08 Ekim 2018

Deepak Chopra "Pasiflik, adaletsizliği savunmakla aynı şeydir."

Düşünme biçiminiz, davranış biçiminiz, yeme biçiminiz yaşamınızı 30 ile 50 yıl arasında bir süre etkileyebilir.

    Kaos ve hareketin ortasında içinizdeki sessizliği koruyun.

    Karma, uygun biçimde anlaşıldığında bilinçliliğe erişmenin açıkça ifade edilmesi gibidir.

    Daima tutkularınızın peşinden gidin. Kendinize asla onların gerçekçi olup olmadığını sormayın.

    Düşünmek beyin kimyasını harekete geçirmektir.

    Yaşamda gerçekten önemli ve büyük şeyler yapmak istiyorsanız kendi başınıza herhangi bir şey yapamazsınız. Ve bu konuda en iyi takımınız; arkadaşlarınız ve kardeşlerinizden oluşur.

    Beden ve zihin arasında bir ayrım yoktur.

Halil Cibran’dan May Ziyade’ye: “Bir Tür Kavuşmadır Hatırlayış, Unutuş Bir Tür Özgürlük”

 Hiçbir zaman birbirini görmeyen iki sevgilinin 20 yıl süren aşkı: Halil Cibran May Ziyade mektupları
 
“Sevgili bayan May,
…Mektupların ne kadar güzel. May, ne kadar hoş. Dağların tepesinden düşlerimin vadisine akan bir nektar nehri gibi. Gerçekten de , bu mektuplar, uzaktakileri etkileyen, yakındakileri geliştiren ve büyülü yankılarıyla taşları parlayan meşalelere, dalları çırpınan kanatlara çeviren Orfeus’un Lutu gibi. Sadece bir mektubunun geldiği bir gün bile benim için dağın doruğuna eşdeğer –düşün artık üç mektubunun birden geldiği güne ne demeli? Böyle bir gün için “Yüksek sütunlu İrem’in” sokaklarında dolaşacağım zamanlardan vazgeçerdim.”

Halil Cibran: “Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gelgitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum. Sıradan bir aşkın beni memnun etmeyeceği gibi senin de sıradan bir aşktan hoşlanmayacağını biliyorum. Sen ve ben ruhtaki duyguları sınırlamakla asla doyuma ulaşamayız. Daha çoğunu istiyoruz biz, her şeyi istiyoruz.”

Halil Cibran: “Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni seninle uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş aşktır. Aşk senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkân vermek için, içimdeki arzuyu öldürüyor. Sınırlı aşk, sevdiğini sahiplenmek, sınırsız aşk ise sadece kendini ister. Gençliğin saflığı ve uyanışı arasına düşen aşk, kendini sahiplenme ile tatmin eder ve sarılmalarla büyür.”

Halil Cibran: “Dünyanın bu köşesinde dostların olup olmadığını da sormuşsun.
Bu yaşamla ve içindeki yaralayıcı tatlılık ve kutsal acılıkla, dünyanın bu köşesinde bir dostun var tabi. Seni savunmaya kararlı, iyiliğini isteyen ve senden gelecek bir kötülük görmeyen biri.Uzaklardaki bir dost bazen dizinizin dibindeki birinden çok daha yakındır. Dağ vadiden geçenlere eteklerinde yaşayanlardan daha muazzam görünmez mi?
Gece stüdyoma perdesini örtt, artık ellerimin yazdıklarını göremiyorum. Binlerce selam sana, binlerce selam.

May Ziyade:“-Sana karşı taşmalarım- ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğini gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum. Şunu tamamen bilerek söylüyorum ki, aşk en azından büyüktür. Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar, sevgisiz zenginlikten daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum. Tanrı’ya şükürler olsun ki, bunları söylemeyip yazıyorum. Çünkü şu an burada olsan hemen geri çekilir uzunca bir süre senden kaçarım. Söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem.

Sana yazmaktan bile utanıyorum, çünkü yazarken aşırı özgür buluyorum kendimi.”

Halil Cibran: “Mektubun gönlüme nasıl hoş göründü May bir bilebilsen.
Beş gün önce kent dışına çıktım ve bu beş günü sevdiğim sonbahara veda etmekle geçirdim. Şu an benimlesin, benimlesin May, hissediyorum. Buradasın, ve seninle konuşuyorum.Bu lisandan daha iyisiyle daha büyük bir lisanla ve yüreğinle konuşuyorum. Beni duyduğunu biliyorum, birbirimizi açıkça anladığımızı biliyorum.”

Halil Cibran: ‘Keşke sesimi kanatlandırmak ve mırıltılarımı şarkılara döndürmek için burada olsaydın. Yine de ‘yabancılar’ arasındayken görünmez bir ‘dostun’ beni dinleyip tatlılık ve duyarlılıkla gülümsediğini bilerek konuşacağım.

