05 Aralık 2021

Atatürkçü Düşünce Işığında Milli Birlik




“Türk milleti çalışkandır. Türk milleti 

milli birlik ve beraberlikle güçlükleri 

yenmesini bilmiştir”. ATATÜRK 

Onuncu Yıl Söylevinden 

29.X.1933


Bir milletin yönetimini üstlenenler, görevlerini en iyi şekilde ve verimli olarak gerçekleştirebilmek için, milletin birlik ve beraberlik içinde bulunmasına önem verirler. Bu, barış zamanında olduğu kadar, millî varlığın tehlikelerle karşılaştığı olağanüstü durum ve koşullar için de geçerlidir. Bu nedenle devlet gereken tedbirleri alır. Bu tedbirler, millî birliği en üstün düzeyde gerçekleştirecek şekilde düzenlenmeli ve geliştirilmelidir.Yurttaşlar arasında sevgi ve yakınlaşma, refah, sosyal adalet, kamu yararına hizmet eden kurumların geliştirilmesi, eğitimle millî bilinçlenmenin sağlanması yoluyla, millî birliğin gerçekleştirilmesi, millî politikanın hedeflerinden en önemlisidir.

Millî birlik, dünya siyaset sahnesinde, milliyetçilik cereyanlarının yayılmasından sonra önem kazanmaya başlamıştır. 1789'da patlayan Fransız İhtilâli ve bu ihtilâlin ortaya çıkardığı eşitlik ve özgürlük düşünceleri, daha sonraları milliyetçilik cereyanlarını körüklemiştir. Bu cereyan imparatorlukların dağılarak, yeni birçok millî devletlerin doğuşunu hazırlamıştır. Millî devlet anlayışında, ortak kültür, dil ve tarihin oluşturduğu millet başlıca ögedir. Çağdaş devlet anlayışında, belirtilen faktörlerin meydana çıkardığı millet, irk ve kan birliğinden ziyade, ortak bir ülkü etrafında birleşmiş toplum bireylerinden oluşur. Çünkü hiçbir millet irk ve kan itibariyle saf değildir. Millî birlik yönünden gelişmiş olan yabancı ülkeler, genellikle refah bakımından gelişmiş olanlardır. Bunlardan bazıları ABD, İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya ve Finlandiya'dır.

Türk tarihinde millî birlik konusu, Atatürk’ün büyük eseri Cumhuriyet ile başlar. Atatürk, Türk Millî Mücadele Hareketi'nin daha başlangıcından itibaren millî güç, millî birlik ve bütünlük konusuna önem vermiştir.Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ile Sivas Kongresi bunun somut kanıtıdır. Türk Bağımsızlık Savaşı, Türk milletinin bütün maddî ve manevî gücünün birleşmesiyle gerçekleştirilen büyük bir tarihî olaydır. Atatürk,Türk Bağımsızlık Savaşı kazanıldıktan sonraki reformlar döneminde de millî birlik konusuna önem vermiş, uygulamalarında milletin gücüne dayanmıştır. O'nun millî birlik konusundaki düşünceleri ve uygulamaları birer örnektir.

Dünyada ve Türk tarihinde yaygın bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılan millî birlik, bir milletin millî varlığını güvenceye almasında ve geliştirmesinde maddî ve manevî bütün güçlerini kullanması ve birlikte hareketidir. Bir milletin, millî varlığına yönelik tehlikeler, o milletin bütün güçlerini belli bir amacı gerçekleştirmek için belli bir doğrultuya yöneltilmesini gerektirir.

Millî birlik birçok ögelere dayanır. Bunlar toplumsal, tarihsel ve kültürel değerlerdir ki, belli başlıları milliyetçilik, millî irade, millî kültür ve gelenekler, millî ülkü, millî tarih bilinci, millî ahlâk, millî dil, millî bayrak ve millî marş, sosyal adalet ve lâik devlet yönetimi gibi ögelerdir.

Millî birlik, devletin önemle üzerine eğilmesi gereken değerlerden biri olduğundan, yasalarda ve özellikle yasaların temeli olan anayasalarda hükümler halinde yerini almıştır.

Demokratik yönetimin ayrılmaz parçaları olan siyasî partiler,benimsedikleri ilkeleri uygularken, milletin, siyasî kanılar nedeniyle parçalanmamasına titiz bir özen göstermelidirler.

Bir milletin silâhlı kuvvetleri, millî birliğinin hem gerçekleştiricisi hem de güven vasıtasıdır. Bu güç içerisindeki uygulamalar, millî birlik ve beraberlik ruhunu geliştirmeye yardımcıdır. Silâhlı Kuvvetler içerisinde sağlanan millî bilinçlenme olağanüstü durumların atlatılmasında da bir dayanaktır.

Günümüzde millî sorunlar, millî varlığa yönelik tehlikeler, milletçe göğüslenmektedir. Bu gerçek, topyekün harp veya milletçe harp ilkesini ortaya çıkardığından, milletçe sürdürülecek bir mücadelede millî birliğin önemi göz önünde tutulmalıdır. Millî birlik, bir milletin iç ve dış tehlikelere karşı birlikte hareketi demek olduğundan, düşman tarafından çeşitli yöntemlerle zedelenme veya yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Milli birliğe karşı yöneltilebilecek düşman girişimleri; etnik kışkırtmalar, mezhep ve dinî ayrıcalık yaratan çalışmalar, ideolojik ve psikolojik saldırılar, sosyal adalet bozukluklarını istismar, ahlâkî ve bedenî çökertme gibi çeşitli yöntemler olabilir.

Millî birliğe yönelik düşmanca girişimlere karşı, koruyucu karşı tedbirlerin alınması devlet sorumluluğudur. Karşı tedbirlerin başarısı, özellikle millî bir eğitim uygulamasıyla toplumun bilinçlendirilmesi ve millî birliği oluşturan direklerin sağlam dikilmesi ve korunmasıyla mümkündür.


I,Devlet Yönetiminde Milli Birlik
İnsan, doğada yaratıldığından beri toplu halde yaşamıştır. Toplum içerisinde yaşadığı içindir ki, onu niteleyenler sosyal insan deyimini kullanmışlardır. İnsanın toplu halde yaşamasını gerektiren nedenler çeşitlidir. Bunları, yaşamını sürdürmek için yiyeceğini, giyeceğini ve barınma araçlarını sağlama; soyunu sürdürme ve özellikle kendini güven içinde bulundurma çabası şeklinde özetleyebiliriz. Bu gerçekler insanlarda örgütlenme (teşkilâtlanma) ihtiyacını doğurmuştur. İnsan toplumunda örgütlenme ihtiyacı, çeşitli evrelerden geçtikten sonra günümüzde ileri bir aşamaya ulaşmıştır. Günümüzde devlet, bu aşamanın somut bir örneğidir. Dünya üzerindeki insan toplumlarının kurdukları devletler bir haylidir.Bunların özelliklerine bakılacak olursa, her devlette onu oluşturan bir ulus,bu ulusun üzerinde yaşadığı bir ülke (vatan) ile o milletin milletler arası hukuk kurallarına uygun olarak onaylanmış bağımsızlık yetkisine sahip olduğu görülür. Bu sayılanlar bir devlet için, en azdan var olması gereken koşullardır. Bundan ötürü devlet, “Belli bir bölgede yaşayan bağımsız insan toplumu” olarak da tanımlanabilir. Bu tanımlama içersindeki insan toplumu, birbirine sosyal ve tarihsel bağlarla bağlı, çoğu kez gelenek ve görenekleri benzer, dil ve ülkü bakımından birlik gösteren, millet aşamasına ulaşmış bir kütledir. Kökleri geçmişe dayanan anılar ve devralınan millî kültür, milleti oluşturan bireyleri birbirine yaklaştırır. Bu yakınlaşmada doğal olarak ortak zaferler, milletçe uğranılan başarısızlıklar veya felaketler
etkilidir.

