımını ve bireysel insiyatifini harekete geçirecek, yepyeni bir siyasal ve sosyal yapılanmayı, yeni bir yaşam biçimini hayata geçirmeyi amaçlamıştır. Bu açıdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri, yeniden yapılanma ve değişim atılımlarına bakılınca Atatürk’ün dehası çarpıcı bir hal almaktadır.

Cumhuriyet Türkiyesinin hangi evrelerden geçerek, ne tür bir düşünsel birikimin üzerine kurgulandığı sorunu, bu kitabın ana eksenini oluşturuyor.

 

“Kötüleri bağışlayan, iyileri cezalandırır.” Bonis nocet, qui malis parcit (Seneca)



"Hayatın amacının 'mutlu' olmak olduğuna inanmam.Bence hayatın amacı: yararlı, sorumlu ve şefkatli olmaktır.En önemlisi fark yaratmaktır; katkıda bulunmak, bir şeyi temsil etmek, yaşamış olmakla bir değişim meydana getirmektir." Leo Rosten


Zalim olan zayıf kişilerdir. Sevecenlik güçlülerden beklenir.

Hepimiz içimizin derinliklerinde bir parça yalnızız ve anlaşılmak için çıldırıyoruz.

Günün, dudaklarının kıvrıldığı yöne doğru ilerler...Seçim senin! Bugün yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim; Ya kızacağım yağmura etrafı ıslatıyor diye, Ya da seveceğim onu çiçeklerimi suladığı için.

İspanya’nın Zeytin ve Zeytinyağı Sektöründeki Oyunu

 1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor.

O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı var.

Kömürler İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen delice ağacından elde edilmesi isteniyordu.

İstek dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisinden sevinçle karşılanıyor,ülkemizde bol miktarda bulunan delice kömürü ihraç edilmeye başlanıyordu.

Görgü tanıklarının anlattıklarına göre,limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu.

O yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Ticaret Ateşesi,dönemin Dışişleri Bakanı’na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor.

Aldığı cevap,getirisinin önemli olduğu nerede kullanıldığının Türkiye’yi ilgilendirmediği şeklinde oluyor.Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor.Bununla yetinmeyip ABD’de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgunun bir yararı olmadığını öğreniyor.

Öğrendiklerini Bakan’a iletiyor,Türkiye’nin rahatsız olmadığını,gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor.

Delice ağacının zeytin aşılamak için en uygun ağaç olduğunu bilenler Türkiye’ye oyun oynamışlardı.

Sonuç olarak İspanya dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısıdır ve ne tesadüf ki aynı yıllarda Türkiye margarinle tanışmıştır. 

Dipçe:Aşılanmamış zeytin ağacına delice denir.

 zeytinmarketi.com

Seçme Sözler

"Tinsel bir dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği elimizden umuduzu alır, ama bize bir kesinlik bağışlar." Franz Kafka

"İnsan, içinde yok edilemez bir şeyin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz; ancak gerek bu yok edilemez şey gerekse de bu güven kendisinden daima gizli olabilir. Bu sürekli gizliliğin kendini açığa vurma yollarından biri, kişisel bir tanrıya inançta kendini gösterir." Franz Kafka

"Ev halkını koruyan Tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir!" Franz Kafka
 
"Olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıt gerektirir."
Carl Sagan

"Bilimde sıklıkla bir bilim adamı "Evet, bu gerçekten güzel bir argüman, ben hatalıyım" deyip sonra kendi fikrini değiştirir ve eski fikrini ondan bir daha asla duyamazsınız. Bilim adamları bunu gerçekten yapar. Olması gerektiği kadar sık olmaz, çünkü bilim adamları da insan ve değişim bazen acı çektiricidir. Ama her gün olur. Bunun gibi bir şeyin siyasette veya dinde en son ne zaman gerçekleştiğini hatırlamıyorum." Carl Sagan

"Yanlış bir argümanın ilacı, daha iyi bir argümandır. Fikirlerin bastırılması değil." Carl Sagan
 
"Her dakika övülmek isteyen bir Tanrıya inanamam." Friedrich Nietzsche

"İnsan en acımasız hayvandır. Trajedilerde, boğa güreşlerinde ve haça germelerde şu güne kadar kendisini en iyi hisseden oydu ve kendisi için cehennemi icat ettiğinde, sıkı durun, bu aslında en iyi cennetiydi." Friedrich Nietzsche

"Ne zaman dindar bir insanla konuşsam, ellerimi yıkayasım geliyor." Friedrich Nietzsche

"Ben Hristiyanlığa bir büyük lanet, bir büyük gerçek ahlaksızlık, hiçbir yok edicinin yeterince zehirli, sinsi ve dar olamayacağı bir intikam içgüdüsü derim. İnsanlığın ölümcül bir kara lekesi derim." Friedrich Nietzsche