Halil Cibran: Böyle konuştuğumu duymak seni şaşırtacak tabi; sana yazma dürtüsü ve ihtiyacı duymam da beni şaşırtıyor. Bu ihtiyacın, bu dürtünün ardında yatan gizi anlayabilmeyi isterdim.
Tek bir ipliği bile geçmişin ilişkileri ya da geleceğin istekleri tarafından eğrilmedi- çünkü bu bağ geçmişte ve şimdide bir araya gelmemiş ve belki gelecekte de gelemeyecek iki insan arasında ortaya çıktı.
Böylesine bir duygu, May, asla yok olmayacak, ama bizim için değerli şiddetli bir sancıya yol açar, fırsatımız olsa bile onu bilinen ya da hayal edilebilecek bir şerefle ya da hazla değişmeyiz.
Sana bu anlattığım, senin içindeki her şeyi paylaşan biridışında hiç kimse tarafından anlatılamayacak olan bir şeyi anlatma çabasıdır.’’

Halil Cibran: ‘’Tatlı mektubun önümdeyken şimdi ne söyleyebilirim?Bu yüce mektup şaşkınlığımı utangaçlığa çevirdi. Sessizliğimden, kabalığımdan utanıyorum, parmağımı dudağıma götürerek susmama neden olan gururumdan utanıyorum. Dün senin ‘’suçlu’’ olduğunu düşünmüştüm, ama bugün iki melek gibi kucaklayan nezaketini ve yüce gönüllülüğünü görünce kendimi suçlu görüyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Söyle bana, May, söyle, bu dünyada ruhunun dilini anlayan kaç kişi var? Merak ediyorum, seni sessizliğinde dinleyebilen, ya da sükunetinde anlayabilen ya da diğer evler arasındaki bir evde onun önünde otururken yaşamın kutsallıklarının en kutsalında sana eşlik edebilen birine kaç kez rastladın?’’

Halil Cibran: ‘’Bu sabah durmadan gülümsedim. Şimdi de içimden gülümsüyorum-ve daha uzun bir süre gülümsemeye devam edeceğim. Gülüşlerden başka bir şeyden yaratılmamışım gibi gülümsüyorum. Ama ‘’bağışlayıcılık’’ beni başımı utançla önüme eğmeye, kendisi o kadar alçakgönüllü olan o soylu ruh karşısında saygıyla eğilip af dilemeye zorlayan heybetli bir sözcük. Tek suçlu benim. Sessiz kalmak ve umutsuzluk içinde olmakla tembellik ettim- bu yüzden yaptığım hatadan dolayı beni bağışlaman için yalvarıyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Sabahtan beri kaç sigara içtim?’’ Sorun ne kadar nazik, ama yanıt vermek ne kadar zor. Bugün, May, başından sonuna sigara içme günü ve sabahtan beri yirmiden fazla sigara içtim. Kendimi bildim bileli, sigara benim için vazgeçilmez bir ihtiyaç değil de bir keyiftir, onun için sigara içmediğim tek bir gün bile geçmedi. Ama suçlu sensin, bu ‘’vadide’’ kendi başıma olsaydım, asla sigara içmezdim. Ama kendi başıma olmak istemiyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Gariptir ki dünyanın ve uzayın mucizelerini kabulleniriz de ruhumuza kazınmış mucizelere inanamayız bir türlü.’’

Halil Cibran: “Artık yatmaya gidiyorum, bu gece uzun bir uyku çekeceğim. Kağıda dökemediklerimi sana düşlerimde söyleyeceğim. İyi geceler May. “

Halil Cibran: “Tüm insanlar içinde ruhuma en yakın olanı, yüreğime en yakın olanı sensin, ruhlarımız ve yüreklerimiz asla kavga etmez. Sadece düşüncelerimiz kavga eder ve düşünceler sonradan edinilir, çevreden, çevremizde gördüklerimizden, günlerin bize getirdiklerinden kazanılır; oysa ruh ve yürek düşüncelerimziden çok önce içimizde yüce bir öz oluşturdu.’’

Halil Cibran: “Ve sen, May, benim büyümüşte küçülmüş çocuğum, şimdi ikinci harfi dinlemekte ve söylemekte bana yardım edeceksin ve her zaman benimle kalacaksın.
Alnını yaklaştır Miriam, daha yakına getir, yüreğimde alnına koymak istediğim beyaz bir gül var. Kendisinin karşısında utangaçlıkla titreyen sevgi ne tatlıdır..”

May Ziyade: ”Sana karşı taşmalarım-ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğimi gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum. Şunu tamamen bilerek söylüyorum ki, aşk en azından büyüktür. Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar sevgisiz zenginlikten çok daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum… yine de bunu yapmaya cesaret ediyorum. Tanrı’ya şükürler olsun ki bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem. .. Güneş ufukta kayboldu, harika şekilli güzel bulutların arasından parlak tek bir yıldız belirdi, Venüs, Aşk Tanrıçası. bu yıldızda bizim gibi aşk ve arzuyla dolu insanlar mı oturur acaba? Acaba Venüs de benim gibi mi ve kendi Cibran’ı mı var -kendi uzakta ama aslında çok yakında olan güzel varlık- ve acaba o da şu anda, ufukta titreyen alacakaranlıkta, alacakaranlığı karanlığın izleyeceğini ve karanlığı ışığın izleyeceğini ve günü gecenin izleyeceğini ve geceyi günün izleyeceğini ve sevdiğini görmeden önce bunun defalarca tekrarlanacağını bilerek ona mektup mu yazıyor? Ve böylece alacakaranlığın ve gecenin bütün yalnızlığı hiç sezdirmeden ona yanaşıyor. O zaman o da elindeki kalemi alacak ve karanlıktan, bir adım kalkanına sığınacak: Cibran.”