Devletin ana görevi, ülke, millet, özgürlük ve bağımsızlık gibi temel değerleri güvenlik içinde bulundurmak, bu değerlerin tehlikelerle karşı karşıya gelebileceği durumlarda gereken tedbirleri almaktır. Bu ana görev,devlet gücünün dayanağı millet bireylerinin, millî bilinçle donatılmış olarak, birlik ve beraberlik içinde bulunmasıyla en iyi ve verimli şekilde yerine getirilebilir. Bu konunun önemi Atatürk tarafından şöyle özetlenmiştir: “Yıllar geçtikçe, millî ideal verimleri, güvenle çalışmada,ilerleme hevesinde, millî birlik ve millî irade şeklinde daha iyi göze çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir, çünkü, biz esasen millî varlığın temelini, millî bilinçte (şuurda) ve millî birlikte görmekteyiz”

Devlet yönetiminde hükûmetlerin görevlerinden biri de, yurttaşlar arasındaki sevgi ve yakınlaşmayı teşvik ederek onları birbirine yaklaştıracak ortamı ve hareketi yaratmaktır. Sevgi ve hoş görü, insanların mutlu olmasını destekleyen duygulardan başlıcasıdır. Atatürk, bu konuda şöyle bir yargıya varmıştır: “İnsanları mutlu edecek biricik araç, onları birbirine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir” 2. İnsanlar arasındaki sevgi ve bağlaşma birçok tedbirlerle geliştirilebilir. İnsanların mutlu olması, onların maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanmış olmasıyla mümkündür. Bu, öncelikle insanın kendi çalışmasını gerektirirse de, halkın genel refah düzeyini yükseltmede devletine de ekonomi alanında sorumluluklar yükler. Bunun yanısıra ekonomik gelişme yoluyla sosyal durumun düzeltilmesi de devletin görevlerindendir. Ekonomik ve sosyo-ekonomik sorunlar, bir milletin temel sorunları olduğundan, bunların çözümü oranında toplumun mutluluğu da gerçekleştirilmiş olur. Bireylerinin sosyo-ekonomik sorunlarıni çözememiş toplumların millî birlik açısından durumları da kuşkuludur. Bu konuda Atatürk’ün işaret ettiği sosyal adalet ilkesine de değinmekte yarar vardır. “Millî servetin dağıtımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarf edenlerin daha yüksek refahı, millî birliğin korunması için şarttır.Bu şartı daima göz önünde tutmak, millî birliğin temsilcisi olan devletin önemli görevlerindendir” 3. Görüldüğü üzere, millet bireyleri arasında millî servetin dağıtımındaki adaleti anlatan sosyal adalet, refah düzeyini sağlama ve dengelemede başlıca etken olmakta ve bunun gerçekleştirilmesi, insanlar arasındaki yaşama dengesizliğini ortadan kaldıracağından, millî birliğin de oluşturulmasına yardımcı olmaktadır. Türkçemizdeki “Biri yer biri bakar,kıyamet ondan kopar” ata sözü bunun tipik bir anlatımıdır.

Devletin millî birliği destekleyen görevlerinden biri de kamu yararına hizmet eden kurum ve kuruluşları çoğaltmasıdır. Bu görevlerin üstün derecede gerçekleştirilmesi, çıkar amacı güdenleri sınırlayabileceği gibi,refahın geniş halk kütlelerine yaygınlaştırılmasını da kolaylaştırmış olur. Bu konuda Atatürk şöyle diyor: “Kamu çıkarına hizmet eden genel kurumların çoğaltılması devletin, önemle göz önünde tutacağı bir sorundur. Bu sayede sırf çıkarcıların çabaları sınırlanır. Bu, vatandaşlar arasında ahlakî birliğin gelişmesine yardım eden önemli bir etkendir."

Millî birliğin gerçekleştirilmesi ve geliştirilmesi, aynı zamanda bir eğitim ve öğretim sorunudur. Bundan ötürü devletin bu konuda alacağı tedbirler, onun kurup çalıştırdığı eğitim ve öğretim kurumlarından geçer. Bu kurumlarda uygulanan ders programları, konferans ve benzeri öğretim araçları millî birliğin desteklenmesinde vazgeçilmez çabalar arasındadır.

Devlet yönetiminde göz önünde tutulacak en önemli ilke, ülkede millî birlik ve bütünlüğün üstün düzeyde sağlanmış olmasıdır. Atatürk bu konuyu da şöyle belirtir: “Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında millî birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve yeteneklerinin olgunluğudur. Millet varlığını ve yurt egemenliğini korumak için, bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olması,bir milletin en yenilmez silâhı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple Türk milletinin idaresinde ve korunmasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en yüksekte amaçladığımız idealdir."

Atatürk, devlet yönetimini elinde bulunduranların kişisel tutku ve tartışmalar dışında kalmalarının önemine değinir. Çünkü her millet,başında bulunanları gözler ve örnek alır. Yöneticilerin olumsuz tutum ve davranışları, dağılma ve yok olmayı etkileyen faktörler arasındadır. O'nun deyişiyle: “Bir millette, özellikle bir milletin yönetiminin başında bulunanlarında, tutkular ve kişisel tartışmalar, millî ve vatanî görevlerin öngördüğü yüksek duygulara üstün olduğu memleketlerde emrine ve yok olma kaçınılmazdır. Milletimizin gerçek temsilcileri olan bütün arkadaşların, bu gibi noksanlıklardan uzak kalacaklarına asla şüphe edilemez.”


II,Milli Birlik Yönünden Gelişmiş Ülkeler
Günümüzde uygarlık, refah ve kültür bakımından gelişmiş birçok ülke vardır ki bunlar millî birlik bakımından da gelişmiş ülkelerdir. Bu gelişme, halkın genel refah düzeyine paralel olarak, derece derece belirgindir. Uygarlık düzeyi üstün ülkelerden bazılarında halk, temelde çok değişik kökenli milletlerin bireylerinden oluşmuştur. Böyle olduğu halde, bu milletlerde, refah düzeyine ait çıkarlar, kültür yoluyla kazanılan bilinçlenme, toplumdaki gelenekler ve kişilerin ulaştıkları eğitim düzeyi, bireyleri millî birlik duyguları bakımından geliştirmiştir. Adaletli gelir dağılımı, bu toplumlarda, haset ve kin duygularını yok etmeye; inançlardaki hoş görü, din ve mezhep sürtüşmelerini ortadan kaldırmaya ve verilen millî ülkü, bireyleri milletiyle övünmeye hazırlamaktadır.

Dünya milletleri arasında, millî birliğin gelişmişliği bakımından örnek sayılabilecek devletlerden bazıları ABD, İngiltere, İtalya, Finlandiya ve Almanya'dır.

