15 Ekim 2016

Murathan Mungan "Uçan kuşlar konsun senin göğüne."

Metin Altıok...Soluğuma bir küçük kuş tünemiş. Seninse gölgen yıldız dolu gökyüzünden biçilmiş.

Ülkü Tamer...Çok canım sıkılıyor. 
Kuş vuralım istersen?

İlhan Berk...Kuşlarını alıp gidiyor gök.

Can Yücel...Bu dünya, yoruldumu kuşlar konsun diyedir.

Behçet Necatigil...Seni her özlediğimde bir tanem  Kuşlara bakıyorum.

Süreyya Berfe...Seni hep gökyüzünün önünde düşünüyorum.

Cahit Zarifoğlu...Ve kuşlarda kaderle uçar.

Ahmet Telli...Gider kim sular fesleğenleri?
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca?

Sylvia Plath...Bir fırtına kuşunu sevmeliydim, seveceğime seni.

Franz Kafka...Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.

Sait Faik Abasıyanık...Seneler var ki, kuşlar gelmiyor.

Murathan Mungan...Uçan kuşlar konsun senin göğüne.

Halil Cibran...Bir kuş uyandı, derinliklerinde kalbimin.

Turgut Uyar...Kuş yemi kadar yalnızdı.
Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm. 
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.

Hilmi Yavuz...Kuşlarımı koymak için, bir gök resmi bulamadım.

Furuğ Ferruhzad...Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.

Edip Cansever...Bir kadın değilsin, bir kişi bile değilsin.
Bir kuş olsa mavilik derdi buna.
Kuş sürülerinden oluşmuş bir duvar 
Hangi kuşu çeksem ölüyor avucumda.
Kuş olsun, insan olsun. 
Yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı.

Şükrü Erbaş...Bir durgun sudayız, konuşsak da  
Kuş uçmuyor içimizdeki ormandan.
Ben ona dedim ki, bütün kuşlar tünedi. 
Göğsümdeki tek kanatsın.
Bir kıyısız zamana kanat vuruyor. 
Üzerimde uçan bütün kuşlar.

Cemal Süreya...Kuşlar toplanmış göçüyorlar 
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Kuşlar gibi cıvıldar, tattırdığın acılar.
Hayat kısa, kuşlar uçuyor...

Didem Madak...Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin. 
Bir bakardım eğilmiş su içiyor gamzelerinden kuşlar.
Keşke susmanın muhabbet kuşu olsaydım.

Haydar Ergülen...Bir kuş kadar olamadım, iki kanat bulamadım.
Yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime.

Nilgün Marmara...Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.

Umut

PERS Sultanı iki adamı ölüme mahkûm etmiş. Sultanın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkûmlardan biri hayatını bağışlarsa, bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş. Diğer mahkûm hayretle arkadaşına bakmış ve; “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya?” demiş “Pek değil” demiş birinci mahkûm.“Kendime dört özgürlük şansı veriyorum; Birincisi: Sultan bu yıl ölebilir. İkincisi: Ben ölebilirim. Üçüncüsü: At ölebilir.  Dördüncüsü...Belki ata uçmayı öğretebilirim.”


Platon " İyi insanların doğru davranması için yasaya lüzum yoktur. Kötü insanlar ise yasayı çiğnemenin bir yolunu zaten bulur."

 Doğru bir adam doğruluk bakımından doğru bir devletten ayrı olmayacak, onun benzeri olacaktır.

Bir şey iyi başlarsa zamanla iyiye, kötü başlarsa zamanla daha kötüye gider. Her şey sonunda kendinin son gücüne varır.

Eğriliğin öyle bir gücü var ki nerede olursa olsun bir şehirde, bir ailede, bir orduda ya da başka herhangi bir toplulukta kendini gösterir. İnsanları iş göremez hale sokar.

Bir insanın tek bir işi olunca iyi yapar onu, işler çoğalınca hiç birini ün sağlayacak kadar iyi yapamaz.

Toplumu yapan, insanın tek başına kendi kendine yetmemesi, başkalarını gereksemesidir.
 
 Sizler, eğriliğin doğruluktan üstün olduğunu bu kadar yaman savunabildikten sonra yine de kanmıyorsunuz buna! Gerçekten de tanrısal bir şeyler olacak sizde.
 
Savaş, teklerin hayatında olduğu gibi toplumun hayatında da kötülüklerin kaynağı olan şeyden, başkalarından çok mal edinmek hırsından doğuyor.
 