May Ziyade’nin Cibran’ın ölümü üzerine yazdığı mektuptan:
“Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim., hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştır…’ ‘Büyük acı büyük arınmadır.’


Ulrike Meinhof “Gözalıcı renklere boyadığınız çürümüş ve grileşmiş dünyanızdan dışlayıp, tüm renkleri yasakladınız bana, ne gülünç! ”


Dario Fo - Franca Rame - Ben Ulrike Bağırıyorum 


Su Damlası – Pınar Selek

Masallar hep çocuklara mı anlatılır? Zannedeler ki insanlar büyüdükçe, masallara kulak vermez olurlar… Öyle değil. Büyükler de masallara ihtiyaç duyar. Size bir şey söyleyeyim mi? Masalını kaybeden insan, hayallerini de kaybeder… Ben de büyüdüm. Yıllar çok hızlı geçti. Oyunlardan daha bıkmamışken, bir baktım ağır yüklerin altındayım. Hayat çok zor… Ama biliyor musunuz, ben hâlâ masallardan güç alıyorum. Çocukken dinlediğim, sonra okuduğum ve hâlâ kopamadığım masallar sayesinde, dünyam ışıklı benim. Bir dileğim var: Masallar hiç unutulmasın. Masalsız kalmasın dünya… 


Barışın ve özgürlüğün önemi Annesinin hayallerini kardeşine gerçekmiş gibi anlatmamasını istemesinden sonra kanatlı bir peri olmadığını kabullenen kahramanımız hikâyenin sonunda kanatları olmasa da aklını kullanarak birçok canlıya yardım edebileceğine karar veriyor ve kardeşini de kendisi gibi kanatsız bir peri olmaya, insanların mutluluğu için çalışmaya ikna ediyor. Birlikte karıncalara, arılara, çiçeklere, insanlara koşan, koştukça sevgileri büyüyen iki kardeş; Su ve Damla bir araya gelerek bir su damlası oluyor, susuz insanların ağızlarına damlamak için… Denizkızı ile Balıkçı?da, yoksulların yardımcısı, kendi halindeki bir balıkçıyla bir gece denizde karşılaştığı denizkızının sabırla, sevgiyle, emekle şekillenen, masal gibi başlayıp masal gibi süren aşkları konu ediliyor. Çocukların türlü eziyet ettikten sonra bıraktıkları, yolunmuş tüylerinden utanan ve bir daha uçamayacağını düşünerek hayata küsen Küçük Gaga?nın tekrar uçmaya başlamasını anlatan masalın adı da Karganın Sırrı. Günümüzde, iletişim araçlarının çoğu zaman ?bilgi? adı altında tüketime yönelik reklam bombardımanına maruz kalan çocukların saf ve temiz çocuk dünyalarını korumaları kolay değil. Pınar Selek?in aydınlık dünyasından süzülen  
Su Damlası çocuklara hayatın, sevginin, yardımlaşmanın, dostluğun, barışın, özgürlüğün değerini anlatıyor. İlköğretim çağındaki çocuklar, ? masalsız kalmasın dünya? diyenler için.


Sus - Sennur Sezer



Sus
Kaldır at şu yıpranmış sözcükleri
Ellerimde ellerinle büyüsün düşündüklerin
İlk yaratıldığın güne dön

Sus
Ne bulduk iki yüzlülüğünde seslerin
Sus büyüsün bu derinlik
Büyüsün öğreneceklerin



Sus
Bu gürültü yıkacak evreni günün biri
Sus tükeniyoruz soluk soluğa
Buğu gibi



Cemal Reşit Rey - Turkish Scenes for Piano - Yürük Zeybek





  

En Mutlu Gün - Edgar Allan Poe


En mutlu gün en mutlu saat
Kurumuş körelmiş yüreğimin bildiği,
en büyük umutları gücün ve gururun
Hissettiğim, geçip gitti.

Güç mü dedim? Evet öyle düşünmüştüm
Ama yazık! Çoktan yitip gitti hepsi
Gençliğimin hayalleri-
Ama boşver şimdi.

Ya gurur, ne yapacağım senle şimdi
sakin ol ruhum!
Belki bir diğer baş devralır
Üzerime döktüğün zehri.

En mutlu gün-en mutlu saat
gözlerimin gördüğü göreceği,
En paralk ışıltısı gücün ve gururun
Hissettiğim:
Ama o zaman çektiğim acıyla
Gücün ve gururun umudunu verselerdi,
Yaşamazdım o parlak saati tekrar

Çünkü onun kanatlarındaydı kara alaşım
Ve çırptıkça-bir öz dökülüyordu
Öldürmeye yeterli
Onu bilen bir ruhu.