Amerika Bir'ışik Devletleri 

Millî birlik yönünden örnek gösterilecek devletlerin başında Amerika Birleşik Devletleri gelir. Bugün, Amerikan deyimiyle anlatılabilecek bu millet, kökeni itibariyle İngiliz, İskoç, İrlandalı, Alman, Fransız, İtalyan,İspanyol, Polonyalı, Rus, Afrikalı, Kızılderili vb. birçok değişik ırk ve millete dayalı halktan oluşur. Bu kadar çeşitli kökenden gelmekle beraber, günümüzde Amerikan deyimi altında tanınan bu millet, gücünü, doğal olarak gösterdiği millî birlikten alır. Bir ingiliz kolonisi iken 1775 - 1783 yılları arasında, sömürge idaresine baş kaldırıp bağımsızlık savaşı yapan Amerikan halkı, bilinçli bir mücadele vermiştir. 1776'da bağımsızlğını ilân eden on üç devlet, Amerika Birleşik Devletleri'nin çekirdeğini oluşturur.Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri, federal devlet statüsündedir ve birliğe dahil devlet sayısı elliyi aşmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri tarihinde önemli bir yere sahip olan ve Philadelphia'da 4 Temmuz 1776'da kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesi,Amerikalıların bağımsızlık savaşını şekillendirmiştir. Bunun maddelerinden biri şöyledir: “İnsanlar eşit yaratılmışlardır. Tanrı, onları kendilerinden ayrılmaz haklarla bezemiştir. Hayat, özgürlük ve mutluluğu arama bu haklardandır. Hükûmetler bu hakların sağlanması için kurulmuşlardır"

 ABD’nin millî bayrağındaki kırmızı beyaz on üç şerit, federal devleti ilk kuran on üç devleti; bayrağın köşesindeki beyaz yıldızlar da bugünkü devletleri simgeler. ABD'nin bugün de yürürlükte olan Anayasa'sı Constitutional Convention, 17 Eylül 1787'de kabul edilmiştir. ABD tarihinde 1789-1829 yıllarına rastlayan süre millî birliği güçlendirme ve yurdu imar etme dönemi olarak anılır. Bu konudaki çalışmalar, zamanla meyvelerini vermiş ve çok çeşitli milletlerden gelen Amerikalılar, Amerikan milleti olarak, birlik ve beraberliklerini kanıtlamışlardır.


İtalya

 
İtalya XVI. yüzyılda Fransa, İspanya ve Avusturya'nın emperyalist girişimleri nedeniyle, siyasî birlik bakımından dağınık bir görünüşteydi. 

İstilâcı devletlerden özellikle Fransa ve İspanya'nın İtalya üzerindeki egemenlikleri bir gerçekti. Ancak bu istilâ hareketleri, İtalyan devlet adamlarını birleşme yolunda bilinçlendirmekten geri kalmadı. Bu dönemlerde İtalya, birlikten yoksun dükalıklar ve krallıklar halinde bulunuyordu. Bunlar da çeşitli büyük devletlere bağlı durumdalardı. 1789 Fransız İhtilâli, bütün dünyada olduğu gibi, Italya halkı üzerinde de etkisini gösterdi. 1797'deki Campo Formio Antlaşması İtalyan birliğine giden ilk adım oldu. Bu tarihte Cisalpina Cumhuriyeti teşekkül etti. 1802'de bu Cumhuriyet, daha da büyütülerek İtalya Cumhuriyeti adını aldı. 1805'de İtalya Krallığı'na dönüştü ise de, İtalya üzerinde Fransa ve Avusturya'nın nüfuzu sürüp gitti, fakat İtalya'da milliyetçi hareket, ortadan kaldırılamadı.Sonunda II. Vittorio Emmanuele ile Cavour ve Garibaldi'nin etkin çabalarıyla birlik Savoia hanedanının idaresinde gerçekleştirildi (1861). İtalya birliğinin kurulmasındaki özgürlük ve birleşme düşünceleri, 1848'de Paris'te patlayan milliyetçi ihtilâle kadar dayanır. Bu düşünceler, milliyetçi İtalyan yazarlarınca işlenmiş, yaygınlaştırılmış ve yaşatılmıştır.

Japonya


Asya devletlerinden Japonya, ileri ve gelişmiş bir ülke olduğu kadar, halkının millî birliği bakımından örnek olan milletlerdendir.

Tarihte Japonya, uzun süre feodal bir yönetimle idare edilmiştir.Ülkenin bir özelliği de uzun süre yabancı devletlere kapalı kalmasıdır.Japonya'nın tarihinde, 1868'lerde ülkeye hâkim olan Meiji döneminin reform hareketleri önemlidir. Bu reformlar bugünkü Japonya'nın doğuşunu hazırlamıştır. Meiji yönetimi derebeyliklere de son vermiştir. Japonya'nın çağdaş ve gelişmiş bir toplum haline gelmesinde yönetim etkinliği ile birlikte,Japon milletinin nitelikleri ve karakteri de rol oynamıştır. Halk, çalışkanlığı yanısıra, birleşme sembolü olarak kabul edilebilecek İmparator'un etrafında birlik ve beraberliğini de gerçekleştirmiştir. Bu faktör, hızlı kalkınmaya gereken katkıyı sağlamıştır. Depremler ülkesi Japonya'da dinsel inançlara karşı hoş görü, lâiklik anlayışı üstün düzeydedir. Budizm, Şinto ve Hıristiyanlık ile çeşitli mezhepler, lâik Japonya'nın özelliklerindendir. Çeşitli dinlere mensup olanlara gösterilen hoş görü, millî birlik duygularını geliştirmekte, zedelememektedir.


İngiltere

 
Oluşumu itibariyle İngiliz halkı dünyanın en karışık milletidir. İngiltere adasına önce Keltler (Britonlar) gelmiş, ülke daha sonra Romalıların istilâsını görmüş, bunu Angl, Saks (Anglo-Sakson) ve Jut (Danimarka), Norman (İskandinav) Viking ve Norveçli'lerin gelişleri izlemiştir. Değişik kökenli halkın bir İngiliz milleti oluşturması, tarihsel birçok olayların sonucudur. Anglosakson, Norman, Danimarka temeline dayanan hanedanlarla yönetilen ülke, Anglosakson geleneği ve Norman derebeylik düzeninin karışımı olan sistemle, bir İngiliz uygarlığı ve dilinin oluşmasına sahne oldu. Bu uygarlık, XV. yüzyıldan itibaren gelişme gösterdi. Özellikle İngiliz Hanedanı Tudorlar ve İskoç Hanedanı Stuart'lar arasındaki yakınlaşma ve hanedan evlenmeleriyle halkın da kaynaşması sağlandı. Günümüzdeki İngiliz milleti, Anglosakson'larla Norman'ların karışımı; İngiliz dili ise, Anglosakson Cermencesiyle Norman Fransızcasının karışımından oluşan millî bir dil halinde varlığını sürdürmektedir. Değişik halk kökenlerine rağmen bazı istisnalarıyla İngiliz milleti, millî birlik bakımından örnek toplumlardan biridir. Bu birlik, özellikle İkinci Dünya
Savaşı'nın bunalımlı dönemlerinde belirgin hale gelmişti.

Finlandiya


Dünya milletleri arasında büyük saygı gören Finlandiya, XII. yüzyılda İsveçlilerin egemenliği altına girmişti. Bu dönemde Hıristiyanlığı da kabul etmelerine karşın, Fin halkı hem milliyetini, hem de dilini koruma yeteneğini göstermişti. 18og'larda İsveç egemenliğinden Rus egemenliğine giren Finliler, yine bağımsızlık isteklerini ve millî benliklerini korumasını bilmişlerdir. Rus egemenliğinde Finlandiya, bir dükalık olarak yönetildi. Ancak zaman zaman Ruslaştırma girişimleriyle karşılaştı. Buna karşı
milliyetçi Fin halkının, pasif de olsa direnişi sürdü. Bu azimli millet,milliyetçi ve birlikçi tutum ve davranışı sonucu 3 Ocak 1918'de ilk giren Finliler, yine bağımsızlık isteklerini ve millî benliklerini korumasını bilmişlerdir. Rus egemenliğinde Finlandiya, bir dükalık olarak yönetildi.Ancak zaman zaman Ruslaştırma girişimleriyle karşılaştı. Buna karşı milliyetçi Fin halkının, pasif de olsa direnişi sürdü. Bu azimli millet, milliyetçi ve birlikçi tutum ve davranışı sonucu 3 Ocak 1918'de ilk gösterilen birlik ve orduya sağlanan destek sayesinde bu tehlikeyi atlatmayı başardı.