Değerli insan kendine yeter; tek başına yaşamanın tadına varabilir. Herkesten daha az arar başkalarını.
 
Doğruluk varsa, bir tek insanda olduğu kadar bütün insan topluluğunda da vardır değil mi?

Bir devleti akıllı yapan şey ne ise, insanı akıllı yapan şey de odur.

Kendinin kölesi olan, kendinin efendisi de demektir.

İçimizdeki yanlardan her biri kendi işini gördüğü vakit biz de kendi ödevini yapan doğru kişiler oluruz.

Fakir Baykurt "Sevgili torunlarım, torunlarımın torunları"

Sevgili Torunlarım,
Torunlarımın Torunları

Ben 20. yüzyılda yaşayan bir Türk yazarıyım. Şimdi 66 yaşındayım. Hayatım boyunca hem öğretmenlik yaptım, hem de kitaplar yazdım. Türkiye’de ve Almanya’da çalıştım. Bunun için iki vatanım var. Fakat ben aslında bir dünya vatandaşıyım. Belki sizler benim adımı artık tanımayacaksınız, fakat ben bu mektubun sizlere ulaşacağına inanıyorum.
Bizim asrımız olan 20. yüzyılda birçok güzel şeyler var. Bilim ve teknik hızla geliştirildi. Hem de tehlikeli olacak kadar geliştirildi. Kısaca söylersem, yüzyılımızda kötü sayfalar iyi sayfalardan çoktur. Irkçılık, dışlama, dinsel fanatizm, milliyetçilik ve bizleri çok yoksul bırakan zenginlerin kar hırsı.
Hepsinden de kötüsü savaştır. Çok daha acısı politikacıların ve dini önderlerin savaşı kutsal ilan etmeleridir. Benim görüşüme göre, hayatta tek kutsal şey barıştır. Hiçbir şey savaştan daha kötü ve aptalca olamaz. Bu nedenle, siz geleceğin torunlarına savaş üzerine bir şiir bırakıyorum.

Sizlere barış ve mutluluklar dilerim.

Sizin 
Fakir Baykurt
NEDİR SAVAŞ?
En ucuz tüfekle yoksul eve bir banyo
Bir topla oyun yeri mahalle çocuklarına
Bir tankla on derslikli iki okul
Bir uçakla yedi köye bir hastane
İki denizaltıyla üç ırmak çöle ulaşır
Bir roketle koca şehir kurulur
Bir taburun postallarıyla çocuklar
Kızamıktan kurtulur
Beş yıl birikse bir kolordunun parası
Kansere ilaç bulunur
Ölenlere dikilen anıtlar da para
Kalanlara nişanlar kolay mı takılır
Bir ordunun bütçesiyle on il bağlık bahçelik olur
Düşün, ne yer, kaça semirir bir general
Bırak atom savaşlarını bir an
İki komşu arasında sıradan bir savaşı düşün
Kimileri yıllar yılı bitmiyor
Atılan bombalar, harcanan mermiler
Alınteri vergilerden
Yakılıp yıkılmış bir şehir
Kolay mı yapılır yeniden
Evlerin asansörü merdiveni penceresi
Bir düşün serin kanla lütfen
Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler
Bir düşün serin kanla, yada sor bir uzmana
Yanıtla şu küçük soruyu rica ederim
Aptallık değil de nedir
Nedir savaş?
(1987)

Attilâ İlhan’ın anısına Kaan Çağlayangöl

Attila İlhan’ı keşfedişim 18 yaşıma rastlıyor. O zaman TRT 2’de yayınlanan Attilâ İlhan’la Zaman İçinde Bir Yolculuk programını devamlı izliyordum. Şiir kitaplarıyla başlayarak kitaplarını okumaya başladım Attilâ İlhan’ın siyasi yazıları çok etkileyiciydi ve değişikti. Onun gibi tespitler yapan başka hiçbir yazar yoktu bence, hala da yok. Attila İlhan tam anlamıyla bir sanatçıydı, edebiyat, siyaset, müzik ve senaryo alanlarında çok başarılı çalışmalara imza attı. O tam bir Türk aydınıydı. Attilâ İlhan’ın benim için bir ayrı yeri ise Karşıyaka’da yaşamış olmasıdır. İzmir doğumlu olması ve Karşıyaka’da oturması beni çok etkilemiştir. Onun yürüdüğü yollarda yürümek eski evinin önünden geçmek beni her zaman cezbetmiştir. Attilâ İlhan’la 2004 yılında TÜYAP kitap fuarında tanıştım ve kendisiyle sohbet etme imkanım oldu. Son derece dinç ve çok zeki cevaplarla yanıtladı sorularımı. Aynı yıl telefonla görüşmelerimiz başladı ve benim müzik yazılarım üzerine konuşmaya başladık. Ona projelerimden bahsettim ve bir yazar adayı olduğumu anlattım. Bana seve seve yardımcı olabileceğini söyledi ve her soruma içtenlikle cevap verdi. Hatta konuşmalarının arasında ‘İki gözüm’ dedi birkaç kez bana. Daha sonra öğrendim ki keyiflendiği zaman böyle dermiş. Ne mutlu bana…

