“Kalkınma ve politika
dünyasında artık yepyeni bir kuramsal paradigma var. ‘İnsani
Gelişmişlik’ ya da ‘Yapabilirlikler Yaklaşımı’ olarak adlandırılan bu
model çok basit bir soruyla işe başlar: İnsanlar gerçekte neler
yapabilir ve ne olabilirler? Önlerinde ne gibi fırsatlar vardır? İnsan
hayatı, doğası gereği, birbiriyle ilintili çok sayıda unsurun bir arada
incelenmesini gerektirir, bu nedenle basit gibi görünen bu sorular
aslında oldukça karmaşıktır. Zaten modeli cazip kılan özelliklerden biri
de bu karmaşıklıktır: insan yaşamının ve insani çabanın kendi
karmaşıklığına yanıt verecek donanıma sahip yepyeni bir yaklaşım olması.
Her halükârda, modelin sorduğu sorularla insanlar günlük hayatlarında
sürekli karşı karşıya kalırlar.”
Günümüz dünyası hâkim kalkınma paradigmasının içine hapsolmuş durumda. Bu kalkınma anlayışında insanlar hesaplanabilir hesaplanması gereken birimler, insan yaşamı ekonomik rasyonalizmin bir nesnesi, insanın en temel ihtiyaçları ise üzerinde pazarlık edilebilir “şey”ler olarak görülüyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de bu paradigmayla koşutluk içerisinde gayri safi yurtiçi hâsıla gibi rakamlara göre belirleniyor; adil bölüşüm, temel ihtiyaçlar, ekonomik ve sosyal adalet, kamusal tartışmanın dışında konumlandırılıp “ideolojik” olmakla eşleştiriliyor. Martha C. Nussbaum elinizde tuttuğunuz bu kitapta, “Yapabilirlik Yaklaşımı” adını verdiği ve bir paradigma değişimini esas alan yaklaşımıyla yalnızca insanlar için değil, tüm canlılar için “yaşanabilir” bir dünya kurabilmenin incelikli arayışını sunuyor.
Önsöz
Yoksul ülkelerin sorunları üzerine çalışan ekonomi uzmanları, yasa koyucular ve bürokratlar uzun zaman boyunca gerçekleri çarpıtan bir hikâye anlattılar. Bu uzmanların kullandığı belli başlı bütün modellerde ülkelerdeki yaşam kalitesinin ancak kişi başına düşen Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla(GSYİH) yükselirse iyileşeceği iddia edilmekteydi. Bu ham ölçü, halkın büyük çoğunluğu ülkenin genel ekonomik gelişiminden pay alamasa ve eşitsizlikler ürkütücü boyutlarda da olsa, çoğu zaman ülkeleri listelerde üst sıralara taşımaya yetiyor. Uluslararası itibarlarını etkileyen bu sıralamalara önem veren ülkeler de, söz konusu bu ham ve kaba yaklaşım nedeniyle, yoksul vatandaşlarının yaşam standartlarını dikkate almadan, ekonomik büyümeyle kendiliğinden ge- lişmesi mümkün olmayan sağlık ve eğitim sorunlarına eğilmeden, yalnızca ekonomik olarak büyüme hedefi için çaba göstermeyi yeterli buluyorlar.
Bu model günümüzde geçerliliğini koruyor. “Gelişmekte olan ülkeler”in ulaştıkları düzey değerlendirilirken –kalkınma ekonomileri araştırmalarında, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kalkınmayla ilgili kurumlarda yapıldığı gibi– büyüme rakamları ısrarla kullanılmaya devam etmektedir. Dahası, “gelişme”nin ya da yaşam kalitesinin iyileşmesinin ne boyutta olduğunu anlamak için zengin ülkelerde de yaygın bir şekilde aynı modele başvuruluyor.(Genel olarak yoksul ülkeler böyle anılsa da, aslında her ülke “gelişmekte olan ülke”dir: vatandaşlarının tamamına iyi bir yaşam sağlamak için her ülke gelişmeye muhtaçtır.) Ay- rıca zengin ülkelerde de büyük eşitsizlikler vardır ve bu yaklaşım oralarda da benzer çarpıtmalara yol açar.
Kalkınma ve politika dünyasında artık yepyeni bir kuramsal paradigma var. “İnsani Gelişmişlik” ya da “Yapabilirlikler Yaklaşımı” olarak adlandırılan bu model çok basit bir soruyla işe başlar: İnsanlar gerçekte neler yapabilir ve ne olabilirler? Önlerinde ne gibi fırsatlar vardır? İnsan hayatı, doğası gereği, birbiriyle ilintili çok sayıda unsurun bir arada incelenmesini gerektirir, bu nedenle basit gibi görünen bu sorular aslında oldukça karmaşıktır. Zaten modeli cazip kılan özelliklerden biri de bu karmaşıklıktır: insan yaşamının ve insani çabanın kendi karmaşıklığına yanıt verecek donanıma sahip yepyeni bir yaklaşım olması. Her halükârda, modelin sorduğu sorularla insanlar günlük hayatlarında sürekli karşı karşıya kalırlar.