Almanya

 
Avrupa'da 1789 Fransız İhtilâli'nden sonra Napoleon Bonaparte'ın istilâ savaşları, milliyetçilik cereyanlarını da körüklemiştir. Bundan önce Alman milleti çok sayıda krallık, dükalık ve benzeri siyasî kuruluşlardan oluşuyordu. Bu durum, Almanlar'ın bir devlet olarak seslerini duyurmalarıni da engelliyordu. 1853-1856 Kırım Savaşı'ndan sonraki on beş yıl içinde Avrupa'da İtalyan birliği ile Alman birliğinin ortaya çıkışı önemli olaylardandır.

Alman birliğinin mimarı Otto Van Bismarck'tır. O Alman birliğini,hayatının bir tutkusu ve ideali olarak benimsemiş ve bu yolda gerektiğinde kuvvete de baş vurarak yılmadan çaba göstermiştir. “Eğer çekiç olmak için birşey yapmazsak, örs haline geliriz" sözü onundur. Alman birliğini gerçekleştirmek için Danimarka, Avusturya ve Fransa ile savaşı da göze alan Bismarck, 18 Ocak 1871'de Versay Sarayı'nda Alman İmparatorluğu'nu ilân etmişti. Almanlar arası birlik sağlandıktan sonra Alman Devleti 1890 yılına kadar Avrupa'da söz sahibi olmuştur. O tarihten beri Almanya,dünyanın büyük devletlerinden biri olarak siyasal etkinliğini sürdürmektedir.


III, Ataürk'ün Milli Birlik Konusundaki Uygulamaları
Atatürk'ün en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti ve Türk İnkılâbıdır. Bu nedenle, Atatürk'ün Türk Bağımsızlık Savaşı'ndan itibaren millî birlik konusuna ne kadar özen gösterdiğini, bu savaş içinde örnekleriyle incelemek gerekir. Mustafa Kemal Paşa, Türk İnkılâbının eylem (aksiyon, hareket) dönemini oluşturan ve 1919 yılı 19 Mayıs'ında başladığı kabul edilen dönemde, Türk milletini, özellikle milliyetçilik, millî ruh ve millî birlik bakımından bilinçlendirmeyi göz önünde tutmuştur. O, bu yolla büyük mücadelesinde başarıya ulaşacağına inanıyordu. 21/22 Haziran 1919 tarihinde yayımladığı Amasya Genelgesi (Amasya Tamimi'ne dikkat edilecek olursa, bunun ilk maddesi: “I - Yurdun bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” şeklindedir. Genelge'nin üçüncü maddesi ise: “3- Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır”şeklinde belirtilmiş olmakla 0, gücünü milletten almaya azimli olduğunu belirtmek istemişti.

Millî Mücadeleye yön veren ve 27 Temmuz 1919'da toplanan Erzurum Kongresi'nin kararları ise, millî birlik ve bütünlüğün somut örneğidir.Erzurum Kongresi kararlarının birinci maddesi: “I - Millî sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz” şeklindedir.Bu maddeyi ikinci ve dördüncü maddeler tamamlar: “2 - Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı hükûmetinin dağılması durumunda millet, birlikte direnecek ve yurdunu savunacaktır”; “4 - Millî gücü etken ve millî iradeyi egemen kılmak, temel ilkedir.” 7 Karar altına alınan bu temel ilkeler, zamanla daha da geliştirilmiştir.?

Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarının bir kez daha sağlamlaştırılması bakımından, yeni bir olay olmuştu. Mustafa Kemal Paşa Sivas'tan Ankara'ya gelirken de karşılaştığı durumu şöyle anlatır: “Sivas'tan Kayseri yoluyla Ankara'ya gitmek üzere yola çıkan temsilciler kurulu, yol boyunca ve Ankara'da, büyük milletimizin ateşli ve içten yurt severlik gösterileri içinde bugün buraya geldi. Milletimizin gösterdiği birlik ve azim, yurdumuzun geleceğini güven altına alma konusundaki inancı sarsılmaz bir biçimde destekleyecek niteliktedir." 8 0, Ankaralı’larla yaptığı görüşmede millî birlik konusu üzerinde sık sık durur ve şöyle der: “Dokuz aydan beri başlayan millî uyanış ve çalışma, durumu ve görünüşü değiştirdi; daha da çok değiştirecektir. Millet, gerçekleşen birliği sürdürürse ve bağımsızlığı için öz veriden çekinmezse başarı kesindir. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde saptanan ilkeler, milletin ulaşacağı amaçlar için temel olacaktır." Mustafa Kemal Paşa, bu Kongreleri şöyle değerlendirir: “Önce Erzurum, sonra Sivas Kongreleri'nde genel birliğimiz ortaya çıktı." O, Ankara'ya gelen milletvekilleriyle yaptığı görüşmede de bu konuya önemle değinir: “Bir toplumun yaşamasının ve mutluluğunun, ancak dilekte ve dileği gerçekleştirme yolunda tam birlik olmasına bağlı bulunduğunu açıkladık. Yurdun kurtarılması, bağımsızlığın sağlanması amacına yönelik olan millî birliğimizin, köklü ve düzenli örgütlerin bulunması ve bu örgütleri iyi yönetebilecek kafaların ve güçlerin, bir tek beyin, bir tek güç olarak birleşmiş ve kaynaşmış duruma gelmesine bağlı olduğunu söyledik ve bu arada, İstanbul'da açılacak Millet Meclisi'nde güçlü ve dayanışık bir grup meydana getirilmesi zorunluluğunu ortaya koyduk” der.

Ankara'da 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, devletin yönetimi, millî gücü sevk ve idare bakımından siyasal bir olaydır. Bu Meclis, milleti yönlendirme bakımından da daha ilk yılda olumlu çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalardan önce yurdu işgal eden düşman karşısında, halkın oluşturduğu Kuvayı Milliye (Millî Kuvvetler), millî bilinçlenmenin gözle görülür örnekleriydi. Ordunun henüz derlenip toparlanmasından önce, bunlar, milletçe direnme azminin, özellikle düşmana kanıtlanmasında yararlı hizmetler yaptılar. Bu dönem, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yönetimi ele almasına kadar sürdü.

20 Ocak 1921'de kabul edilen Anayasa (Kanun-u Esasî)'da yer alan 1.madde: "I- Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını kendisi ve fiilen idare etmesi esasına dayanır” hükmünü getirmekle, millî egemenliği kanıtlamıştı. Bu Meclis gücünü milletten alıyordu. Bundan başka dördüncü maddesi de: "4- Büyük Millet Meclisi vilâyetler halkınca seçilen üyelerden oluşur” hükmüyle de, ülkenin birlik ve bütünlüğünü temsil ettiğini kanıtlamıştı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin birliğine, millî istek ve gücüne dayanarak millî siyasetin yönlendirilmesini de üstlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, millî siyaset konusunu şöyle dile getirir: “Milletimizin güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle millî bir siyaset gütmesi ve bu siyasetin iç teşkilâtımıza tam uyumlu ve dayalı olması gereklidir. Millî siyaset demekle anlatmak istediğim şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup milletin ve yurdun gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişi güzel, ulaşılamayacak istekler peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir."

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millî Mücadeleyi yönlendireceği bir zamanda millî birliği sarsıcı ayaklanmalarla karşılaşmıştı. Bu ayaklanmalar, bazı çevrelerin, İstanbul'daki padişah hükûmetinin, özellikle Damat Ferit Paşa'nın kışkırtmalarına kanmalarından kaynaklanıyordu. Düşman karşısında en çok birlik ve beraberliğin gösterilmesi gerekirken, yer yer patlak veren bu ayaklanmalar yeni Meclis'i bir hayli üzmüş ve yormuştu.Büyük Millet Meclisi, önce bu ayaklanmaları bastırdı. Böylece ülkenin bütünlüğünü ve birliğini sağladıktan sonra düşmanla mücadeleyi sürdürebildi.

Türk halkının millî dayanışma ve millî birlik bakımından kendine güven duyguları ve millî inancı, olaylara bağlı olarak gittikçe güçlendi.Özellikle Birinci İnönü ve İkinci İnönü Muharebeleri bu konuda etkili oldu.Mustafa Kemal Paşa'nın inancına göre: “Birlik ve emelde kararlı ve direnen millet, mağrur ve saldırgan düşmanı eninde sonunda gurur ve saldırısında pişman edebilir.” 13 O'nun bu inancı, Türk bağımsızlık hareketinin başarılı sonuca ulaşmasıyla kanıtlanmıştır.

Lozan Barış Antlaşması imzalanıp, Türkiye Cumhuriyeti uluslar arası alanda onaylandıktan sonra Mustafa Kemal, bütün çalışmalarını yeni bir toplum yaratmaya yöneltti. Kurulacak yeni toplumun özelliği ve niteliği ne olmalıydı? Bunun karşılığını kendisi şöyle verir: “Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen tarihsel ve doğal olgular şunlardır:a) Siyasal varlıkta birlik; b) Dil birliği; c) Yurt birliği; d) Irk ve kök birliği; e) Tarihsel yakınlık; f) Ahlâkî yakınlık." 14 Ayrıntılara dikkat edilecek olursa, bunların millî birlik ve bütünlüğe giden yapıcı özellikler olduğu görülür.

Mustafa Kemal Paşa'nın kurduğu yeni Cumhuriyet de nitelikleri bakımından millîdir. Cumhuriyet idaresi gücünü halktan alır. Böylece devlet ve halk, birbirini bütünler. O'nun sözleriyle: “Hükûmet millettir ve millet hükûmettir."

Türk toplumu, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni bir atılıma geçmişti. Çağdaş dünyanın uygarlık düzeyine ulaşmayı, hatta bunu da aşmayı amaçlayan Atatürk, bunu başarmak için milletle el ele verdi. Önce Türk milletine bir ruh vermeli ve onu millî ülkü ile bilinçlendirmeliydi. O, başarılarını kendine değil millete mal ediyor, böylece güven duygularını geliştirmeye çalışıyordu. O: “Gerektiğinde vatan için bir tek kişi gibi, tek parça azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük geleceğe
lâyık ve aday olan millettir” 16 diyerek, geleceğin kalkınmasında milletçe birlik halinde çalışmanın önemine değiniyordu. Konuşmalarında yine el birliği ile çalışmaya dikkat çekiyor: “Millî işlerde çeşitli çalışma uzmanlarının birbirlerine yardım etmesi, çalışmanın ortak hedefte toplanacak şekilde düzenlenmesi gereklidir” diyordu.

Mustafa Kemal'in yeni devletindeki sosyal ve siyasal politikası insan sevgisine dayanır. Böylece O'nun ünlü "Yurtta barış, cihanda barış” ilkeside, bu yolla gerçekleştirilmeye çalışılır. O'nun belirlediği gibi: “İnsanları mutlu edecek biricik vasıta, onları birbirine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir.” 18 Atatürk için insan faktörü temel dayanaktır. Milleti oluşturan insanlar arasında irk veya başka bir unsur nedeniyle ayırım yapılamaz. O: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk milleti denir” demek suretiyle toplayıcı amacı belirtmiştir. Atatürk milleti oluşturan bireyler için gerçekçidir. Bu gerçek O'nun: “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır” sözlerinde belirgindir.

Atatürk'ün kurulmasına önderlik ettiği Cumhuriyet, bütün kuralları ve yasalarıyla millî birliği esas alır. O, 1930'larda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki konuşmasında buna dikkati çekmekteydi: “Geçen olaylar, Cumhuriyet'in gücünü, sağlamlığını, bir daha göstermiştir. Bu olaylar vatandaşların her türlü mutluluk ve huzurunun, Cumhuriyet kanunlarında belirtilen, millî birlikte toplanmış bulunduğunu, yurt dışından hiçbir kandırma ve kışkırtmanın olamayacağını da anlatmıştır umudundayım."

Atatürk’ün 1923'lü yıllarda Afyonkarahisar'da söylediği şu sözler bir anit olarak yazılmaya değer: “Cenabı Hak birleşik ve birlikte çalışan, şerefini, namusunu koruyan milletleri mutlu eder. Biz de bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da birleşik olarak birlikte çalışırsak, Allah'tan böyle bir mutluluğu haklı olarak bekliyebiliriz." 


IV, Milli Birliğin Anlamı ve Tanımlamaları
Millî varlığın güven içerisinde bulundurulması, geliştirilmesi ve milletçe ilerlemede millî birlik başlıca ögelerdendir. Millet adıyla anılan toplum, millî varlığını güvenceye alabilmek için devleti kurmuştur. Devlet, millî varlığın korunmasındaki tedbirlerini hükûmetler vasıtasıyla yürütür. Siyasal nitelikleriyle hükûmetler, milletin genel istek ve kararı doğrultusunda seçilmiş ve millet adına iş gören devlet organıdır. Demokratik yönetim anlayışında milletin seçtiği temsilcilerden oluşan hükûmetler, güçlerini,taban olan milletten alırlar. Bu güç kaynağının sağlam, güvenilir olması oranında, hükûmetlerin başarıları kolaylaşır. Bu başarı, millî varlığın güvenliği ve halkın dirlik ve düzeni ile ilgilidir. Atatürk'e göre: “Hükûmetin oluş nedeni (hikmeti vücûdu) memleketin asayişini, milletin huzur ve rahatını sağlamaktır.” 22 Bu yükümlülük, devlete ve onun yürütme organi hükûmete millet üzerinde saygınlık kazandırır. Böylece devlet ve hükûmet, milletin koruyucusu hatta malı olarak yücelir. Atatürk'e göre: "Devleti ve hükûmeti kendi malı ve koruyucusu tanımak bir millet için büyük nimet ve mazhariyettir.” Bu, milletin hükümetle yakın ve birlikte çalışma gayretinin de gerekli olduğunu kanıtlar. Görüldüğü gibi millî birlik, bir milletin varlığını korumasında, saadete, huzur ve refaha kavuşmasında etkili bir konudur.

Bu önemi belirttikten sonra millî birlik şöyle tanımlanabilir: "Millî birlik, bir milletin, millî varlığını her türlü tehlikelere karşı korumada, milletçe refah ve huzura ulaşmada manen ve maddeten çabalarını birleştirmesi ve birlikte hareketidir.” Millî birlik, bir milletin sorunlarını çözmede, millî hedeflerine ulaşmada, özünde var olan güçlerini belirlenen amaca doğru toplaması ve yöneltmesi demektir. Böylece genel istek ve azim, belirli bir yönde yoğunlaşmış olur ki, bu birleşik güç, amacın elde edilmesini sağlar. Bu, Atatürk'ün şu sözleriyle kanıtlanabilir: “Bir milletin başarısı,kesinlikle tüm millî güçlerin bir doğrultuda toplanmasıyla, oluşturulmasıyla mümkündür. Onun için bilelim ki, ulaştığımız başarı, milletin kuvvetlerini birleştirmesinden, ortaklaşa çalışmasından ileri gelmiştir. Eğer aynı başarıyı ve zaferleri gelecekte de taç yapmak istiyorsak aynı kurala dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.” Millî birlik, bir milletin birlikte dayanışma ve yardımlaşma bilincidir. Özellikle bu bilinç, millet bireylerinin ve yurdun bir felaketle karşılaşması durumunda işlemeye başlar. Bu felâket, bir doğal âfet olabileceği gibi, bir kaza ve benzeri olay da olabilir. Böyle durumlarda felâkete uğramış yurttaşlara maddî ve manevî yardım elinin uzatılması millî birlik bilincinin bir görünüşü ve kanıtı olarak kabul edilmelidir. Millî birlik, bazı durumlarda bir duyuş birliğini anlatır. Bu durum, bütün milleti ilgilendiren millî sorunlarda, toplumun düşünce ve emel birliğini ortaya koyar. Bu düşünce ve emel birliği, maddî kuvvetle zekâ ve maharetle,birleştirilebilirse, uygulama ve başarı elde edilebilir. Atatürk: "Yapmak, maddî ve manevi kuvvetleri, zekâ ve maharetleri birleştirmektir” der.

Özetlemek gerekirse, millî birlik, bir milletin millî sorunlarının çözümünde ve milli varlığını güven içerisinde bulundurmasında bilinçlenmesi ve bilinçle, birlik ve beraberlik içinde bulunmasıdır.


V, Milli Birliğin Temel Taşları
Millî birlik ve bütünlük, somut bir nitelikten öte; bir duyuş hali ve bilinçlenmedir. Bundan ötürü, onun oluşmasında ve yerleşmesinde etkili birçok faktörler vardır. Bu faktörler insan bilincinde yaptıkları etkilerle, psikolojik olarak, onu belli doğrultuda düşünmeye ve hareket etmeye hazırlar. Bu faktörlerin insandan insana değişen etkileri vardır. Ancak, bütün insanları etkileyen belli başlı faktörler arasında millet, vatan ve devlet kavramları, millî birliğin oluşmasında önemli bir yere sahiptirler. Bu kavramların önemi, onların, insanların düşünce ve davranışlarını yönlendirmeleri, birlik ve beraberlik ülküsü yaratmaları ve böylece millî bilinç (millî şuur) uyandırmalarıdır.

A. Milliyetçilik

 
Millî benliğin oluşmasındaki önemli etkenlerden biri olarak milliyetçilik, bir toplumun millet oluşunda örücü ve yoğurucu etkilere sahiptir.  

Milliyetçilik, kavim halindeki toplumları millet olma bilincine yönelten bir duyuşu anlatır. Böylece milliyetçiliği millet kavramıyla bağlı kabul etmek gerekir. Milliyetçilik, ortak köken, ortak dil, ortak tarih ve ortak gelenek ve görenek gibi bağların etkisiyle kendine özgü bir toplum meydana getirme bilinci olarak tanımlanabilir. Belirli bir millete mensup olma durumunu anlatan milliyetden doğan milliyetçilik; kendi milletini sevmek, üstün tutmak, kendi milletiyle övünmenin de karşılığıdır. * Görüldüğü üzere, bütün bu tanımlamaların temelinde millet kavramı vardır. Millî deyimi de millet kavramıyla ilgilidir ki, varlığı ve konusu belirli bir millete ait anlamındadır. ** Millî egemenlik, millî birlik, millî mücadele, millî eğitim, millî marş, millî tarih gibi terimler de buna birer örnektir. Bütün bu kavram ve konuların kökünü oluşturan millet, klasik tanımlamalar dışında, Atatürk tarafından şöyle belirtilmektedir: “Zengin bir anılar mirasına sahip bulunan; beraber yaşamakta ortak istek ve anlaşmada samimî olan ve sahip olunan mirasın korunmasına beraber devam etmede iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma millet adı verilir.” Bu tanımlama içerisinde geçen insan toplumu, geçmişten gelen ortak anılara sahiptir. Bu toplumun insanları, üstlendikleri mirasın korunmasında ve birlikte yaşamada istekli ve bilinçlidirler ki, milliyetçi bir düşünceyle milleti oluşturmuşlardır.

Millet yaşantısında milliyetçilikten yana olanlar, milliyetçi olarak anıldığı gibi, milliyet sever olarak da tanımlanırlar ki, bunlar güçlerini millet ve vatan kavramlarından alırlar. 1926 yılında Atatürk'ün bu konudaki konuşması şöyledir: “Biz doğrudan doğruya milliyet severiz (milliyetperveriz) ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı * Milliyet, bireyleri veya bir konuyu devlete bağlayan bağ olarak da anlaşılmalıdır.** Millî sözcüğü millete ait anlamına geldiği gibi milletçe, milletin vari - yoğu gibi anlamlarda da kullanılır. Türk toplumudur. Bu toplumun bireyleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o topluma dayanan Cumhuriyet de kuvvetli olur."

Milliyetçilik, aynı millete mensup olmanın gururuyla millî birlik yolunu açan düşünce, duyuş ve bilinçlenmedir.

B. Milli İrade

Egemenliğin millete ait oluşu gibi, birlik ve beraberliğin de milletten kaynaklanması, onun etkin ve güvenilir olması için gereklidir. Atatürk millî egemenliğin gücünü şu özlü sözleriyle anlatmıştır: “Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş kuruluşlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”

Millî irade, bir toplumun, millet işlerinde söz sahibi olduğunu belirtmesi bakımından toplum gücünün üstünlüğünü kanıtlar. Bu güç, millette olduğu sürece, toplum gücünü besler ve geliştirir. Toplum gücünün üstünlüğü ise, millî birliğin dayanağı olan toplumun değerini artırır.

C. Milli Kültür

Gücünü ortak tarihten, ortak mirastan alan millet bireyleri siyasî, ekonomik, sosyal ve düşünsel yaşamlarında ortak olarak çalışarak ortak gelenek ve kültür oluştururlar ki, bu kültür de bireylerin katılma paylarından ötürü, millîdir. Gerçekte bir milleti meydana getiren, o millete özgü kültürdür ki, buna millî kültür adını verebiliriz. 

Kültürün çok çeşitli tanımlamaları yapılmıştır. Bilindiği üzere, insan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle doğuşundan itibaren, içinde yaşadığı toplumdan çok çeşitli etkiler alır. Kültürün millî yönü bilgi, inanç, ahlâk ve gelenek, töre gibi çeşitli alanlarla ilgilidir. Bu alanlarda kazanılan sosyal alışkanlıkların tümü-özellikle manevî alanda - bireyin kültürünü oluşturur.İnsanlar toplumun etkilerinden uzak kalamazlar. Atatürk'e göre de: “İnsanlar, geleneklerini, ahlâklarını, duygularını eğilimlerini, hattâ düşüncelerini geliştirme ve eğitmede, içinde yetiştiği toplumun genel eğiliminden kurtulamazlar." Bu etkiler doğuştan başlar, okulda ve toplumda sürüp gider. O halde, bireylerin toplum içerisinde kazancakları alışkanlıkların olumlu ve olumsuz yönleri millî birlik kavramına yararlı veya zararlı etkiler yapacaktır. Bunları kültürün ögeleri bakımından ele alacak olursak, bazı kanılara varabiliriz. “Bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan bütün değerlerinin tümü” olarak ele alınacak olursa kültürün, özellikle millî kültürün, millî birlik konusundaki yeri hemen dikkati çeker. Bir toplumun düşünüş, gelenek ve görenek bakımından iyi yönlendirilmesi halinde, kültür, millî birlik ve bütünlüğü olumlu yönde etkiler. Millî kültür yoluyla kazanılan bazı nitelikler vardır ki bunlar, millî birliğin oluşmasına katkı sağlarlar. Toplumun inançlarına ve değer yargılarına göre geliştirilecek millî kültür, dolaylı olarak millî birliğe de yardımcıdır. Bazı yetkililer, her kültür bir millet oluşturur, derler. O halde kültürün bir millete dayalı yani millî bir yönü vardır. Millî kültür, milliyetçilikten, toplumun kendine has düşünce ve inançlarından kaynaklanır. Atatürk'e göre: “Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekâyı eğitmektir." 30 Kültürü bu anlamda ele alınca, kültürlü adam, dağarcığına koyacağı bilgilerden, düşünme yoluyla kendi milleti yararına ve çıkarına dersler çıkarabilen kişidir. Kültürlü ve gelişmiş kişilerden oluşturulan bir toplum, eğriyi ve doğruyu kolayca ayırt edebileceğinden, birlik ve beraberlik alanında güçlü sayılabilir. Kültürlü insan bir değerdir, bir güçtür. Güçlü insanlardan oluşan toplumlar, bütünlük gösterebilirler. Atatürk'e göre: “Bir sosyal toplumda değer ve kuvvet, onu kuran bireylerin kendilerini değer ve kuvvet olarak bilmelerindedir. Ancak bu gibi bireylerden meydana gelmiş sosyal heyetlerdir ki tek parça değer, kudret görünüşü gösterebilirler.”

