08 Ekim 2018

Halil Cibran’dan May Ziyade’ye: “Bir Tür Kavuşmadır Hatırlayış, Unutuş Bir Tür Özgürlük”

 Hiçbir zaman birbirini görmeyen iki sevgilinin 20 yıl süren aşkı: Halil Cibran May Ziyade mektupları
 
“Sevgili bayan May,
…Mektupların ne kadar güzel. May, ne kadar hoş. Dağların tepesinden düşlerimin vadisine akan bir nektar nehri gibi. Gerçekten de , bu mektuplar, uzaktakileri etkileyen, yakındakileri geliştiren ve büyülü yankılarıyla taşları parlayan meşalelere, dalları çırpınan kanatlara çeviren Orfeus’un Lutu gibi. Sadece bir mektubunun geldiği bir gün bile benim için dağın doruğuna eşdeğer –düşün artık üç mektubunun birden geldiği güne ne demeli? Böyle bir gün için “Yüksek sütunlu İrem’in” sokaklarında dolaşacağım zamanlardan vazgeçerdim.”

Halil Cibran: “Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gelgitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum. Sıradan bir aşkın beni memnun etmeyeceği gibi senin de sıradan bir aşktan hoşlanmayacağını biliyorum. Sen ve ben ruhtaki duyguları sınırlamakla asla doyuma ulaşamayız. Daha çoğunu istiyoruz biz, her şeyi istiyoruz.”

Halil Cibran: “Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni seninle uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş aşktır. Aşk senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkân vermek için, içimdeki arzuyu öldürüyor. Sınırlı aşk, sevdiğini sahiplenmek, sınırsız aşk ise sadece kendini ister. Gençliğin saflığı ve uyanışı arasına düşen aşk, kendini sahiplenme ile tatmin eder ve sarılmalarla büyür.”

Halil Cibran: “Dünyanın bu köşesinde dostların olup olmadığını da sormuşsun.
Bu yaşamla ve içindeki yaralayıcı tatlılık ve kutsal acılıkla, dünyanın bu köşesinde bir dostun var tabi. Seni savunmaya kararlı, iyiliğini isteyen ve senden gelecek bir kötülük görmeyen biri.Uzaklardaki bir dost bazen dizinizin dibindeki birinden çok daha yakındır. Dağ vadiden geçenlere eteklerinde yaşayanlardan daha muazzam görünmez mi?
Gece stüdyoma perdesini örtt, artık ellerimin yazdıklarını göremiyorum. Binlerce selam sana, binlerce selam.

May Ziyade:“-Sana karşı taşmalarım- ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğini gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum. Şunu tamamen bilerek söylüyorum ki, aşk en azından büyüktür. Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar, sevgisiz zenginlikten daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum. Tanrı’ya şükürler olsun ki, bunları söylemeyip yazıyorum. Çünkü şu an burada olsan hemen geri çekilir uzunca bir süre senden kaçarım. Söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem.

Sana yazmaktan bile utanıyorum, çünkü yazarken aşırı özgür buluyorum kendimi.”

Halil Cibran: “Mektubun gönlüme nasıl hoş göründü May bir bilebilsen.
Beş gün önce kent dışına çıktım ve bu beş günü sevdiğim sonbahara veda etmekle geçirdim. Şu an benimlesin, benimlesin May, hissediyorum. Buradasın, ve seninle konuşuyorum.Bu lisandan daha iyisiyle daha büyük bir lisanla ve yüreğinle konuşuyorum. Beni duyduğunu biliyorum, birbirimizi açıkça anladığımızı biliyorum.”

Halil Cibran: ‘Keşke sesimi kanatlandırmak ve mırıltılarımı şarkılara döndürmek için burada olsaydın. Yine de ‘yabancılar’ arasındayken görünmez bir ‘dostun’ beni dinleyip tatlılık ve duyarlılıkla gülümsediğini bilerek konuşacağım.

Halil Cibran: Böyle konuştuğumu duymak seni şaşırtacak tabi; sana yazma dürtüsü ve ihtiyacı duymam da beni şaşırtıyor. Bu ihtiyacın, bu dürtünün ardında yatan gizi anlayabilmeyi isterdim.
Tek bir ipliği bile geçmişin ilişkileri ya da geleceğin istekleri tarafından eğrilmedi- çünkü bu bağ geçmişte ve şimdide bir araya gelmemiş ve belki gelecekte de gelemeyecek iki insan arasında ortaya çıktı.
Böylesine bir duygu, May, asla yok olmayacak, ama bizim için değerli şiddetli bir sancıya yol açar, fırsatımız olsa bile onu bilinen ya da hayal edilebilecek bir şerefle ya da hazla değişmeyiz.
Sana bu anlattığım, senin içindeki her şeyi paylaşan biridışında hiç kimse tarafından anlatılamayacak olan bir şeyi anlatma çabasıdır.’’