Bu yıl İzmir Enternasyonal Fuarı’nda konuştuk ve “Bu sohbetimizi röportaj olarak kullanabilir miyim” diye sorduğumda “Tabii ki” demişti. Sorularım yarım kalmıştı ve mail olarak attım diğer kısmını, fakat cevap gelmedi. Bir ay sonra ise Attilâ İlhan’ın ölüm haberiyle yıkıldım. An geldi Attila İlhan öldü ve ardında büyük bir okur kitlesi bıraktı. O Attilâ İlhan ki 1949 yılında bir avuç gençle Paris’in yollarını tutmuştu Nazım Hikmet’i kurtarmak için. Kendine göre bir sosyalizm anlayışı vardı ve onu Türkiye’ye nasıl uygulayabiliriz diye yıllarca kafa yordu. Ulusal kültürümüze çok önem verirdi ve toplumcu olmayan sanatçıları her zaman eleştirirdi. Kendisine Barış Manço hakkında bir kitap hazırlıyorum dediğimde çok sevindi ve “Barış halkla direk iletişim kuran bir adamdı” dedi bana. O her sanatçının insanlarla olan iletişimine bakıyordu. Müzik anlamında da Türkiye’ye hizmetleri oldu. Nur Yoldaş’ın seslendirdiği Sultan-ı Yegah şarkısı o yıllarda çok popüler oldu. Ergüder Yoldaş’ın bestelediği şarkının yankıları uzun süre devam etti. Nur Yoldaş’ın bir sonraki albümüne de şarkı verdi. Timur Selçuk’un bestelediği Karantinalı Despina’da sıradışı sözleriyle dikkat çekti.

İşte gerçek bir sanatçı gitti aramızdan. Benim yazarlık yapma fikrimin kafamda oluşmasını ve büyümesini sağlayan birkaç isimden biriydi Attilâ İlhan. Benim defalarca telefon açmam onu hiçbir zaman sıkmadı ve bıktırmadı. Ben genç bir yazar olarak ondan yardım istedim, O da karşılıksız cevapladı sorularımı. İzmir-Paris-İstanbul üçgeninde bir yazar üstelik Karşıyakalı. Hapislerde de yatmış Paris’in cafelerinde yazılarını da yazmış, acaba Türkiye’de yaşadığı o sıkıntılı yıllarda O’na “Devlet televizyonunda program yapacaksın” deselerdi ne cevap verirdi bilmiyorum ama böyle değişik bir durumda geldi başına. Attilâ İlhan’ın vefat ettiği gün Nobel Edebiyat Ödülü kime verilsin tartışması yaşanıyordu, Türkiye’den de bir aday vardı. Sanırım Attila İlhan en iyi cevabı vefatıyla da bazı çevrelere verdi. Unutulmamalı ki o hiçbir zaman yabancı bir devlet başkanının ağzına zorla sıkıştırılmış bir cümlede yer almadı. Her zaman halka yakın kimliğiyle bizden biri oldu. Bir siyasi partinin sözcüsü de olmadı. Zaten bazı çevrelerin ölüm haberinden sonra taziyelerini belirtmemesi kasıtlı olarak yapıldı. Beni üzen diğer bir olay ise büyük bir gazetenin bir yazarının Attilâ İlhan’ın vefatından sonra sağlığında onun yüzüne söyleyemediklerini çok çirkin bir tavırla köşesinde yazmasıdır. Ayrıca yazdıkları ipe sapa gelmez şeylerdi. Sanatçı kaprisleri, halktan uzak şımarık tipler ve zar zor birkaç kitap yazmış yazarlar O’nun sevmediği şeylerdi. Toplumcu olmak ayrı bir şeydir. Maalesef günümüzde aydınların bir kısmı halktan uzak yaşıyorlar. Attila İlhan toplumcu olmayan aydınlara tarihten çok güzel bir örnek veriyordu, diyordu ki; “Zaten 200 yıldır Türkiye’yi aydınlar batırıyor halk kurtarmıyor mu?”