"Hristiyanlıkta ne din, ne ahlak hiçbir noktada gerçekle bağlantı kurmuyor." Friedrich Nietzsche

"Hristiyanlığın dünyayı kötü ve çirkin bulma çözümü, dünyayı kötü ve çirkin yaptı." Friedrich Nietzsche

"İnsan temiz hava almak istiyorsa kiliseye gitmemeli." Friedrich Nietzsche

"Kilise tabanlı organize olmuş her toplum için günah vazgeçilmezdir; onlar güç için en güvenli silahlar; rahipler günahlarla yaşar; onlar için "günah işlemek" olgusu gereklidir." Friedrich Nietzsche

"Kendine ve başkalarına karşı duyulan acımasızlık Hristiyanlık; farklı düşünenlere karşı nefret; zulmetme isteği. Dünyanın efendilerine ve asillere karşı ölümcül düşmanlık, bu da Hristiyanlık. Akla, gurura, cesarete, özgürlüğe, aklın özgürlüğüne karşı duyulan nefret Hristiyanlık; duygulara, duyguların zevkine, zevke karşı duyulan nefret, genelde, Hristiyanlık." Friedrich Nietzsche

"Bir insan İncil'i okurken eldiven giyse iyi yapar. Bu kadar pisliğin birarada bulunması insana bunu yaptırmayı zorluyor." Friedrich Nietzsche

"İnsanı yaratmak mı Tanrının büyük hatası; tanrıyı yaratmak mı insanın büyük hatası?" Friedrich Nietzsche

"Bir insanın Hristiyan olması için özgür olması gerekmez. Hristiyan olabilecek kadar hasta olması gerekir." Friedrich Nietzsche

"Bütün bunlara inanabildiğini düşünürsek, sıradan bir Hristiyan acınacak bir figür, üçe kadar kadar bile sayamayan, ve bunun yanında, zihinsel yetersizliği yüzünden Hristiyanlığın ona söz verdiği cezayı bile hak etmeyen biridir." Friedrich Nietzsche

"Hristiyan inancı başından itibaren, kurban etmek: bütün özgürlüğün, değerin, özgüvenin kurban edilmesi; aynı zamanda teslimiyet, kendini küçük düşürmek ve kendini yok etmek..." Friedrich Nietzsche

"İki büyük Avrupa narkotiği: Alkol ve Hristiyanlık." Friedrich Nietzsche

"Hristiyanlık acı çekmeyi bulaşıcı hale getiriyor." Friedrich Nietzsche

"Gençliği bozmanın en iyi yolu, onlara, kendileriyle aynı düşünenlere, kendilerinden farklı düşünenlerden daha çok değer vermelerini söylemektir." Friedrich Nietzsche

"Hristiyanlığı mahkum ediyorum. Ona karşı, bir suçlayıcının kelimelere dökebileceği en kötü suçları yüklüyorum. Bana göre o hayal edilebilecek en büyük ahlaksızlık. Ahlaksızlığının dokunmadığı hiçbir şey yok. Her değerden bir değersizlik, her gerçekten bir yalan, her doğruluktan, dürüstlükten bir günah çıkarmış. Biri çıksın da cesaret ediyorsa bana insancıl kutsamalarından bahsetsin! Acıdan ve kederden kurtulmak onun prensiplerine aykırı. Acıyla ve kederle yaşıyor: kendini yaşatmak için acı ve keder yaratıyor. Orijinal günah fikrini yarattı. İşe yaramaz ve adi olanların kinini saklamak için ruhların tanrı karşısında eşitliğini yarattı. Kendi kendini bozma sanatını, her iyi ve temiz içgüdüden iğrenme ve onları küçümsemeyi yarattı. Parazitlik onun başlıca işi. Zayıf kutsallık idealiyle, bütün hayat umuduna ve sevgisine karşı savaşıyor. Her gerçekle pazarlık edebilmek için "öteki dünyayı" yaratıyor. Haç; hayatın kendisine karşı, sağlık, güzellik, iyilik, cesaret, zeka ve yardımseverliğe karşı kurulan komplonun buluşma noktası." Friedrich Nietzsche

"Tanrınız öldü ve sadece cahiller ağladı. Ve eğer cehenneme inanıyorsanız, o zaman orada görüşürüz!" Friedrich Nietzsche

"İnanç, şüphesiz, şu güne kadar dağları yerinden oynatamadı. Ama hiç dağ olmayan yere dağlar koyabilir." Friedrich Nietzsche

"Ruhunda sukunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar inanmalı ve iman etmelidirler. Ama hakikatın peşindeki insanlar iç huzurundan feragat etmeli ve yaşamlarını bu sorgulamaya adamak; kendisi ve hayatla yüzyüze gelmekten korkmamak zorundadır." Friedrich Nietzsche

"Cezalandırma isteği çok olan kimseye güvenmeyin." Friedrich Nietzsche