D. Millî İnanç ve Ülkü

Bireylerin millî inanç ve millî ülkü bakımından bilinçlendirilmeleri millî birliğin oluşturulmasında bir destektir. Millî ülkü, doğal olarak milletlere göre değişiklik gösterir. Her milletin kendine özgü inançları ve ülküsü vardır. Ancak, milletlerde ortak olan bazı değerler vardır ki bunlar,millî birliğin harcında vaz geçilmez araçlardır. Bu değerler, vatan sevgisi,millet sevgisi ve devlet sevgisidir. Toplumun bireyleri bu yönlerden yetiştirilip güçlendirildikleri takdirde, millî birliğin gövdesi sağlam temeller üzerine oturtulmuş olur. Doğal olarak, vatana, millete ve devlete karşı bilinçli bir sevgi ve saygının yerleştirildiği durumlarda, manevî yönden amaç büyük ölçüde gerçekleştirilir. Bu yoldaki bilinçlendirme; barışta ve olağan üstü hallerde, toplumda itici gücü, dinamizmi ve hareket birliğini sağlamış olur. Türk bağımsızlık mücadelesi millî inanç ve ülkü bakımından somut örneklerle doludur. Atatürk bu mücadeleyi millî inanç ve ülküyle yönlendirmiş ve başarıya ulaştırmıştır. Atatürk'ün şu sözleri bunu kanıtlamaktadır: “Millî mücadelede kişisel hırs değil, millî ülkü, millî benlik gerçek itici güç olmuştur." Millî mücadelenin kazanılmasından sonraki millî ülkünün ne olacağı düşünülürse bu; uygar, güçlü ve onurlu bir Türkiye’yi yaratmaktır denilebilir. Bunu Atatürk'ün sözleriyle şöyle kanıtlayabiliriz: “Milletimizin hedefi, milletimizin ülküsü, bütün cihanda tam anlamıyla uygar bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki dünyada her milletin varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar eserlerle orantılıdır."

E. Milli Tarih Bilinci

Millî tarih, millî bilinçlenmede önemli etkenlerden biridir. Millî tarih bilinci, insan doğasında esasen var olan millî benlik duygusunu destekler ve güçlendirir. Bu, aynı zamanda insanda güven duygularını da geliştirir.Toplumun bireylerini birbirine yaklaştıran etkenlerden biri de ortak tarih bilincine sahip olmalarıdır. Dünya üzerinde sonradan kurulan birçok devlete dikkat edilecek olursa, bunların birçoğunun köklü tarihleri olmadığından, yeni bir tarih yaratma çabasında bulundukları görülür. Milli tarihin, millet olmaktaki etkisi yanısıra, millî dayanışma için gerekli olan millî ruh ve duyguların gelişmesindeki etkisi de önemlidir. Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle belirtir: "Kabahatımız kendimizi unutmaklığımızdır. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı, duyarak, düşünerek, uygulayarak bütün hareketlerimizde gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır." Atatürk, Türk milletinin noksanını,İzmir İktisad Kongresi'ni açarken: "Biz henüz şimdiye kadar gerçek,bilimsel, pozitif anlamıyla millî bir devir yaşamadık. Bu nedenle millî bir tarihe sahip olmadık”diyerek dile getirmiştir. Atatürk'e göre Türk gençlerinin başarılarında ecdadının etkisi büyük olacaktır: “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Millî tarih bilinci, düşünce ve inanç gücünü destekler özellikte olmasından ötürü, bu bilincin toplumu oluşturan bireylerde ve toplumun temel unsuru olan gençlerde yaratılması, yaşatılması ve geliştirilmesi, millî birlik yönünden gerekli ve hatta zorunludur.

F. Milli Ahlâk, Milli Vicdan

Bir toplumun millî varlığını korumasında olduğu kadar, ilerleme ve yükselmesinde de ahlâk temellerine dayanması kadar doğal bir şey olamaz. Millî birlik bakımından, milletin bütün bireylerinde millî ahlâkın yerleştirilmesi, aile, toplum ve okul eğitimiyle mümkün olabilir. Atatürk'e göre: “İnsanlardan, her konuda ilgi, çaba, canını esirgememe ve gerektiğinde seve seve kendi varlığını gözden çıkarmasını isteyen, millî ahlâktır. Mükemmel bir millette, millî ahlâkın gerekleri, o millet bireyleri tarafından adeta kendiliğinden ve vicdandan doğan bir duyguyla yapılır, en büyük millî duygu, millî heyecan işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet hocalarının ve millet büyüklerinin, evde, okulda,orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her bireyine bıkmaksızın ve devamlı verecekleri millî terbiyenin amacı, işte bu yüksek millî duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır.”

Her toplumda ahlâk değerleri büyük saygı görür. Bu saygı, çoğu zaman kutsal bir niteliğe sahiptir. Millî ahlâk yönünden güçlü olan toplumların millî güçleri de etkin ve sağlamdır. Bu konuda Atatürk'ün düşünceleri şöyledir: “Ahlâkın millî, sosyal olduğunu söylemek, kamu vicdanının bir anlatımıdır demek, aynı zamanda, ahlâkın kutsal niteliğini de tanımaktır. Ahlâk kutsaldır, çünkü; aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir tür değerle ölçülemez.”

Bir milletin bilgili ve ilerlemiş olması yanında millî ahlâkının da yeri vardır. Millî ahlâk, bir milletin devlet kurması için en önemli ögeler arasındadır. “Bir milletin namuslu bir varlık, saygı değer bir yer sahibi olması için, o milletin yalnız bilgi ve teknikle donatılmış olması yeterli değildir. Her bilimin, her şeyin üstünde bir niteliğe sahip olması gerekir ki o da milletin belli ve olumlu ahlâk (seciye) sahibi olmasıdır. Böyle bir ahlâka sahip olmayan bireyler ve böyle bireylerden oluşan milletler birer fesat ocağı olurlar” diyen Atatürk, konunun önemini vurgular.

G. Milli Dil

Dil bir milletin bireyleri arasında anlatım ve anlaşma aracıdır. Bu nedenle yakınlaşmada dilin yapıcı bir etkisi vardır. Dil bir milletin ortak yaşantısında olduğu kadar, ortak duyuş ve bilinçlenmesinde de rol oynar.Atatürk millî dil ve millî duygular arasındaki bağı isabetle fark etmiş ve şöyle demiştir: “Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir." Günümüzde de çağdaş kültürün temel ögeleri arasında gelişmiş bir yazı ve konuşma dili önemli bir yere sahiptir. Dil ve milliyet birbirinden ayrılamaz; bundan ötürü de bir milletin dili çoğu kez millî dil olarak nitelenir; gücünü milletten alan milliyetçilik de dil ile yakından ilgilidir. Dil, bir millete özgü kültürün de bütünleyicisidir. Bu konuda Atatürk'ün düşüncesi şöyledir: “Milliyetin çok belirgin ve değerli temellerinden birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne ve toplumuna bağlılığını ileri sürerse,buna inanmak doğru olmaz.” Millî birlik anlayışında, milleti oluşturan ve aynı topraklar üzerinde yaşayan vatandaşlar arasında, yaklaştırıcı ve birleştirici ortak ve millî dille anlaşmadan vaz geçilemez.

H. Millî Bayrak-Milli Marş

Türk milletinin bağımsızlığını simgeleyen bayrak, milliyetçi duygularin yaşatılıp geliştirilmesinde etkilidir. Bayrak, yurt içinde olduğu kadar dışında da Türkiye Cumhuriyeti'ni belirtir ve tanıtır. Bayrak, millî inanç ve bilinçlenmede etken olduğundan, ayrıca saygı görür. Her millet yut içi ve yut dışı faaliyetlerinde bayrağı aracılığı ile kendini tanıtmaya çalışır. Özellikle milletler arası yarışmalarda ve görüşmelerde, millî devletlerin temsili bayraklarıyla gerçekleştirilir. Millete ait oluşu, bağımsızlığı belirtmesi ve millî duyguları okşamasıyla bayrak, millî birlik anlayışındaki faktörlerden biridir. Bu nedenle kamu değerlendirmelerinde üstün saygıya lâyıktır. Bayrak, maddî ve manevî yönden toplayıcıdır. Atatürk 30 Ağustos 1924'de, Dumlupınar'da yaptığı konuşmada: “Bu kadar acılar ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için öncelikle egemenliğine sahip çıkmak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak zorundadır." demişti.

 Milli marş, bir milleti içerde ve dışarda temsil etmek üzere bestelenmiş, bağımsızlığı, milli tarihi ve geçmiş kahramanlıkları yansıtan müzik parçasıdır. Milleti temsil etmesinden ötürü, milli marşların, diğer marşlara oranla ayrı bir özelliği ve değeri vardır. Yurt içi yurt dışı törenlerde marşların çalınması, tören geleneklerindendir. Milli marş çalınıp söylenirken ona gösterilen saygıda, millet ve vatan sevgisi ve milli sevincin saklandığı görülür. Milli marş, gençliğin milliyetçi duygularla ve geçmişten kaynaklanan milli övünç heyecanlarıyla yetiştirilmesine yardımcıdır.

I. Milli Gelirin Dağılımında Sosyal Adalet

 Bir ülkenin insanlarının mutluluğu, onların ekonomik yönden güçlü, sağlıklı ve uygar yaşamalarıyla mümkündür. Bunların sağlanması ise, onların milli gelirden paylarını almasıyla gerçeklrşir. Bireylerin milli gelirden hakça yararlanmaları sosyal ve ekonomik politika bakımından devletle ilgilidir. Vatandaşlar arasında dengeli bir gelir dağılımı büyük farklılıkları ortadan kaldıracağından, bireyler arası sevgi ve yakınlığında yardımcı olur. Buna karşın, vatandaşlar arasındaki aşırı zenginlik ve refah farkları onlar arasında haset ve eşitsizlik düşüncelerini körükleyeceğinden, milletçe gösterilecek birliğide zedeler. Sosyal adalet konusu, öneminden ötürü aşırı akımlara dayalı yönetimlerde bile ele alınmakta, sermaye sahipleri, çalışanlarına maddi ve sosyal haklar vermek suretiyle, sosyal adaleti dengelemeye çalışmaktadırlar. Bu konuda devletin düzenleyici rolü en etkili bir faktördür. Bu düzenleme doğal olarak adaletli bir vergi uygulamasıyla gerçekleştirilmektedir.

İ. Laik Devlet Yönetimi

Laik devlet anlayışı, çağımızın birçok ülkesinde uygulanmakta ve saygınlık görmektedir. Eski ve orta çağların bağnaz din anlayışı, gücünden çok şey yitirmiştir. Laiklik yücelen ve hoş görüye önem veren uygar insanın özelliklerindendir. Laikliğin belirgin üç özelliğivardır. Bunlardan başlıcası din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak, böylece dinin siyasete alet edilmesini önlemektir.İkinci milli sorunlarda metafizik (fizik ötesi) düşünüş yerine akılcı bilimsel çözüm yollarını getirmektir. Laikliğin önemli özelliklerinden üçüncüsü de insanlarda inanç özgürlüğüne saygı duymaktır.

Laikliğin bu amaçlarından ikisi de - dini dünya işlerinde ayırmak ve bireylerde vicdan özgürlüğünü tanımak- milli birlik bakımından önemlidir. Çünkü, dinin devlet işlerine ağırlığını koyması ve vicdan özgürlüğüne gereken değeri vermemesi insanlar üzerinde bir baskının oluşmasına neden olur ki bu durum değişik inançlardaki vatandaşlar arasında bir ayrıcalık ortamı yaratır. Bu, hoş görü (tolerans) anlayışının ortadan kalkması demektir ki toplum bireylerinin birbirlerine karşı kin duymalarını körükleyebilir. Bundan başka sadece ayrı dine bağlı bireyler arasında değil, ayrı mezhep inançtakiler içinde bir huzursuzluk konusu olabilir. Bağnaz (mutaassıp) kişiler, birbirlerine kin ve nefret besleyen, kendi inançlarında olmayanları hor gören kişiler olarak, milli birlik anlayışına ve yakınlaşmaya ters düşen tutumlarıyla, ülkenin birlik ve bütünlüğüne zararlı olabilirler. Halbuki değişik düşünce ve inanç sahiplerine karşı anlayışla ve hoş görüyle bakmak yüceliğini gösterenler, yurttaşlar arası bütünleşmeyide dolaylı olarak onaylayan ve destekleyendir. Özellikle gelişmiş toplumlarda, üstün eğitim ve öğretimin sağladığı toplum terbiyesinde din ve mezhep anlaşmazlıkları bırakılmakt, herkes birbirinin inancına saygı duymaktadır. Laiklik konusu, Atatürk ilkeleri arasında önceliğe sahiptir ve bu konuda Atatürk hoş görü anlayışını şöyle ifade etmiştir: "Genel olarak ilke şudur ki milli sınır olarak çizdiğimiz daire içinde yaşayan çeşitli İslam unsurları, birbirine karşı ırk, çevre, ahlaki bütün haklarına saygılı öz kardeşlerdir."

 

VI, Milli Birlik ve Yasalar

VII, Siyasi Partiler ve Milli Birlik

VIII, Silahlı Kuvvetler ve Milli Birlik

IX, Topyekün Savaş Kavramında Milli Birlik

X, Milli Birliğe Yönelik Muhtemel Zararlı Girişimler ve Karşı Tedbirler

   Etnik Duyguları Kışkırtma

   Din ve Mezhep Kışkırtmaları

   İdeolojik Akımlar

   Milli Ahlakı Çökertme

   Sağlığa Yönelik Saldırılar

   Sosyal Adaletin Bozulması

  Psikolojik Savaş    Atatürk, zamanında da bu alandaki çalışmalara karşı halkı uyarma gereğini duymuştur. O'nun değerlendirmesi ve sözleriyle: "Türk Milletinin sosyal düzenini bozmaya yönelik didinmeler boğulmaya mahkümdur. Türk milletinin kendinin ve memleketinin yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen karıştırıcı, alçak, vatansız ve milliyetsiz akılsızların boş sözlerini, gizli ve kirli emellerini anlayamayacak ve onlara müsamaha edecek bir toplum değildir. O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler, ezilmeye, kahredilmeye mahkümdurlar. Bunda köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın."     

XI, Milli Birliğin Sağlanmasında Eğitimin Rolü   Atatürk'ün bu konudaki sözleri şöyledir: "Eğitimdir ki (terbiyedir ki) bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır ya da bir milleti kölelik ve yoksulluğa düşürür." 

yazan: E. Tümg. Metin Erendil
 

Tamamı Aşağıdaki Link'te!