O her kesime kendini kabul ettirmiş vatansever bir aydın olarak yaşadı ve öldü. Attilâ İlhan’ı anlamak isteyenler onun kitaplarını anlayarak okumalılar.

Nur içinde yat Attilâ İlhan. Sen bu ülkenin yetiştirdiği en önemli insanlardan birisin. Nazım Hikmet gibi, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi, İlhan Selçuk gibi bu ülkenin yetiştirdiği en önemli aydınlardan birisin. Ne demiştin son yazında “PAROLA; VATAN-İŞARETİ; NAMUS aksi takdirde sen yoksun hiçbirimiz yokuz.”

 Kaan Çağlayangöl

Azra Kohen - Pi - Akilah

 
Şimdi itiraf zamanı!
İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum.
Adlarını Fi ve Çi koydum.
Can Manay’ın Duru’ya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola,
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz’le anlatmaya çalıştım sana…
Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim.
Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim. Çünkü Pi’deydi asıl anlatmak istediklerim.
Çaresizdim. Vazgeçemezdim.
Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim.
Seninle nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.
Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam edelim.
Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan ayrılmayınca kazanıldığını
Özge anlatsın sana,
Yaptığımız her şeyin evrende dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini
Can’dan dinle,
Analiz edebildiğimiz kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz olduğumuzu
Bilge’de gör,
Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin acısını
Duru’yla anla,
Ve Deniz’in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla… Gel benimle. Yolumuz uzun değil,
Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ’e.
π
Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.
 👇
 
Akılla, mantıkla desteklenmeyen her inanç, ne kadar köklü ve samimi olursa olsun, biata dönüşürdü. Biatın olduğu yerden sadece lanet doğardı. İnsan sorgulasın, sorgularken gelişsin diye yaratılmıştı, bu yüzden biat insanın doğasına tamamen aykırıydı.
 *
 Suya ihtiyaç duyan bir beden su yerine sürekli gazoz içip nasıl sonunda hasta olursa imana ihtiyaç duyan bir ruh da sorgulamazsa düşünmeden anlamadan sadece biat ederse sonunda hasta olur çünkü insan biat etmek için değil anlamak için yaratılmıştır. Sorgulamamak yaradılışımıza aykırıdır. Eğer sizin inancınız bir diğerinin var olmaması gerektiğini size söylüyorsa ve siz bunu bir Müslüman olarak kabul ediyorsanız dünyanın en büyük günahını işliyorsunuz. Sorgulamamak İslâm a hakarettir.
*
en yanlışı anlamadan en doğruya ulaşamazsın. Ama biz yanlış yapmaktan korkuttuğumuz nesiller yetiştirdik. Korkaklık içinde kendini geç kalmış hissedip hareketsizleşen, vazgeçmiş nesillere dönüştüler.
*
Her can hayata saygı duyduğu kadar değerlidir.
*
Hayat yasaklarla değil ancak anlayışlarla kontrol altına alınabilirdi!
*
Hiç bir zaman düşüncede hazıra konma Bilge! Başkasının oluşturduğu düşünceyi onaylamak için değil, kendimizinkini oluşturmak için buradayız. Anlatılanla değil yaşadıklarınla, araştırdıklarınla anla hayatı.
 * 
Kapasiten arttıkça, her şeyin gelişir, çünkü yönetilen değil üreten olursun. Üreteni yönetemezler.
*
Kişi kendi ağırlığını, asla başkasına bırakmadığı için kişiydi, bırakırsa kişiliksizdi.
*
Bugün Müslüman dünyası dediğimiz topluluğun büyük bir kısmı, bu ilk mertebede, yani kurallar kısmında takılı kalmıştır. Fazla sorgulamadan, soru sormayı saygısızlık sayıp biat ederek İslam'ı yaşadıklarını sanırlar ama İslam insandan düşünmesini bekler. Düşünmesini, sorgulamasını, anlamasını. Çünkü özü o kadar sağlamdır ki, İslam'ı ne kadar sorgularsan o kadar seversin, anlarsın aslında.
*
Mutluluk paylaşılınca nasıl çoğalıyorsa, acı da paylaşılınca azalıyordu. Paylaşmak, paylaşabilmek, insanoğlunun tek temel huzuruydu.
*
Yaradan'ın adaletini fark edemeyecek kadar zavallısın! * Denge Yaradan, dengesizlikse şeytan.