Halil Cibran: ‘’Tatlı mektubun önümdeyken şimdi ne söyleyebilirim?Bu yüce mektup şaşkınlığımı utangaçlığa çevirdi. Sessizliğimden, kabalığımdan utanıyorum, parmağımı dudağıma götürerek susmama neden olan gururumdan utanıyorum. Dün senin ‘’suçlu’’ olduğunu düşünmüştüm, ama bugün iki melek gibi kucaklayan nezaketini ve yüce gönüllülüğünü görünce kendimi suçlu görüyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Söyle bana, May, söyle, bu dünyada ruhunun dilini anlayan kaç kişi var? Merak ediyorum, seni sessizliğinde dinleyebilen, ya da sükunetinde anlayabilen ya da diğer evler arasındaki bir evde onun önünde otururken yaşamın kutsallıklarının en kutsalında sana eşlik edebilen birine kaç kez rastladın?’’

Halil Cibran: ‘’Bu sabah durmadan gülümsedim. Şimdi de içimden gülümsüyorum-ve daha uzun bir süre gülümsemeye devam edeceğim. Gülüşlerden başka bir şeyden yaratılmamışım gibi gülümsüyorum. Ama ‘’bağışlayıcılık’’ beni başımı utançla önüme eğmeye, kendisi o kadar alçakgönüllü olan o soylu ruh karşısında saygıyla eğilip af dilemeye zorlayan heybetli bir sözcük. Tek suçlu benim. Sessiz kalmak ve umutsuzluk içinde olmakla tembellik ettim- bu yüzden yaptığım hatadan dolayı beni bağışlaman için yalvarıyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Sabahtan beri kaç sigara içtim?’’ Sorun ne kadar nazik, ama yanıt vermek ne kadar zor. Bugün, May, başından sonuna sigara içme günü ve sabahtan beri yirmiden fazla sigara içtim. Kendimi bildim bileli, sigara benim için vazgeçilmez bir ihtiyaç değil de bir keyiftir, onun için sigara içmediğim tek bir gün bile geçmedi. Ama suçlu sensin, bu ‘’vadide’’ kendi başıma olsaydım, asla sigara içmezdim. Ama kendi başıma olmak istemiyorum.’’

Halil Cibran: ‘’Gariptir ki dünyanın ve uzayın mucizelerini kabulleniriz de ruhumuza kazınmış mucizelere inanamayız bir türlü.’’

Halil Cibran: “Artık yatmaya gidiyorum, bu gece uzun bir uyku çekeceğim. Kağıda dökemediklerimi sana düşlerimde söyleyeceğim. İyi geceler May. “

Halil Cibran: “Tüm insanlar içinde ruhuma en yakın olanı, yüreğime en yakın olanı sensin, ruhlarımız ve yüreklerimiz asla kavga etmez. Sadece düşüncelerimiz kavga eder ve düşünceler sonradan edinilir, çevreden, çevremizde gördüklerimizden, günlerin bize getirdiklerinden kazanılır; oysa ruh ve yürek düşüncelerimziden çok önce içimizde yüce bir öz oluşturdu.’’

Halil Cibran: “Ve sen, May, benim büyümüşte küçülmüş çocuğum, şimdi ikinci harfi dinlemekte ve söylemekte bana yardım edeceksin ve her zaman benimle kalacaksın.
Alnını yaklaştır Miriam, daha yakına getir, yüreğimde alnına koymak istediğim beyaz bir gül var. Kendisinin karşısında utangaçlıkla titreyen sevgi ne tatlıdır..”

May Ziyade: ”Sana karşı taşmalarım-ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğimi gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum. Şunu tamamen bilerek söylüyorum ki, aşk en azından büyüktür. Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar sevgisiz zenginlikten çok daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum… yine de bunu yapmaya cesaret ediyorum. Tanrı’ya şükürler olsun ki bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem. .. Güneş ufukta kayboldu, harika şekilli güzel bulutların arasından parlak tek bir yıldız belirdi, Venüs, Aşk Tanrıçası. bu yıldızda bizim gibi aşk ve arzuyla dolu insanlar mı oturur acaba? Acaba Venüs de benim gibi mi ve kendi Cibran’ı mı var -kendi uzakta ama aslında çok yakında olan güzel varlık- ve acaba o da şu anda, ufukta titreyen alacakaranlıkta, alacakaranlığı karanlığın izleyeceğini ve karanlığı ışığın izleyeceğini ve günü gecenin izleyeceğini ve geceyi günün izleyeceğini ve sevdiğini görmeden önce bunun defalarca tekrarlanacağını bilerek ona mektup mu yazıyor? Ve böylece alacakaranlığın ve gecenin bütün yalnızlığı hiç sezdirmeden ona yanaşıyor. O zaman o da elindeki kalemi alacak ve karanlıktan, bir adım kalkanına sığınacak: Cibran.”

May Ziyade’nin Cibran’ın ölümü üzerine yazdığı mektuptan:
“Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim., hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştır…’ ‘Büyük acı büyük arınmadır.’