21 Haziran 2019

İlhan Selçuk Tarihin Müsveddesi


Nerede olduğunu şimdi anımsayamıyorum, bir yerde okudum, hoşuma gitti:

"-Gazete tarihin ilk müsveddesidir."

Bu tanımlama ilk bakışta hoşuma gitmekle birlikte

"müsvedde" sözcüğünü yadırgadım; "müsvedde" yerine "karalama" veya "taslak" denebilir; sanırım fikir o zaman yerli yerine daha iyi oturur.

---

Ne var ki düşündükçe ilk bakışta hoşuma giden tanımlamada bana ters gelen bir yan olduğunu da sezdim. Çünkü gazeteyi edilgin bir araç gibi hiç düşünmemiştim. Gerçekte bir gazete, çağının tanığıdır; ama geleceği yoğuran gazetelere az da olsa rastlanabilir.

Gazete yazarlığını bu bakımdan önemsiyorum.

20'nci yüzyılın bu vaktinde, Türkiye gibi gümbürtülü bir toplumda, yazarlık soluk kesici bir yaşamın tadını insana verebilir; yeter ki o insan işlevinin hakkını versin.

---

Bir gazete yazarı 24 saat yeryüzünün tüm boyutlarında yaşayabilir.

İranlı askerle Hacı Ümran önündedir gazete yazarı; Ankara'da bankacıların toplantısındadır; Portekiz vurucu timiyle Lizbon'daki Türk Elçiliği'ndedir; Amerikan donanmasıyla Nikaragua'ya gövde gösterisi yapmaktadır; kamyon şoförleriyle Santiago'da protesto yürüyüşüne çıkmıştır; Sri Lanka'da ayrılıkçı çatışmaların silah seslerini duymaktadır; Batı Şeria'da yükselen gerilim içindedir; Londra Borsası'nda Amerikan Doları'nın tırmanışını izler; Helsinki'de dünya atletizm şampiyonasına hazırlanmaktadır; Çad çöllerinde gerilla savaşına katılır; Avam Kamarası'nda idam cezasına ilişkin oylamada boy gösterir; Türkiye mahpushanelerinde bir yatakta yatan üç kişiden birisidir.

---

Cumhuriyetimizin kuruluşunda gazete yazarlığının kendine özgü bir yeri var.

Yunus Nadi, Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Yakup Kadri, Ali Kemal, Refik Halit, Refi Cevat, Ahmet Emin, Mehmet Zekeriya, Necmettin Sadak, Sadri Ertem, Aka Gündüz, Ali Naci, Vala Nurettin, Abidin

Daver, Peyami Safa ve benzeri eski dönemlerin ünlü gazete yazarları idiler; dünya görüşleri değişikti; değerleri ayrı ayrı tartılmalıdır; bunların arasında Ulusal Bağımsızlık Savaşı'na ters düşmek talihsizliğine uğramış olanlar da vardır.

Ama her biri kendine göre yazardı.

Gazete ayrımlarında olduğu gibi gazete yazarlığında kullanılan klasik (belki de biraz kaba) ölçüler vardır. Yazarın kimi sosyalist, kimi kapitalist dünya görüşünü benimseyebilir; küçük burjuva, büyük burjuva, emekçi eğilimlerinde kalem sallayan yazarlar bulunabilir. Çok renkli, çok yanar-söner, çok çeşitli bir dünyada rotatifler uğulduyor; kuşkusuz çeşitli gazete ve gazete vazarı olacak.

---

Ne var ki Babıali'nin son yıllarında bütün bunların dışında akıl almaz bir dönüşüm izleniyor.

Türkiye tarihinde gazete yazarının bütün moral

ölçüleri ve ayıp duygularını bir yana bırakarak para gücüne böylesine bağlandığı ve işadamlarının doğrudan doğruya hizmetine girdiği bir dönemi anımsamak olası değil.

Holdingleşen boyalı basınımızda hiçbir kaygı duymadan, hiç utanmadan, çıkar ilişkilerine göre yazabilen kalemlerin sınır tanımazlığı, uzaya fırlatılmış uyduların ivmesini aşıyor.

Geceleri görgüsüzlüğün kulvarlarında ıstakoz yarıştırıp şampanya patlattıktan sonra ertesi sabah filanca patronun veya falanca holdingin çıkarını savunmak insanın midesini bulandırmaz mı, kendisine saygısını yok etmez mi?

Basın emekçileri (hatta patronlar) bu sorunu düşünmek zorundadırlar.

Açık konuşayım:

Önemli köşelerdeki gazete yazarlarının birer birer holding yazarı kimliğine büründüğünü izledikçe mesleğimizi savunmaya ve yüceltmeye artık gönlüm

elvermiyor.

Biz Babıali'de kendi içimizde moral değerlerimizi savunamazsak bu gidişle "tarihin müsveddesi" değil, "müsveddenin tarihi" olacağa benzeriz.

*


TGC Başkanı Olcayto:

 “İlhan Selçuk’a gazeteciliğe katkılarından ötürü şükranlarımızı sunuyoruz”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, gazeteci-yazar İlhan Selçuk’un dokuzuncu ölüm yılında bir açıklama yaptı.  Başkan Olcayto’nun açıklamasında şu görüşler yer aldı:

“Basınımızın usta kalemlerinden Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenlerinden ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Üyesi İlhan Selçuk’u ölümünün dokuzuncu yılında özlemle anıyoruz. Kendine özgün köşe yazısı tarzıyla okurların beğenisini toplayan İlhan Selçuk, karikatür ve mizah dergilerinde yaptığı çalışmalarla da belleklerde yaşıyor. Gazete yazılarıyla toplumda iz bırakan İlhan Selçuk, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile dayanışması ve verdiği katkıyla da ayrıca hatırlanacaktır. Çağdaş bir demokrasiye ulaşılması için ödün vermeden ağır bedeller ödeyen İlhan Selçuk'a gazeteciliğe verdiği katkılardan ötürü şükranlarımızı sunuyoruz.”

Ahmet Muhip Dıranas - Son Aşk


 
 
Son aşkımdır bu -sen- ve son çile,
Günümün son fecri, sonu artık;
Giriver inince gün, aralık
Kapımdan gelinlik elbisenle.
Onu sevmekle geç, ey yaşamak!
 
 

Jean Paul Sartre "Başlangıç olmadığı gibi, son da yoktur. Bir kadın, bir dost, bir kent bir kerede terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten."





 

İnsanın kendi yüzünü anlayabilmesi belki de elinde değil. Belki de tek başıma yaşadığım için böyle oluyor. Topluluk içinde yaşayanlar, kendilerini, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin bunca çıplak olması acaba bu yüzden mi? Buna insansız... evet insansız doğa denilebilir.”

Clara Zetkin


1889 yılı 14 Temmuz’unda Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümü kutlamalarında uluslararası proletarya yeni bir enternasyonal oluşturmak için Paris’teydi. Clara bu kutlamalarda acısını belli ölçülerde yenmiş olarak gülümseyebiliyordu. Orada Berlinli işçi kadınları temsil etmek için onay almıştı. Kongrenin hazırlık aşamasında sıkı bir çalışma yürüttü. Çevirmenlik de yaptığı, yedi gün süren kongrenin altıncı gününde Berlinli kadın işçileri temsilen yaptığı bir konuşmasında şu önemli noktalara da değindi: 

"Kadın emeği konusunda gerici unsurların gerici görüşlere sahip olmaları, şaşılacak bir durum değildir. Ancak son derece şaşırtıcı olan, sosyalist cephede de kadın emeğine karşı çıkmak gibi yanıltıcı bir görüşe rastlanmasıdır… Sosyalistler şunu bilmelidir ki, mevcut ekonomik gelişmelerde kadının çalışması bir zorunluluktur… Sosyalistlerin her şeyden önce bilmeleri gereken şu ki, sosyal kölelik veya özgürlük, ekonomik bağımlılığa veya bağımsızlığa bağlıdır. (…) Bir işçi nasıl ki bir kapitalist tarafından boyunduruk altına alınıyorsa, kadına da aynısını kocası yapmaktadır. Kadın ekonomik özgürlüğünü almadığı sürece de boyunduruktan kurtulamayacaktır. Ekonomik bağımsızlığı için kaçınılmaz olan koşul da çalışmasıdır. Eğer kadınların özgür insanlar olması, toplumun diğerleriyle aynı haklara sahip birer birey haline getirilmesi isteniyorsa, ne kadın emeğini ortadan kaldırmaya, ne de kısıtlamaya gerek vardır. Ancak belirli durumlarda, bazı özel istisnai durumlarda… (…) Erkeklerin yardımı olmaksızın, hatta çoğu zaman erkeklerin itirazlarına rağmen, kadınlar, sosyalizm bayrağı altına girmiştir, hatta şunu da itiraf etmek gerekir ki, bazı durumlarda kendi iradelerinin dışında, salt ekonomik koşulların açıklıkla kavranmasıyla o yöne doğru istemsizce sürüklenmişlerdir. Fakat artık bu bayrağın altındalar ve orada kalacaklar da! Bu bayrağın altında eşit haklara sahip insanlar olarak kabul edilmek için savaşacaklar!"

Muazzez İlmiye Çığ "Sabah çıktım balkona, bahçeme baktım. Öyle güzel renkler var ki...Eflatunu, pembesi, kırmızısı...Doğa bana coşku veriyor. Güzel bir kitap okumak, iyi bir film izlemek, gençlerle buluşmak beni heyecanlandırıyor."

Benim Tanrım Gök Tanrı. Sevecensen Gök Tanrı sıkıntını alıyor, işin gücün rast gidiyor. Değilsen de seni kendi haline bırakıyor. Öyle cezası, ateşlerde yakması yok. “Aaa bayıldım vallahi ben bu Tanrı’ya” dedim okuyunca. Vallahi bayıldım!

Yoo! Hiç özel bir şey yapmadım. Az da yemedim, çok da yemedim. Ama çok yürüdüm. Hâlâ yatak sporlarım vardır. Şimdi biraz bacaklarım ağrıyor, zorlanıyorum ama yine de yapıyorum.

Yaşlanmanın kötü yanı o ya işte kızım. Bedeniniz bazı şeylere eskisi gibi izin vermiyor ama ruh yaşlanmıyor. Duygular hiç değişmiyor. Gençlikte nelere ağlıyorsam hâlâ aynı şeylere ağlıyorum. Nelerden heyecan alıyorsam aynı şeylerden heyecan alıyorum.

Her sabah gazetelerimi gözden geçiriyorum. Bol bol okuyorum. Şimdi ‘Türkçenin Dirilişi Hareketi’ kitabı var elimde.

Çok okusunlar. Çalışsınlar. Lisan öğrensinler. Türkçeye çok önem versinler. Lisan öğrenmek başka, kendi diline sahip çıkmak başka. Kendi dilimizin içine çok rica ediyorum yabancı kelimeleri sokuşturmasınlar. Önyargılı olmasınlar. Dedikodudan uzak dursunlar.

İki gün evvel bir ressam geldi ziyaretime. Sümerlerle ilgili hayali resimler yapmış, getirmiş. Bayıldım. Benim gayem de çabam da buydu: Sümerleri halka tanıtmak. Gayeme ulaştım mı? Herhalde Atatürk’e vefa borcumu ödedim diye düşünüyorum. Türkiye’den başka hiçbir yerde Sümerler hakkında bu kadar bilinçli bir halk yok. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Emil Michel Cioran - Var Olma Eğilimi

https://metiskitap.blob.core.windows.net/catalog/9415

Emil Cioran bu kitabı oluşturan on bir bölümde ölüm gerçekliğini inkâr etmeden var olma eğilimi, “soluğu kesilmiş bir uygarlık” olarak Batı, sürgün, yazgı, roman ve başka konularda kendine özgü keskin gözlemlerini her zamanki şaşırtıcı üslubuyla bir araya getiriyor.

Hayat için öldürücü, özü itibarıyla tahrip edici olan bir bilgi vardır. Bu kitaptaki metinler işte bu bilgiden yola çıkıyor ama aynı zamanda ondan kopuyor; kendilerini bir dizi şaşkınlık ifadesi, bir kasılmanın anlatımı olarak sunuyorlar. “Olmak” ile “bilmek” arasında kalan yazar sonunda olmayı seçiyorsa, kendisine karşı, kendi kesinliklerine karşı düşünmeye idmanlı olduğu için seçiyor: Kasılmayı bu defa kendi içine, ta en derinine yerleştiriyor.

“İkide bir ‘mutlak’ı karşımıza diktiğinizde, kendinize çok derinmiş gibi, ulaşılmaz bir hava veriyorsunuz, sanki uzak bir dünyada, bir ışıkla size ait karanlıklarla uğraşıyor gibisiniz. Sizin dışınızda hiç kimsenin yaklaşamayacağı bir krallığın majestelerisiniz. Biz ölümlülere, orada yaptığınız büyük keşiflerden birkaç parça, araştırmalarınızdan kırıntılar gösterirsiniz. Ama bütün çabalarınız; okumalarınızın, bilgiç züppeliğinizin, kitabi hiçliğinizin ve ödünç tasalarınızın ürünü olan bu zavallı ‘mutlak’ sözcüğünü terk etmekle sonuçlanır.”

 

Rüzgar - Cahit Külebi


Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.

Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir.
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.

Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.

Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.

Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler...
Toz toprak gözlerine gitmiştir.

Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.