21 Ekim 2018

İslam ve Laiklik (Prof.Ahmet Taner Kışlalı)

Laikliği kabul etmemiş olan İslam ülkelerinin, bilimin ve teknolojinin gelişimine katkısı sıfır düzeydedir. Bütün Arap ülkelerinin bu alana katkısı İsrail’in yüzde 4’ü kadardır. Bir zamanlar tersiydi. Batı, Türkiye’yi ne tamamen içine almak ister, ne tamamen dışlamak...İçine alırsa ‘eşit’ hale gelir, dışına alırsa ‘kullanamaz’ olabilir. Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.


Ursula K. Le Guin "Haksızlıklar kuralları yaratır, cesaret ise onları yıkar."

 

Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil, cahil olduklarını bile bilmeyecek; çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler.


Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler.

Çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur; bunun yanıtını sadece siz bulabilirsiniz.

Bence olgunluk kabuk değiştirmek değil, serpilip gelişmektir. Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur.

Biz tekil kişiler olarak, ruh olarak, birer birer yaşarız. Kişi, tek bir kişi olarak. Ortaklık, umut edebileceğimiz en iyi şeydir.

Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de. Aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman özgür düşünebileceksiniz.

Düşünceler baskı altına alınarak yok edilemezler. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir.

Dürüst bir adamdan kötü bir haber almayı, bir dalkavuktan duyacağım yalanlara her zaman tercih ederim.
 
Eylem yarar sağlamıyorsa bilgi topla; bilgi yarar sağlamıyorsa, uyu.

Yol yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir.

Sağır bir şiddet karşısında hangi söz bir anlam ifade eder ki?

İçeri kapamak, dışarıda bırakmak, aynı şey…

Bütün hayatımızı, aslında yapmaktan başka çaremiz olmayan şeyleri rızamızla seçmeyi öğrenmekle geçiriyoruz.

Asıl önemli olan cinsellik diyor herkes; gelgelelim bir gorilden bir parça daha uygar durumdaysanız, bunun adı aşk oluyor.

Duymak istiyorsan, sessiz ol.

Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir.Yol yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir.

Bütün hayatımızı, aslında yapmaktan başka çaremiz olmayan şeyleri rızamızla seçmeyi öğrenmekle geçiriyoruz.

Yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki; yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir.
 
Size bütün söyleyebilecekleri bu dünyada, üçte biri uyuyarak ve düş görerek, bir diğer üçte biri yalan söyleyerek geçirilen kendi ömürleri içinde görüp işittikleridir.

Ferit Tüzün -Çeşmebaşı Süiti

İlk Türk balesinin bestecisi: Ferit Tüzün - Keyif Haberleri 

 
 

Keman virtüözü Suna Kan

 





  

Göl - Alphonse De Lamartine

Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz
Zaman adlı denizde bir gün, bir lahza için
            Demirleyemez miyiz?

 Ey göl, henüz aradan bir sene geçti ancak,
Seyrine doymadığı o canım su yanında
Bir gün onu üstünde gördüğüm şu taşa, bak
            Oturdum tek başıma!

Altında bu kayanın yine böyle inlerdin;
Gene böyle çarpardı dalgaların bu yara,
Ve böyle serpilirdi rüzgarla köpüklerin
            O güzel ayaklara.

Ey göl, hatırında mı? bir gece sükut derin,
Çıt yoktu su üstünde, gök altında uzakta,
Suları usul usul yaran kürekçilerin
            Gürültüsünden başka.

Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısıile inledi.
Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses
            Şu sözleri söyledi:

“Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz,
            Akmaz olunuz artık!
En güzel günümüzün tadalım o süreksiz
            Hazlarını azıcık!

“Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün,
            Hep onlar için akın;
Günleriile birlikte dertlerini götürün,
            Mesutları bırakın.