*
 Uygulama ölçüsünün akıl değil para olduğu akılsız fikirlerin dünyasındasınız! Uyanmak zorundasınız!
*
Sürüler diğerlerini takip eder, bireylerse kimse olmasa da, tek başlarına olsalar da yapılması gerekeni yaparlar!
*
Bir şey sizi rahatsız ediyorsa şöyle düşünün: Belki de siz onu değiştirmek için geldiniz dünyaya. Çünkü rahatsız olmanızda bile bir bildiği var hayatın.
*
Bir hayvan vardı içimizde, her an kontrolden çıkmak için fırsat kollayan. Açlığını çektiğimiz duyguların yokluğuyla besleniyor, ruhumuzu doyurmazsak içimizde güçleniyor ve yeniyordu bizi, ele geçiriyordu hayatımızı.
*
Vazgeçmediği sürece insanın daima bir şansı vardı!
*
İhtiyaç hedef olursa başarı gelir,yoksa başarı denilen saçmalık sadece hayaldir!İhtiyaçla motive edilen bir şey asla sönmez,bıkmaz,vazgeçmez.
*
Tehlike sen görmezlikten geliyorsun diye geçen bir şey değildi!
*
"Kim olduğunu hatırlattı kendine ve niye burada olduğunu. Salakların ülkesiydi burası. 'Değerlerine sahip çıkamayan salakların!' diye düşünüp rahatladı."
*
Güzelliği akılla birleştirmiş ve üzerine amacı eklemiş bir kadından daha tehlikeli hiçbir canlı yoktu bu gezegende. Ortaçağda yakılırdı bu kadınlar, Arap ülkelerinde başlan kesilirdi hemen. Çünkü ya öldürürdünüz bunları ya da sistemi sallayan kıvılcım oluverirlerdi bir anda.
*
Cehennem nedir? Cahilin otoritesidir cehennem.
*
Kaybedilmiş bir güven yıkılmış bir ağaç gibidir.Ne meyve ne de gölge verir.
*
İnsan hayatta en büyük zararı, başkasına söylediği yalana inanmaya başlayınca verir.
*
Verilen hiç bir emek asla boşa çıkmaz. Sen çabaya geç, emek ver, evren de sana cevap verir.
*
Umut, katman katman anlamsızlığın altında kalmış doğmaya çalışan kocaman bir anlam gibiydi.
*
Bunların taktiği, dikkati başka yöne çekip adamı seyirci yapmaktır. Kafa karıştırarak, bilgiyi saptırarak sinsi bir virüs gibi girerler akıllara, ne kadar çabalarsan çabala hiçbir şeye etki etmeyeceğine, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inandırırlar seni...Sahip oldukça daha fazlasını isterler, fazlasını aldıkça acımasızlaşırlar. Acımasızlaştıkça arsızlaşırlar.
 *
Bedendeki hayat beynin göreviydi. Ama bu muhteşem mekanizmanın bir zaafı vardı. Üzgün olduğunda yapamıyordu işini, umarsızlaşıyor, yönetmek zorunda olduğu vücudu ihmal ediyordu. Kanser oluyordu birçokları, üzgün, dikkati dağılmış beyinleri yüzünden.
*
Minarelerin süngüye, kubbelerin miğfere, camilerin kışlaya ve müminlerin askere dönüştürülmeye çalışıldığı, Allah'ın canından intikam alırcasına, kulu kuldan dinle ayıran ve insanı insana kırdıran şey ancak şeytanın hizmetinde olabilir! İbadeti candan hınç alır gibi kullanmak cehennemi dünyaya indirmektir! Cana zarar veren Allah'ı incitir."
*
Din adına savaşmayı kutsal addedenler bu işten para kazanan din tüccarlarıdır.
*
 Çünkü hak için ölenler sayesinde kalkmıştı kölelik, hak için ölenler sayesinde yıkılmıştı saraylar, hak için ölenler sayesinde kabul olmuştu hukuk, hak için ölenler sayesinde susturulmuştu meydanı boş bulan yağmacılar...
 *
Çünkü hayat ne olursa olsun hakiki insanı yaratmak için dizayn edilmişti.
*
Ağaç, filizi koruduğun için ağaç olur, filiz tohumu koruduğun için filiz olur. Sen tohumu korumasan ağacı kucaklayamazsın, aynı demokrasi gibi, eşitlik, hakkı koruduğun için var olur; adalet, eşitliği koruduğun için... Sahip çıkmalıyız korumak için, kavga etmeden, savaşmadan sahip çıkmalıyız, işte o zaman kapasitemiz de hak ettiklerimiz de artar.
*
Gelişmek ve kendini gerçekleştirmek için gerekli!... Hakiki insan olabilmek için! İnsan hayatta kalabilmenin çok ötesinde, gelişmek, kendini aşmak için var edilmiş bir varlık.
*
Bir insanın tüm dünya ya sahip olup kendi ruhunu kaybetmesinin kendi varoluşuna ne yararı var?
*
Aklın fikirle doğduğu bir noktada yücelir insan.
*
Akılsız bir fikir uygarlıkları yok edebilirken, fikirsiz bir akıl da asla üretemez yani var olamaz. * Kızgınlığını beslerken bir fanatiğe dönüşürsün ve korumak için yola çıktığın düşünceye en çok zarar veren şey olursun.
*
Hayat yasaklarla değil ancak anlayışlarla kontrol altına alınabilirdi!
*
İnsanı düşündürmek, öldürmekten daha zordu. * Şekilcilikle kamufle olur kötülük.

 *
Anda olmak için geçmişin yükünden geleceğin endişesinden sıyrılmak gerekir....


Shibumi - Trevanian

 İnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları da edinmiş. Üstün düzeydeki "yakın algılama " yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen bu profesyonel terörist avcısı, terörcü, korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosof, günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan çıkıyor; amansız ve acımasız bir dövüşe katılmak üzere....
 
 👇
 
Ben çok seyahat ettim, dünyayı avucumun içinde çevirdim ve bir şeyi iyice anladım. İnsanı en mutlu eden şey, ihtiyaçlarıyla varlıkları arasında bir denge bulunmasıdır. Bütün sorun, bu dengenin nasıl sağlanacağı. İnsan bunu belki varlıklarını yükseltip ihtiyaçlarının düzeyine çıkararak yapabilir. Ama bu budalalık olur. Bunu yapmak, arada bir sürü doğa dışı şeyler yapmayı gerektirir. Pazarlık etmek gibi, çalışmak gibi, çabalamak gibi. Öyleyse? Öyleyse akıllı bir adam dengeyi, ihtiyaçlarını azaltarak, yani onları varlıklarının düzeyine indirerek sağlar. Bunu yapmanın da en iyi yolu, bedava olan şeylerin değerini bilmektir. Dağların, kahkahanın, şiirin, bir dostun verdiği şarabın, yaşlı ve şişman kadınların, Bakın bana! Ben elimdekilerle mutlu olmayı çok iyi bilen biriyim. Bütün mesele elimdekileri yeteri kadar çoğaltmak.
*
Terbiye her zaman için merhametten de, sadakatten de, yardımdan da, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın adaletten önemli olması gibi. Büyük sayılan değerler, baskı altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye, terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.
*
Oysa bir şey ummanın, hayal kırıklığını davet etmek olduğunu o kadar iyi biliyordu ki!
*
Korkaklar her zaman için cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı.
Bir kere sayıları daha fazlaydı.
Sonra, arkadan vururlardı.
Vurdukları zaman da kötü vururlardı.
Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı.
*
geçmiş denilen şey,gelecekten arındırıldığı anda bir yığın önemsiz ayrıntı haline geliyordu,içinde organik hiç bir şey kalmıyordu,güçlü olan,acı veren hiç bir şey
*
Kalabalığın çıkardığı gürültü mantıksızdır ama kulakları sağır edecek kadar güçlüdür. Beyinleri yoksa da; binlerce kolları vardır. Bunları seni yakalamak, çekmek, aşağıya indirmek ve batırmak için kullanırlar.
*
Irk demek hiçbir şey demek değildir. Kültür ise her şeydir.
*
Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. 
Şöyle düşün;
O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. 
O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok.
O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. 
Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. 
İfade dolu bir sessizlik demek. 
Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllük demek. 
Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir.
Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. 
Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl söylemeli... 
Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey...