03 Ağustos 2016

Melih Cevdet Anday - Yarın Düşüncesi

(...) Salt toplumcu açıdan bakıldığında, sanatçıya düşen görevin, günümüzün gerçekleri, bu gerçeklerin değiştirilmesi biçiminde almak tamamlayıcı olur. Gerçekte tüm olarak toplumculuk da, yarını kurmanın çabası değil midir? Ekonomisi, hukuku, sanatı ile yarını...Yarın, şımarık bir çocuk değildir, çünkü onu günümüz doğuracaktır. 
 
Ancak şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki, sanatta yarını kurmak düşüncesi, soyut bir sav olarak kaldıkça, konumuzun sınırları içine giremez. Burada ilk ayırdedici öğe, sanatçının doğru sözlüğüdür. Sanat anlayışı gereği, kendini böyle bir görevle yükümlü görmeyen sanatçı, yarın düşüncesine bu anlamda sığınmamalıdır.


Jean Baudrillard 'Simulasyonda yaşam ve tüketim'

İnsanların biyolojik olarak klonlanmasından söz ediliyor. Öyleyse zihinsel klonlamaya çoktan başlanmıştır: okul sistemimiz, birbirinin tamamen aynı insanlar üretiyor zaten...Jean Baudrillard

Extrait d’une interview dans Le Monde de l’éducation – Octobre 1999

“Dünyanın sefaleti, bir mankenin yüz çizgilerinde olduğu kadar bir Afrikalının iskelet gibi bedeninde de görülebilir. İkisi de aynı zalimliği gösterir”.
Jean Baudrillard
Extrait de Cool Memories IV – 1995-2000
 
Jean Baudrillard’ın postmodern çağımızda göstergelerin ve simgelerin karakterini ve simulasyonunu kökten sorgulaması, çağdaş eğitim uygulamalarının rolünü “koda” karşı olası bir direniş mevzii olarak görme gerekliliğine işaret eder. 

Jean Baudrillard (1929-2007) hepsi de “hiper” kapitalist çağımızın karakteri üzerine derinlemesine düşünmemize katkıda bulunan sosyoloji, kültür etütleri, medya teorisi, politik ekonomi, semiyotik ve psikanalizden oluşturduğu disiplinler arası alaşımda belirgin özgünlüğe ve içsel kavrayışa ulaşmış, şaşırtıcı ve oyunbaz bir düşünürdür. Fransız entelektüel çevrelerde uzun süredir öncü bir figür olan Jean Baudrillard, sol için klasik Marksist politik ekonominin ve toplumsal kuramın çoğu yapısalcı ve modernist görüşlerine meydan okuyacak yeni bir kuramsal çerçeve hazırlama girişimine katılmıştır. Bu yüzyılın geliştirdiği belki de en önemli felsefi hareket olan postmodernizm ve poststrüktüralizm kısmen de bu projeden kaynaklanmıştır. Kökleri Nietzsche ile Heidegger’de ve Saussure’ün dilbiliminde olan, metafiziğin yapı sökümüne dayanan ve söylem ile iletişimin karakterini göz önüne alan “dilbilimsel dönüş” yönelimi ile postmodernizm, Batı felsefesinin manzarasını kökten ve sürekli biçimde değiştirmiştir.

1929da Reims’da Fransa’da doğan Jean Baudrillard, Henri Lefebvre’in yanında sosyoloji okudu ve Mayıs 1968 öğrenci ayaklanmalarından kısa süre önce başlayarak, kargaşalı dönemlerde birkaç on yıl Nanterre’de ders verdi. O yıl da zaten ilk kitabı, insanın toplumsal ilişkilerini, nesneler aracılığıyla anlamın tüketimden çıkarsandığı süreç olarak ele aldığı bir araştırma olan ‘Nesnelerin Sistemi’ basıldı. Jean Baudrillard çağdaş deneyimin gerçek ve simule edilen karakteri sayesinde yükselen ileri kapitalizm ve teknolojinin yeni “hiper” biçiminin anlaşılmasına katkıda bulunmak istiyordu. Onun göstergelerin çoğalması ve göstergenin eşya statüsüne indirgenmesini icap ettiren “anlamın çöküşü” değerlendirmesi, gerçekliğin yitirilişi ve hiper gerçeklikle karşılaşma eşzamanlı deneyimine işaret etmektedir.

Tüketim Toplumu’nda Jean Baudrillard, tüketicinin nasıl olup da nesnenin kendisinin anlamına göre değil de, göstergelerin “kodlarına” göre alışveriş yaptığını ana hatlarıyla çizmektedir. Onun, göstergenin bir nesneye veya arkasındaki simgelenene işaret etmeyi bırakması, ama onun yerine başka göstergelere işaret etmesiyle, beraberce bağlı ama kaotik bir “kod” oluşturmaları sürecinin analizi, “gerçekliğin katli”nde en üst noktasına ulaşır. Kopma öylesine bütünlüklü, yokluk öylesine çığırtkan ve kod öylesine “totaliter”dir ki, Baudrillard “imgenin şiddeti” ve “anlamın çöküşü” bileşiminden söz eder. Politika, din, eğitim, herhangi insani girişim bu süreç tarafından süpürülüp atılmış ve emilmiştir ve de kesinkes nötralize edilmiştir; her özgürleştirici girişim, kendi zıddını yeniden üretmekte adeta suç ortağı haline gelmektedir. “Kod totaliterdir; hiç kimse ondan kaçamaz: kendi özel kaçışlarımız, her gün onun inceden inceye kolektif işlenmesine katılarak ona hizmet ettiğimiz gerçeğini yok sayamaz”. 

Jean Baudrillard’ın simüle edilenle zihinsel meşguliyeti ve “gerçek” olandan geriye ne kaldığı konusundaki köktenci sorgulamaları, onu sonunda geçenlerde, “Golf savaşı hiç olmadı” , ya da “Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin çökmesi tahayyül edilemez, ama bu onu gerçek bir olay yapmaya yetmez” gibi kışkırtıcı beyanlarda bulunmaya itmiştir.

Jean Baudrillard’ın postmodern çağımızda göstergelerin, simgelerin ve simülasyonun karakterini köktenci sorgulaması, çağdaş eğitsel uygulamaların rolünü, ‘koda’ olası bir direniş mevzii olarak yeniden gözden geçirme gereğine işaret ediyor. Eğitim, “gerçeğin katline” daima suç ortaklığı mı etmektedir?
2004
Çeviren: Tarhan Onur



Sri Chinmoy Ghose "Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde, Dünya barışı tanıyacak."

 
" When the power of love overcomes the love of power, the Earth will know peace." Sri Chinmoy Ghose

When the power of love overcomes the love of power the world will know peace.” – Jimi Hendrix.

Michel Foucault - İnsan Doğası İktadara Karşı

“'Siyasetle neden bu kadar ilgileniyorsun", diye soruyorsunuz. Size çok basit bir cevap verecek olsaydım, '"neden ilgilenmeyeyim ki?" derdim. Yani, belki de hayatımızın en can alıcı konusuyla, içinde yaşadığımız toplumla, onun içine işlediği ekonomik ilişkilerle ve davranışlarımızın düzenli biçimlerini, tabi oldukları düzenli izin ve yasakları tanımlayan iktidar sistemiyle ilgilenmemek için nasıl bir körlük, nasıl bir sağırlık, ne kadar bir ideoloji çökmüş olmalı insanın üzerine! Hayatımızın özü, kendimizi içinde bulduğumuz toplumun siyasi işleyişinden ibarettir ne de olsa. Yani neden ilgilendiğim sorusuna cevap veremiyorum, sadece neden ilgilenmiyeyim ki diye cevap verebiliyorum.

*
 
Yüzyılın iki büyük düşünürünün yıllar önce yaptığı bu tartışma iki konu etrafında odaklanır: Bilimsel bilginin gelişimi nasıl yorumlanmalıdır? Siyasal mücadelede adaletin, bir başka deyişle etiğin yeri nedir?

Foucault’ya göre, tarihte bilgi üretimini farklı çerçeveler belirlediği için, her çağda farklı bilimsel söylem tipleriyle karşılaşırız. Chomsky ise kendi dilbilim kuramından hareket eder ve insanın doğarken beraberinde getirdiği bir yaratıcılık kapasitesi olduğunu savunur.
Siyasal mücadele, bir sınıfın tarihsel haklılığına dayandığı için mi, yoksa daha adil bir toplum hedefi güttüğü için mi meşruluk kazanır?
Görüşlerin en çok ayrıldığı konu bu olacaktır.

 

Jiddu Krishnamurti - İçsel Devrim

  13 yaşındayken "dünya öğretmeni" seçilen Krishnamurti, hayatını dünyayı dolaşarak, insanlarla, yaşama ve dünyaya dair konuşarak geçirdi. Kendisine mesihlik yakıştırılmış olmasına rağmen bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Onun, karşılaştığı herkes başlı başına bir "birey"di. Bu nedenle öğretmekten çok paylaşmayı ilke edindi. Yine de dünya üzerindeki milyonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.
 
Hiçbir kitap, hiçbir Gita, hiçbir Upanişad size kendinizi öğretemez. Aynı şekilde, hiçbir filozof, hiçbir profesör, hiçbir psikolog da size kendinizi öğretemez. Onların size öğretebileceği tek şey ne olduğunuz veya ne olmanız gerektiği hakkında kendi düşünceleridir. Bu ise onların görüşü, çıkarımı, algısıdır, sizin değil.
 
Asırlar boyunca başkalarının otoritesini, guruların otoritesini, geleneğinizin otoritesini kabullendiniz. İşte bu yüzden hiç enerjiniz yok; bu yüzden köreldiniz, duyarsızlasınız; işte bu yüzden ikinci el insanlarsınız... Bu yüzden otorite sizi mahvetti; dinler yıktı sizi. Lütfen bu gerçeği görün. Bütün tapınak zillerine kulak verip tapınaklara gitseniz de aslında tapındığınız şey haz ve paradır.
 


Octavio Paz - İki Gövde

İki gövde yüzyüze
bazen iki dalga
ve okyanustur gece.

İki gövde yüzyüze
bazen iki taş
ve bir çöldür gece.

İki gövde yüzyüze
bazen iki kök
dantellenmiş geceye.

İki gövde yüzyüze
bazen iki bıçak
ve kıvılcım çakar gece.

İki gövde yüzyüze
iki yıldız düşen
boş bir gökyüzünde.