“Nafile, isteyişim geçen saniyeleri;
Akıp gidiyor zaman;
Geceye: “daha yavaş” deyişim boş; tan yeri
            Ağaracak birazdan.

Sevişmek! hep sevişmek! akıp giden saatin
Kadrini bilmeliyiz!
İnsan için liman yok; sahil yok zaman için,
O geçer, biz göçeriz!”

Kıskanç zaman, kabil mi sevginin kucak kucak
Bize zevki sunduğu sarhoş edici anlar,
Kabil mi uzaklara uçup gitsin çabucak
            Matem günleri kadar?

Nasıl olur kalmasın bir iz avucumuzda?
Nasıl olur her şey büsbütün silinerek?
Demek vefasız zaman o demleri bir daha
            Geri getirmeyecek?

Loş uçurumlar: mazi, boşluklar, sonrasızlık,
            Acaba neylersiniz yuttuğunuz günleri?
Alıp götürdüğünüz derin hazları artık
            Vermez misiniz geri?

Ey göl! dilsiz kayalar! mağralar! kuytu orman!
            Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
            Ne olur, ey tabiat, o günleri saklasan
            Bari hatırasını!

Sakin demlerde olsun, deli rüzgarda olsun,
Güzel göl, etrafını süsleyen oyalarda,
O kapkara çamlarda, sularına upuzun
            Dökülen kayalarda!

İster meltemlerinde, bir ürperişle esen,
Seslerde, ister uzak ister yakın olsun,
Yahut gümüş pullarla sular üstünde yüzen
            Ay ışığında olsun!

Kuduran fırtınalar, sazlar bize dert yanan,
Meltemini dolduran kokular, hep beraber,
Ne varsa işitilen, görülen ve koklanan,
            Desin ki: “Seviştiler!”

(Çev: Yaşar Nabi Nayır) 

Arif Damar - Dayanılmaz

 Gözlerini ölüm bürüdü onların korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.

Günden güne daha cana yakın günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye her gün daha sağlam daha usta daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü eskisinden dar geliyor onlara eskisinden düşman.

Ne günün ilk ışığı ne balık sürülerinin ışıldaması suda ne güneşe uzanan dal ferahlık vermiyor içlerine. 

Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu korkulu rüyalarla uyanarak uykularından korkunç kararlar verdiler.

Karşı koymazsak eğer tehlikededir günlük ekmeğimiz bacamızın tütmesi tehlikededir evimiz, aşkımız, çocuğumuz pencerede saksı kitap sevgisi, insan sevgisi tehlikededir.

Gözlerini ölüm bürüdü onların uyumak, uyanmak tehlikededir, tehlikededir çiçek koklamak bardakta su, ateşte yemek bahçede güneş tehlikededir.

Tehlikededir gözbebeklerimiz Adana'nın pamuğunu yabancılar işliyor dokuma tezgahları tehlikededir. İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'un Samsun'un tütünü tehlikededir. Kapanıyor fabrikalar birer birer varımız yoğumuz tehlikededir. 

Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden boy atan başakların şarkısı devam eder topraktan güneşe avaz avaz. Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu her zaman galip, her zaman hür, dağlardan akan suyun sevinci her zaman genç, delikanlı kabına sığmaz...

Dayanılmaz çocuğunu emziren ananın şefkatine -yırtıcı, derin- hilelere, ölümlere karşı gelir memedeki çocuğun iştahı, kudreti sonsuz, dayanılmaz.

Ve sen gözbebeğim sen erkek sesinle "İşsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi." dersin milyonların içinden milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür, işkence görür, hapis yatar, sürgün edilirsin; sevilecek şeyler değilse de bunlar DAYANILIR... 
 
Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey çatlayan tohum, akan su, ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü, hayatı öven şiir, kardeşliği söyleyen şarkı, mücadele eden resim ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti harbe ve ölüme karşıdır DAYANILMAZ... 
1951, İstanbul
 

Türkülerin 100'ü: Ruhi Su

Adana Öksüzler Yurdu’nda 

10 yaşında bir kemancı

1912’de Van’da doğdu. Adı Mehmet’ti. Annesini babasını hiç bilmedi. Kendi anlatımıyla “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi”.Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktü. Çocuğu olmayan, fakir bir ailenin yanına verilir. Onları; amcası ve yengesi bilir, öyle çağırır.

Evdeki keçilerden, ineklerden, tavuklardan o sorumludur. İşe, çobanlıkla başlar. Yaşamındaki en önemli şey ise; söylediği türkülerdir!

Mehmet 6 yaşına geldiğinde, Adana İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilir. Bu işgalin ardından Adanalılar toplu olarak Toros Dağları’na kaçar. Bu göç, “kaç-kaç yılları” olarak anılır. Mehmet de amcası ve yengesiyle bu göçün içerisindedir tabii. “Kaç-kaç”ta Adana’da çok güzel türküler öğrenir.
Mehmet’in yaptığı hiçbir şeyden hoşnut olmayan yengesinden yediği dayak, Mehmet’in yaşamının dönüm noktası olur. Mehmet, o zamanki adıyla Dar-ül Eytam’a; öksüzler yurduna verilir. O günleri şöyle anlatır: “Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”

10 yaşından başlayarak yatılı okur. Müzik öğretmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman aldırıp Mehmet’i kemana başlatır. Dördüncü sınıfta kemana başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe de ilk adımını atar.
1925’te Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulmuştur. Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına; müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların, sınav sonucu müzik öğretmen okuluna yollanması için bir bildiri yollanır.
Adana Öksüzler Yurdu’ndan dördüncü sınıftan Mehmet ve beşinci sınıftan Şaban sınava girer. Mehmet sınavı kazanır. Okul müdürü Mehmet’i çağırarak “Sen bir sene daha bu okulda okuyabilirsin. Ama Şaban açıkta kalır. Bu yıl onu kazanmış gibi gösterelim. Sen nasılsa seneye yine sınava girersin” der. Mehmet kabul eder. Gerçekten bir sonraki yıl sınava giren Mehmet de, Suphi de sınavı kazanırlar.
Ancak, bu sefer de öksüz yurtlarına başka bir bildiri gelir: “Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek” denmektedir.
Mehmet çok üzülür, ama geçen yıl yerini Şaban’a verdiğine hiç pişman olmaz. Suphi ile birlikte, İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne giderler. İsimlerinden dolayı küçümsenirler. İsimlerini değiştirmeye, ya da ek bir isim almaya karar verirler. Artık, o Mehmet Ruhi’dir.
İstanbul Öksüzler Yurdu öğrencileri Ruhi’yi Ahmet Muhtar Bey’le tanıştırırlar. Akşam oldu mu kantinde ağabeyleri “Hadi Ruhi çal” derler ve Ruhi’ye keman çaldırırlar. O günlerden birinde içeri giren okul komutanı “Bu ne rezalet?” diyerek kemanı ayaklarının altına alır ve kırar.


TAMAMI   

Ruhi Su


Arthur Rimbaud - Çoklukta birlik

 
Bir tapınaktır doğa, sütunları canlı;
Anlaşılmaz sözler duyulur zaman zaman.
Sembol ormanları içinden geçer insan;
Tanıdık bakışlar süzer gibidir sizi.

Bir derin, bir karanlık birlik içinde,
Aydınlık kadar sonsuz, gece kadar geniş,
Uzaktan söyleşen uzun yankılar gibi,
Renkler, sesler, kokular karışır birbirine.

Kokular vardır çocuk tenlerinden taze;
Obua sesinden tatlı, çayır gibi yeşil;
Kokular da vardır azgın, zengin, gürül gürül.

İnsana sonsuz şeylerin tadını veren,
Misk, amber, aselbent, buhur gibi kokular,
Duyuları, düşünceyi alıp götüren.