Bu yeni yaklaşımın, Dünya Bankası’ndan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) kadar refahla uğraşan birçok uluslararası kuruluş üzerinde giderek artan bir etkisi olmuştur. 1990’dan beri Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Raporu Bürosu tarafından yayımlanan İnsani Gelişmişlik Raporları’ndan ilham alarak, kendi toplumlarında farklı bölge ve grupların refahıyla ilgili yapabilirlikler temelli çeşitli çalışmalar yürütmeye girişmiş birçok çağdaş ülke bulunmaktadır. Öyle ki günümüzde bu tür bir rapor yayımlamayan çok az ülke kalmıştır. (Birleşik Devletler bile 2008’de gruba dahil olmuştur.) Arab Human Development Report (Arap İnsani Gelişmişlik Raporu) gibi bölgesel raporlar da yazılmaktadır. Ayrıca, 80 ülkeden yaklaşık 700 üyesi bulunan İnsani Gelişmişlik ve Yapabilirlik Derneği’nin (Human Development and Capability Association - HDCA) desteğiyle insani gelişmişlik ve yapabilirlik yaklaşımının ciddi katkılarının görüldüğü çok sayıda başlık altında kaliteli araştırma yapılmıştır. Yakın bir zamanda da, ekonomik performans ve toplumsal ilerlemenin ölçülmesi amacıyla kurulmuş bir komisyonun yazdığı Sarkozy Komisyon Raporu’nda modelin ciddi katkısı izlenmektedir.
Giderek etkisi artan Yapabilirlik Yaklaşımı bugüne kadar yalnızca konunun uzmanları için yazılmış makale ve kitaplarda ele alınmıştı ve genel okuyucu kitlesi ile lisans düzeyinde ders veren akademisyenler kapsamlı bir kitabın olmamasından uzun süredir yakınmaktaydı. Elinizdeki kitap bu boşluğu doldurmak ve yaklaşımın kilit unsurlarını ortaya koyarak rakip modeller karşısında değerlendirilmesi amacıyla yazılmıştır. Kitapta bu yaklaşım insan öyküleri içine yerleştirilerek anlatılıyor; amaç, yasa koyucuların bu hayatlara dair gördüklerinde bir farklılık yaratarak insan hayatına saygı gösteren ve insanların güçlenmesi için anlamlı müdahalelerde bulunabilecek yasalar oluşturulmasını sağlamak;entelektüel seçkinlerin önyargılarını yansıtmak değil.
İnsanların yaşam kalitesini iyileştirmek akılcı politik seçimlerde bulunmayı ve bireylerin kararlı eylemliliğini gerektirir. Bu nedenle, belki de her ne kadar öyküye dayalı olsa da, kuramsal bir kitap yazmak gereksiz görülebilir. Ne var ki, konunun çerçevesini çizen, görünür olanın algılanış biçimini belirleyen ve dolayısıyla tartışmayı kimi politikalara
doğru çeken kuramlar günümüz dünyasının önemli bir parçasıdır. Her şeyin farkında olsalar da, bilge eylemcilerin iktidar koridorlarında hükümleri yok denecek kadar azdır.Politika tercihlerine yol gösteren eski ve başat kuramlarsa büyük ölçüde hatalıdır, ve iddiam odur ki, bu nedenle kalkınma politikaları yanlış yönlendirilegelmiş, herkesçe paylaşılan (eşitliğe ve insan onuruna saygı gibi) insani erdemler açısından bakıldığında, yanlış seçimler yapılmıştır. Politik tercihleri doğru yöne sevk edecek, kolay kolay değişmeyecek gibi görünen hatalı kuramlara meydan okuyacak bir karşı kurama ihtiyaç olduğu açık. Böyle bir karşı kuram bize önceliklerimizin ne olması gerektiğini gösteren yeni bir resim sunmalı ve kalkınma dünyası ile yeni bir biçimde ilişkilenmelidir. İnsani sorunların aciliyetini koruduğu ve kabul edilmesi mümkün olmayan haksızlıkların ve insani eşitsizliklerin yaşandığı çağımızda ihtiyacımız olan bu karşı kuram, Yapabilirlik Yaklaşımıdır.
Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın.