15 Haziran 2021

İngiliz Edebiyatı Tarihi - Mina Urgan

 Kırk yıla yakın Ingiliz edebiyatı üzerine ders verdikten sonra,bu kitabı yazmayı bir görev bildim. Üniversitelerımizde Ingiliz dili ve edebiyatı okuyanların ve genellikle edebiyatla ilgilenenie­rin başvurabilecekleri, Ingiliz edebiyatı üzerine Türkçe yazılmış bir kitabın bulunmayışı, bu konuda çaba gösterınemi nerdeyse zorunlu kıldı.

Ingiliz edebiyatı tarihini on döneme ayırabiliriz. Gerçi bir edebiyat döneminin tam  hangi tarihte başladığını, tam  hangi ta­rihte sona erdiğini saptamanın yolu yoktur, ama kimi çağlarda edebiyat alanında belirli değişiklikler olduğu da yadsınamaz_ 1) Eskı Ingilizce dönemi sözlü edebiyatın yazılı edebiyata geçmesiyle birlikte aşağı yukarı VIL yüzyılda başlar ve  Ingiliz ta­rihinde bir dönüm noktası olan Narman istilasıyla (1066) XL yüzyılın ortalanna doğru biter. 2)  Orta Ingilizce dönemi, tümOrtaçağı kapsayarak XV_ yüzyıla kadar sürer. 3) Rönesans ya da Elizabeth çağı, 1558  ile  1603 arasında hüküm süren Kraliçe Eli­zabeth'ten adını alır. Elizabeth'in ölümü üzerine Iskoçya Kralı James tahta çıktığı ve James'in Latince adı Jacobus olduğu için, Elizabeth çağının son kırk yılına Jacobean çağ da denilir. Bu dö­nem, 1642'de Oliver Cromwell'in önderliğinde Puritan mezhe­bindekilerin iktidan ele alarak Commonwealth'i, yani Cumhuri­yeti kurmalarıyla sona erer. 4) Commonwealth dönemi, 1642 ile ı660 yılları arasındaki dönemi  kapsar. 5) Restorasyon dönemi,Cumhuriyetçilerin idam ettikleri Birinci Charles'ın oğlu Ikinci Charles'ın tahta oturmasıyla, yani monarşinin restorasyonuyla başlar ve  XVIII. yüzyılın başlangıcına kadar  sürer.  Demek ki XVII.yüzyıl Ingiliz edebiyatı aslında üçe ayrılır: Başlangıçtan1642'ye  kadar Elizabethan ve Jacoben çağları, ı642'den 1660'a kadar Commonwealth dönemi ve  ı660'tan yüzyılın  sonuna de­ğin de Restorasyon çağı.  6) Neo-Klasik Çağ, XVIII. yüzyılın baş­langıcından aşağı yukarı 1770 yıllarına değin sürer. Kraliçe An­ne  ı 702 ile ı 714 yılları arasında hüküm sürdüğü için, bu döne­min başlangıcına Kraliçe Anne Çağı da denilir. Roma Imparato­ru Augustus'un saltanatı sırasında Latin edebiyatının en ünlü ki­şileri yaşadığı ve  onları örnek alan Ingiliz şairleri ve  yazarları kendilerini Roma'nın klasik yazarları kadar önemli sayarak, "Au­gustan" sıfatını benimsediklerinden, bu dönemin başka  bir adı da  Augustan çağıdır. 7)  XVIII. yüzılın son otuz yılını kapsayan ve Romantik akımı hazırlayan Pre-Romantik Çağı, Romantizmle birlikte ele almak daha yerinde olur. 8) Romantik Çağ ı 798'deWordsworth ile Coleridge'in The Lyrical Ballads'ı yayınlamalany­la başlar ve XIX. yüzyılın nerdeyse ortalanna değin sürer. 9) Vic­toria çağı, adını gene bir kraliçeden alır. Kraliçe Victoria ı83 7'de tahta çıktığı ve  ı 90ı'de öldüğü için, bu dönem XX. yüzyılın baş­langcına kadar sürer. ı o) XX. yüzyıl edebiyatı, Ingliz edebiyatı­nı uzmanlık dalı olarak seçmeyen, ama genellikle edebiyat me­raklısı olan okuyucuların belki en çok ilgi duyacakları dönem­dir. Ne var ki, değerlerin gerçek anlamda yerleşmediği, hangi ya­zarın ya da  şairin yaşayacağı,  hangilerinin unurulup gideceği belli olmadığından, 1900 yılından önce dağınayı  bir ön koşul olarak benimseyerek, yaşayacağına ancak gerçekten inandığımız yazarları ele almakla yelinmek niyetindeyim.

Başlangıcından günümüze dek Ingiliz edebiyatı tarihini ince­leyecek olan bu  dizinin birinci cildi, Eski Ingilizceden başlaya­rak Restorasyona, yani 1660 yılına değin gelecek.Şiir, düzyazı, tiyatro gibi edebiyat türlerini çağına özgü bir bütünlük içinde ele almayı amaçladığımdan, değişik türlerde eser  vermiş olanyazarlar açısından  bazı tekrarlar kaçınılmaz  ol­du. Yaşadıklan çağları aşan Langland, Chaucer, Shakespeare  ve Milton gibi büyük yazarlan ise,  ayrı bölümlerde incelerneyi yeğ­ledim. !ngilizce alıntı lan, 'Türkçesini güzel söylemek" kaygısıyla de­ğil, aslına en yakın ve en yalın karşılığını vererek, özgün metnin açık seçik anlaşılması amacıyla Türkçe'ye çevirdim.

Shakespeare ve Hamlet adlı kitabını yayınladığım sırada oldu­ğu gibi, bu kitabın yayma hazırlanması sırasında da  yardımını benden esirgemeyen eski öğrencim Nilgün Himmetoğlu'yla Oya Çakır'a ayrıca teşekkür ederim. Mina Urgan

 * * *

MÎNA URGAN… Profesör. İngiliz edebiyatı denilince Türkiye’de akla ilk gelen isim. Zeki, cesur, özgür, aydın, espritüel, dobra, barışçı, ufak tefek sosyalist bir kadın.

MUSTAFA KEMAL’le vals yaptı… EDİP CANSEVER’le balığa çıktı… HALİDE EDİP’e asistanlık yaptı… SAİT FAİK’le rakı içti… ABİDİN DİNO’yla sabahlara kadar sohbet etti, BERNA MORAN’la oyunlar oynadı oyunlar, VEDAT GÜNYOL’la sıkı dost oldu, AYDIN BOYSAN’la hatıralar biriktirdi…

Vefatının 18. yıldönümünde Mîna Urgan’ı, kızı, değerli tiyatro sanatçısı ZEYNEP IRGAT anlattı.

ÖMÜR UZEL

Annem, Cumhuriyet döneminin ilk gerçek entelektüellerindendi. Çok çalışkandı. Çok şakacıydı. Çok iyimserdi.

“BABA” FALİH RIFKI ATAY

Kültüre, okumaya, yazmaya çok önem veren bir ailede büyümüş annem. Varlıklı, burjuva bir Osmanlı ailesi. Dedem Tahsin Nahit de yazardı fakat dedem, annem üç yaşındayken vefat ediyor. Sonra anneannem Falih Rıfkı Atay’la evleniyor ve Falih Rıfkı Atay, anneme “babalık” yapıyor. Çok severlerdi birbirlerini. Ben küçüklüğümde görmüştüm Falih Rıfkı Bey’i.

BÜYÜKANNE ŞEFİKA

Anneannem Şefika zarif, zeki, alımlı, çok hoş bir kadındı. Beni o büyüttü. Çok iyi derecede Fransızca ve Rumca bilirdi. Mahallede Rumlar onun Müslüman olduğuna inanmazmış. O kadar iyi Rumca konuşurdu ki... Halbuki dinî vecibelerini de yerine getiren iyi bir Müslümandı. Annemin ateist olduğunu bildiği halde ona hiç baskı yapmamış.

“GÜLE GÜLE!”

İlginçtir, annemin hiçbir zaman öğrenemediği, hatta kendi torununa da yanlış öğrettiği bir konu var. “Allahaısmarladık ile güle güle” arasındaki farkı annem hiç öğrenemedi! Kapıdan çıkarken “Ben fakülteye işe gidiyorum. Güle güle anneciğim” derdi anneanneme!

NACİP FAZIL’IN SOYADI ÖNERİSİ

Annem, içinde U sesi olan bir soyadı istiyormuş. Necip Fazıl Kısakürek de anneme “Sen solcusun, sivri fikirlerin var. Nasılsa seni bir gün asacaklar. Onun için soyadın ‘Urgan’ olsun” demiş. Annem de, bildiğiniz gibi, almış bu soyadını.

“KIZIM KEDİYLE SOHBETİ KES”

İçerideki odada meşhur kitabı İngiliz Edebiyatı Tarihi’ni yazdı annem. Thomas More, Shakspeare, Virginia Woolf, D.H. Lawrence üstüne yaptığı incelemeler de çok önemli eserler kabul edilir. Çalışma odasından bana sürekli söylenirdi: “Kızım, kediyle sohbeti kes. Çalışıyorum burada, aklım karışıyor.”

“SEVGİLİM” THOMAS MORE

Bakın, Shakespeare’e demezdi ama Thomas More’a (1478-1535) “sevgilim” derdi annem. “16. yüzyılın başlarında bir ermiş” diye yazmış. Çok beğendiği bir yazardı Thomas More. Tüm kitapları önemlidir annemin ama “Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More” adlı çalışmasının yeri ayrıdır. Çünkü özgürlük ve barışı öneriyor, tam da annemin seveceği gibi.

MUSTAFA KEMAL’LE VALS

Mustafa Kemal’in katıldığı çok özel bir davet var. Anneannem de davetli. Tabii anneannem süslenip, püslenip o davete gidiyor. Annem “Ben de gideceğim Mustafa Kemal’i göreceğim!” diyor ama nafile. Anneannem evden çıkar çıkmaz annem de süslenip, evden kaçmış. Davetin verildiği mekânı bulmuş ve Mustafa Kemal’in karşısına dikilmiş. Öylece bakakalmış, hiç konuşmadan. Annem bakarken, Mustafa Kemal elini uzatmış ve onu dansa davet etmiş. Vals yapmışlar. Anneannem şaşakalmış tabii, annemi Atatürk’le dans ederken görünce.

Bu hatırayı annem hep keyifle, güzel anlatırdı.

EDİP CANSEVER’LE BALIĞA GİDERDİK

Bize en sık gelen dostlarından biriydi Edip Cansever. Bir motoru vardı Edip Amcanın. Annemi ve beni alırdı, balığa giderdik üçümüz. Ben motorun en ucuna uzanırdım. “Denizkızı Eftalya” derdi bana Edip Amca. Motordan inip, midye toplardık birlikte. Onları tenekelerin üstünde pişirirdik. Çok severdim Edip Cansever’i. Daha birçok ünlü yazar gelip giderdi eve. Melih Cevdet, Oktay Rıfat, Sait Faik, Vedat Günyol... Uzun masalar kurulurdu. Nail Çakırhan, Sait Faik ve annem kırlarda buluşur, yemekler yerlerdi. Vedat Günyol ve Aydın Boysan annemin pek kıymetlisiydi.

HALİDE EDİP’İN GOFRETLERİ

Annem Halide Edip’in asistanlığını yapmıştı fakültede. Kuvvetli bir karakterdi Halide Edip. Birbirlerini çok severlerdi. Aksaray’da oturuyordu. Biz annemle o eve giderdik. Çikolatalı gofretler yeni çıkmıştı o zamanlar. Halide Hanım, o gofretlerden alırdı bana. Aksaray’daki o evi, Halide Edip’i ve çikolatalı gofretleri çok iyi hatırlıyorum. Hafızamda böyle tatlı bir anı bırakmıştır o gofretlerle Halide Hanım.


İKİ CİDDİ PROFESÖRÜN OYUNLARI

Biri Profesör Berna Moran, diğeri Profesör Mîna Urgan. Bakmayın isimlerinin önündeki “Profesör” unvanına. Bu unvan, onların çocukluğundan hiçbir şey kaybettirmedi. Eğlenmeye, gülmeye, mizaha bayılırlardı. Bir tekne gezisinde Berna Amca, dansöz kılığına girmiş, annem de Arap şeyhi olmuş! Berna Amcaya taktıkları sutyene para bile kıstırmışlar. Fotoğrafları var! Elini de Berna Amcanın omzuna atmış. Bunları yapanlar gayet ciddi insanlar! Akademisyenlerdi ve eğlenmeyi de çok iyi bilirlerdi.

“ANNE, KİTABIN MARKETTE SATILIYOR!”

“Benim gibi bir dinozorun hayatını kim okuyacak ki?” dediği Bir Dinozorun Anıları adlı kitabının çok satmasına epey şaşırdı. Hiç beklemiyordu. Bir gün eve gelip “Anne kitabın markette satılıyor” dedim. Şok geçirdi!

“Zeynep, acaba yanlış bir şey mi yaptım da bu kadar sattı bu kitap?” demişti.

MİNA URGAN-CAHİT IRGAT AŞKI

Annemle babam birbirlerine çok âşıktı. Babam Cahit Irgat, iyi bir tiyatro ve sinema sanatçısıydı. Birlikte çok sık tiyatroya giderlerdi. Boşandılar ama birbirleri hakkında daima müspet konuşurlardı. Babamı ziyarete giderdim annemi yüceltir, anneme giderim babamı yüceltir. Olgun insanlardı. Abim Mustafa’ya ve bana sevmeyi güzel öğrettiler.

KEDİLER DUYMASIN

Kedimiz hasta olduğunda, ilacını köftenin içine koyup verirdim. Annem “Aman Zeynep, köftelerin içine iyi sakla ilacı” derdi ama bunu Fransızca söylerdi. Kedi anlamasın diye!

MAYOYLA KAYAK YAPAN KIZLAR

Kız arkadaş grubu vardı annemin. Mayo giyip Uludağ’da kayak yaparlarmış. Hatta Uludağ’da çekilmiş bir mayolu fotoğrafları kartpostal yapılmış.

Önce kurşun kalemle yazar, sonra temize çeker, en son daktiloyla yazardı. Üç aşamada yazardı yani. Daktilosu da hâlâ duruyor. Daktiloya her dokunuşumda, ona dokunuyormuşum gibi hissederim.

Batı'nın Deli Gömleği - Attila İlhan

 Batı'nın Deli Gömleği 

 

Aslında bu, bir geminin 'seyir defteri'ni incelemek gibi bir şey! Bu geminin adı, Türkiye! 70'li yıllar boyunca bir iki kere 'kaptan' değiştirse de, rotası hemen hemen aynı kaldı. Hele içinde 'seyrettiği' atmosfer hiç değişmedi: Barometre, sürekli düşüktü, fırtına gösteriyordu; 'dost' bellenmiş limanlardan verilen meteoroloji raporları güven verici değildi hiç, saplantı denebilecek bir inatla 'rota'nın istedikleri doğrultuya döndürülmesinde ısrar ediyorlar, aralıksız 'batacaksınız' diyorlardı. Ben, geminin bir yolcusu olarak, sırası düştükçe hem kaptanın tutturduğu doğrultu, hem 'dost' bellediğimiz limanların ?uyarıları', hem de geçmiş yolculuklarda yaşanmış deneyimlerin sonuçları üzerine, defterime bir şeyler karaladım durdum. Okuyacaklarınız, bunlardır. 

 

 * * *

 

Attilâ İLHAN'ı Anarken: Batının Deli Gömleği'nde Türkiye

Türkiye uzun bir zamandır, Mustafa Kemal’in ölümünden beri Batının kültür politikasını, ekonomik sultasını, savunma şemsiyesini üzerine DELİ GÖMLEĞİ giyer gibi giymiştir..

‘DELİ GÖMLEĞİ’ Attila ağabey’in duruma koyduğu teşhisdir. Şöyle demişti:

    ‘Türkiyenin kuruluş felsefesi ve ilkelerine ters düşen bir dış politika ve savunma ortaklığı içinde çırpındığı açıkça görülüyor. Aynen deli gömleği giydirilmiş, akıllı bir adamın, çırpınışı gibi!’.

Sistem ve ‘Eksen’!

Bu çırpınış .. yıldır sürüyor. Türkiye, iki birbirine tamamen zıt politikayı uzlaştırabileceğini sanıyor. Bugün bazı yazar çizer esnafının, ‘Eksenden kaydık mı kaymadık mı’ gibi sığ tartışmalarına 97 de şu vevabı vermişti:

    ‘Türkiye, ulusal çıkarlarını savunmakla, Batıya yani SİSTEM’e ‘entegre’ olmayı uzlaştırabileceğini sandı! Sizce hem Washington’a bakıp ‘hizaya gelmek’, hem de Avrasya’da nüfuz sahibi, ‘BAĞIMSIZ bir güç olmak mümkün mü?’

Attila ağabey bugün hayatta olsa, gırtlağına kadar SİSTEM’e batanların ‘eksen’lerini irdelerdi..

‘Batının Deli Gömleği’ içinde çırpınan Türkiye özellikle bugünlerde değil ‘eksenden kaymak’, emperyalizmin Türkiye’yi konuşlandırdığı eksenin tam ortasındadır.

Sistemle pek içli dışlı yazar çizerler son tartışmalara gülüp geçiyor ve son gelişmeleri, şimdiye kadar , ‘tek eksende yapılan siyasetin birkaç eksen üzerinde geliştirildiği’ şeklinde yorumluyorlar..

Larrabee, bu hükümetin ‘Ortadoğu’daki rolünü kabul ettirmeyi’ başardığının da altını çizmiş.

Bu ROL, Arap dünyasında bir Erdoğan rüzgarı estirmeyi gerektiriyordu. Bu rüzgar Arap halklarının saçlarını dalgalandıracaktı. Kimdir bu Arap halkları. Suriyeli, Ürdünlü, Lübnanlılar. Büyük çoğunluğu Filistinlilerden oluşan ve İngiliz yapması sınırlarla birbirinden ayrılmış ülkelerde yaşayanlar.. Onların kalbinin yarısının Filistinde attığı biliniyor. Onlar açlık ve sefalet içinde en küçük bir esintiye hasret, yaratılan rüzgarlarla oyalanırken, Arap kralları, Şeyhleri, Amerikanın yüzyıllık Ortadoğu hayalleri için taşları yerine koymaya başlıyorlar.

Manşeti gördünüz:

    ‘Ortadoğu Birliği kuruldu!

    ‘ Türkiye- Suriye- Ürdün- Lübnan Türk Arap İşbirliği Forumu için toplandılar. Avrupa Birliğinin 1951 de temelinin atıldığı oluşuma benzer bir oluşuma imza attılar!’


Bu Türkiye’nin EKSEN’e tam olarak oturduğunun kanıtı.

Mehmet Akif şiirleri, ‘Türk Arapsız Yasayamaz!’ teranesi, ‘eksen’in kenar süsleri...

Zamanı geldi. Küresel çete ‘Ortadoğu Federasyonu’nu kuruyor.

Tek Dünya devleti ve Ortadoğu Federasyonu

Onlar bunu 2. Dünya savaşının bitiminde projelendirmişlerdi. Emperyalizm, el uzatmadık yer bırakmayacaktı.. Tek kutup olacak, tek dilli, tek kültürlü, tek bir merkezden yönetilen bir dünya devletini kotarılacaktı.

Cengiz Özakıncı ABD’yi yöneten güçlerin 1946’dan beri ‘tek dünya devleti’ne giden yolda Ortadoğu Federasyonu’nunu dillendirdiklerini belgeliyor. (Türkiyenin Siyasi intiharı- Yeni Osmanlı Tuzağı)

    ‘…Bir Ortadoğu Federasyonu yalnızca SSCB’yi yıkmak için değil, aynı zamanda tek dünya devleti kurulması için de gerekliydi… William Bullitt 1946’da ortaya koyduğu stratejiyi anımsamak gerekiyor. Şöyle diyordu:

    ‘..… Avrupa federasyonu, Ortadoğu federasyonu, Asya Federasyonu vb gibi bölgesel birlik ve birleşmeler kurma yolu BM anayasasına aykırı değildir: Beklediğimiz tarihi an gelince (Rusya komünizmden uzaklaşınca), bu iğreti adım, yerini dünya Federasyonu girişimine bırakabilir. Ulusal egemenlik sorunları bütün insanlığın yaşamıyla ilgili bu büyük dava içinde erir gider. Dünya hükümetini kurmak ve onu en yeni ve gelişmiş silahlarla bir otorite konumuna getirmek baş davamız olur. Ulusların yazgısı, insanlığın hakları hep bu otoriteye bağlanır.’

Türkiye’de General Cafer Tayyar Eğilmez, bu görüşü, 1951 yılında seslendirmiştir. ‘NATO’nun Türkiye’ye verdiği görevin, Ortadoğu İslam Federasyonu’nu kurmak’ olduğunu şu sözlerle açıklamıştır:

‘NATO’ya alınmamızın asıl amacı Ortadoğu cephesinin kurulmasıdır..Bütün bir Türk ve İslam camiasının federasyon biçiminde birleştirilmesidir..’


Bu görüş, Türkiye NATO’ya girdiği günden beri tartışılan ve İsrail’den Avrupa Birliğine kadar geniş bir yelpazede dillendirilen bir görüştür.

Küresel güçler , hedefe doğru yürürken çeşitli merhaleler saptamışlardır..

Önce Ortadoğu’daki ülkelerin yöneticileri Washington’a bağlanmışlardır.

Küresel şirketlerin örümcek ağları içinde kanları emilmiştir.

Açlık ve yoksulluk içinde kıvranan halklar, etnik ve dini kaosun içine atılmışlardır.

Ulus devletin modasının geçtiği ve federalizmin çağdaşlığı fikri işlenmiştir.

Ve son aşamada ‘yeniden Osmanlıcılık’devreye sokulmuştur.

Attila ağabeyi anarken sözün buralara gelmemesi imkansızdı. Attila İlhan, yaşamını, Türkiye’yi Türkiye yapanlar, ve onu tanınmaz hale getirenleri anlatmaya belgelemeye adamıştı. Türkiye’nin onlarca yıldır emperyalizmin rotasına oturtulmaya uğraşıldığını ama her seferinde hedefe ulaşılamadığını anlatırdı. 

Türkiye’nin zorlu yolunu ve yolcularını ve ardındaki büyük oyunu en açık anlatan yazarlardan biriydi. ‘Bu ülkeyi hep aydınlar batırmış, halk kurtarmıştır!’ derdi.. Bir 15 Haziran’da daha onu anarken özellikle Batının Deli Gömleği ve Hangi Küreselleşme’yi bugünlerde okuyun derim. . İşin ekonomik , siyasi ve kültürel boyutunu mükemmel örneklerle ortaya koymuştur.

Teşekkür ederiz Attila ağabey, Ruhun Şad Olsun! Hakkını ancak senin kadar çok çalışarak ödeyebileceğiz. 

Banu Avar, 15 Haziran 2010

Bir Uzun Yol - Fakir Baykurt

 

 

 

 

Ne çalışmanın köleliği, ne işsizlik cehennemi
Ne beylik ne paşalık, bir büyük sofrada kurulmuş insanların kardeşliği
Tokluğa özgürlüğe içeceğiz şaraplarımızı akşamında
Yüzyıllardan binyıllardan, nice yiğit canların kurban gittiği bu büyük yol uzaklardan çok uzaklardan geliyor...